Freitag, 31. Mai 2013

SURİYE'DEKI MUHALEFETİN MÜCÂDELESİ HZ. MUSA'NIN FİRAVUN'A KARŞI MÜCÂDELE GİBİ KUTSAL VE MÜBÂREKTİR


   SURİYE'DEKI MUHALEFETİN MÜCÂDELESİ
    HZ. MUSA'NIN FİRAVUN'A KARŞI VERDİĞİ
   MÜCÂDELE GİBİ KUTSAL VE MÜBÂREKTİR

           diktatörlerin zulmüne seyirci kalmayan
                              ALLAHın adıyla

Suriye'de diktatör Esad ve rejimine karşı verilmekte
olan mücâdele, bu bildirinin başındaki gibidir. Dola-
yısıyla Suriye'deki diktatör muhalifleri, verdikleri mü-
câdele hakkında asla bir şüpheye düşmemeli ve E-
sad'ı ve rejimini devirinceye kadar da mücâdelele-
rine devam etmelidirler. Safevî Hizbullahı'nın, dikta-
törün safına geçtiğini ve onu koruyacağını açıkla-
ması da, bu mücâdeleyi aksatmamalıdır. Çünkü bu
mücâdele; bir mezhep savaşı değil, bir haksızlık
savaşı değil, zulmü devirme savaşıdır.

Hem sizler, mâsum bir Ayetullah Humeyni'yi değil,
zâlim bir diktatörü devirmeye çalışıyorsunuz. Eğer
mücâdeleniz bunun aksi olsaydı, işte o zaman yeni
adı Hizbulesad olan Hizbullah'ın size saldırması
hak olurdu. Durum bunun tersi olduğuna göre, haklı
olan sizlersiniz; haksız olan ise, size saldıran Hiz-
bulesad'dır. Onların aldırısına karşı savunmada
bulunmanız bir haktır.

Zâlimin safına geçen, zâlim olur ve ona göre mua-
mele görür. Zâlimin safına geçenlerin isimlerinin
"müslüman" olması da bu hükmü bozmaz. Ve zâli-
min safında müslümanlara karşı savaşan bir örgüt,
grup ve parti mensuplarının da müslümanlığı tehli-
keye düşer. Müslümanlıklarının tehlikeye düşme-
mesini isteyenler, müslüman halkı katletmekten çe-
kinmeyen zâlim diktatöre verdikleri desteğe derhal
son verirler. Bu mücâdele konusunda Suriye Muha-
lefeti, isme ve cisme değil, yapılan eyleme bakma-
lıdır. Madem isminin "hizbullah" olduğunu söyleyen
bir grup, zâlimin safında yer alıyor; bu durumda Su-
riye Muhalefeti, Hizbullah'ın ismine ve onların söz-
de "müslüman" olduklarına takılıp kalmamalı, devri-
mine devam etmelidir.

Zâlimin safına geçmekle ismini gerçekte "hizbul-
esad" yapmış olan sözde Hizbullah, diktatöre des-
tek vereceğini açıklamakla, gerçek kimliğini ortaya
sermiş oldu. Bununla birlikte zâlimin iktidarını koru-
yan İran yönetiminin de, müslümanlara ve İslâmiye-
te hizmet etmek gibi bir düşüncesi olmadığı anla-
şılmış oluyor.

Eğer İran yönetiminin, müslümanlara ve İslâmiyete
hizmet etmek gibi bir düşünce ve çalışması olsay-
dı, müslümanlara zulmeden bir diktatörün devrilme-
sine engel olmazdı. O halde derdi nedir İran yöne-
timinin? Diktatörlüğün devrilmesinden sonra Suriye'
de müslümanların iktidara gelmesinden mi korku-
yor? Peki, ne olacak? Müslümanların iktidara gel-
mesi onların hakkı değil mi? Ve hakkın hak sahibi-
ne teslim edilmesi gerekmiyor mu? Bu durumda İ-
ran yönetimi, hakkı teslim etmekten niçin kaçıyor?

Acaba İran yönetiminin çekincesi, (Hizbulesad'ın
dediği gibi) "emperyalistlerin Suriye'ye girecek ol-
ması" mı? Bu çekincenin gerekçesi haklı olamaz!
Çünkü İran yönetimi, Esad'ın devrilmesine yardım
etse, zâlim diktatör çok kısa bir zamanda devrilir
gider ve Batılı orduların da Suriye'ye girmelerine
gerek kalmaz. Ama İran yönetimi ne yapıyor? Dik-
tatörün devrilmesine engel olarak Batılı orduların
Suriye'ye dolmasına âdeta yardım ve teşvik edi-
yor!

Madem İran yönetimi diktatörün devrilmesine en-
gel oluyor, bu durumda Batılı orduların Suriye hal-
kına yardım için gelmelerine karşı çıkmanın bir
haklılığı kalmaz. Suriye Muhalefeti'ne yardım için
Batılı ordular değil de Müslüman ordular gelecek
olsa, acaba İran yönetimi bunu kabul mü edecek
ve diktatöre vermekte olduğu desteği hemen kese-
cek midir? Hiç sanmıyoruz! Çünkü İran yönetiminin
derdi daha başkadır. Belki İran yönetimi, Suriye'yi,
"kendine ait bir kale" olarak görüyor ve bu kalenin
düşmesini istemiyor. Fakat bu istek, Hak ve Adâle-
te dayanmıyorsa, gayri meşru bir istektir. Suriye
Muhalefeti ve müslümanlar ise, İran yönetiminin bu
gayri meşru isteğine saygı ve sevgi göstermek zo-
runda değildir.

Çünkü Suriye halkının bir diktatörü devirmek iste-
meleri ve onun zulmünü ortadan kaldırmaya çalış-
maları, onların en doğal ve gerekli bir hakkıdır. Bu
hakka saygı göstermeyen ve üstelik onu çiğneme-
ye çalışan bir yönetim ise, zulüm ve haksızlık için-
dedir! İran yönetimi, içinde bulunduğu zulüm ve
haksızlığa son vermek durumundadır. Son vermez-
se, başına geleceklere râzı demektir. Bu durumda
Suriye diktatörünü devirmeye çalışan müslüman
dünya için bir vebal yok sayılır.

Madem İran yönetimi, Suriye diktatörünün devrilme-
sine yardım etmiyor, aksine engel oluyor, o halde
Suriye Muhalefeti'nin müslüman dünyadan yardım
alması, onların hakkıdır. Müslüman dünyadan ge-
rekli yardımı alamadıkları takdirde, bu sefer Batılı
dünyadan yardım istemeleri, haksızlık olmaz. Çün-
kü aksi halde meşruluğu olmayan zâlim bir rejim ta-
rafından yok edilmeleri söz konusudur. Müslüman
bir halk için, yok edilmeye rızâ göstermek ve zâli-
min iktidarına kul ve köle kalmak düşünülemez!

Madem düşünülemez, öyle ise yaşasın Suriye halk-
larının muhteşem isyanı! Yaşasın onların meşru
devrimi ve özgürlük savaşı! Yaşasın, yaşasın,
yaşasın; Hz. Musa'nın dâvâsı gibi!

Sonuç olarak: Eğer İran yönetimi ve Hizbulesad,
Batılı orduların Suriye'ye girmelerini istemezse,
Suriye diktatörünün devrilmesine engel olmasın-
lar, aksine onun devrilmesine yardım etsinler. Bu
yardım olursa, Batılı orduların Suriye halkına yar-
dıma gelmelerine gerek kalmaz. Eğer İran yöneti-
mi, Suriye diktatörünün devrilmesine yardım et-
mezse, Suriye Muhalefeti de, Batılı orduları yardı-
ma çağırabilir. Batı ülkelerine "emperyalist" dam-
gası basan Hizbulesad ve onun arkasındakiler u-
nutmamalıdır ki, yeni aldıkları pozisyonla, o dam-
galadıkları ülkelerden daha emperyalist konumda-
dırlar. Bu konumdan kurtulmak isterlerse, tutulacak
yol bellidir...

Suriye'de diktatörlüğün devrilmesinden sonra ikti-
darın müslüman halkın eline geçecek olması, İran
yönetimini korkutmamalıdır. Eğer böyle bir korku-
ları varsa, bu takdirde; "acaba İran'ı yönetenler,
kendilerine İslâmiyet'ten ayrı bir din mi buldular, ay-
rı bir din mi buldular ve bu din, düşmanlığı mı em-
rediyor da Suriyeli müslümanlara düşman oldular?"
diye, sormak gerekir.

Suriyeli Muhalifler'e not: Ey Suriye Muhalefeti!
(Eğer müslüman iseniz), sizin dinsel isminiz: "Müs-
lüman"dır. Madem isminiz müslümandır, "sünnî"
denmeyi kabul etmeyiniz. Çünkü Allah'ın dininde
"Alevî"-"Sünnî" diye bir ayrım yoktur. Allah'ın dinin-
de, Allah'a inanmak ve teslim olmak vardır. Allah'a
inanmış ve O'na teslim olmuş kimseler, sizin kar-
deşlerinizdir.

Allah'ın Mehdisi, Alevî-Sünnî ayrımını reddetmek-
tedir. Bu ayrımı siz de reddetmelisiniz. Çünkü Al-
lah'ın dininde olmayan bir ayrımı ona sokmak, dini
bozmaktır. Bu da, çok büyük bir haksızlıktır. Bu
haksızlığı işlemeye kimsenin hakkı yoktur.

Müslümanlar, Hz. Peygamber(sav)in halifesini ve
ev halkını sevebilirler ve sevmeliler. Fakat bu sev-
giyi ayrı bir din haline getirip, onu Allah'ın dini üzeri-
ne çıkaramazlar ve bölücülük yapamazlar. O sevgi,
Allah'ın dini dairesinde kalmak zorundadır ve o dai-
rede kalırsa, o sevgi, sevgi olur. Yoksa o sevgi bir
sahtekârlıktır ve Allah'ın dinine düşmanlıktır. Bunun
için Allah'ın dininde Alevîlik-Sünnîlik diye bir ayrım
olamaz. Öyle ise, bütün müslümanlar bu ayrımı
reddetmeli ve birliklerini korumalıdırlar; Allah'ın di-
nini ikiye bölmemelidirler. Yüce Allah demiştir: "Bir-
lik olun, bölünmeyin!"

Not 2: Türkiye'de yeni yapılacak bir köprüye "Yavuz
Sultan Selim" ismi verilecek olması, bazı Alevî va-
tandaşları rencide ediyormuş... Biz de soruyoruz:
Alevî vatandaşlar Yavuz Sultan Selim'den acaba ne
kötülük gördüler? O Padişah'ın mâsum kırkbin Ale-
vî'yi haksız yere katlettirdiğine dair ellerinde kesin
bir delil mi var? Öyle ise delillerini ortaya sersinler!
Eğer delilleri yoksa, müthiş bir iftira ve haksızlık i-
çinde olduklarını iyi bilsinler! Hem 500 yıl önceki bir
Padişah'ın tarih olmuş ismi -ellerinde onun suçlulu-
ğuna dair kesin bir delil olmadığı halde- onları ren-
cide ediyor da, yanıbaşlarında ve göz önünde ve
canlı olarak cereyan etmekte olan İran Alevî Yöne-
timi'nin zâlim diktatöre verdiği destekle Suriye'de
müslümanlar katledilirken niçin rencide olmuyorlar?
Niçin İran yönetimine karşı bayrak açmıyorlar? E-
ğer bunu yapmıyorlarsa, bir Padişah'ın isminden
rencide olmaları yalan olmaz mı? Eğer Alevî vatan-
daşlar, Yavuz Sultan Selim'in Alevîleri katlettirdiğini
doğrulayacak ve o katledilenlerin de "mâsum" ol-
duklarını belgeleyecek kesin bir delil getirirlerse, o
köprüye, o Padişah'ın ismini vermekten vazgeçile-
bilir. Yoksa, herkes haddini bilmeli, haksızlıktan çe-
kinmelidir... Hem unutulmamalıdır ki, bir İslâm Hali-
fesi'nin zulüm işlemesi mümkün değildir. Çünkü bir
Halife zulüm işlediği an, onun halifeliği biter. Hem
şu da akılda tutulmalıdır ki, geçmişin hesabı Allah'a
bırakılır. Geçmiş üzerinden kin ve düşmanlık üret-
mek, vicdanlı insanlığa yakışmaz.

Ey Rabbimiz! Ey Allahımız! Ey zulmedenlerin Kah-
redicisi! Zâlimlere verdikleri desteği çekmeyen yö-
netimlerin iktidarlarını boz, dağıt, parçala! Onların
zâlimane desteklerini kalplerinde bir sıkıntı yap!
Onların mutluluklarını yok et!

Zaman:  Yeni Çağ'ın onüçü, Mayıs sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hak ve Adâlet.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ

                                      *   *   *

Sonntag, 26. Mai 2013

HİZBULLAH LİDERİNİN KONUŞMASINA CEVAP

HİZBULLAH LİDERİNİN KONUŞMASINA CEVAP

     insanların yeryüzündeki işlerini gören ve bilen
                            ALLAHın adıyla

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, İsrail'in Lübnan'ın
güneyinden çekilmesinin 13'üncü yıl dönümü kutla-
malarında, Suriye'de devam eden çatışmalarda
kazanan tarafın kendileri olmaması halinde İsrail'in
Lübnan'a gireceğini ileri sürerek, "Suriye düşerse,
Kudüs'ü de kaybederiz. Bu nedenle, Suriye'de ya-
şanan olaylara seyirci kalıp, sırt çeviremezdik" diye
konuşmuş.

Suriye konusunda saflarını belirlediklerini ve Esad'
ın yanında savaşacaklarını açıklayan Hizbullah lide-
rinin, kendilerine yanlış bir saf seçtiklerini ve öngö-
rüsünün de doğru olmadığını bildirmek zorundayız.

Çünkü Suriye'de Esad'a ve rejimine karşı yapılacak
savaşta düşen, Suriye değil, Esad ve rejimi olacak-
tır. Esad ve rejiminin düşmesi ise, Kudüs'ü kaybet-
tirmez. Çünkü İsrail, yakında Kudüs'ten elini çeke-
cektir ve çekmek zorundadır. Çünkü İsrail'in varlığı-
nın devamı, Kudüs'ten el çekmesi ve Filistinlilerin
bir devleti olmasına râzı gelmesindedir. İsrailliler
ve Filistinliler, Hak ve Adâlet neyi gerektiriyorsa
ancak onu alabilirler. Bu yüzden İsrail yönetimi, Hak
ve Adâlet'e boyun eğecek ve Kudüs'ten elini çeke-
cektir. Çünkü onun varlığının devamı, bu el çekme-
ye bağlıdır. İsrail, yok olmaya râzı olmayacak ve
varolmak için de, elinden gelen doğruyu yapacaktır.

Bu gerçekler sebebiyle Nasrallah, kendine yanlış
bir saf seçmiş bulunuyor ve bu safta savaşırken
katledeceği Suriyeli müslümanların hesabı da,kıya-
metten sonra kurulacak olan Büyük Mahkeme'de
onun boynuna asılacaktır. Aynı zamanda yüce Al-
lah'ın ve Hz. Ali'nin yüzüne de utançla bakacaklar-
dır. Gelecekteki bu utanç dolu tabloda yer almak
istemezlerse, Nasrallah ve ordusu, bulundukları
safı gözden geçirsinler ve derhal o safı terketsin-
ler. Aksi halde zâlim Esad safında kanlarını heder
etmiş, öldürdükleri müslümanların da katili olmuş
olacaklardır. Bu bildirimiz karşısında, yüce Allah'ın
huzurunda; "bizim niyetimiz iyiydi" deme haklarının
kalmadığını da iyi bilsinler.

Hizbullah'ın seçtiği yanlış ve zâlim saf yüzünden
Lübnan tehlikeye girebilir. Bu tehlikeye karşı Lüb-
nan halkı dikkatli olmalı ve Hizbullah'ın ordusuna
karşı yapılması gereken bir şey varsa yapmalıdır-
lar.

Eğer Hizbullah, seçtikleri zâlim safı terketmezse,
onun adı bundan sonra: "Hizbullah" değil, "Hizbul-
Esad" olacaktır.

Suriye hakkında yakında yapılacak olan Cenevre
toplantısında büyük bir ihtimalle olumlu bir sonuç
çıkmayacak ve Uluslararası Birleşik Ordu, Suriye'
ye girecek ve Esad'ı rejimiyle beraber devirmek
zorunda kalacaktır.

Hz. Mehdi'nin safı, diktatör Esad'a ve ordusuna kar-
şı savaşacak olan saftır. Akıllı müslümanlar ise as-
la Esad'ın safında yer almayacaklardır. Esad'ın sa-
fında savaşacak olan müslümanların hem müslü-
manlığı, hem de gelecekleri, yani öte dünyaları
tehlikeye girer.

Hazret-i Mehdi, "Alevî-Sünnî" tanımaz ve bunlarla
ilgili bir ayrım yapmaz. O yüce Kişi, ancak insanla-
rın haklı mı, haksız mı olduklarına bakar ve buna
göre hareket eder.

Çok yakında çıkacak olan savaşta İsrail, katliamcı
diktatörün safında olmayacaktır. Çünkü İsrail yöne-
timi, Esad'ın yanında olacak kadar akılsız değildir.
Ama bizim safımızda olması da doğru olmaz. Bu
durumda İsrail için en iyisi; İran, Hizbullah veya E-
sad rejimi tarafından kendisine bir tehlike ulaşma-
dığı müddetçe "tarafsız olmak"tır. Eğer İsrail bir
saldırıya uğrarsa, buna karşılık verebilir ve kendini
savunur. Fakat onun yapacağı bu savunma, onun,
bizim safımızda olduğu anlamına gelmez ve gel-
memelidir.

Eğer gelmekte olan Suriye Halkının Büyük Özgür-
lük Savaşı'nda İran, Esad'dan desteğini çekmez-
se, çok büyük zarara uğrar ve aynı zamanda bir
diktatörü ayakta tutmaya çalışmakla, geçmişte yap-
tığı devrimin ve Şah'ı devirmenin anlamını da kat-
letmiş olur. Ama İran yönetimi ve onların üzerinde
bulunan Ayetullahlar, böyle bir katliama izin verme-
yecekler, yüce Allah'la zıtlaşmayacaklardır...

Çok yaklaşmış olan savaşta eğer Rusya ve Çin,
Suriye diktatörüne vermekte oldukları desteklerini
kesmezlerse, yüce Tanrı, Rusya'nın tepesine yeni
"meteor bombaları" yağdırabilir ve Çin'i de doğal
felâketlerle kırbaçlayabilir. Bunun için Rusya ve
Çin, adımlarını çok dikkatli atacaklardır.

Amerika ise..; Suriye'de katledilenlerin sayısı 30-
35 bine ulaştığında onları uyardık; sessiz kalmaya
devam ederlerse, bu sayının çok artacağını, bu ar-
tışa, çaresiz insanların katledilişine seyirci kalma-
maları gerektiğini bildirdik. Ama ABD yönetimi, çe-
kimserliğini ve seyirciliğini sürdürmeye devam etti
ve Suriye'de katledilenlerin sayısı 80 bini buldu!
Bunun karşılığında da yüce Tanrı'dan, bir kasırgay-
la Oklahoma kırbacını yedi!.. Ama ABD, bundan
sonra, yeni bir kırbaç daha gelmeden hemen hare-
kete geçecektir.

Çok yakında Suriye'de Birleşik Ordular, büyük bir
savaş verecekler ve o ülkenin diktatörünü devire-
ceklerdir. Bütün insanlık, orada çıkacak savaşı iyi
izlesin. Çünkü bu savaş, yüce Tanrı'yla lânetlenmiş
şeytanın savaşı olacaktır. Herkes, bu savaşta ki-
min galip geleceğine iyi baksın...

Yüce Tanrı, yeryüzü ordularıyla bu savaşı kazan-
dıktan sonra, ikibin yıl önce göğe kaldırmış olduğu
elçisi ve mûcizesi olan İsa kulunu, Suriye'de bir ca-
minin minaresine veya avlusuna indirecektir. Tanrı
mûcizesi Hz. İsa da, kendini tanrı ilân edecek olan
Deccal'a karşı savaşacak ve onu ortadan kaldıra-
caktır. Böylece bir savaş bitecek ve başka bir sa-
vaş başlamış olacak ve Hz. İsa bu savaştan, yüce
Tanrı'nın yardımıyla galip çıkacaktır.

Sonuç olarak; insanca yönetilmek ve yönetimde
söz sahibi olmak, Suriye halkının hakkıdır. Bütün
milletler, bu halka ve onun vereceği savaşa saygı
duymalı ve haklarını gözetmelidirler.

                                   Tanrı tektir.
         İsa, Musa ve Muhammed; O'nun elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onüçü, Mayıs sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *



Donnerstag, 23. Mai 2013

SURİYE SORUNU VE ÇÖZÜMÜ HAKKINDA


    SURİYE SORUNU VE ÇÖZÜMÜ HAKKINDA

  sorunları çözdüren gerçek Tanrı ALLAHın adıyla

(Dünya devletlerine, Allah'ın Mehdisi Mehmed Nur'
an'dan mesaj var):

Şu an Suriye'de yaşanmakta olan ve çok acil çö-
züm bekleyen bir sorun var. İki yıldan beri çözüle-
meyen bu sorunun çözümü için yakında üç büyük
devlet olan Rusya, Amerika ve Türkiye, Cenevre'
de toplanacaklar. Fakat sorunu çözmek isteyen bu
ülkelerin elinde bir "sihirli değnek" yok. O halde
nasıl çözecekler?

Bu durumda sorun çözücü bir anahtara ihtiyacımız
var. O anahtar ise, Hak ve Adâlet'tir. Sosyal, top-
lumsal ve ülkesel sorunların ilk ve doğru anahtarı
budur. Eğri ve yanlış anahtarlarla kapı açamayız ve
sorun çözemeyiz. O halde doğruluğu da rehber e-
dinmek zorundayız.

Sorun çözücü araçları tanıdıktan ve hazır ettikten
sonra şimdi çözülmesi gereken sorunu ortaya ko-
yalım: Suriye'de; "bu iktidar yalnız benim, bu sal-
tanat yalnız bizimdir" diyen ve halkının iradesini ve
onayını reddeden bir diktatör ve rejim var. Bu dik-
tatör ve rejim, Hakk'a göre illegal olan saltanatını
korumak uğruna 100 bine varmakta olan suçsuz in-
sanı katlettirmiş veya katline sebep olmus, 1 mil-
yonunu da göç ettirmiş bulunuyor.

Şimdi Hak ve Adâlet'e uygun olmayan, ama kendi-
ne göre hak saydığı bahanelerle 80 bin suçsuz in-
sanı acımasızca katlettiren bu diktatör ve rejimi, ik-
tidarda daha fazla kalabilir mi ve gelecekteki iktida-
ra hiç ortak olabilir mi? Buna hakkı var mıdır? Asla
olamaz! O halde yapılması gereken nedir? Yapıl-
ması gereken: O diktatöre ve iktidarına son vermek
değil midir? Öyleyse bu çaresizlik neden?

Sorun ve çözüm belliyken gerekeni yapmamak, iş-
lenmekte olan bir zulme seyirci kalmak, zulüm ol-
maz mı? Zulüm olmuyor mu? Elbette zulüm oluyor!
Çünkü bu zulmü kesecek gerekli güç ellerinde bu-
lunan ülkelerin, yapılması lâzım geleni yapmak hu-
susunda ne mazeretleri olabilir? Madem bir maze-
retleri olamaz, o halde Beşar Esad'ın ve rejiminin
zulmüne yardım ederek veya ona seyirci kalarak
zulüm ortaklığı yapmakta olan ülkeler, bu nefretlik
ve lânetlik ortaklıklarına derhal son versinler!

Ey İran ve Hizbullah! "Zulme meyletmeyin" diyen
yüce Allah'ın sesini duyuyor musunuz? Bu en bü-
yük sada karşısında sizi sağır ve kör eden nedir?
Hangi hak ve adâlete dayanıyorsunuz? Yoksa yüce
Allah'ın hak ve adâletinden daha üstün başka bir
hak ve adâlet mi buldunuz?

Eğer Beşar Esad, yüce Tanrı tarafından görevlen-
dirilmiş bir kral ve padişah olsaydı ve hak ve adâlet-
le yönetim yapsaydı, sorun kalmazdı. Ama siz, o-
nun, Tanrı görevlisi bir padişah olmadığını ve buna
dair kesin bir delil getiremeyeceğinizi çok iyi biliyor-
sunuz. O halde halkın rızâsıyla da iktidara gelme-
miş olan o haksızlık ve adâletsizlik içindeki zalimi
niçin devirmiyorsunuz? En azından ona olan yardı-
mınızı kesmeniz gerekmez mi? Eğer kesmezse-
niz, zulüm ortağı olursunuz ve olmuşsunuz ve üste-
lik bir savaşı göze alacak kadar da bunda kararlaş-
mışsınız! Öyleyse, zulmü devirmek için çıkacak bir
savaşta hedef olduğunuzu ve olacağınızı unutmayı-
nız, ayrıca kıyametten sonraki Büyük Hesap Günü
yüce Allah'a vereceğiniz cevaba da iyi hazırlanınız.

Şu iki noktayı da unutmayın: Sizin zulme ve zâlime
yardımınız, Avrupa'nın, Amerika'nın, Türkiye'nin ve
İsrail'in müdahalesini Suriye'ye çekecektir. Yani
hoşlanmadığınız ülkelerin orduları burnunuzun di-
binde olacak ve belki de onlarla savaşmak zorunda
kalacaksınız ve çok büyük bir ihtimalle de zarara
uğrayacaksınız.

İkinci nokta ise; eğer Suriye halkının, başlarındaki
zulmü defetmeye güçleri yetmiyorsa, dışarıdan
yardım almak onların hakkıdır. Dış güçlerin de onla-
rın yardımına koşmaları, hem bir haktır, hem de bir
mecburiyet ve sorumluluktur. Sizin de bu hakka kar-
şı çıkmaya hakkınız yoktur. Evet, bu durumda da o
hoşlanmadığınız ülkeler yine burnunuzun dibinde
olacaktır. Ama siz, zulme ve zâlime yardım etmek-
ten çekilirseniz, yani haksızlık etmezseniz, zarar
görmezsiniz. Yoksa her iki halde de zarara uğrama-
nız muhakkaktır.

Eğer gerçekten "müslüman" yöneticiler iseniz, zu-
lüm ve haksızlığa meyletmezsiniz. Eğer müslüman
değilseniz, sizin Hz. Ali'yi sevmenizin bir anlam ve
kıymeti kalmaz, sahte bir sevgi içinde boğulur gi-
dersiniz...

Ey İran yöneticileri ve onların üzerindeki zulme izin
veren (sözde Allahlı) mollalar! Atom bombası yap-
sanız dahi, Esad'ı ve rejimini kurtaramazsınız. Çün-
kü Esad'ın ve rejiminin baş düşmanı Allah'tır. Allah
da o zâlimi yakında helâk edecektir. Allah'a atom
bombası atabilir misiniz? Zalime yardımınızdan do-
layı üzerinize bir meteor bombası düşerse, sakın
şaşırmayın! Geçen aylarda Rusya'nın üzerine bir
meteor bombası düştü, fakat Moskovalılar, bunun
niçin düştüğünü anlamadılar...

Ey Rusya yönetimi! Sen, hak ve adâletin ne olduğu-
nu biliyor musun? Bilmiyorsan öğren! Eğer öğren-
diysen, üzerine düşen görevini yerine getir. Zulmü
korumak ve ona ortaklık etmekle büyük devlet olun-
maz. Büyüklüğünün hakkını ver. Vermezsen, dünya
halklarının nazarında küçüleceksin ve küçülmekte-
sin...

Ve ey sen ABD yönetimi ve onu elinde tutanlar! A-
caba sizler, Hak ve Adâlet'in ne olduğunu gerçek-
ten biliyor musunuz? Eğer bilmiyorsanız ve bilmek
isterseniz, dinleyiniz. Hak, tek ve ortaksız ve çocuk-
suz olan evrenin sahibi yüce Tanrı'yı tanımak ve O'
na teslim olmaktır. Bu hakka sahip olmayanlar, hiç
bir hakkın sahibi olmazlar. Sahip oldukları haklar i-
se, "gasbedilmiş haklar" olur. Herhalde gasbedil-
miş haklar üzerinde oturmak istemezsiniz.

İnsana geçerli bir hak kazandıran Yüce Tanrı'ya
teslim olmak ise, "adâletli olma"yı gerektirir. Adâlet
ise, haklının hakkını ve haksızın da cezâsını ver-
mektir. Öyle ise, dünya liderliğini elinde tutan bir yö-
netim olarak haksızın cezâsını vermelisiniz. Bu ce-
zâyı vermede daha fazla gecikmemelisiniz. Gere-
ken cezâyı vermelisiniz ki, Suriye halkları da hakla-
rına kavuşabilsinler ve böylece adâletin gereği ye-
rine gelmiş olsun. Eğer bu adâleti yerine getirmez-
seniz, "dünya liderliği hakkı"nı kaybetmiş olacaksı-
nız ve belki de kaybetmek üzeresiniz.

Ey Türkiye yönetimi! Eğer ABD yönetimi; "ben dün-
ya liderliğini bırakıyorum" diyecek olursa veya gö-
revlerini yerine getirmezse, bu liderliği devralmak
senin hakkındır. Sen de hakkına sahip çık ve sana
yardımcı olmak isteyen Avrupa ve Arap ülkelerinin
yardımını alarak gereken adâleti gerçekleştir. Bu
senin görevindir! Görevini yerine getir...

Ey Suriye halkları! Evrenin ve içindekilerinin gerçek
sahibi yüce Tanrı'nıza,yani İsa'nın, Musa'nın ve Mu-
hammed'in tek görevlendiricisi biricik Allah'ınıza lâ-
yık kullar olmak isterseniz, içinizdeki zulmü deviriniz.
Bu zulmü devirdikten sonra, inancınıza ve insanlığı-
nıza lâyık bir "Kur'anlı Demokrasi" kurmak,hakkınız-
dır. Bu hakkınızı kullanırken, "Kur'anistİdeoloji"den
yardım alabilirsiniz.

                                  Tanrı tektir.
       İsa, Musa ve Muhammed Tanrı'nın elçisidir.
  Mehdi ve Halife ise, bu üç Elçi'nin "Sözcüsü"dür.

      Allah'ın Mehdisi ve Halifesi: Mehmed Nur'an

Zaman:  Yeni Çağ'ın onüçü, Mayıs sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hak ve Adâlet.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *

Dienstag, 14. Mai 2013

PAPA FRACİSKUS'UN AZİZ İLÂN ETTİĞİ 800 HIRİSTİYAN GERÇEKTEN AZİZ MİDİR?


      PAPA FRACİSKUS'UN AZİZ İLÂN ETTİĞİ
   800 HIRİSTİYAN GERÇEKTEN AZİZ MİDİR?

              gerçek dini O'nun tekliğine inanıp
          İsa, Musa ve Muhammed'in elçiliğiyle
        O'na teslim olmak olan ALLAHın adıyla
                           
Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus, 1480 yı-
lında İtalya'nın güneyinde Osmanlı'ya karşı sava-
şan 800 Hristiyan'ı aziz ilan etmiş.

Papa Hazretleri  onları aziz sayabilir tabii. Biz de Ot-
ranto kalesini alan Osmanlı askerlerini "kahraman"
ilân edebiliriz. Çünkü onlar yüce Tanrı'nın dinini yay-
mak için çalışıyorlardı

Şimdi burada şu husus merak edilecektir: "Otranto-
lu hıristiyanlar da, Osmanlı askerleri de dinleri için
savaşmış. Acaba her ikisi de yüce Tanrı'nın dini i-
çin ölmüş veya öldürmüş olan bu askerlerin Tanrı
katındaki durumları nedir? Tanrı için birbirini öldür-
mekte hangi hak bulunabilir?"

Cevap: Yüce Tanrı için savaşan her iki taraf, kendi
dinlerinin "gerçek" olduğunu kabul ederek savaşı-
yorlar. Eğer her ikisinin dini de "Gerçek Din"se, ö-
len de, öldüren de cennetliktir. Böyle bir savaşta ö-
len şehid, öldüren de kahramandır.

"Gerçek Din"in tanımı ise özetle şudur: Bütün evre-
nin sahibi yüce Tanrı'yı tek ve ortaksız ve çocuksuz
kabul edip ve İsa, Musa ve Muhammed'in O'nun el-
çisi olduğuna inanarak; hak, adâlet, namus, ibadet
ve iyilikçilikle O'na teslim olmaktır. Bu inanç ve tesli-
miyeti yerine getirenlerin dini "gerçek"tir. Bunun dı-
şındaki dinler de, "gerçek dışı"dır. Çünkü yüce
Tanrı'nın on tane değil, bir tane dini vardır. O da; O'
nun tekliğine inanıp, isteklerine teslim olmadır. Ger-
çek Din'in ne olduğu, yüce Tanrı'dan, İncil ve Tev-
rat'tan sonra son olarak indirilen Kur'anla insanlığa
bildirilmiştir. Bu bildiriye uymayan insan uydurması
bütün dinler "gerçek dışı"dır, Tanrı katında geçerli-
ği yoktur.

Buna göre, İncilli ve Tevratlıların, Kur'an'a bakarak
dinlerini kontrol etmeleri ve sağlama almaları gere-
kiyor. Çünkü bir okulun kitapları yenilenmişse, bir
öğrencinin; "ben eski kitaplara göre öğrenim yap-
mak istiyorum" deme hakkı yoktur. Haksız hak kul-
lanan bir ögrencinin ise, sınıfta kalacağı gayet açık-
tır.

Bu halde İncilliler ve Tevratlılar: "Tanrı tektir. İsa,
Musa ve Muhammed Tanrı'nın elçisidir" demekle
ve bunu kabul etmekle dinlerini doğrultmuş ve yeni-
lemiş olacaklardır. Bu yenileme ile de dinleri ger-
çeklik ve geçerlik kazanacaktır.

Eğer bugünün Tevratlı ve İncillileri, Hz. Muhammed'
den önceki Tevratlı ve İncilliler olsaydılar, Kur'anı
dikkate almak sorumluluğuna muhatap olmazdılar.
Ama onlar, geçmiş zamanın Tevratlı ve İncillisi de-
ğil, bu zamanın Tevratlı ve İncillisidirler. Bu yüzden
de onlar için, Kur'anı dikkate almak sorumluluğu
doğmaktadır. Bu sorumluluğu kabul etmeyen Yahu-
di ve Hıristiyanların dinlerinin Tanrı katında redde-
dilme rizki çok büyüktür. Ama bu rizkten kurtulmak
hâlâ mümkündür. Musevîler ve Hıristiyanlar bu fır-
satı kaçırmamalıdır.

Kimin aziz, kimin sefil ve kimin kahraman, kimin al-
çak olduğu ise; yüzon veya yüzotuz yıl sonra mey-
da gelecek olduğu hesaplanan Büyük Kıyamet'ten
sonraki Yeniden Diriliş'in ardından kurulacak olan
Büyük Mahkeme'de açığa çıkacaktır. Bizim şimdi
yüzyıllar önceki insanları aziz veya sefil ilân etme-
mizin onlara ve bize bir faydası yoktur. Eğer onlar
üzerinden kin, nefret ve düşmanlık üretilmek isteni-
yorsa, bu da dindarlara yakışmaz. Fakat biz, Büyük
Mahkeme'de Tanrı huzuruna reddedilmeyecek bir
din ile ve suçsuz olarak, iyilikçilikle çıkabilirsek, işte
azizlik budur! Vatikan kardinallerine duyurulur...

                                  Tanrı tektir.
       İsa, Musa ve Muhammed Tanrı'nın elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onüçü, Mayıs ortası.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Bilgilendirme.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *