Dienstag, 14. Oktober 2008

Ç A Ğ N A M E

Ç A Ğ N A M E

(Yeni Çağ Mesajı)
çağları açıp kapayan ALLAHın adıyla

2000 yılında bir çağ kapanıp ikibinbir'de de bir çağ
açılmış olacak. Fakat bu açılıp kapanma, Hıristiyanî
takvime göredir. Asıl takvim ise, fitrî takvim'dir.
Fıtrî takvimde, en büyük son insanlık olaylarının en
önemlisi takvim yapılır. Buna göre 1990'da komünizmin
yıkılmasıyla bir çağ kapandı ve 1991'de Kur'anizm'in
doğuşuyla yeni bir çağ açıldı. Demek asıl yeni çağ,
dokuz-on yıl önce açılmış oldu. Biz, bu başlangıcın
başına, "Kur'anist Takvim" de diyebiliriz.

Hazreti İsa ve Musa ve Muhammed hazretleri (ruhlarına
selam olsun), üçü de Gerçek Din'de kardeştir ve dâvâ
arkadaşı sayılırlar. Bu Peygamberlerin takvimleri de
mübârektir, güzeldir. Fakat globalleşen bir dünyada üç
takvim ayrılığa sebep olmaktadır. Madem üç Peygamber
aynı dinin (yani Allah'ı birlemenin ve O'na teslim ol-
manın) ve bir tek aynı Allah'ın elçileri ve habercile-
ridir, bu halde bunların takvimlerinin de birleştiril-
mesinde bir mahzur yoktur. Madem Kur'anizm, (Allah'tan
aldığı ışıkla) bu üç Peygamberin Sözcüsü'dür, o halde
üç takvim, Kur'anist Takvim'de birleştirilip, takvim
birliğine gidilebilir. Yalnız Hıristiyanlıkta, yalnız
Müslümanlıkta, yalnız Musevîlikte birleşme olmaz. Dün-
yadaki bütün dindarların ve inanmışların ve Hak ve A-
dalet ve Namus etrafında birlik olmak isteyenlerin
birleşebileceği tek nokta ve merkez, ancak Kur'anizm'
dir.

Kur'anist Takvim'e göre Müslümanlar (Hicrî 1400'de)
yani bizden on yıl önce ve Hıristiyanlar da (Milâdî
2000'de) yani bizden on yıl sonra yeni çağa girmiş o-
luyorlar. Biz Kur'anistler ise, Yeni Cağ'ın onuncu yı-
lına gireceğiz. Burada önemli olan, yeni bir çağ ve
yeni bir Devr'e girmiş ve girecek olmamızdır.

Şimdi yeni bir çağa veya ikibin yılına girmek acaba
neyi ifade eder? Önce geçmişin muhasebesini yapıp son-
ra geleceğin hesabını çıkarmalıyız. Yeni bir bin yıla
girmek, en başta dünyamızın ve insanlığın bir devir
daha ihtiyarladığını gösterir. İhtiyarlığın son sını-
rına varmış bulunan dünyamızın, bu sınırı da son bul-
duktan sonra dünyamız ve insanlık artık ölümüne kavu-
şacaktır. Çünkü ihtiyarlığı olanın ölümü de vardır. A-
caba bu son ne zaman olacak, dünya ne zaman yıkılacak?
Bunun kesin cevabını Allah'tan başka kimse bilemez.
Ancak Allah'ın öğrettiği bazı Elçi ve Evliyalar bir
tahminde bulunabilir. Onlardan birisi olan Bediüzzaman
Said Nursi, dünyamıza yüzyirmi yıllık bir ömür biçmiş.
Yani dünyamız, yirmibirinci yüzyıldan sonraki yüzyılda
yani yirmiikinci yüzyılın başlarında yıkılacaktır. Bi-
limsel verilerle birlikte Son Peygamber'in ondört-on-
beş asır önce haber verdiği kıyamet belirtilerinin gü-
nümüzde bir bir çıkmış ve çıkmakta oluşu da bu tahmini
kuvvetlendiriyor. Yani insanlığın gelişiminin son nok-
tasına varıldığında kıyamet kopar. Bilim ve teknikte
mucize seviyesine çıkmış ve yaratışın (gen) sırlarını
ele geçirmiş ve atom bombalarıyla dünyayı yıkabilecek
kudrete ulaşmış bir insanlık için daha fazla gidiş
yoktur. Fakat herşeye rağmen ve henüz insanlık yıldız-
lara çıkmadan ve Hz.İsa gökten yere inmeden ve güneş
batıdan doğmadan kıyamet kopmaz. Fakat biz o vaktin
sınırına girmiş bulunuyoruz. Son'a varmaya çok az bir
zamanımız kaldı. Bir yüz yıl daha yaşamamız mümkün.
Fakat bir bin yıl daha yaşamamızın mümkünü kalmadı.
Allah insanlara altmış yıllık ortalama bir ömür verdi-
ği gibi, insanlığa da altı devirlik bir ömür vermiş.
Yüzyirmi veya yüzelli yıl sonra kıyamet kopacağına ve-
ya kopması mümkün olduğuna göre, insanlık, ona verilen
altı devrin son devrinin sonunda bulunuyor. İnsanlar
ölüme geçici bir çare bulabilir, fakat kıyamete çare
yoktur.

Kozmoloji bilginlerine göre ise, dünyamız daha milyar-
larca yıl (tabii beklenmedik galaktik bir kaza veya
başka bir bozuluş olmazsa) yaşayabilir. Acaba bu tah-
minlerden hangisi gerçek olacaktır? Bilim adamlarının
dediği olabilir. Fakat bu olabilirlik, Allah'ın iznine
tabidir. Yani Allah izin verirse, dünyamız daha mil-
yarlarca yıl yaşayabilir. Ama Allah buna izin verir
mi?
-2-
Çünkü bir fabrikanın sağlam olması, onun sonsuza kadar
çalıştırılması için yeterli sebep değildir. Bir fabri-
katör, fabrikanın dayanıklığından çok, çıkan ürünlerin
bir işe yarayıp yaramadığına ve iyi ürün çıkıp çıkma-
dığına bakar. Sonuç kötüyse, o fabrika ne kadar sağlam
olursa olsun, o fabrikatör o fabrikayı ya yıkacak ya
da kapatacaktır. Aynı şekilde, bu Dünya'nın "Sahibi"
olan Allah da, yerkürenin iyi ürün verip vermediğine,
dünya meyvesi olan insanların iyi kulluk getirip ge-
tirmediğine bakar. İnsanlığın durumuna bakıldığında
görülür ki: Altı milyar insanın beşte ikisi veya üçü
Allah'a inanmakta. Fakat bu insanların yarısı yanlış
inançta. Diğer yarısının da ancak dörtte biri Allah'a
kulluk etmekte. Bu kadar az bir kulluk için bu koca
dünya fabrikasını işletmek pek kârlı bir iş olarak gö-
zükmemekte. Fakat Allah bu kadarcığına da "şimdilik"
razı gibi görünmekte. Bu gelir de düştü mü veya yeter-
li görülmediği takdirde artık bu Dünya'nın döndürülme-
sine gerek yok demektir. Demek Dünya'nın yaşaması, bir
yönde de ve asıl olarak bizim kulluğumuza bakmaktadır.
Eğer bizler insanlık olarak Allah'a iyi bir kul olur
sayımızı artırırsak, bu Dünya bir müddet daha yaşıya-
cak ve yaşatılacak demektir. Yok eğer tersi olursa,
kıyamet geldi demektir! Yani kıyametin kopması bize
bakıyor, Dünya'nın yıkılışını bizim gidişatımız belir-
leyecek. Gidişatımıza baktığımızda ise, eğer bir par-
çacık düzelme gösterirsek, yirmibirinci yüzyılı kur-
tardık demektir. İşte bizim için önemli olan da, bu
girmekte olduğumuz (ve girdiğimiz) yüzyılı kurtarabil-
mektir. Acaba bu yüzyılı nasıl kurtarabiliriz? Bunu
kurtarmak için neler yapmamız gerekir?

(Geçen ve) geçmekte olan asrı, komünizm ve sosyalizm,
kapitalizm ve materyalizm adı altında bir inançsızlık
ve inkârcılık ve kötülükçülük asrı yaptık. Onların i-
nançsızlık ve inkârcılık hançeriyle kalbimizi katlet-
tik, insanlığımızı söndürdük. Kâinat kocamanlığında
koskoca bir cinayet işledik insanlık olarak. Fakat bu
cinayetimizin cezası olarak da harplerle, sapık ideo-
lojilerle, isyanlarla, ihtilâllerle, anarşilerle, atom
bombalarıyla kan kustuk; insanlığa (yani kendimize)
kan kusturduk. Bindokuzyüzlü yılları, bindokuzyüz yüz-
lü bir felâkete çevirdik! Hem inançsızlıktaki ve in-
kârcılıktaki ileriliğimizle öyle geri gittik ki, en
sonunda insanlığımızı kaybettik! İşte şimdi bu gelen
yeni asrı, kaybettiğimizi kazanmak için yeni bir fir-
sat bilmeli ve bu kadar büyük kötülüklerimiz karşısın-
da kâinatın başımıza yıkılmadığına, bir kıyametin ko-
parılıp işimizin bitirilmediğine Allah'a bin teşekkür
etmeliyiz ve kendimizi düzeltmeliyiz. Bu düzelim de
ancak inanç ve iyilikçiliğimizle olabilir. Evet, bu
asrı ancak inanç ve iyilikçiliğimizle, hak ve adalet-
çiliğimizle kazanabiliriz. Peki, globalleşen bir dün-
yada inancımız ne ve nasıl olmalıdır? Neye inanacağız?
Yaratıcımızın bizden istediği inanç nedir? İyilikçili-
ğimiz nasıl olmalıdır?

Hiç şüphesiz inançtan maksat, bizi yaratan ve yaşatan
yüce Allah'ı bilmek, bağlanmak ve O'na teslim olmak-
tır. Kimliksizlikten, kimsesizlikten ve gayesizlikten
ancak bu inanç ve bağlanç ve teslim ile kurtulabiliriz
Peki, gerçek tanrımız olan yüce Allah'ı nasıl bilece-
ğız? Evet, bunu bilmenin en kısa ve en doğru yolu,
Allah'ın gönderdiği Elçi'yi dinlemektir. Bu zamanda
Allah'ın Elçisi ve Yenileyicisi ve Din Kitabı'nın Mi-
rascısı ise, "Kur'anizm"dir. Bu konularda sözü ilk
dinlenilecek olan O olduğundan, Kur'anist Öğreti der
ki: "Dünyada ve evrende her varlık, Allah'ı bildiren
ve gösteren bir delildir, bir kanıttır. Çünkü eser us-
tasız olmaz. Cansız ve acımasız şeyler usta olamayaca-
ğından anlaşılır ki, bu kâinatın ve kâinatlıların us-
tası ve sahibi ve yöneteni; herşeye gücü yeten, bilen,
gören, duyan, konuşan, hayat ve merhamet sahibi olan
Allah'tır. Yoksa doğa ve tabiat ve onların enerji ve
maddesi usta olamaz, onlar Allah yerine konulamaz. Us-
ta nasıl âletle iş görürse, Allah da işini âletle (ya-
ni sebepler vasıtasıyla) yapar. İşte doğa, tabiat,
madde ve enerji gibi şeyler de Allah'ın âleti'dir. Al-
lah, bu âletlerin ötesindeki ruh ve ışık ve hayat sa-
hibi olan yaratıcı, yaşatıcı ve yönetici Zat'tır.

Öyle ise ey insanlar! Bir tek Allah'a inanalım. Başka
tanrılar uydurmayalım. Akılsız ve acımasız şeyleri
Tanrı yapmayalım. Atalarımızı, Peygamberlerimizi, Ev-
liyalarımızı, benliğimizi ve sevdiklerimizi Allah yerine
koymayalım. Onları Allah'ın üzerine çıkarmayalım.
Dinimiz ve inancımız, ancak Allah tek ve herşeyin ve
herkesin üzerine çıkarılınca din ve inanç olur. Yoksa
inancımız gerçekliğini ve geçerliğini yitirir.

-3-
Öyle ise bizler, aklımızla uydurduğumuz tanrılara de-
ğil, tek tanrı olan Allah'ın indirdiği dine uyalım.
Yani O'nu bir bilelim, eşsiz ve ortaksız kabul edelim,
oğlu ve kızı olmadığına inanalım. Çünkü herşeye gücü
yetmeyen, bu kâinatın Tanrısı olamaz. Her şeye gücü
yeten bir Tanri'nın ise ortağa ihtiyacı yoktur. Sonra,
bu kâinatın gerçek Tanrısı olan, herşeyin ve herkesin
öncesinde olur. Herşeyin ve herkesin öncesinde olan
bir Tanrı ise, O'ndan başkası yoktur ki; O, başkala-
rından doğsun! O, başkalarından doğmamıştır ki, insan-
lar O'nun oğulları ve kızları olsun! Demek O'nun orta-
ğı olmadığı gibi, eşi ve çocukları da yoktur. O, böyle
birşeye muhtac değildir. Demek biz insanlar, Allah'ın
çocukları değil, yaratıklarıyız. O halde Allah, madden
ve cismen insanların babası olamaz. Fakat "mânen Allah
insanlara baba gibidir" denebilir.

İşte biz Kur'anistlerin Allah dediği sizin ve hepimi-
zin Tanrısı odur ki: O Tanrı; tektir, birdir. (Yani
O'ndan başka tanrı yoktur, eşsiz ve ortaksızdır.) O,
hayatın kaynağıdır. (Yani herşeyin hayat vericisi ve
ayakta tutucusudur.) Sürekli iş başındadır. (Yani uy-
kusu ve dinlenmesi yoktur.) Göklerde ve yerdeki herşe-
yin sahibidir. (Yani hiçbirşey sahipsiz ve başıboş de-
ğildir.) Herşeyin izni O'nun tekelindedir. (Yani O i-
zin vermeden, O'nun katındaki Elçi ve Memurları da i-
zin verici, şefaat edici olamaz.) Herşeyin ve herkesin
üzerindedir. (Yani hiç birşey ve hiç bir kimse O'nun
üstüne çıkamaz. Herşey O'nun aşağısındadır.) Kimse O'
nun bildiğinden, O'nun dilediği kadarından başkasını
kavrayamaz. (Yani bilinç sahiplerinin bütün bildikleri
ancak O'nun öğrettigi kadarıdır.) Bütün kâinat ve kâi-
natlılar O'nun görme, bilme, duyma ve konuşma alanın-
dadırlar. (Yani O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kapla-
mıştır. Herşey ve herkes O'nun gözü önündedir.) Gökle-
ri ve yeri korumak O'na ağır gelmez. (Yani herşey O'na
hafiftir, kolaydır.) Herşeyin ve herkesin yaratıcısı,
yaşatıcısı ve yöneticisi yalniz O'dur. Yüceligine ve
büyüklüğüne sınır yoktur. Çok yüce ve çok büyüktür. O'
nun büyüklüğü maddî değil, mânevîdir; bedenî değil,
Padişahîdir."

İşte ey insanlar! Sizin tapacağınız ve kulluk edeceği-
niz tek Tanrı budur. Bu özellikleri taşımayana Tanrı
denemez. Eğer O'na inanmaz ve inkâr ederseniz, inanç-
sız ve inkârcılarınız için ebedî bir ceza ve inançlı-
larınız için de sonsuz bir mükâfat vardır. Sizin var-
lık gayeniz ve yaşatılış amacınız da bu mükâfatı ka-
zanmaktır. Demek sizler boşuboşuna yaratılmamış oldu-
ğunuz gibi, başıboş da bırakılmış değilsiniz. Bir va-
zife ve sorumluluğunuz var. Ucunda ebedî bir saadetin
kazanımı ve kaybedimi bulunan, dağların dahi yüklen-
mekten çekindiği bu kâinat ağırlığındaki sorumluluk
size bakıyor, sizi bekliyor. Dünyanın düzelimi de an-
cak bu sorumluluğu yüklenmenizle gerçekleşebilir. Fa-
kat bu ağır yük sizi korkutmasın ve kaçırmasın. Bilim
ve inanç gücüyle ve herkes rütbesi ve kabiliyeti nis-
betinde sorumlu olduğunu bilmekle bu ağırlığın altın-
dan kolayca kalkmanız mümkündür. O halde nedir vazife
ve sorumluluklarımız?

Zira bu dünya, sorumsuzca yaşanacak bir başıboşlar di-
yarı ve bir boşuboşunalık yurdu olamaz ve onun hayatı,
savurganlıkla telef edilip atılacak bir kıymetsizlik
metaı değildir. Çünkü insan kendi kendinin sahibi ol-
madığı gibi, bu dünya da onun mülkü değildir. O halde
insan kendi keyfince ve kendi aklınca yaşıyamaz, ömrü-
nü ve hayatını kıymetsizlikle idam edip katledemez.
Böyle bir insanın yapacağı iş, önce bu dünyaya kim ta-
rafından ve ne maksatla getirildiğini ve bunun sonucu-
nun ne olacağını merak edip öğrenmektir. İnsanın bu
öğrenmek istediklerini ise ancak onun Yaratıcısı ve
Yaşatıcısı bildirebilir. İnsan, bu dünyanın yaratıcısı
olmadığına ve olamayacağına göre, insan kendi kendinin
de sahibi olamaz ve değildir. Demek insanın bir "Sahi-
bi" vardır. O sahip ise, bütün yeryüzü ve gökleri ya-
ratan ve yöneten bir Zat olabilir. Herşeyin sahibi ol-
mayan, hiçbir kimsenin sahibi olamaz. Herkesin sahibi
olabilecek olan ise, ancak her şeyin sahibi olandır.
İşte böyle büyük bir Sahip de; doğmamış, doğurmamış,
ortaksız, tek Tanrı olan Allah'tır. Bu büyük Allah'ın,
kendini tanıtmak ve isteklerini bildirmek için gönder-
diği Elçi ve Kitapları vasıtasıyla bildirdiğine göre:
İnsanın bu dünyadaki vazifesi; Yaratıcısı ve Yaşatıcı-
sı olan gerçek Sahibini bilmek ve o Sahib'in bildirdi-
ği şekil ve ölçüde kendini eğitmek ve yaşamaktır.

Bilmek ve öğrenmekten maksat: İnsanın bir "inanç" ve
"bilinç" kazanmasıdır. Yani insan herşeyden önce Yara-
tıcısının kim olduğunu ve insandan ne istediğini bile-
cek ve bu bilginin ışığında yürüyecektir.

-4-
İnsanın kendini eğitmesinden maksat ise: İnsanın, ken-
dini insan etmesi ve bir iyilikçi kimse olmak için ça-
lışmasıdır. İyilikçi olabilmek için de, insanın en
başta HAKLI, ADALETLİ ve NAMUSLU olması gerekir.

"Haklı" olmaktan maksat: Yaratan'ın ve Yaratılışın ve
Yaratılmışların hukuk ve yasasına itaat etmek ve onla-
rın haklarını çiğnememektir. Buna göre insan hem Yara-
tıcısını hem Yaratılışı hem de Yaratılmışları bilmeli
ve tanımalı ve onların yasalarını öğrenip haklarını
vermeli ve korumalıdır.

Meselâ insan, Yaratıcısını bilmez ve O'nu tanımak is-
temezse ve kalb yoluyla O'nunla bir irtibat kurmazsa,
dünyada sahipsiz ve karanlıkta kalır, sapıklığa düşer
ve dünya ötesindeki ebedî saadetini kaybeder. Çünkü
insan, dünyaya bilgisiz olarak geldiğinden, Yaratıcı-
sının öğreticiliğine muhtaçtır. Eğer O'nun öğretisi
olmazsa ve kabul edilmezse, elbette sapıklık ve karan-
lıkta kalır. İnsanlardan öğreneceği dünyaya ait bilgi-
ler ise, insanın öte dünyasını aydınlatamaz, onu doğru
yola götüremez. Ölümün yok ediciliği karşısında da e-
bedî bir hayatı isteyen insan, Yaratıcısını bilip ta-
nımadan ve O'na kul olmadan ebedî hayatı kazanamaz.
Demek hayatta en büyük ve en önemli bilgi: Gerçek Ya-
ratan'ı bilmektir. Sonra, O'nun Elçisiyle bildirdikle-
rini kabul etmektir. Bu kabul etme içinde Yaratan'ı
bilmek, "Yaratılışı Bilme"yi de gerektirir. Çünkü ha-
yat, yaratılışın yasaları üzerine kurulmuştur.

Eğer insan Yaratılışın Yasası'nı bilmez ve itaat et-
mezse, dünyasını kazanamaz. Meselâ iyi bir işte doğ-
rulukla çalışmayan bir insan fakirliğe düşer, zengin
olamaz. Sabretmeyen insan zafer kazanamaz. Çıblak elle
ateşe dokunan yanmaktan kurtulamaz. Yüksekten paraşüt-
süz atlayan insan parçalanır, ölür. Demek Yaratılış'ın
kanunlarını bilmek ve onların şartlarına uymak gereki-
yor. Bunun için Yaratılış'ın Yasaları, insanı bilim ve
tekniğe, meslek ve sanat sahibi olmaya sevkeder. Öyle
ise insan, dünyası için gerekli olan bilim ve tekniği,
sanat ve mesleği öğrenmeli ve onları kazanmak için bir
gayret göstermelidir. Bu gayret icinde Yaratılış'ın
Yasasını bilmekten başka bir de "Yaratılmışlar'ın Ya-
sasını Bilmek" de vardır.

Eğer insan Yaratılmışlar'ın Yasasını bilmez ve onlara
uymazsa, onlarla dost ve ahbap olamaz, onlar arasında
insanca yaşıyamaz. Meselâ insanların dünyasında insan-
ca yaşıyabilmek için Hak'ta olan devletin kanunlarına
uymak ve insanların haklarını çiğnememek gerekir. Ya-
ratan'ın ve Yaratılış'ın yasalarıyla uyum içinde olan
bir devletin kendine ve kanunlarına itaat etmek insan
üzerine büyük bir borçtur. Bu borç içinde insanın "A-
daletli olması" da vardır.

"Adaletli olmak"tan maksat: Hakkı kadar hak almak veya
hak vermektir. Öyle ise insan önce Yaratıcısında olan
haklarını bilmeli ve Yaratan'ın da insanda olan hakla-
rını öğrenmelidir. İnsanın Yaratıcısındaki hakları i-
se: İnsan olmak, insanca yaşamak ve ebedî bir saadeti
kazanmak için çalışmaktır. Buna göre insan, bu yeryü-
zünün heryerinde gezip tozabilir, yurt edinebilir.
Bitki ve hayvanlarından, madde ve madenlerinden ölçülü
ve iktisatlı bir şekilde faydalanabilir. İnsanların
güç ve kabiliyet, mal ve cinsiyetlerinden onların hak
ve ücretlerini vermek şartıyla istifade edebilir. Al-
lah'tan başka kimseye kul olmadan, düşmandan başka
kimseyi köle yapmadan Hak ve Adalet ve Namusluluk'la
sınırlı bir hürriyet içinde dünyanın her yerinde yaşı-
yabilir. Dua yoluyla Allah'tan meşru ve faydalı olan
herşeyi isteyebilir. Kendini seçene başkan olabilir,
istediğini kendine lider seçebilir.

Allah'ın insandaki hakları ise: İnsan herşeyden önce
Yaratıcısına inanmalı ve O'na bağlanmalı ve Allah'tan
başka tanrılar uydurmamalıdır. Herşeyi Allah'ın aşağı-
sında tutmalı, hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi Allah'ın
üstüne çıkarmamalıdır. Yani sevdiklerini Allah için
sevmeli, yaptıklarını Allah için yapmalıdır. Kendi ak-
lına ve keyfine değil, Allah'ın Elçisine uymalıdır.
Sonra doğru, adil, namuslu olmalıdır. Sonra çalışkan,
temiz, iktisatlı ve düzenli olmalıdır. Sonra birlikçi,
yardımlaşmacı, kardeşlikçi, iyilikçi olmalıdır. Yani
ikilikçi, ırkçı, ayrılıkçı, çıkarcı, bozguncu, boğuşma-
cı, bencil ve kötülükçü olmamalıdır. Haklı büyüklerine
itaat etmeli, haksızlıkları dışında onlara isyan etme-
melidir. Haksız yere adam öldürmemeli, eğer öldürülme-
si gereken biri varsa, bunu devlete ve adalete bırak-
malıdır. Karşılık beklemeksizin fakirlerin, aciz ve
güçsüzlerin, ezilmiş ve darda kalmışların yardımına
koşmalıdır. Az verip çok şey istememelidir.

-5-
Allah'ın insan üzerideki hakları içinde "Namuslu olmak"
da vardır. "Nmuslu olmak"tan maksat: Nesli ve aileyi
korumak ve yaşatmaktır. Yani çocukları eğitip öğretme-
li, onları öldürmemelidir. Gençleri okutup bir meslek
sahibi yapmalı ve onları uyuşturucu, alkol, sigara
gibi kötülüklerden korumalı, bilgisizlik ve inançsız-
lığa düşürmemelidir. Fuhuşçuluk ve eşcinselliği ter-
ketmeli, onlara asla yanaşmamalı, meşru şekilde evlen-
meli ve nikâhcılığa rağbet etmelidir. Geçerli ve meşru
bir sebep olmaksızın bekâr kalmamalıdır. Toplum içinde
karşı cinsi azdıracak bir giyim kuşam anarşisine son
vermeli, kadınlar açık saçıklığı bırakmalıdır. Çünkü
acık saçıklık erkeği namussuz ve ahlâksız eder. Boz-
gunculuk yapmamak ve tecavüze uğramamak isteyen kadın-
lar örtünmekten kaçmamalı, çekinmemelidir.

İste vazife ve sorumluluklarımızın özü, özeti, hem Ye-
ni Dünya Düzeni'nin temel esasları kısaca bunlardır ve
bunlar olmalıdır. Yerine getirilmesi gereken diğer ö-
nemli ayrıntılar ise şunlardır:

1-MÂNEVÎ DİRİLİŞİMİZ İÇİN ÜMİTSİZLİĞİ ÖLDÜRMELİYiZ.

Kıyametin yaklaşmış olması ve günahlarımız, bizi ümit-
sizliğe düşürmemeli ve intihara sürüklememelidir. Çün-
kü altmış yıllık ömrümüzün bitimi ve ölümün ne zaman
gelecek olduğunun belirsizliği, kıyametten daha yakın-
dır. O halde kıyametin kopacak olması, bizi, yapmamız
gerekenleri yapmaktan alıkoymamalıdır. Vazife ve so-
rumluluklarımız neyse, onları bilmeli ve yerine getir-
meliyiz. "Bu dünya artık düzelmez" veya "Ben dünyayı
düzeltemem, bu dünyayı ben mi düzelteceğim" dememeli-
yiz. Biz sadece üzerimize düşeni bilmek ve yerine ge-
tirmekle yükümlüyüz. Kıyametin veya ölümümüzün yaklaş-
mış olmasını, yükümlülüklerimizden kurtulmak için ba-
hane yapmamalıyız, yapamayız. Çünkü boşuna çalışmıyo-
ruz. Bu dünyada gerçekleştireceğimiz iyilik ve güzel-
liklerle ebedî bir hayatı ve saadetini kazanmak için
uğraşıyoruz. Dünyamızın devamı ve düzelmesi de, yapa-
cağımız iyi çalışmalara bağlıdır. O halde kendinizi
değil, kötülüklerinizi öldürünüz, ümitsizliği öldürü-
nüz. İntihara izin yoktur.

Günahlarımız ise: Tövbe etmek ve işlenilen suça tekrar
dönmemek şartıyla Allah bütün günahları affeder. Tövbe
kapısı ise güneş batıdan doğuncaya ve ölüm gelip ça-
tıncaya kadar açıktır. O halde ümitsizlik batağına
saplanıp kalmak için geçerli bir neden yoktur. Ayrıca
iyi bir kulluk sergilediğimiz takdirde kıyametin kopuş
vakti de tehir edilebilir. Yapacağımız kulluğun özü,
esası ise: Allah'ı saymak ve sevmek ve verdiği nimet-
lerine teşekkür etmektir. Sonra, dindar Müslümanların
yaptığı gibi Namaz ve Dua ibadetini yerine getirip,
fakirleri korumaktır.

2-TOPLUMSAL DÜZENİ SAĞLAYIP AYAKTA TUTABİLMEK İÇİN
(ÖLMÜŞ OLAN YERLERDE) DOĞRULUĞU DİRİLTMELİYİZ.

Çünkü toplumsal düzeni düzensizlikten ve bozulmaktan
koruyan ancak "doğruluk"tur. Yani aldatmamak ve doğru
yolu eğriltmemek ve Hakkı çiğnememek ve çiğnetmemek,
toplumsal düzenin esasıdır. Doğruluk, Allah'ın emretti-
ği şekilde olmaktır. Bunun da özü ve esası: Hak ve A-
dalet ve Namus'tur. Bunların da nasıl olacağını başta
özetle ve Düzenname'mizde de tafsilatla açıkladık.

3-TOPLUMSAL BARIŞ İÇİN DÜŞMANLIĞI BIRAKMALI VE ONU
SEVMEMELİYİZ.

Birinci ve ikinci dünya savaşlarının dehşetli sonuçla-
rını hatırlayıp, bütün düşmanlıklara son vermeliyiz.
Öyle ise Hak ve Adalet gereği olarak, savaş ve düşman-
lıklara sebep olan haklara ve özgürlüklere tecavüze
son verip, Hak ve Adalet ölçüsüyle nerede bir savaş
varsa, onu "barışımızla" durdurmaya, onları barıştır-
maya çalışmalıyız. Bir damla dünya menfaatimiz için
onların çarpışmasını körüklememeli, mani olmalı, seyir-
ci kalmamalıyız. Eğer illâ kan dökmek istiyorsak; Al-
lahsızlığımızın, kitapsızlığımızın, peygambersizliği-
mizin ve ahiretsizliğimizin kanını dökelim. Asıl düş-
man, en büyük düşman işte budur! O halde düşman olarak
nefis ve şeytanımız bize yetmelidir. Hepimiz hakları-
mızı bilip, bütün düşmanlıkların kaynağı olan haklara
ve hürriyetlere tecavüzden sakınarak düşmanlıkların
kökünü kazımalıyız.

Teröre karşı takınacağımız tavır şudur: Terör, şu iki
şeyden kaynaklanır: Ya alamadığı bir hakkı vardır, ya
da haksızlığı hak yapmaktadır. Bu durumda haklı olan-
ların hakkını vereceğiz. Haksızlığı hak yapmış olanla-
ra karşı da mücadele edeceğiz. Kimin haklı, kimin hak-
sız olduğunun saptanmasını belirleyecek ölçümüz ise,
"Kur'anizm" olacaktır.

-6-
Dünya barışı ise, "Sosyal Adalet"ten geçer. Bunun için
de bütün devletler ve milletler, zenginlerden alınıp
fakirlere aktarılacak bir vergi sistemi geliştirmeli,
bankalar faizciliği bırakmalı ve faizsiz borç verme
sistemini yerleştirmelidir.

Yeni Çağ'da bizim düsmanımız ne Rusya'dır ne Amerika.
Ne Yahudiler'dir ne de Hıristiyanlar. Ne Müslümanlar'
dır ne de bir başkaları. Bizim dostluğumuzu da düşman-
lığımızı da bundan sonra ancak Hak ve Adalet ve Namus
ölçüsü belirler. Buna göre; Hak ve Adalet ve Namus'a
riayet edenler bizim dostumuzdur. Riayet etmeyenler i-
se, düşmanlık etmedikleri ve bozgunculuk yapmadıkları
takdirde onlara düşmanlık yoktur. Düşmanlık edip boz-
gunculuk çıkaranları ise, bizim düşmanımızdır. Düşman-
larımıza karşı yapacağımız iş ise, saldırdıkları vakit
savunmaktır, zulmettikleri vakit de savaş açmaktır.
Fakat biz daima barışı esas yapmalı, dünyanın yıkılı-
şına sebep olabilecek bir üçüncü dünya savaşına meydan
vermemeliyiz. O halde barış, kaidemizdir; savaş, is-
tisnamız.

4-TOPLUMU VE TOPLUMLARI BİRLEŞTİRİP
BÜTÜNLEŞTİRECEK MÂNEVÎ BAĞLARI BİLMELİ
VE GEREKENİ YAPMALIYIZ.

Hepimizin Allah'ı birdir. Çünkü bu evrende iki Allah
olamaz. Allah bir olunca, o Allah'ın Elçisi de Kitabı
da bir olur. Globalleşen bir dünya ikilik kaldırmaz.
Böyle bir dünyada Allah'ın Elçisi ancak Kur'anizm'dir.
Dinimiz ise, Birlemecilik ve Teslimcilik'tir. Yani o-
ğul ve ortak isnad etmeden Allah'ı bir bilip O'na tes-
lim olmak, Gerçek Din'imizdir. Bunun dışında din ola-
maz. Olanları ise, Allah katında geçersizdir. Öyle ise
hepimizin birlik bağı Kur'anizm'dir ve Kur'anizm olma-
lı. Kur'anizm, Allah'ın ideolojisidir. Allah'ın ideo-
lojisinden başka ideoloji arayanlar, sapıklığa düşmüş
olurlar.

Gerçekdince ve Kur'anizmce bütün insanların ortak ata-
sı, anne babası Havva ile Adem olduğundan da bütün in-
sanlar kardeştir. Bu kardeşler arasındaki üstünlük va-
sıtası ise ancak Allah'a inanç ve itaattir. İtaatte ve
iyilikçilikte ve kötülükten kaçışta en ileri olan, en
üstündür. O halde ırk ve renk ve cinsiyet, üstünlük
sebebi olamaz.

5-YALNIZ KENDİ ÇIKARIMIZI DEĞİL,
BİRBİRİMİZİN ÇIKARINI DÜŞÜNMELİYİZ.

Çünkü, yalnız kendi çıkarını düşünmek, karşısındakine
çelme takmayı ve kazık atmayı ve onun zararına çalış-
mayı gerektirdiğinden, bu, insanlar arasında sürtüşme-
ye ve çekişmeye neden olur, nefret uyandırır ve onları
birbirine düşman eder. Madem hepimiz Yaratanca ve ya-
ratılışca kardesiz ve insan oluş kardeşliği gerektirir
hem üstünlüğümüz ancak iyilikçiliktedir, o halde kendi
çıkarımızdan çok birbirimizin çıkarını düşünmeliyiz.
Menfaatçiliğin yerine iyilikçiliği ve Allah rızasını
koymalıyız. İyilikçiliğe çalışmayanın inancı inanç de-
ğildir. İnsan oluşumuz da ancak iyilikçi bir inanç ile
mümkündür.

6-HAYATI KOLAYLAŞTIRMALI VE UCUZLATMALIYIZ.

Bu da, hayatı, mücadele olmaktan çıkarıp, yardımlaşma
yapmakla mümkündür. Zaten doğal olarak -evren ve tabi-
atta cansızların canlılara ve canlıların insanlara
yapmakta olduğu yardımın şahitliğiyle- hayat mücadele
değil, yardımlaşmadır. Gerçekdin'in de, Allah'a inanç-
tan sonra şart koştuğu, temel ibadetlerin başında da
"yardımlaşma" gelir. Hayatın güçlükleri ancak yardım-
laşma ile alt edilebilir. Hayat mücadele yapılırsa, bu
halde herkesin güçlü olması gerekir. Fakat herkesin
her zaman güçlü olması mümkün olmayacağından bu, güç-
süzlerin ezilmesini ve yok edilmesini netice verir. Bu
ise, kabul edilmesi mümkün olmayan ve insan oluşun do-
ğasına ters düşen sapık bir tezdir. Bunun için hayatın
"yardımlaşma" olduğu, bir "kaide"dir. Hayatın "mücade-
le" olduğu ise ancak bir "istisna" olabilir. Bu da,
kötülüklere karşı savaşmak ve savunmaktır.

7-ZORBALIĞI VE DİKTATÖRLÜĞÜ BIRAKIP,
HALKIN HİZMETKÂRI OLMALIYIZ.

İnsanları biz yaratmadık. İnsanları kim yarattıysa, o
insanlar ancak o Yaratıcının kullarıdır. Madem hepimiz
Allah'ın kullarıyız, kullar ise birbirine zorba ola-
maz, diktatörlük yapamaz. Biz insanlar birbirimize an-
cak kardeş olabiliriz. Yöneticilerimiz ise, ancak hal-
kın hizmetkârı oldukları vakit yönetici kabul edilir-
ler. Partilerin ve şahısların egemenliğini kabul ede-
meyiz ve etmemeliyiz. Hak ve Adalet ve Namus'un ege-
menliğiyle yönetmeli ve yönetilmeliyiz. İşte bu yönet-
me ve yönetilme şekline "Kur'anist Demokrasi" denir.
Biz insanlara lâyık olan yönetim şekli de ancak Kur'a-
nist Demokrasi'dir.

-7-
İşte ey insanlar! İnananlar ve inanmayanlar! Ey dünya-
lı kardeşlerimiz! Sizin için Yeni Cağ'ı açacak anahtar
ancak ve ancak Hak ve Adalet ve Namus'tur, sonra onla-
rin ayrıntı ve gerekleridir. Hepinizin yürüyebileceği
geniş cadde ve doğru yol da ancak Kur'anizm'dir.

Hem bir yere girmenin bir âdabı olduğu gibi, Yeni Çağ'
a girmenin de bir âdabı vardır. Yeni Çağ'a; Allah'ın
ismiyle, izniyle ve izmiyle girilir. Allah'ın ismi,
Allah'a inanç ve bağlançtır. Allah'ın izni, O'na tes-
lim olmaktır. Allah'ın izmi ise, O'nun Elçisine ve El-
çisi olan Kur'anizm'e uymaktır.

Kur'anizm'e uymayanlar, şeytanizme uymak zorunda ka-
lir. Şeytanizme uyanlar ise hem dünya saadetini hem de
âhiret saadetini kaybedip, ebedî bir azaba mahkûm o-
lurlar. Biz de sizin bu mahkûmiyete düşmenizi istemi-
yoruz. Öyle ise şu son sözümüzü de dinleyip kendinizi
bu düşüsten koruyunuz ve kurtarınız.

Ey insanlar!Yaşatıcınız olan Allah, sizleri en güzel
şekilde yarattıktan sonra hayat makinanız olan nefis
ve bedenlerinizi sıfırlamış. Değer ve derece kazanma-
nizi ise, sizin inanç ve iyilikçiliğinize bağlamış.
Yani ancak doğru bir inanç getirmekle ve iyi işler
yapmakla insan olabilirsiniz. O'nun sizden istediği en
önemli iyi iş ve iyilik ise, "teşekkür"dür. Öyle ise,
sevdiğiniz ve elinizden çıkmasını istemediğiniz ve ö-
lüm karşısında bir pırlanta gibi değer verip sakladı-
ğınız hayatı ve o hayatın devamına yarayan tüketim
maddelerinin teşekkürünü yapınız. Eğer bu teşekkürünüz
olmazsa, zalim ve nankör bir "tüketici" hükmünü alır,
insanlıktan çıkarsınız. Bu çıkış da -Allah saklasın-
sizin bu yeryüzünden defedilmeniz için bir davetiye o-
lur. Öyle ise, bir şey yiyip içtiğiniz ve hayattan bir
zevk ve lezzet aldığınız vakit hemen bunun teşekkürünü
yapınız ve yapmalıyız ve şöyle deyiniz ve demeliyiz:
Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun! İşte sizin "insan"
olduğunuzun isbatı budur.

Ey Avrupalılar ve Amerikalılar! Yıldızlara da çıksanız,
oğulsuz ve ortaksız Allah'a kul olmadıktan sonra, hiç
değeri yoktur. Çünkü Ay'a gitmek, yıldızlara çıkmak;
ebedî bir saadet getirmiyor, ölümü öldürmüyor. Bunun
için Ay'a gitmekle, yıldızlara çıkmakla kimse sizin
"en ileri" olduğunuzu sanmasın. İleri olmak için Ay'a
gitmek, yıldızlara çıkmak yeterli değildir. Asıl ile-
rilik, insanlıkta ileri gitmektir. Ay'a çıkmak, maddî
bir ilerlemedir, güzeldir. Fakat hakiki insan olmak
ve mânâda da ilerlemek için Allah'a yükselmek gerek-
tir. Bu da ancak Kur'anizm'e girmekle ve ona uymakla
mümkündür.

Gıpta ile bakılan ve tebrike şayan olan bilimsel ve
teknolojik ilerlemenizin boşa çıkmasını istemezseniz
ve yıldızların da ötesine geçmek isterseniz, işte size
Kur'anizm. Yıldızların ötesine geçmek, yıldızlara çık-
maktan çok ileridir. Siz de bu ileriliğe erişmek is-
terseniz, Kur'anizm'e giriniz. Bundan sonra ileriliği-
niz ve ilericiliğiniz ancak Kur'anizmdedir.

Ey insan kardeşlerimiz! Madem günlerin geçmesiyle öm-
rünüz ve gençliğiniz gidiyor ve gidecek, o halde genç-
liğiniz ihtiyarlığa ve ihtiyarlığınız ölüme dönüşmeden
gerekli hayatı kazanmalı, öte dünyanızı kurtarmalısı-
niz. Eğer ötedünya olmazsa ve onun için çalışılmazsa,
geçici olduğundan bu dünyanın da anlamı kalmaz. Anlam-
siz bir dünya ise, boşuna yaratılmış, insan da boşu
boşuna yaşamış ve yaşatılmış olur ki, bu, hem Yaratan'
in yaratış amacına zıt, hem insanın ebedîlik arzusuna
aykırıdır. Bu zıtlık ve aykırılığa meydan vermemek i-
çin Allah, öte dünyayı yapacak ve insanın dünyadaki i-
yi ve kötü çalışmalarına ebedî bir karşılık ve ücret
verecektir. İnsanın bu sonuçtan kaçışı asla mümkün de-
gildir. Zaten insanın dünyada yaptığı işler de ancak
ebedî bir ceza veya mükâfat almakla anlam bulur, değer
kazanır. İnsan da ancak bu anlam içindeki ümit ve kor-
ku ile insanlaşır, insanlığından zevk ve lezzet alır.
Yoksa insan, hayvandan da çok aşağı bir seviyeye düşer,
insan olamaz. Çünkü insandaki kalb ve aklın, geçmiş ve
gelecekle ilgisi olduğu için, insan, hayvan gibi geç-
miş ve geleceğe alâkasız kalabilecek ve gelmişle yeti-
nip, geçici bir dünya ve hayatla doyacak ve tatmin o-
lacak cinsten bir varlık değildir. İşte böyle canlı
bir varlığın ebediyet düşüncesi olmazsa veya onu bula-
mazsa, o zaman onun kalb ve aklındaki sevgi ve korku
gibi ilgiler yokluk ve karanlığa düşer, hem geçmiş ve
gelecekten gelen acı ve korku, üzüntü ve merak, kalb
ve aklı bir azap âletine dönüştürür. Bütün bu düşüs ve
dönüşümler insanı hayvandan daha aşağı bir seviyeye
çekeceğinden insan, insan olamayacağı gibi, hayvana
dahi yetişemez. Demek ötedünyanın olması ve gelmesi,
hem insan için, hem de insanı Yaratan için gerekli ve
şarttır.

-8-
Demek, madem dünya vardır, bu dünyanın sahibi olarak
Allah da vardır. O'nun ebedî bir yurdu hem dünyanın
ebedî bir neticesi olarak Âhiret de vardır. Madem Âhi-
ret vardır, yaptıklarının karşılığını almak için insan
oraya varacaktır. Madem insan oraya varacaktır, o hal-
de insana düşen, kendini oraya göre ayarlamak ve ha-
zırlamak ve bu dünyada ötedünyalı olarak yaşamaktır.
Bu yaşayışa da, "Kur'anist Yaşam" denir.

Geliniz, ey ebedî bir gençlik ve ömür isteyen insan-
lar! Kendimize Kur'anist bir yaşam kuralım, onunla e-
bedîlik bulalım. Bu buluştan sonra ölüm bizi bir daha
öldüremesin ve öldüremez. Geçicilik bizi üzmesin, üze-
mez.

O halde bundan sonra hayatınızın slogan ve parolası şu
olsun: Allah'a inan, Kur'anistçe yaşa, ebediyet için
calış ve sonsuz saadetini kurtar.

Yeni Çağınız Kur'anizmle kurulsun, Kur'anizmle kurtul-
sun ve Kur'anizmle kutlu olsun!

ALLAH'IN OĞLU VE ORTAĞI YOKTUR
KUR'ANİZM ALLAH'IN ELÇİSİ VE İDEOLOJİSİDİR

Zaman: Yeni Çağ.
Mekan: Avrupa.
Makam: Çağ. YAYINLAYAN
Boyut: Kur'anizm AVRUPA KUR'ANİSTLERİ
______________________________________________

Kur'anist Takvim'de Yeni Çağ: 1991/1
Hicrî Takvim'de Yeni Çağ : 1981/1401
Milâdî Takvim'de Yeni Çağ : 2001/2001

Not: Ötedünyalık ücret ve mükâfat kazanmak isteyenler
bu Çağname'yi yayınlayıp yayınlatabilir ve ele geçecek
geliri, fakir ve muhtaçlara dağıtabilirler.

Not 2: Yardımlaşmanın da bir yasası vardır.O da şudur:

İyilik için yardımlaşın, kötülük için yardımlaşmayın.
Yapacağınız iyiliği hiçbir karşılık beklemeden, sırf
Allah ve insanlık için yapın.

Kötü, çirkin, haram ve yasak şeyler ve yollarla iyilik
yapmaya kalkışmayın.

Gücünüz yettiği kadar iyilik yapın. Gücünüzün yetmedi-
ğinden sorumlu değilsiniz.

Muhtacın hakkını kısmayın. Muhtaç olan da, hakkından
fazla hak istemesin.

İyiliği kötülükte kullanmayın.

Milletin iyilikçiliğinden çıkar sağlamaya kalkmayın.

Yardım ve iyilik yapana ve bunların asıl sahibi olan
Allah'a teşekkür etmeyi unutmayın.

Not 3: Geliniz, ey insanlar!
Yepyeni bir medeniyet kuralım. Adını da: "Global
Dünya Medeniyeti" koyalım. Bunu da: Hakçılık ve İyi-
likçilik, Kur'anist Demokrasi ve Özgürlükçülük üzerine
oturtalım.
- - -

Keine Kommentare: