Freitag, 24. September 2021

HDP İLE İTTİFAK KURMAK İSTEYEN PARTİLERE UYARI!

HDP İLE İTTİFAK KURMAK İSTEYEN PARTİLERE UYARI!

 

şeytanla ve şeytanın dostlarıyla dostluk kuranları cezalandıracak olan ALLAHın adıyla

 

Türkiye'de muhalif pozisyonda bulunan partiler iktidara gelebilmek ümidiyle PKK terör örgütünün partisi HDP ile ittifak kurma yarışında bulunuyorlar. Fakat bu yarış o partiler için meşru kabul edilemez. Çünkü HDP "yasal" bir parti görünümünde olsa da yasal değildir. Çünkü HDP, PKK terör örgütünün partisi olduğu için şimdi sahip olduğu yasallığın, onun elinden alınması gerekiyor ve alınacaktır. Çünkü ona verilen yasallığı kötüye kullanmış ve kullanmaktadır. HDP yasal bir parti olmak istiyorsa, PKK'yı reddetmek durumundadır. Fakat HDP bu reddi yapmıyor ve yapamaz. Bu durumda o partinin de CHP ve İP tarafından reddedilmesi gerekir. Fakat bu partiler de gereken reddi yapmayarak Türkiye'ye ve milletine ihanet etmeyi kabul etmiş gözüküyorlar. Fakat bu ihanet kabul edilemez!

Bu ihanetin derhal durdurulması gerekiyor. Bunun için de Türkiye'nin güvenlik kurumlarının harekete geçip HDP'nin yasallığını sonlandırmaları gerekir. Çünkü HDP, PKK ile olan derin ve kopmaz bağlantısı sebebiyle yasallığı haketmiyor ve bu haliyle yasal bir parti olamaz ve değildir.

HDP ancak PKK'nın partisi olmadığını kanıtladığı zaman yasal bir parti olabilir. Eğer HDP gerçekten yasal bir parti sayılmak istiyorsa, PKK terör örgütünün partisi olmadığını kanıtlamalıdır. Bu kanıtı getirmediği müddetçe onunla kurulacak ittifakların da yasallığı olamaz. Bu yasallık sınırını çiğnemekte olan CHP ve İP, bu çiğnemeleriyle kendi yasallıklarını kaybetmektedirler. Yasallıklarını kaybedenlerin de kapatılması gerekir.

Eğer CHP ve İP kapatılmak istemiyorsa, HDP gerçek yasallığını kazanıncaya kadar o partiyle ittifaka yanaşmamalıdır. O partiye: "Önce gerçek yasallığını kazan, sonra bizimle müttefik ol veya biz seninle müttefik olalım. Bunun için de PKK'nın partisi olmadığını isbatlaman gerekiyor." demelidirler. Bu yapılması gereken işlemi yapmadan HDP ile ittifaka koşan ve o partiyi siyasal sorunların çözümü için "meşru organ" olarak gören ve gösterenler, suç işlemiş olurlar ve olmaktadırlar. Çünkü HDP, PKK'nın partisidir. PKK ise yasal bir örgüt değildir. Türk Ordusu tarafından ona savaş açılmış bir düşmandır. Bu düşmanın partisiyle ittifak kuranlar ve o partiyi meşru sayanlar, Türkiye'ye ve milletine ihanet içinde olduklarını görmeli ve bu ihaneti terketmelidirler.

Eğer İP ve CHP demokratik bir parti olarak kalmak istiyorlarsa, içinde bulundukları suç ve ihaneti terketmeliler. Terketmedikleri takdirde demokrasi dışı bir parti olurlar ve öyle partilerin de kapatılması hak olur.

İktidardaki Parti'nin de HDP'nin yasallığını durdurmak için harekete geçmesi gerekir. Çünkü bir terör örgütünün partisinin TBMM'de bulunma hakkı yoktur.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

Not 1: İP ve CHP Türk ve Kürt milletini aptal olarak görmekten ve onları aldatmaya çalışmaktan vazgeçmelidir. Çünkü HDP, yasal görünen, fakat gerçekte yasallığı olmayan ve olamayacak olan bir partidir. Çünkü HDP, emir aldığı PKK terör örgütünü reddetmek şöyle dursun tam aksine onu meşrulaştırmaya çalışan bir partidir. Böyle bir partiyi (ona "parti" demek doğru değil aslında. "Düşman örgütün aparatı" demek gerekiyor.) İP ve CHP'nin hâlâ "meşru" ve "yasal" olarak kabul etmesi, PKK'ya meşruiyet vermiş olduklarını gösteriyor. Fakat onların HDP'ye ittifak için koşmalarıyla PKK'ya verdiği meşruiyeti, Türk ve Kürt milletin çoğunluğu kabul edemez. İP ve CHP bu gerçeği görmeli, Türk ve Kürt milletinin aklıyla alay etmeyi bırakmalıdır. PKK'nın aparatı HDP: "Ben PKK'yı reddediyorum. Bundan sonra artık onun emir eri olmayacağım" demediğine göre, CHP ve İP hangi hakla o düşman örgütün aparatıyla ittifaka koşuyor? Bu gayrimeşru koşunun son bulması gerekmiyor mu?

Not 2: PKK'nın aparatı HDP eğer yasal bir parti olmak isterse, PKK'nın elebaşlarını Türkiye'ye teslim etmeli ve onun Türkiye'ye karşı olan savaşını durdurmalıdır. Ayrıca onun Türkiye'yi bölme arzularını da bitirmelidir. Eğer HDP bunları yapamayacaksa, bu takdirde PKK'yı reddetmeli ve ona düşman olmalıdır. Bunları yapmayan ve yapamayacak olan bir HDP ise, kendini kapatmak ve Türkiye'den çıkmak zorundadır.

Not 3: Türkiye'nin partiler ile ilgili kurumları, demokratik görevlerini yerine getirmeyen, bir terör örgütünün aparatı olmayı sonlandırmayan ve Türkiye'nin yasalarına uymayan HDP'nin görünürdeki yasallığını kaldırmak zorundadır. Eğer bu görev yerine getirilmezse, İP ve CHP, HDP'nin görünürdeki yasal(!)lığına sığınarak ve gerçekteki gayrimeşruluğunu gözardı ederek onunla ittifak kurmaktan ve Türkiye'ye ihanet etmekten kaçınmayacaklardır ve kaçınmamaktadırlar. Çünkü onların iktidar olma hırsları, Türkiye'nin düşmanı olan bir aparatla ve onu kullananlarla dost olmayı ve Türkiyelilere ihanet etmeyi güzel göstermektedir. 

Not 4: HDP'ye oy vermekte olan Kürt vatandaşlar, oy vermekte oldukları PKK aparatının gerçekteki yasalsızlığını ve Türkiye'ye düşmanlığını görmeli ve PKK'nın oyuncağı olmamalıdırlar. Bu vatandaşlar eğer PKK'nın oyuncağı olmaya razı iseler, onların HDP'ye verecekleri oyun bir kıymeti kalmaz. Hatta bu oylar Türkiye'ye atılmış bir kurşun olur. Bu kurşunların peşinde koşan partiler ise Türkiye'ye ve Türkiyelilere ihanet etmiş sayılır.

Not 5: Kürt vatandaşların çözülmesi gereken bir sorunları varsa, onların sorunlarını çözmek, iktidardaki Parti'nin görevidir. Sorunlarını bu Parti'ye iletmelidirler. Gerçekte yasallığı olmayan aparatlar Kürt vatandaşların sorunlarını çözemez ve yetkili değildirler. Ayrıca "Türkiye'nin bölünmesi" arzuları da, "Kürt sorunu" olarak kabul edilmez, reddedilir.

Not 6: İP ve CHP eğer yasal parti olarak kalmak istiyorlarsa, Türkiye'ye ihanet ederek kazanacakları bir iktidar olmadığını kabul etmeli ve ona göre hareket etmelidirler. Bu hareket gereği olarak da, HDP ile ittifak kurup ondan destek almamalılar. Çünkü ondan alacakları destekle PKK'ya borçlanmış olurlar. Bu borç da ancak PKK'nın taleplerini kabul etmekle ödenir. Bu ödeme de Türkiye'ye ve Türkiyelilere ihanetten başka birşey olmaz.

Not 7: CHP eğer iktidar olmak için bir destek arıyorsa, bu destek Avrupan ve Amerikan yönetimlerinde değil, Türk ve Kürt milletinin aklında ve yüreğindedir. Ama bu iki milletin desteğini alabilmek için de onların gönüllerini fethetmek gerekiyor. Milletine güvenmeyen bir parti ise, "Türkiye'nin Partisi" olamaz!

Not 8: Eger PKK'yı lağvederse ve bu örgütün elebaşlarının teslim olmasını sağlarsa, Abdullah Öcalan'ın salıverilmesi düşünülebilir. Aksi halde Öcalan'ın, katledilmesine sebep olduğu 40 bin Türk ve Kürt masum vatandaşı diriltmesi gerekir. Bunu yapamayacak olan bir suçluya özgürlük verilemez. Çünkü Öcalan'ın gerçek cezası, 40 bin kere idam edilmek veya 40 bin çarpı 40 yani 1 milyon 600 bin yıl hapis cezasıdır. Bu kadar büyük ceza ancak ebediliği olan ötedünyada verilebilir. Adaletin yerini bulabilmesi ve masumların haklarının alınabilmesi için cennet ve cehennemin yaratılması gerekli olmuştur.

(Öcalan'a verilmesi gereken 1 milyon 600 bin yıllık hapis cezasını para cezasına çevirmek de mümkündür. Bunun hesabı da şöyledir: Katledilmiş her bir canın maddi değeri 1 milyon tl'dir. 40 bin çarpı 1 milyon eşittir: 40 milyar tl eder. Ayrıca Türkiye PKK terörüyle savaşabilmek için 400 milyar tl harcamıştır. 40 milyar'la 400 milyar'ı toplarsak: 440 milyar tl eder. Eğer Öcalan bu tutarı öderse, serbest bırakılabilir. Ama Öcalan için en ucuz yol, PKK elebaşlarını Türkiye'ye teslim edip örgütü kapatmaktır.)

(Öcalan'ın idamını engelleyen Avrupa ve Amerika'nın 40 bin masum vatandaşın haklarını nasıl çiğnemekte olduklarını bütün Türkiyeliler görmelidir. Bütün dünyalılar da adaletin ne olduğunu öğrenmelidir. Adalet'in sağ kanadı haklıya hakkını vermek olduğu gibi, sol kanadı da suçluya cezasını hakettiği kadar vermektir. Dolayısıyla Öcalan'ın cezalandırılması bir adaletsizlik değildir. Adaletsizlik, ona tam ceza verilememiş olmasıdır.)

Ey insanlar! Suç işlemekten uzak durunuz. Çünkü sizi bekleyen çok dehşetli bir hapishane var. Bu hapishanenin adı: Cehennem'dir. O halde masumları katletmekten vazgeçtiniz mi veya tövbe ettiniz mi? Öldüremediğiniz ölüm gelmeden önce tövbenizi yapınız, zalimlikten kurtulunuz. Zalimlikten kurtulanların yeri hiç şüphesiz cennet olacaktır.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

 Allah'tan başka ilah yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmibiri, Eylül sonu.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *

 

Samstag, 18. September 2021

TÜRKİYE HANGİ İLKELERLE YÖNETİLMELİ: LAİKLİKLE Mİ ADALETLE Mİ?

TÜRKİYE HANGİ İLKELERLE YÖNETİLMELİ: LAİKLİKLE Mİ ADALETLE Mİ?

 

yönetimin adaletle yapılmasını isteyen evren sahibi ALLAHın adıyla

 

Türkiye'de bir kısım laik görüşlü daha doğrusu laikliği kendi keyflerine, ideoloji ve inançlarına göre yorumlayan kimse ve kesim, müslüman milletin ibadet hürriyetine tecavüz ederek haksızlık ve adaletsizlik etmektedir. Bu haksızlık ve adaletsizliğin sona ermesi gerekiyor. Çünkü bir yönetim haksızlık ve adaletsizlik üzerinde duramaz. Bir millet haksızlık ve adaletsizlikle yönetilemez.

Ama ne yazık ki müslüman milletin ibadet özgürlüğüne tecavüz edilerek dini İslâmiyet olan müslüman çoğunluk haksızlık ve adaletsizlikle yönetilmektedir. Böyle bir yönetim kabul edilemez. Kabul edilebilir yönetim ise, müslüman milletin ibadet özgürlüğüne tecavüz etmemek ve ettirmemek zorundadır. Geçtiğimiz aylarda bir generalin, "başına sarık sararak namaz kıldı" diyerek görevine son verilmişti. Eğer Türkiye yönetimde adaletli olmayı kabul ediyorsa, o general görevine iade edilmek zorundadır.

Eğer "Türkiye Anayasası adaletli olmayı kabul ettiği gibi, laik olmayı da kabul etmiştir" denirse, biz de deriz: Keyfe göre, küçük bir kesimin ve azınlığın inanç ve ideolojisine uygun laiklik yorumu yapılamaz. Laikliğin yorumu yapılacaksa, bu yorum -çoğunluğun rejimi olan Cumhuriyet'e uygun olarak- millet çoğunluğunun kabulüne dayanmalıdır. Türkiye'de millet çoğunluğunun da bir dini vardır. Bu din, İslâmiyet'tir. Milleti, onun dinini dışlayarak var kabul edemeyiz. Millet, diniyle, inancıyla vardır. O halde millet çoğunluğunun kabul edebileceği laiklik yorumunun ne olacağını tesbit edelim.

Ancak bu tesbiti yaparken "bu tesbiti kim yapacak ve neye göre yapılacak" sualinin cevabını vermek gerekiyor. Bu tesbiti, adalete göre ve adaletten anlayan biriyle yapabiliriz.

Şimdi Vikipedi'den laikliğin tanımını verelim:

"Laiklik veya laisizm (laïcité Fransızcadan), devlet yönetiminde dinin veya dinsizliğin referans alınmamasını ve devletin din veya dinsizlik karşısında tarafsız ve tepkisiz olmasını savunan ilkedir.

Fransızcadan Türkçeye geçmiş olan "laik" sözcüğü, "din adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk" anlamına gelen Latince "laicus" sözcüğünden gelmektedir.

Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır. Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte din adına devlet düzenini bozacak davranışları önlemekle yükümlüdür.

Atatürk'e göre lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir."

Neymiş laiklik?: "Devlet yönetiminde dinin veya dinsizliğin referans alınmaması ve devletin din veya dinsizlik karşısında tarafsız ve tepkisiz olması"ymış.

Demek "devlet yönetimindekiler dini veya dinsizliği referans alamaz"mış. O halde devlet yönetiminde olanlar milletin inanç ve ibadet özgürlüğüne engel olamazlar. Bu özgürlük onların hakkıdır. Adalet de zaten en başta: "Haklıya hakkının verilmesi"dir. O halde yüzde doksanı "müslüman" olan millete (adaletin gereği olarak) hakkını verelim. Onun inanç ve ibadet özgürlüğüne tecavüz etmeyelim. Kendilerini laiklik taraftarı kabul edenler bu tecavüzden uzak durmak zorundadır. Aksi halde suç işlemiş olurlar. Bu suçun da cezalandırılması gerekir. Devlet yönetimindekiler de, keyflerine göre laiklik tanımı yapan bir kısım azınlığın isteğine göre hareket edemez. Çünkü devlet, dinsizlerin ve din düşmanlarının referansını kabul etmemek durumundadır.

Evet, devletin dini olmaz. Ama milletin dini olur. Dinli millet de devleti oluşturur. Dinli milletin kurduğu devlet nasıl dinsiz olur?! Türkiyeli müslümanların devleti nereye kadar dinsiz olabilir? Türkiye İslâmiyet'e göre yönetilmiyor. İslâmiyetsizliğe göre yönetiliyor. Yani dinli millet dinini devletten dışlıyor. Ama bu dışlama millet çoğunluğunun isteğiyle olmuyor. Küçük bir azınlığın ve değiştirilmesi darbeciler tarafından yasaklanmış bir Anayasa'nın dayatmasıyla oluyor. Türkiyeli müslüman çoğunluğun bu dayatmayı defetmesi gerekiyor. Çünkü bu dayatma, müslüman milletin ibadet özgürlüğüne tecavüze ruhsat veriyor. Bu ruhsat kalkmalıdır. Demokrasi ve adaletli özgürlük bunu gerektirir.

Türkiye'de müslümanların müslümanca yaşamasından rahatsız olan CHP'liler, HDP'liler, Atatürkçüler ve İslâm düşmanları şu ayrımı yapmasını bilmelidir: Devleti dine göre yönetmekle, ibadet özgürlüğünü kullanmak ayrı şeylerdir. Yani bir müslüman devletin bir kurumunda ibadet özgürlüğünü kullandığı zaman devleti İslâmiyet'e göre yönetmiş olmaz. Dine göre yönetim yapmak başka şey, ibadet özgürlüğünü kullanmak başka şeydir. İkisi eşit değildir. Bunlar aynı şey ve eşit olmadığına göre, bir müslümanın bir devlet kurumunda ibadet etme ve müslümanca giyim özgürlüğüne karışamazsınız. Karıştığınız zaman onların ibadet özgürlüğüne tecavüz etmiş olursunuz ve oluyorsunuz. Bu tecavüz kabul edilemez.

Bir müslüman laiklik ilkesine göre ibadet özgürlüğüne sahip olduğu için devletin Başbakanı, Cumhurbaşkanı veya başka bir Bakanı, dua ile açılış yapabilir. Çünkü dua etmek, devleti İslâmiyet'e göre yönetmek değil, ibadet özgürlüğünü kullanmaktır. Hak olan bu özgürlük sebebiyle devletin Başkanı isterse Kur'an'a el basarak yemin de edebilir. Aynı şekilde isterlerse CHP'liler ve Atatürkçüler de Atatürk'ün resmine veya Nutuk'una el basarak yemin edebilirler. Ama bir Türkiye düşmanının ve bir teröristin resmine ve kitabına el basarak yemin edilmez. Böyle bir yemin reddedilir. PKK'nın dostu, Türkiye'nin düşmanı olan HDP'liler dikkatli olsun. Eğer onlar; "biz Türkiye'nin düşmanı değiliz" diyorlarsa, bunu ancak PKK'yı reddetmekle isbatlayabilirler. Aksi halde onlar Türkiye'nin ve Türkiyelilerin düşmanıdırlar. Bu düşmanların Türkiye Meclisi'nde bulunma hakkı yoktur. Parti kurma hakları da yoktur. Partilerinin lağvedilmesi gerekir. Bunu yapmayan Türkiye Kurumları, Türkiye'ye ve Türkiyelilere ihanet etmiş olur. Bu ihanet kabul edilemez!

HDP'den alacakları destek karşısında kendi dünyalarında PKK'yı meşrulaştırmış bulunan ve iktidara geldiklerinde PKK'yı Türk Ordusu'na karşı koruma vaadinde bulunmaya hazır olan CHP'liler de Türkiye'ye ve Türkiyelilere ihanetten sakınsınlar! İhanetle iktidar kazanılmaz. İhanetle elde edilen iktidar, zulüm ve alçaklıktan başka birşey değildir! Türkiyeli Vatanseverler, CHP'nin ihanetine geçit vermemek durumundadır!

Bütün bu sözleri, Türkiye Anayasası'nda laiklik bulunduğu için ettik. Ama şu soruyu sormak durumundayız: Yüzde doksanı müslüman olan bir milletin Anayasa'sında; başka bir milletin, başka dininin ve başka şartlarına göre icat edilmiş bir ilkesinin bulunması gerekli midir?

"Adalet İlkesi"ne göre hüküm çıkarmak ve yönetim yapmak ve özgürlük vermek daha doğru olmaz mı?

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

(Mehdiyet ve Hilafet Makamı, dünyadaki bütün müslümanların temsilcisi ve mânevî haklarının koruyucusudur.)

 

Not 1: Laiklik ilkesini Anayasa'ya CHP millet çoğunluğunun rızasını almadan koyma hakkına nasıl sahip olmuşsa, AK Parti hükümeti de bu ilkeyi, millet çoğunluğunun rızasını alarak Anayasa'dan çıkarma hakkına sahiptir. Eğer CHP'liler ve Atatürkçüler müslüman milletin inanç ve ibadet özgürlüğüne engel olmaya devam ederlerse, iktidardaki Parti bu hakkını kullanabilir.

Not 2: Laiklik ilkesine göre bir müslümanın inanç ve ibadet özgürlüğü engellenemez. Bu özgürlük gereği olarak da devlet kurumlarında bir müslüman bayanın başörtüsüyle çalışmak veya memurluk ve milletvekilliği yapmak istemesi onun hakkıdır. Devlet kurumlarında bir müslümanın ibadet etme hakkı da vardır. Bu hak bir ölçü içine alınarak ödenmelidir. Bir general ibadet ederken başına isterse sarık sarar, isterse takke takar veya başı açık yapar. Onun hangi kıyafetle ibadet edeciğine devlet karar veremez. Devlet ancak pislik, ahlâksızlık ve kötülük içeren bir kıyafeti yasaklayabilir.

Not 3: CHP'yi yönetenler, Cumhuriyet'in gereği olarak demokrasiyi kabul etmek durumundadırlar. Demokrasiyi kabul edenler de, darbecilik ve diktatörlüğü reddetmek zorundadır. Bu zorunluk gereği olarak CHP'liler, darbecilerin yaptığı ve değiştirilemez kıldığı bir Anayasa'nın yenilenmesini kabul etmelidirler. Bunu kabul etmeyenler, demokrasiyi reddetmiş, darbeciligi kabul etmiş olurlar. Bu kabulde olan bir partinin Millet Meclisi'nde bulunma hakkı olamaz. CHP'liler kararlarını vermelidirler: Darbeciliğin tarafında mıdırlar, demokrasinin tarafında mıdırlar? Eğer CHP'liler demokrasinin tarafında olmayı kabul ediyorlarsa, millet çoğunluğunun kabul edebileceği bir yeni Anayasa'nın yapımına taraf olurlar. Taraf olmadıkları takdirde iktidardaki hükümet, millet çoğunluğuna dayanarak gerekli Anayasa'yı yapar.

Not 4: Anayasa'da "değiştirilemez" madde olmaz. Çünkü hükümler şartlara göredir. Şartlar değişince hükümler de değişir. Şartlar değiştiği halde hükümler değiştirilmezse, adaletsizlik ortaya çıkar. Adaletsizlik ise kabul edilemez. Bunun için tek "değiştirilemez" veya "atılamaz" madde, Adalet'tir. Çünkü bir devletin ilk temel direği Adalet'tir. Bir Anayasa'da adalet yoksa, o Anayasa kabul edilemez, reddedilir. Anayasa'daki maddeler adaletle ve ilkeleriyle zıtlaşamaz.

Not 5: Türkiye'de CHP'liler, Atatürkçüler ve İslâm düşmanları müslümanların mânevî haklarına tecavüz etmeye son vermezlerse, bu takdirde müslüman millet çoğunluğu iktidardaki hükümetten "İslâmiyetle yönetim" talebinde bulunabilir. Eğer çoğunluk tarafından böyle bir talep gelmezse, demokrasiyle yönetim devam eder.

Not 6: İslâmî Yönetim'den korkulmamalıdır. Çünkü İslâmiyet'in yöneten ve yönetilenlerden ilk talep ettigi şey, "Adalet"tir. Adaleti olmayan bir devlet, devlet değildir. Adaletsiz bir devlete ancak "haydut devlet" denebilir.

Eski zamanda o zamanın şartlarına göre verilmiş hükümler ise, bu zamanda yeniden hükümlendirilir. Bu zamanda adaletsizliğe sebep olabilecek eski hükümleri adaletli hale getirmek Allah'ın Mehdisi'nin görevidir. Eğer Allah bu zamanın insanlarına yeni bir Kur'an gönderecek olsaydı, din değişmemekle birlikte yönetim hükümleri bu zamanın şartlarına uygun olacaktı. Çünkü Allah, mutlak adil olandır. O, adaletsizlik istemez. Bu sebeple de Mehdisi'ni görevlendirmiş bulunuyor. Kıyamet çok çok yaklaşmış olduğu için Allah yeni bir Kitap göndermeyecektir. Çünkü yeni bir Kitap'a gerek kalmamıştır. Şartların değişmesiyle meydana gelen açıkları ise Allah'ın Mehdisi'yle yakında gökten yere indirilecek olan Meryem oğlu Mesih kapatacaktır. Çünkü onlara gerekli bilgi ve ışık verilmiş bulunuyor.

Mehdi'nin en önemli özelliği; Allah'tan bilgi, ışık ve elçilik almasıdır. Ona verilen elçilik, İslâmî anlayışı yenilemek içindir, yoksa yeni bir din getirmek için değildir.

Not 7: Laiklik ilkesine göre; "devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, ..."miş.

Laiklikte devletin, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenip mânevî yönünü sahipsiz bırakması, Hilâfet'in ihyasını gerekli kılıyor. Müslüman bir milletin mânevî yönü nereye kadar sahipsiz bırakılabilir? Türkiye'yi yönetenler ve yönetmek isteyenler bunu iyi düşünsün.

Laiklik gereği olarak Avrupa devletleri milletin mânevî yönüyle ilgilenmiyor. Ama onların bir Vatikan'ı var. Vatikan, laikliğin boş bıraktığı yeri dolduruyor. Bu sebeple onlar, "Diyanet İşleri" kurmaya gerek duymuyor. Bu gerçeklerden dolayı biz de diyoruz ki: Ya laiklik kaldırılmalı, ya da Hilâfet ihya edilmelidir! Ne dersiniz? Yeni Anayasa yapmak isteyenler, bu konuları bir kere daha gözden geçirmelidir.

Not 8: Yazar Resul Tosun, durduk yerde laiklik konusuna dalmadı. Çünkü laikliği din haline getirmiş ve onu müslümanlar aleyhinde kullananların, müslüman milletin müslümanca yaşayışına saldırıları var. İstiyorlar ki; müslümanca yaşayış devletin hiçbir kurumunda görünür olmasın. Devletin Başkanı dua etmesin. Diyanet İşleri Başkanı veya câmi imamı onların keyfine göre Kur'an âyeti okusun. Onları kızdıracak bir âyet okumasın. Başörtüsü kullanılmasın. Namaz kılarken sarık sarılmasın. Eee! Hani laiklikte inanç ve ibadet özgürlüğü vardı? Bu özgürlük nerede? Namazını sarıklı olarak kılan generalin göreve iadesi neden yapılmıyor? Müslüman millet, İslâm düşmanı ve Kemalistlerin keyfine göre mi müslümanlığını yaşayacak? O halde ya laikliği kaldırın, ya da inanç ve ibadet özgürlüğünü koruyan bir tarif getirin! Hem şu sualin cevabı da verilmelidir: Türkiyeli müslümanlar, Avrupa'nın ilkeleriyle mi inanç ve ibadet özgürlüğü kazanacak? Bu utanç verici durum mutlaka son bulmalıdır!

Not 9: Yukarılarda Atatürkçülerin İslâmiyet'e ve müslümanlara düşman olduğunu ima ettik. Fakat Atatürkçüler ikidir. Birincisi: Normal Atatürkçülerdir. Bunlar Atatürk'ü severler, ama onu müslümanlara karşı kullanmazlar. Onların müslümanlarla ve İslâmiyet'le bir sorunu yoktur. İkinciler ise: Atatürk'ü sevmezler, ama onu kullanırlar. Müslümanlara ve İslâmiyet'e düşmandırlar. Müslümanca yaşayışın karşısındadırlar. Yani bütün Atatürkçüler bir değildir. Normal Atatürkçüler sözlerimizden alınmasın.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

 Allah'tan başka ilah yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmibiri, Eylül ortası.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *

 

 

Freitag, 10. September 2021

ABD YÖNETİMİNE SORUYORUZ: 11 EYLÜL TERÖR EYLEMİNİ KİM YAPTIRDI?

 

ABD YÖNETİMİNE SORUYORUZ: 11 EYLÜL TERÖR EYLEMİNİ KİM YAPTIRDI?

 

zalimlerden hesap soracak olan tekTANRInın adıyla

 

Yukarıdaki suali sormakta haklıyız. Çünkü İtalya eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga, Aralık 2007’de Corriere dela Serra gazetesine aynen şöyle demiş:

“11 Eylül 2001 saldırılarının ABD ve İsrail istihbaratı tarafından yapıldığı gerçeği, dünyadaki bütün istihbarat örgütlerince biliniyor.

11 Eylül, İslam dünyasını suçlamak ve Batılı güçleri Irak’a ve Afganistan’a müdahaleye tahrik etmek için planlanıp gerçekleştirilmiştir...”

Biz de şimdi ABD yönetimine soruyoruz: İtalya eski Cumhurbaşkanı Francesco Cossiga'nın söyledikleri doğru mu? Eğer söylenenler doğruysa, ABD'nin çok büyük bir suç işlediği ortaya çıkar. İşlenen bu suçun da hesabının sorulması gerekir. Biz de dünyadaki müslümanların temsilcisi olan Hilafet Makamı olarak gereken hesabı sormak istiyoruz. Çünkü istihbaratınız tarafından yaptırılmış olan 11 Eylül Saldırısı'nın neticesinde Bush yönetimince Irak'a ve Afganistan'a yaptığınız saldırılarda 5 milyon insan öldü. Bunların çoğunluğu masum sivillerdi. Bu sivillerin çoğunluğu da kadınlar ve çocuklardı. Adalet ise, bu masumların haklarının ödenmesini gerektirir. Lütfen bu hakkı ödeyiniz. Çünkü onlara karşı suçlusunuz. İşlenen suç da cezalandırılmanızı gerektirir. Bu gereklik de, şimdiki ABD yönetiminin, geçmişteki Bush yönetiminden ve istihbaratından hesap sormasını gerektirir. Bu hesabı sormalısınız. Tabii "biz bir hukuk devletiyiz" diyorsanız.

Ama geçmişteki yönetimlerinizin icraatlarına baktığımızda devletinizin bir "hukuk devleti" olmadığı anlaşılıyor. Çünkü Bush yönetimi 11 Eylül Saldırısı'nın üstlenicisi El Kaide liderini Taliban'dan istediğinde Taliban, o terör liderinin bir uluslararası mahkemede yargılanmasını teklif etti. Bush yönetimi ise bu teklifi reddedip Afganistan'a saldırdı. Bu saldırı haksız bir saldırıydı. Çünkü Bush yönetiminin Taliban'ın teklifini kabul edip hukuk yolunu gözetmesi gerekirdi. Fakat ne yazık ki bu gerekliğe uyulmadı. Bu sebeple Bush yönetimi suçludur, hesap vermesi gerekir. Şimdiki ABD yönetimi de o suçlu yönetimden hesap sormalıdır. Çünkü Afganistan'a yapılan saldırıda korkunç bir adaletsizlik var. İkiz kulelere yapılan saldırıda 3000 kişi öldüyse, Afganistan'a yapılan saldırıda 3 buçuk milyon Afganlı öldürüldü. Ayrıca -asılsız olduğu sonradan anlaşılan- "nükleer silahı var" denilerek Irak'a da saldıran Bush yönetiminin ordusu orada da 1 buçuk milyon Iraklıyı katletti. Halbuki Irak ordusunun nükleer silahı olsaydı bile ABD'nin Irak'a saldırma hakkı olamazdı. Bu hakkın olabilmesi için Irak ordusunun ABD'ye karşı harekete geçmesi veya savaş ilan etmesi gerekirdi. Irak diktatörünün böyle bir ilanda ve harekette bulunduğunu kimse duymamıştır.

Görüldüğü gibi, eski Bush yönetiminin suçluluğu apaçık ortadadır. Ortada bir suçlu varsa, şimdiki ABD yönetimine de o suçludan hesap sormak düşer. Bu hesap sorulmalıdır. Irak ve Taliban yönetimleri de bu hesabı uluslararası bir mahkemeye taşıyabilir.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

Not 1: Irak'a yapılan saldırı sonucunda Irak parçalandı. Bu parçalanma ise İsrail'in önünü açmaktadır. Yani yapılan saldırı İsrail'e yaramış görünüyor. Eğer Türkiye ve İran da parçalanırsa, İsrail'in önü tamamen açılmış olacak. Yıllar önce Condoleezza Rice da demişti: "22 ülkenin sınırları değişecek." Bayan Rice'ın söyleminden ve Irak'taki sonuçtan da anlaşılıyor ki, New York'taki İkiz Kuleler'e yaptırılan saldırı, ABD ve İsrail istihbaratının işi. Bush yönetiminin de bu işte parmağının olduğunu Rice'ın söylemi ele veriyor. Bunlardan da anlamalıyız ki, İtalya'nın eski Cumhurbaşkanı'nın sözleri boş ve yalan değil. Ama Afganistan'da 2 binden fazla askerini ve iki trilyon dolarını kaybeden ABD yönetiminin Afganistan saldırısından nasıl bir kâr elde ettiğini bilmiyoruz. Yoksa bu saldırıyı yaptırtanlar silah tüccarlarını zengin etmek mi istemiştir? ABD 30 trilyon dolar borca batarken silah tüccarlarını zenginleştirmenin anlamı nedir? Amerikalılar bunun hesabını sormayacaklar mıdır? Sormaları gerekmez mi?

Not 2: Çok büyük bir soru işareti de şudur: Her ülkede gözü, kulağı olan ve hangi ülkede terör eylemi yapılacağını hemen haber alıp ilgili ülkeye bildiren ABD istihbaratı, kendi yurdunda yapılacak terör eylemini neden görmedi? Neden gözlerini kapatıp kulaklarını tıkadı? Bu göz kapatıp kulak tıkama da, 11 Eylül'ün arkasındaki asıl planlayıcının ABD istihbaratı olduğunu gösteriyor. 

Not 3: Her yıl dünya ülkelerindeki insan hakları ihlalleriyle ilgili raporlar hazırlayan ABD'nin "insan hakları"yla ilgili kurumu, Irak ve Afganistan'da 5 milyon katliam yapan ve çoğunluğu kadınlar ve çocuklar olan yüzbinlerce masum sivilin hayatına son veren Bush yönetiminin yaptığı haksızlıklar hakkında bir rapor hazırlamalı ve o yönetimdekilerden hesap sormalı değil mi?

Not 4: ABD ve İsrail istihbaratı tarafından yaptırıldığı anlaşılan 11 Eylül Saldırısı gösteriyor ki, büyük hedeflere varabilmek için ABD istihbaratı, kendi insanlarını dahi kurban edebiliyor. 11 Eylül Saldırısında kurban edilmiş 3 bin ABD'li vatandaşın hesabının da Bush yönetimindekilerden ve istihbaratından sorulması gerekir. Bu kurbanlar için Suudi Arabistan'dan alınmış tazminatlar da geri ödenmelidir. 

Not 5: ABD yönetimleri Irak'a ve Afganistan'a haksızlıkla saldırdıkları için bu ülkelerde katledilen masumların kan bedelini ödemek gerekmektedir. Katledilen her kişinin maddi degeri 1 milyon dolardır. 5 milyon kişi için 5 trilyon dolar ödenmesi gerekmektedir. ABD yönetimi bu bedeli ödemek zorundadır. Ayrıca Irak ve Afganistan'da yapılan yıkımın bedeli de hesaplanmalıdır. ABD eğer bu bedelleri ödemezse, en büyük barbarlığı yapmış olur. Barbarlığı kesinleşmiş olan, adaleti olmayan bir ülke ise dünyaya lider olamaz. Bütün ülkeler ABD'ye: "Artık geri dur. Kendi sınırlarında kal ve kendi içine kapan" demelidir.

Not 6: ABD'nin Irak ve Afganistan'da haksızlıkla katlettiği canların bedeli 5 trilyon dolar ediyor. O ülkelerde yapılan yıkım ve tahribat da 5 trilyon tutar. Toplam olarak 10 trilyon dolarlık bir zarar var. Yani ABD Ortadoğu'da 10 trilyon dolarlık çok büyük ve çok korkunç bir cinayet işlemiştir. Bu 10 trilyon dolarlık cinayetin hesabının Birleşmiş Milletler'de sorulması gerekiyor. Birleşmiş Milletler hukukçularını göreve çağırıyoruz!

Not 7: Bu bildiri uluslararası diplomatik platformda paylaşılmıştır.

Özel Not: "22 ülkenin sınırları değişecek"in anlamı: "22 ülke parçalanacak" demektir. Parçalanacak olan ülkeler ise, İsrail dışındaki "Ortadoğu ülkeleri"dir. Şimdi İsrail'in önündeki en büyük engel, Türkiye'dir. ABD'nin 15 Temmuz Darbesi'ni yaptırmasından da anlaşılıyor ki, ABD yönetimi 22 ülkenin parçalanması hedefinden vazgeçmiş değildir. Darbede başarılı olamayan ABD yönetimi şimdi de PKK'lı muhalefet ile yani "millet ittifakı"yla hedefine varmaya çalışıyor. PKK'lı muhalefet iktidara geldiğinde Türkiye mutlaka parçalanacaktır. Belki de CHP ile ABD yönetimi bu konuda anlaşmış olabilir. CHP'nin HDP ile ittifaktan vazgeçmemesi de bunu gösteriyor. Ama HDP'nin kapatılmasıyla ABD'nin planı bozulabilir. Türkiyeli vatanseverlerin, Türkiye'nin parçalanmasına izin vermeyeceklerini umuyoruz.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

Tanrı tektir. İsa, Musa ve Muhammed tekTanrı'nın elçisidir.

 

Zaman: Yeni Ç'ın yirmibiri, 11 Eylül'ün 20. yıldönümü.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka davet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *