Donnerstag, 23. Oktober 2008

DOĞUM YAŞAM VE ÖLÜM GERÇEKLERİNİN AÇTIĞI YOL VE BU YOLUN SONUNDA KARŞILAŞTIĞIMIZ GERÇEKLER

DOGUM YA$AM VE ÖLÜM GERCEKLERININ
ACTIGI YOL VE BU YOLUN SONUNDA
KAR$ILA$TIGIMIZ GERCEKLER

(Ilk not: Bu sözler, din aleyhtarlari icin degil, inanc konu-
sunda samimi bir arastirma icinde olanlar icindir.)

Kâinat ülkesinin Samanyolu kentinin Dünya mahallesinde-
ki "INSAN" denen Yeryüzü Sakinlerinin karsisinda duran
en büyük gerceklerden biri, "ÖLÜM"dür. Fakat ölüm ha-
kikatinin sirrini kurcalamadan önce "DOGUM" ve
"YA$AM" hakikatlarinin sirlarini bilmek ve kurcalamak
gerekiyor ki; yapacagimiz sorma, arastirma ve inceleme
sonucunda elde edecegimiz kazanimlar, ölüm hakikatinin
sirrini cözmemize yardimci ve basamak olsun.

"Kendi iradeleri disinda" yeryüzünde "olu$an" veya "olu$-
turulan" ve "anne-baba kucaginda" gözlerini hayata acan
insanlar, (burada ilk insanin tabiat, tesadüf ve evrimin kol-
larinda mi olustugunu, yoksa herseye gücü yeten bir Yara-
tici'nin ellerinde mi yaratildigini sormali ve merak etmeliyiz)
akillari ermeye basladiktan itibaren hayatin temel gercek-
leri olan dogum, ya$am ve ölüm hakikatlarinin sir ve anla-
mini bilmek ve cözmek isterler. Bu konuda akillarini i$let-
meyenler ise, Ilâhî Kitap ve Elcilerle uyarilirlar ve uyan-
dirilirlar. Aklini i$letmeyi bilenlere de yine bu elci ve kitap-
larla "dogru yol" gösterilir, ellerinden tutulur ve sapitmalari
önlenir. Yoksa ancak kâinat Sahibi tarafindan haber verile-
bilecek bilgileri insanlar kendi akillariyla bilip kesfedemezler.
Cünkü evren ötesi gizli bilgiyi ke$fte insan akli nihayetsiz bir
acizlik icinde bulunmaktadir. Bu hususta kendi keyf ve akil-
larina dayanarak bazi cikarimlarda bulunanlarin gercek disi
fikirlerini tasdik edecek bir merci ve makam yoktur. Fakat
onlarin yanlislarini gösterecek Ilâhî bir merci ve makam mev-
cuttur. O da; Semâvî Kitaplar ve Elciler'dir.

$imdi burada; "biz, dünya ve ötesiyle ilgili mânevî suallerimiz-
in cevabini, onbes-yirmi asir önce gönderilmis Kitaplar'dan
mi ögrenecegiz. Halbuki o kitaplar, o zamanin insanlarina hi-
tap etmektedir. Ama günümüz ve asrimizdaki insanlarin bilgi
ve akil seviyesi, o zaman insanlarinin bilim ve akil düzeyinden
onbes-yirmi defa daha yüksektir. Simdi biz o insanlarin akil
seviyesine inerek mi bu kitaplari okuyacagiz ve aydinlanaca-
giz?" seklinde bir sual akla gelebilir.

Cevap: Elbette biz, gecmis zaman insanlarinin bilim ve akil
seviyesine inmeyecegiz. Burada bilmemiz gereken $udur: O
Kitaplarda "sabit ve degismez hakikatlar" vardir. Tanri'nin
tekligi, cocuksuz ve ortaksizligi, ezelî ve ebedî olu$u, öte-
dünyanin ve ondaki ceza ve mükafatin gercekligi, ruh ve
meleklerin varligi, insanin dua ve ibadet icin yaratildigi, i-
yilik, dogruluk ve adaletin ne oldugu gibi Ilâhî bilgi ve ha-
kikatlar her asir ve her insan icin gecerlidir. Ama tarihî o-
laylar, örnek ve ibret almamiz icindir. Hüküm ve yasalar
ise, her asir insani o hüküm ve yasalari kendi $artlarina
göre yeniden düzenleyebilir. Bu düzenlemeyi de, -gerek-
li oldugu takdirde- din bilgini ve hâkimleri yapar. O zama-
na uygun düsen bazi hüküm ve cezalandirma sekilleri, eger
bu zamanda ilkellik ve adaletsizlige sebep oluyorsa, bu tür
haksizliklari ortadan kaldirmada Cagin Mehdisi, gereken
yetkiye sahiptir ve Allah'tan aldigi izinle bu yetkisini kulla-
narak haksizlik ve adaletsizlikleri ortadan kaldirabilir.

Ikinci bilmemiz gereken ise: Biz daima "Son Kitap" ve
"Son Elci"ye bakmaliyiz. Cünkü bir okulda kitaplar yeni-
lenmisse, artik sizin eski kitaplara göre ögrenim yapmaniz
mümkün degildir. Eger eski kitaplara göre yaparsaniz, ög-
reniminiz gecersiz sayilir ve sinifi gecemezsiniz. Demek bu
konuda keyfî hareket edilemez. Öyle ise mânevî konularda
"Son Kitap" olan Kur'ani ve onun hakikatlarini rehber yap-
maliyiz. Bu rehberden faydalanirken de, evrenin yöneticisi
olan yüce Yaratici ve Ya$atici'nin, her asir Kitabini bir din-
sel Baskan ile yenilemekte oldugunu ve Abdulkadir Geylâ-
nî ile Bediüzzaman Said Nursi arasinda gecen asirlar arala-
larinda Kur'anin on-oniki defa yenilendigini bilmeli ve o
Baskana verilmis olan bilgiler i$iginda O'nun Kitabini oku-
maliyiz. Aksi halde kendi aklimizca yapacagimiz okuma ve
yorumlamalar bizi dogru yola götürmeyecektir. Din sahip-
lerinin geri kalis sebeplerinden biri de, kendi asirlarinin din-
sel Baskanini bilmemek, tanimamak ve ona uymamaktir.
Bu uymama neticesi yapilan Kitap yorumlari da keyfî ve
gecersiz kabul edilir. Son kitap olan Kur'anin ruhuna ve
bütünlügüne zit ve onun aleyhine yapilan yorumlar ve anla-
malarin da, bu alanin ehli olan kimseler nazarinda bir ge-
cerligi ve kiymeti yoktur.

$imdi tekrar ana mevzuya dönebiliriz. Dogum ve dünyaya
gelis sirrinin hakikatini arastirirken sormamiz gereken ilk ve
en önemli sual: "Beni kim yaratti?"dir. Ondan sonra da:
"Nicin yaratti?" suali sorulur. Evet, "kim yaratti?" suali ol-
dukca önemli bir sualdir. Cünkü dünyaya gelen bizler bir
anne-baba'dan dogdugumuzu görüyoruz. Bu görmeyi sil-
sile halinde geri dogru sürdürdügümüzde "ilk insanin anne-
babasi kimdi" suali karsimiza cikar. Ateistler ve materya-
listler bu sualin cevabini "Evrim Teorisi"yle verirler. Bu te-
oriye göre ilk insan bir "rastlanti ve tesadüf" eseri olarak
"kendikendine" ve "evrimleserek" olusmustur. Tabi bunun
"nasil" oldugunu ve "rastlanti ve tesadüf", "kendikendinelik"
ve "evrimlesme"nin "ne" oldugunu sorarsaniz, kalb ve akli-
nizi tam tatmin edecek bir cevap alamazsiniz. Sizi tatmin
ediyor gibi zannettiginiz cevaplar ise, size ebedî bir mutlu-
luk âleminin kapilarini acmayacaktir. Böyle bir âleme giris
vermeyen bilgilerle yetinmek, gercek akil sahiplerinin kabul-
lenecegi bir i$ olamaz, olmamali. Evrim teorisi'ne inanip bu
yola uyanlarin "insan nicin yaratildi" sualini sormalarina ve
cevaplamalarina da gerek kalmayacaktir. $ayet böyle bir
suali cevaplamak zorunda kalirlarsa, yani "insan $unun $u-
nun icin varolmasi gerekir" diye bir görüs ortaya atmak is-
terlerse, bu takdirde akillarini tanrilastirmaktan baska yol
bulamayacaklar ve Ilâhî Kitaplara ters düseceklerdir. Biz,
sordugumuz suallerin cevabini Son Kitap'ta aradigimiz
takdirde ise, "insanin bir Yaraticisinin oldugunu" ve insani
da "belirli bir maksat ve gaye icin yarattigini" ve ayrica on-
dan "hayatinin hesabini soracagini" ve "buna göre de bir
ceza ve ödül verecegini" ögreniriz.

(Ikinci bölümde YA$AM ve ÖLÜM hakikatlari üzerinde
duracagiz.)

DOGUM YA$AM VE ÖLÜM HAKIKATININ
IKINCI BÖLÜMÜ

"Insan nasil olustu veya yaratildi" sualini sorar ve arastirir-
ken ateist ve materyalist ve evrimcilerin buna verdikleri
cevaplarin özeti olan rastlanti, kendikedinelik ve evrim
hakkinda derinlere dalmayacagim. Cünkü bu konularda
yeteri kadar yazilmis bilgi mevcuttur. Bir kismini da bu
sitede okuyup tartismaktayiz. Bununla birlikte bu mevzuda
Kur'anin ve Kur'anli bilginlerin verdigi cevaplari da dinle-
yip onlari yabana atmamakta cok fayda var. Cünkü kendi
iradesi disinda dogan ve ölüme karsi koyamayan insan, ö-
lümden sonra yine karsi koyamayacagi bir "yeniden dirilis"
le karsilasabilir. Böyle bir karsilasmada bir Yaratici cikip:
"Ben sizi Kur'anda verilen bilgilere göre yaratmistim. Nicin
inanmadiniz?" dediginde, herkesin verecegi cevap hazir ol-
malidir. "Bir dirilis olmaz ve bir Yaratici cikmazsa ne ola-
cak?" diyenler, "ya cikarsa"nin cevabini da hazirlamalidir-
lar. Cünkü bir fabrika varsa, o fabrika patronsuz olamaz.
Patronu olan bir fabrikanin da üretimi "hiclik icin" olmaz.
Bu örnegin mantikî karsilastirmasina göre cok harika üre-
timleri olan bu koca ve e$siz evrenin nasil bir büyük Pat-
ronu olmaz ve o büyük Patron'un insani üretmede nasil bir
hedef ve amaci bulunmaz? Bunlara verilecek cevaplar,
eger size ebedî bir mutluluk kazandiracaksa kiymetlidir.
Yoksa o degersiz cevaplamalarla kendimizi aldatmis ol-
maktan öteye gitmeyiz. Kendini aldatan insan, insanligin-
dan cok $ey kaybeder.

$imdi "YA$AM"in sirrina gecebiliriz. Bu sirri cözmede
aklin sorabilecegi en isabetli sual: "Ya$am nicin varoldu?"
veya "ya$am nicin varedildi?"dir. Bu suallerden birincisin-
de "kendikendinelik", ikincisinde ise; bir "kimlik" vardir.
Ve "ya$am nicin varoldu" veya "nicin varedildi" sualinden
önce "ya$ami kim varetti?" sualinin sorulmasi, birincilige
sahiptir. Bunun icin biz de önce "ya$ami kim varetti" diye-
cegiz.

Sordugumuz sualdeki "kim", ya bir "ki$i"dir, ya da bir "$ey"
dir. Buna göre bu evren ya Tanri gibi bir "ki$i" ve "kimse"
tarafindan yaratilmistir, ya da kendikendinelik, raslanti,
evrim ve madde gibi "$eyler" tarafindan yapilmistir.Eger
biz evrenin yapili$ini ve i$letili$ini bir "ki$i"ye verirsek, o
ki$i; duyan, gören, bilen, konusan ve isteyen, secen, amac-
li olan ve yapan bir kimse olur. Ama evreni bazi "$eyler"e
birakirsak, o $eyler, "ki$i"nin sahip oldugu özelliklere sa-
hip olmaz. Yani o "$eyler"; kör, sagir, suskun, akilsiz, a-
ciz ve istemesiz, secmesiz, amacsiz ve sanatsiz'dir.

$imdi biz, kâinata sahip cikmasini istedigimiz bu iki varlik
arasinda acaba hangisini secersek isabet etmis oluruz?
Akli olan ve mantigi iyi i$leyen kimseler evrenin yapili$ini
elbette bir "ki$iye" vereceklerdir. "$eyler"e vermeyi ise,
akilsizlik sayacaklardir. Cünkü evrenin neresine baksak,
onun cok ince hesaplarla ve cok derin bilgilerle ve cok
hârika sanatlarla yapilmis ve i$letilmekte oldugunu, dola-
yisiyla bu bilgi, hesap ve sanatlarin kör, sagir, suskun, ap-
tal, aciz; hesapsiz, sanatsiz ve hedefsiz "$eyler"den cika-
mayacagini görüyor ve anliyoruz. Tabi ateist ve materya-
listler bu görüs ve anlayisin haricinde kaliyorlar.

Haricinde kaliyorlar, cünkü onlara göre madde, kendiken-
dinelik ve raslanti gibi aciz ve akilsiz "$eyler" de düzenli ve
sanatli hârikalar meydana getirebilirmis... Peki buna dair
delilleri nedir? Acaba bir fabrikanin yapili$i icin gerekli o-
lan bütün malzemeyi getirip bir alana yigsak, ("yigsak"
derken, burada "malzeme hazirlayiciyi" gözardi etmeye-
lim) o malzemenin "kendikendine" bir fabrikaya dönüsme
ihtimali kacta kactir ve kac milyon sene beklememiz ica-
beder? Ama "akilli" insanlar böyle ihtimal hesaplariyla
ugrasmayi ve beklemeyi birakip hemen bir usta, mühendis,
i$ci bularak ve gerekli malzemeyi ellerine vererek kisa bir
zamanda büyük ve tikir tikir i$leyen bir fabrikaya sahip
olurlar. I$in garibi, ateistler ve materyalistler dahi bu konu-
da "akilli" olurlar. Yani bir fabrikanin olu$umunu kendiken-
dinelige birakmazlar. Ama i$ evrenin yapili$ina gelince onu
maddenin eline verip kendikendinelige birakirlar. Tabi böy-
lece kendilerini bir Ilah'tan kurtarip, akillariyla akilsiz mad-
deye ilah olurlar. Ama evrene söz geciremeyen aciz ve ö-
lümlü bir ilah!

Bir bilardo salonuna medenî hayattan haberi olmayan ilkel
bir insan getirilse ve bilardo masasindaki toplardan birine
perde arkasindan gizli bir el ile vurulsa ve bu gizli elden
habersiz olan ilkeladam, o toplardan birinin, diger toplarin
etkisiyle kaleye düstügünü görse, bu hareket ve dü$ü$ün
"kendikendine" oldugunu sanabilir. Medenî dünyanin mede-
nî insanlari da madde ve evren perdesi ardindaki gizli eli a-
rastirmak yerine bu ilkeladam gibi hareket ederse, onlara
"medenî" denebilir mi? Bir ilkeladam bir kumarhaneye gö-
türülse, o kimse, gizlice para atilip calistirilmis bir kumar
otomatinin "kendikendine" calistigini zanneder. Bu dünya-
ya getirilmis ateist ve materyalistler, haril haril calismakta
olan bu evren ve kâinata daha ne vakte kadar bir ilkela-
dam gözüyle bakacaklar? Eger bu kör baki$ devam e-
derse, onlarin sahip oldugu onca bilgi ve akil, bir ilkela-
damin bilgi ve akli seviyesine düsmeyecek midir?

Denizin dalgalari, deniz kiyisindaki kum ve cakillari bir "dü-
zen"e sokabilir. Bu inkâr edilmez. Fakat deniz dalgalarinin
bunu "kendikendine" yaptigini kabul edemeyiz. Cünkü de-
niz dalgalarina etki eden bir sürü evrensel etkenler vardir.
Yine deniz dalgalari, cevresindeki kayalara carpa carpa
kayalarda bazi heykelimsi $ekiller meydana getirebilir. A-
ma o deniz dalga ve sulari, kayalara carpa carpa bir insan
yaratamaz. Fakat akilli bir insan, denizin sulariyla cok $ey-
ler yapabilir. Evrenin icadina bakarken, akilli ile akilsizin ve
bilgili ile bilgisizin arasindaki farki görmeliyiz.

Bigbang teorisinde de Tanri i$e karistirilmaz. Yani evren,
acaip bir "madde"nin patlamasiyla ve bu patlamanin cesitli
fizyolojik etkileriyle "kendikendine" olusmustur. Acaba bir
madde, bir usta ve sanatkar olmadan kendikendine nasil
harekete gecer ve patlar? Bir bomba bile, dügmesine ba-
san bir asker olmadan patlamaz. Ama o bombanin hava-
nin cok isinmasiyla patlamasi da ihtimal dahilindedir. Fakat
bu ihtimal de ancak havanin cok isinmasi gibi bir etkene
bagimliligiyla dogar. Demek bir etkileyici olmadan madde
dahi kendi ba$ina harekete gecemez. Ama ateist ve ma-
teryalistlere göre madde kendi ba$ina harekete gecmis ve
bu evreni olu$turmustur.

Kur'anlilarin Kitabi'na göre ise, evren olu$madan önce su
ve Tanri vardi. Sonra Tanri evreni yaratmayi dileyince, su
maddesinden evren ve hayati cok kisa bir zamanda yapi-
verdi. I$te buna inanmaliyiz. Cünkü maddenin yaninda
Tanri gibi herseye gücü yeten usta ve sanatkar bir "etkile-
yici" var. Ama maddeyi yalniz ve kendikendine biraktigi-
nizda, onu harekete gecirecek birsey kalmayacagindan,
ondan bir evren olusmasini beklemek beyhude olacaktir.
Günes gibi bir etkileyici olmadan Sibirya'daki buzdaglari
kendikendine eriyip ve buharlasip yagmur olabilir mi? O
buzlarin günessiz harekete gecip erimeleri icin acaba kac
milyar yil beklemek gerekir? Böyle bir bekleyisin kâr ge-
tirmesi ihtimali kacta kactir? Bir tek ihtimalin bile var ol-
dugu söylenebilir mi? Buna ihtimal verecek olanlarin akil-
lari kac para eder!

Tanriyi inkâr edip maddeye yaraticilik verenlerin elde ede-
cegi sonuc, "hiclik"tir. Yani bu evreni madde, evrim, rast-
lanti ve kendikendinelik olusturduysa, hersey maddeden
gelip maddeye gidecek demektir. O zaman bu gidis arasin-
da kalan insanin kazanci nedir? Hic! Peki, bu halde akil
ve mantigin ne anlami kaliyor? Oysa insan dünya hayatinda
enayilige düsmemek icin cok dikkat eder. Akilsizliga ta-
hammül edemez. Enayilik ve akilsizliga düsmemek icin
büyük kavga ve mücadelelere girisir. Bu halde akil ve man-
tigin anlamini hic eden inanislarda israr eden ateist ve ma-
teryalistler Tanri'yi inkârla icine düstükleri akilsizlik ve ena-
yiligi nasil kabulleniyorlar? Bu kabullenme onlara bir insan-
lik birakir mi? Yoksa onlara bundan sonra bir insan degil
de bir "hiclik" gözüyle mi bakmaliyiz? Bu bakisimiza razi
olacaklar midir? Eger inanislarini degistirmiyorlarsa, baki-
simiza razidirlar demektir! Bizim teklif ve tavsiyemiz; hic-
lik olmaktan kurtulmak, onlarin da hakkidir. Bu hakki ka-
zanabilmeleri icin de, maddeyi ilahlastirmaktan vazgecme-
leri gerekiyor.

Not: Ateist ve materyalistler, Tanri'ya inanip teslim olma-
makla kendilerini tanrilastirmis oluyorlar. Bu sahte kaza-
nimla da güya kendilerini enayilikten kurtarmis oluyorlar.
Fakat bu kurtulus da ebedî bir hayat getirmediginden,
sonucta yine hiclige mahkûm oluyorlar.

(Ücüncü bölümde ÖLÜM hakikatiyle devam edecegiz.)


DOGUM YA$AM VE ÖLÜM HAKIKATININ
ÜCÜNCÜ BÖLÜMÜ

Ikinci bölümde ya$amin "kim" tarafindan icad edildigini
bilmeye calistik ve bu calisma neticesinde ya$amin "$ey-
ler" tarafindan degil, her$eye gücü yeten bir "Kimse" ta-
rafindan olusturulabilecegini bir parca anlamis olduk. An-
ladiklarimizi özetleyecek olursak, birincisi; nesneler, sü-
rekli olarak bir baskasinin etkisi altinda bulundugundan
bu etki altinda bulunus, o nesnenin "kendikendinelig"ini
ortadan kaldirmaktadir. Meselâ tabiat ve hayatin dört
parcasindan biri olan Günes aradan cikarilsa, hava, su
ve toprak, hayat verici özelliklerini kaybederler ve kendi
baslarina hayat yapici olamazlar. Demek nesnelerin ken-
dikendinelikleri yoktur.

(Not: Evet, maddede bir hareket vardir. Fakat bu hare-
ket, dI$ tesirler olmadan bir i$ göremiyor, hal degistire-
miyor, kendi halinde bir titresim olmaktan öteye gidemi-
yor. Bu da gösteriyor ki, madde, kendi ötesinde gizli bir
El ve Kuvvet'in etkilemesine muhtactir. O gizli El ve Kuv-
vet de, Tanri'dan baskasi olamaz.

Ruh ve Akil, maddeye hâkimdir. Yani insan da akliyla me-
selâ atom bombalari kullanarak bu dünyayi yikabilir. Dün-
yanin yikilisi da günes sisteminde bir kaos yaratabilir. Bu
da, evrenin yikilisi olur. Demek, "akil" maddeye egemendir.
Fakat insan da kendi kendinin yaraticisi olmadigindan ve
maddenin de kendi ba$ina bir evren yaratabilecek güc ve
kabiliyeti bulunmadigindan anliyoruz ki, insan aklindan da-
ha üstün bir yetiye sahip bir "kuvvet" vardir. O kuvvet de,
evren ve insanin gercek sahibi olan Allah'tir.

Evrenin yapilis ve i$letilisinde bir hissesi oldugu iddia edi-
len "raslanti" ve "tesadüf"e de kisaca deginmek istiyorum.
Almanya'da 20 milyon kisinin lotto oynadigini farzedelim.
Bunlarin her biri onar kolon oynasa, 200 milyon kolon
oynanmis olur. Bu halde 49 rakam icinde 6 dogru rakami
tutturabilme ihtimali, 200 milyonda 1 olur. Yani raslanti ve
tesadüfün dogruyu yakalayabilme ihtimali 200 milyonda
birdir. Atomik ve galaktik âlemlerdeki i$ ve olaylarin hal-
li, kendinde yok denecek kadar az bir dogruyu tutturabil-
me $ansi olan raslanti ve tesadüfe birakilabilir mi? Bunun
da cevabini varsin Bilim Adamlari versin.)

Ikincisi; nesneler, bir kimselik ve ki$ilige sahip degillerdir
ve onlarin özelliklerinden mahrumdurlar. Bu mahrumiyet
ise, o nesnelere bir Ilahlik vermemekte ve birakmamakta-
dir. O halde o nesneler, bu evrenin yapicisi ve olusturucusu
olamazlar. Evrenin yapicisi ancak o olabilir ki, hic bir nes-
nenin etkisi altinda bulunmasin, aksine her $eye ve her nes-
neye etki edebilsin. O da ancak her $eye gücü yeten Allah'
tir. Allah ise, tek olur. Tek olmazsa, ilahliga acizlik girer. Bu
da Ilahligi ortadan kaldirir. Eger ortada hic durmadan saat
gibi i$leyen bir kâinat varsa, ona, acizligi bulunmayan kud-
reti sonsuz bir Kuvvet hükmetmektedir demektir. Öyle ise
Misir ve Yunan efsanelerinde gecen "tanrilar"in, gercek I-
lahlikla bir ilgileri yoktur.

Cünkü, eger Tanri tek olmazsa, kâinata ikilik dü$er. Bu da,
evrenin düzenini bozar. Meselâ bir Tanri mülkünü ayirmak
isteyip su ve günesi dünyadan cikarsa, "öteki" Tanri ne ya-
par? Acze düsmez mi? Bu halde hayat da ortadan kalkmaz
mi? Bu da, iki Tanri arasinda büyük bir savasa neden olmaz
mi? Bu ise, evrenin yikilisi demek degil midir? Demek yö-
netim, "tekligi" gerektirir, ikilik ve ortakligi kabul etmez.
Tanri, "kudreti sonsuz olan"dir. Sonsuz kudrete sahip olma-
yana "Tanri" denmez. Demek, Tanri aciz olamaz. Aczi ol-
mayanin da, bir ortaga ihtiyaci bulunmaz. $imdiye kadar da
hic bir kimseye "Tanriniz ikidir" diye bir ayet inmemistir. Bu-
nun aksine Kur'an der: "Allah'tan baska ilah yoktur".

Ya$ami "kimin" varedebilecegini ögrendikten sonra $imdi
"ya$amin nicin varedildigi"ne gecebiliriz. Ya$ami "Kim"
varetmisse, onun nicin varedildigini de ancak O belirleye-
bilir ve O bildirebilir. Biz de bunu O'nun Kitabi'ndan ög-
renebiliriz. Dogru ve kisa yol budur. Biz de yolu uzatma-
dan $unlari söyleyebiliriz: Bir fabrikanin i$cileri veya bir
devletin memurlari, aldiklari kücük bir ücretle patron ve
devletlerinin büyük amaclarina hizmet ederler. I$ci ve me-
murlarin görevi, patron ve devlete hizmettir. Patron ve
devlet de, i$ci ve memurlarini görevleri esnasinda dener.
Iyi hizmet edip etmediklerini belirler. Iyi hizmet edenler
mükafatlandirilir. Kötü hizmet edenler ise uyarilir veya
i$ten cikarilir.

Bunun gibi, insan da Yaraticisi'nin bir i$cisidir. O büyük
Yaratici bu kücük i$cisi icin cok büyük masraflarla kos-
koca bir evren i$letmektedir. Insan da bu büyük evrenin
kücük bir özetidir. Yaraticisi onu "en güzel surette" yarat-
mis sonra onu "a$agilarin a$agisina" indirmistir. Bu indirme
ise, onun "sifirlanmasi"dir. Yani insan ancak kendi gayreti
ve calismasiyla ve ancak din ve bilim vasitasiyla yükselebilir
ve olgunlasabilir ve insanliga erebilir. Bunun icin de insan
ilk önce Yaratici'sini bilmek, tanimak, inanmak ve O'na tes-
lim olmak zorundadir. Bu zorunlugu yerine getirmeyenler i-
se, insanliga eremeyeceklerdir. Kendilerini sifirda birakan
insanlardan da, sifir kalmanin ve insanliga yükselmemenin
hesabi mutlaka sorulacaktir.

Cünkü insan bu dünyaya belirli bir maksat icin getirilmistir.
O maksat da, insanin hiclik kazanmasi olamaz. Cünkü ko-
ca bir kâinat insanin hizmetine verilerek onun icin cok bü-
yük harcamalar yapilmaktadir. Bu harcamalarin karsiligi
elbette hiclik üretmek degil, ancak Yaratan'i bilmek ve O'
na kulluk etmek olabilir. Kullugun asli da, Yaratan'i say-
mak ve sevmek, O'na dua ve te$ekkür etmektir. Yaratan'
a inanc, "yaratilisin te$ekkürü"dür. O'na kulluk ve ibadet
ise, "ya$atilisin te$ekkürü"dür. Yaratan'i inkâr ve isyan i-
le bu te$ekkürü yerine getirmeyenler ise, insanliklarini kay-
betmek ve kendilerini hiclige düsürmekten baska, Yaratan-
larina hesap vermekten de kurtulamayacak ve büyük bir
ceza ile karsi karsiya kalacaklardir. Acaba ölmeyerek kim
kendini bu cezadan kurtarabilir? Cevap: Hic kimse!

Öyle ise ey insanlar! Ölmeden önce ölünüz! Bu ölüm ise
sizin, kendi keyfinize uymanizi ve kendi bildiginizi okumani-
zi terkederek, Yaratan'in Kitabi'na sarilmanizdir. Ebedî mut-
lulugunuz da bu sarilmadadir. Ceza ve mükafat görebilme-
niz icin bu dünyada size ebedî bir ömür verilmemis. Sizin
de ölümü öldürebilecek bir gücünüz ve evrenden kacabi-
lecek bir kabiliyetiniz yoktur. O halde bu acizliginizin ka-
zandirdigi firsatla Merhametli Yaraticinizin kucagina dönü-
nüz. Zamanin tik taklari, sizi bu dünyada ebedilestirmek i-
cin degil, sizi bu dünyadan göcürmek icindir. Siz de bu tik
taklara binmis süratle ölüme dogru gidiyorsunuz. Karsila-
sacaginiz ölümü, yok edici bir canavar olmaktan cikarip o-
nu, sizi ebediyete götürecek bir uzay binegine cevirebilmek
ve bu binegin sizi ulastiracagi âlemi de bir mutluluk diyarina
döndürebilmek yine sizin elinizdedir. Öyle ise hâlâ: "Ya$a-
sin inanc! Ölsün Allahsizlik!" demeyecek misiniz?


***

DOGUM YA$AM VE ÖLÜM HAKIKATLARININ
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜ

(Ya$am ve ölüm gerceklerinin anlami hakkinda)

Inancsizlar ve inkârcilar evren ve hayati kendikendilige,
tesadüf ve tabiata izafe etmektedir. Kendikendilige ve
$ahsiyeti bulunmayan $eylere birakilan bir hayatta ise,
ya$am anlamini kaybeder. Bu kaybedisle de hersey hic-
likten gelip hiclige gider. Hayatin anlamini hiclige dönüs-
türen bir akildan ve ideolojisinden elbette ki kurtulmak
ve ona teslim olmamak gerekiyor.

Kendikendineligin, tesadüfün ve tabiat gibi $eylerin insan-
liga herhangi bir vaadi ve hesap sormasi ve mükafatlandir-
masi olmadigindan ve olamayacagindan, hayat onlarin bu
nesnelliginden yani suskunlugundan, bilincsizliginden, talep-
sizliginden dolayi bir anlam bulamiyor. Hayatin anlam bula-
bilmesi icin öznelligi, kimligi ve $ahsiyeti olan birinin bu ha-
yata ve onun fabrikasi olan evrene ve evrenin ürünü olan
canlilara ve canlilarin en hârikasi ve akillisi olan insanlara
sahip cikmasi ve onlardan bir beklentisi bulunmasi ve on-
lar icin hazirladigi bir ceza ve mükafatinin olmasiyla ancak
hayat bir anlam kazanabilir.

Yaratici kabul edilmedigi veya inkâr edildigi vakit hersey
anlamini yitirecek, anlamsiz kalacaktir. Insanin kendi akliy-
la hayata bir anlam kazandirmaya calismasinin ise bir ger-
cekligi ve gecerligi yoktur. Cünkü insan bu âlemin sahibi ve
yaraticisi degildir. Yaraticisi olmadigindan bu evren ve ha-
yata sahip cikamaz ve aklini ona hâkem yapamaz. Insanin
böyle bir hâkemlige ne hakki vardir ne de yetkisi. Demek
inancsizlik ve inkârcilikla veya herseyi belirsizlige ve biline-
mezlige mahkûm etmekle ve yanlis inanclarla insan cok $e-
yi kaybetmekte ve kazanamamaktadir. Bu $ekilde akil da-
hi anlamini ve kiymetini yitirme a$amasina gelmektedir.

Fakat insan akli bu evren ve hayata bir anlam vermek iste-
mekte ve anlami olmayan $eye deger vermemektedir. I-
nancsiz ve inkârci insan ise, âlemi sahipsiz zannettiginden
herseyin hiclikten gelip hiclige gittigine hükmetmekte, do-
layisiyla evren ve hayatin, Yaraticisina bakan anlam ve ama-
cini katletmektedir. Bu katliamla da en büyük sucu i$lemis
olmaktadir. Biz de inkârciligin ve inancsizligin suc oldugunu
Yaratici'nin gönderdigi haberlerden ve habercilerden ögren-
mekteyiz. Eger bu haber ve haberciler olmasaydi, biz inanc-
siz ve inkârciligin koca bir cürüm ve zulüm oldugunu hic bi-
lemiyecek ve ögrenemiyecektik. Ilâhî haberler böylece bu
belirsizligi ve bilinemezligi bozmus ve ortadan kaldirmis o-
luyor. Bu olus da, insanlik âlemi icinde büyük bir devrimdir
ve öyle kabul edilmelidir.

Ölümlü bir dünyada, ölümlü insanlar icinde, "Ilâhî Haber"
olan Kur'anin,. Allah ve Âhiret inanciyla kazandirdigi ölüm-
süzlüge sahip olmayan insanlar bu dünyada nasil mutlu ola-
bilirler? Onlarin mutlu olabilmelerinin tek caresi, ya ölümü
unutmak veya ölümün aciligini ve yokediciligini izale edecek
felsefeler uydurmak, ya da ölümü unutturacak icki, uyustu-
rucu, oyun ve eglence gibi uyutuculara sarilmaktir. Bitki ve
hayvanlarin sahip olmadigi "akil" gibi cok üstün bir yeti ve
cevhere sahip olan insan bu sarilmayla nasil insan olabilir
ve insan kalabilir?

Elbette böyle kimseler kendi a$agisinda olan akilsiz var-
liklarin seviyesine ve altina düsecek veya düstügü düzeyde
kalip gercek insanliga yükselemeyecektir. Insanin vazifesi
ise; -yine Ilâhî Haber'in bildirmesiyle- din, bilim ve akil va-
sitasiyla yükselmek ve olgunlasmaktir. Öyle ise insan, ken-
dini olgunlasmaktan ve yükselmekten uzaklastiracak inanc-
lara kucak acmamakla yükümlüdür. Bu yükümlülügü kaale
almayanlar $üphesiz insanliklarini kaybedecek ve kazana-
mayacak, akillarini da hiclige düsürüp "hiclik" olacaklardir.
Hicligi kazanmis olanlarin yeri ve hakki ise mutluluk sarayi
degil, ancak izdirap zindani olabilir ve öyledir. Bu sahanin
uzmani olan yüzbinlerce Peygamber ve milyonlarca Evliya
bu sonucu tasdik etmislerdir. Onlarin tasdik ve onayini
bozacak bir bilim adami ve filozof ise bu dünyada bulun-
mamaktadir ve bulunamaz. O halde, hiclikte olanlar bir ke-
re daha düsünmeli ve hiclikten kurtulmanin yollarini arama-
lidir.

Zaman: Yeni Cag'in yedisi.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

Keine Kommentare: