Donnerstag, 30. April 2020

ANKARA BAROSU'NA VE ONA DESTEK VEREN CHP'LİLERE UYARI!

                       ANKARA BAROSU'NA
 VE ONA DESTEK VEREN CHP'LİLERE UYARI!

         Allah'a karşı savaşanların düşmanı olan
                             ALLAHın adıyla


Ankara Barasu, Diyanet İşleri Başkani Prof. Dr. Ali
Erbaş'a sözlü ve hukuksal bir saldırıda bulunmuş.
Dâvâsında haklı olan bir kimseye karşı yapılan sal-
dırı zulümdür. Ankara Barosu bu zulmü niçin işliyor?
Ve bazı CHP'liler bu zulme neden destek veriyor?

Homoseksüellerin suçlarını savunmak için yapılan
bu saldırı, Allah'a ve müslümanlara karşı açılmış bir
savaştır. Ankara Barosu ve ona destek çıkan CHP'
liler bu savaştan vazgeçmelidir. Çünkü bu savaşı
kazanamazlar. Ama Allah'ı alt edecek bir güçleri
varsa, o zaman başka! Bu takdirde savaşlarına de-
vam etsinler. Biz de görelim, kim kimi altedecek!

Diyanet İşleri Başkanı, Türkiye'deki müslüman halk-
ların baş İmamıdır. Bu İmam aynı zamanda Allah'ın
"küçük elçisi"dir. Peygamberler ise "büyük elçi"dir.
Türkiyeli müslümanların İmamı olan Sn. Ali Erbaş,
Türkiye kanunlarının verdiği yetkiyi kullanarak vazife
yapıyor. Onun en önemli vazifesi de, Allah'ın sözle-
rini halka duyurmaktır. Câmide verdiği hutbe de bu
işin bir parçasıdır. Bu parçada edilen sözler de Al-
lah tarafından bildirilmiş âyetlerdir. Bu âyetlerde de
zina ve homoseksüelliğin yasaklığı bildirilmiştir. An-
kara ve İzmir Barosu da bu bildiriye saldırmıştır.
Allah katında suç sayılan eşcinsellik gibi bir fiili ak-
lamak ve faillerini savunmak Ankara Barosu'na mı
düşmüştür? Bu ne düşkünlük! Ankara Barosu Allah'
a karşı savaşmak için mi kurulmuştur? Ya ona des-
tek verenler ne yaptıklarını sanmaktadır?

Beyler! Yüzde doksanının kendini "müslüman" ka-
bul ettiği bir ülkede yaşadığınızı unutmayınız. Müs-
lümanlar küçük bir azınlık olsa dahi bu saldırıya
hakkınız yoktur. Bu tür saldırılardan vazgeçiniz ve
saldırıda bulunduğunuz kişiden ve müslümanlar-
dan özür dileyiniz. Eğer Türkiye'de barış istiyorsa-
nız, bunu yapınız. Eğer savaş istiyorsanız, bu sa-
vaşı kazanamazsınız.Çünkü Allah'ı altedemezsiniz.
Dolayısıyla eşcinsellik suçunu meşrulaştırma işin-
den vazgeçiniz ve Allah'a tövbe ediniz. Tövbe edi-
niz ki, Allah'ın öfkesini dindirmiş olun. Gerçi çok a-
dâletli ve merhametli Allah, eşcinseller ve onlara
destek verenler çoğunlukta olmadığı müddetçe
felâket göndermez. Ama suçlarının meşrulaştırıl-
masını isteyen o azgın azınlık hadlerini aşarlarsa,
intikam alıcı Allah onlara özel bir operasyon düzen-
leyebilir.

Meselâ; kargaları ve kartalları o suçluların üzerine
gönderip onları parçalayabilir.

Meselâ, bir yıldırım gönderip onları yakabilir.

Meselâ; virüs, mikrop ve bakterileri onların üzerine
sevkedip, onları öldürebilir.

Meselâ, korkunç bir hastalıkla onları yok edebilir.

Meselâ, ebabil kuşlarını onların üzerine gönderip,
mermi gibi atılan kızgın taşlarla onları delik deşik
edebilir.

Meselâ, onların bulunduğu mahallede bir fırtına
veya bir hortum kopartıp, onları mahvedebilir.

Meselâ, onların bulunduğu şehirde korkunç bir
gürültü patlatıp, onların ödlerini koparabilir, kulak-
larını sağır edebilir, beyinlerini patlatabilir.

Meselâ, onların yaşadığı kente çok yağmur yağdı-
rıp, onları selde boğdurabilir.

Meselâ, onların çalıştığı yere kurbağa ve böcek
yağdırabilir.

Meselâ, onların mahallesine bir meteor düşürüp,
onları parçalayabilir.

Meselâ, onların bulunduğu ev veya sokağı yere ba-
tırabilir

İşte Allah'ın böyle pek çok silah ve saldırıları var-
dır. Eğer bu saldırılara karşı koyabilecekseniz, eş-
cinsellerin suçunu meşrulaştırmaya ve onları koru-
maya ve Allah'a karşı savaşmaya devam edebilir-
siniz.

Şunu da unutmayınız! Türkiyeli müslümanların baş
İmamı olan Sn. Ali Erbaş, Allah'ın küçük elçisidir.
Elçiye zevâl olmaz. Ona saldırı yapılmaz. Saldırıda
bulunanlar, karşılarında Allah'ı bulurlar.

Ey Allah'a karşı savaşan şeytanlaşmış âciz varlıklar!
Ölümlü olduğunuzu niçin unutuyorsunuz? Yoksa ö-
lümü öldürmenin bir yolunu mu buldunuz? Madem
böyle bir yolunuz yok, demektir ki karşınızda bir ö-
lüm canavarı var. Ve o canavar bir gün sizi parçala-
yacak ve Yaratan'ınıza döndürecektir. Bu dönüşü
durduracak gücünüz var mı? Madem yok, o halde
kendinize geliniz. Ve çok iyi biliniz ki, kendilerini ö-
mden kurtaramayanlar, Allah'ın onları tekrar diril-
tip hesap sormasından da kurtulamazlar. Var mı
acaba buna karşı bir kurtuluşunuz? Elbette ki yok-
tur!

O halde Allah'a, meleklerine, ötedünyasına, elçi-
lerine, kitaplarına ve kaderine inanıp; haklı olmak,
adâletli olmak, namuslu olmak, ibadetli olmak, ah-
lâklı olmak, iyilikçi olmak ve kötülükleri terketmek-
le O'na teslim olunuz ki, size mutlulukla dolu ebedî
bir cennet versin. Cenneti kabul etmezseniz, içi a-
teş ve azapla dolu ebedî bir hapishaneyi kabul et-
miş olacaksınız. Seçim sizindir!

İmza: Mehdiyet Makamı.


Not 1: Allah'a karşı savaşanlar ve onlara destek ve-
ren CHP'liler, Allah'ın yarattığı bir dünyada ve O'
nun verdiği rızıkla yaşatıldıklarını unutmasınlar ve
nankörlüğü bıraksınlar.

Not 2: Eşcinselliği meşrulaştırmak için çalışanlar
ve onlara destek veren CHP'liler şu bildiriyi de
okumalıdır:

http://kuranisthaber.blogspot.com/2019/07/dunyadaki-butun-escinsellere-duyuru.html



                     Allah'tan başka ilah yoktur.
         Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın yirmisi, Nisan sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut:    Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *




Montag, 27. April 2020

CEMEVLERİ'NE İBADETHANE STATÜSÜ VERİLEBİLİR Mİ?

                            CEMEVLERİ'NE
    İBADETHANE STATÜSÜ VERİLEBİLİR Mİ?

             insanları ibadet etmeye dâvet eden
                              ALLAHın adıyla

Türkiye'de bir siyasî parti, Alevî vatandaşların kul-
landığı cemevleri'ne "ibadethâne" statüsü verilme-
sini istemiş. Bunu Alevî vatandaşlar da isteyebilir.
Fakat önce cemevleri'nin bir ibadethâne olup olma-
dığını tesbit etmek gerekiyor.

Alevîler cemevlerinde ne yapıyor? Eğer bu evlerde
yapılan işlerin onda dokuzu veya en azından onda
altısı Allah'a ibadetse, bu takdirde o evlere "ibadet-
hâne" denilebilir. Eğer o evlerde ibadet onda altıyı
bulmuyor ve geçmiyorsa, o yerlere "ibadethâne"
denilemez.

Alevîler cemevinde haftada bir kere toplu halde
müslümanların ibedetinden farklı bir namaz kılıyor-
muş. Cemevlerinde yaptıkları işlerin de sadece on-
da biri dua ve zikirmiş. Eğer buna bakarsak, cem-
evlerinde yapılan işlerin onda dokuzunun Allah'a
ibadet olmadığını görürüz. Bu durumda cemevleri'
nin bir "ibadethâne" olduğu söylenebilir mi?

Eğer haftada bir kere toplu ibadet edilen kiliselerin
"ibadethâne" kabul edildiğine bakarsak, cemevleri
de ibadethâne olarak kabul edilebilir. Eğer cemev-
lerini ibadethâne olarak kabul edersek, o zaman
Nurcuların toplu halde risale okuyup namaz kıldıkla-
rı evleri, tarikatçıların zikir çektikleri hâneleri ve
mescidleri de "ibadethâne" olarak kabul etmemiz
gerekir. Bu kabul edildiği takdirde devletin de bu
kabule onay verebilmesi için gerekli kanunların çı-
karılması ve engelleyici yasaların da iptal edilmesi
gerekir. Muhalif partiler de bu işe evet derlerse,
iktidar partisi gerekeni yapabilir.

Ey Alevîler! Hz. Ali, ne Hz. Muhammed'den önce
ne de ondan sonra "Alevîlik" diye bir din ve mez-
hep icad etmedi. Alevîliği sizden önceki atalarınız
uydurdu. Yaratıcınız ve yaşatıcınız olan Allah'ın si-
ze ve bütün insanlara gönderdiği din ise İslâmiyet'
tir.

İslâmiyet'te Allah'a ve diğer şartlara inaçtan sonra
en önemli ve birinci ibadet Namaz'dır. Namaz; Al-
lah'ı birleme, O'nu yüceltme ve kusursuzlama, O'
na teşekkür ve duadır. Bu ibadetin vakti ve sayısı
Allah tarafından bildirilmiş, şekli de Elçisi tarafın-
dan gösterilmiştir. Bu resmî ibadetin evlerde veya
câmilerde yapılması, ikame edilmesi, uygulanması
mutlaka şarttır. Bu resmî ibadet dışında zikirler, Al-
lah'ı anışlar ise istendiği yerde ve zamanda yapıla-
bilir. Bu resmî ibadet ile zikir birbirine karıştırılma-
malıdır. Zikri, istediğiniz yerde, istediğiniz vakitte
ve istediğiniz sayıda çekebilirsiniz. Fakat Namaz'ın
vaktini ve sayısını keyfinize göre ayarlayamazsınız.
Çünkü vakti ve sayısı Allah tarafından bildirilmiştir.
Bu bildirilene uymak gerekiyor.

Eğer "biz Allah'ın indirdiği dine uyacağız" derseniz
-ki demelisiniz-, bu takdirde namaz için câmiler si-
ze yeterlidir. Eğer "biz Allah'ı zikretmek için" cem-
evi de istiyoruz" derseniz, tabii ki buna da sahip o-
labilirsiniz. Ama dikkat edin, eğer namazınızı Allah'
ın bildirdiği vakitlerde ve Elçisi'nin gösterdiği şekil-
de kılmazsanız, ibadetiniz eksik görülüp cezâlandı-
rılabilirsiniz. Cezâya uğramak istemezseniz, Allah'
ın indirdiği ve Elçisi'nin bildirdiği din ve ibadet için-
de olmalısınız. Sizin için kurtuluş ve doğru yol bu-
dur. Atalarınızın uydurduğu din ve mezhepte kurtu-
luş yoktur.

Ey Alevîler! Eğer daha çok Allah'ı zikretmek ve O'
na hizmet etmek için kullanırsanız, cemevleri'ne
"ibadethâne" demek lâyık hale gelir. Ama daha
çok İslâm dışı işlerde kullanırsanız, cemevleriniz
ibadethâne olmaktan çıkar.

Ey Alevîler! Hz. Ali'yi, İslâmiyet dairesinde kalarak
sevmelisiniz. Eğer onu İslâmiyet dairesinden çıka-
rarak severseniz, bu sevginizin Allah katında bir de-
ğeri olmaz ve kalmaz.

Alevilere uyarı! Eğer Alevîler Alevîliği ayrı bir din
olarak kabul ediyorlarsa, o din, uydurma bir dindir.
Çünkü din gönderen Allah, "Alevîlik" diye bir din
göndermemiştir. Eğer Alevîler Alevîliği bir mezhep
olarak kabul ediyorlarsa, bu mezhep, bâtıl bir mez-
heptir. Çünkü Alevîlik İslâmiyeti bölmektedir. İslâ-
miyeti bölen bir mezhep ise meşru bir mezhep ola-
maz. Meşru bir mezhep ancak müslümanların so-
runlarını çözen mezheptir. Alevîler eğer gerçek bir
din arıyorlarsa, o din, ancak İslâmiyet'tir. İslâmiyet'i
de Kur'andan öğrenebilirler. İslâmiyet dışında din
uyduranlar ve İslâmiyet'i bölen bir mezhep icad e-
denler Allah katında sorumlu tutulacaklardır.

Alevîlere yol haritası:

Ey bu zamanın Alevîleri! Sizler, atalarınızın inancı
üzerinde olmak zorunda değilsiniz. Çünkü ataları-
nız yanlış bir yol tutturmuş olabilirler. Bu sebeple
önce onların tuttuğu yolun doğru ve yanlışlığını test
etmeniz gerekir. Bunu da ancak son gönderilen ki-
tap olan Kur'ana bakarak yapabilirsiniz. Şimdi bakın
bakalım. Atalarınızdan devraldığınız inanç Kur'anla
uyuşuyor mu? Eğer inancınız Kur'anla uyuşuyorsa,
yolunuza devam edebilirsiniz. Ama eğer inancınız
Kur'anı veya bir kısmını inkâr ve reddediyorsa ve
o kitabın gönderildiği Peygamber'in dinî uygulama-
larını kabul etmiyorsa, biliniz ki o inancınız, doğru
bir inanç değildir. Din haline getirdiğiniz eğri inancı-
nız ise Allah katında kabul edilmeyecektir. Dolayı-
sıyla Allah katında kabul edilecek bir inancı arayıp
bulmak ve ona girmek zorundasınız. Tabii doğru
dini ararsanız. Eğri din ve inançta kalmaya devam
ederseniz, ölümle huzuruna varacağınız Yaratan'ı-
nıza vereceğiniz bir hesabınız olacaktır. Bu hesa-
bın iyi olmasını isterseniz, Yaratan'ınızın son Kitabı
Kur'anla uyumlu yaşarsınız ve yaşamalısınız. Eğer
Alevîlik inancınızın meşru bir mezhep olmasını is-
terseniz, bu mezhebiniz İslâm dairesinde kalmalı
ve İslâmiyet'e hizmet etmelidir. İslâm dairesinden
çıkan ve İslâmiyet'e hizmet etmeyen bir mezhep,
bâtıldır, Allah katında geçersizdir. Eğer mezhebi-
niz son Peygamber'in yolundan sapıyorsa, İslâ-
miyet'i ve müslümanları bölüyorsa, o mezhebi
derhal terketmelisiniz. Sizin atalarınız uyarılmamış
olabilir. Ama şimdi siz, Allah'ın Mehdisi tarafından
uyarılmaktasınız. Tuttuğunuz ve tutacağınız yoldan
sorumlusunuz. Kur'anı veya bazı âyetlerini ve son
Peygamber'in uygulamalarını reddediyor olabilirsi-
niz. Böyle bir reddediş, sizin İslâmiyetle olan bağı-
nızı koparır ve koparmıştır. Bu durumda kendinize
yeni bir din uydurmuş olursunuz. Fakat sizin bu
reddedişinizi ve yeni bir din uydurmanızı haklı çıka-
racak elinizde ne var? Bunu hangi ölçüyle yapıyor-
sunuz? Yoksa Allah tarafından size Kur'andan üs-
tün yeni bir Kitap mı gönderildi? Öyleyse bu Kitabı
açıklayınız. Eğer elinizde böyle bir Kitap yoksa;
Kur'anda, İslâmda ve Hz. Muhammed'de kalınız.
Aksi halde Allah katında "sapıtanlar"dan olarak kay-
dedilirsiniz. İşte kayıpların en büyüğü budur! Bu
kayba râzı olmamalısınız.

İmza: Mehdiyet Makamı.


Not 1: Câmilerde hergün 5 vakit namaz kılındığı
için ve namazdan başka, namaz saatleri dışında;
Kur'an, tefsir ve mevlid okunduğu; dinî eğitim yapıl-
dığı, zikir çekildiği ve çekilebildiği için Câmiler "iba-
dethâne" denilmeyi hak kazanıyor. Câmiler, ibadet-
ten başka dinî hizmetler için de kullanılabilir ve kul-
lanılmalıdır.

Not 2: Bir yere "ibadethâne" statüsü verilebilmesi-
nin ölçüsü şudur: Bir mekân sırf ibadet için açılmış-
sa ve sadece dinî ibadet için kullanılıyorsa, o yere
ibadethâne denilebilir. Ama bir yer ve mekân iba-
detten çok din dışı işler için kullanılıyorsa, o yere
ve mekâna ibadethâne denilemez. İbadethâne de-
nilse bile "ibadethâne" statüsü verilemez. Devlet
böyle yerlere yardım yapmak zorunda değildir.

Not 3: "Allah namaz kılmayı niçin emretmiştir?" diye
sorulabilir. Cevap: Çünkü Allah insanları O'na iba-
det etmeleri için yaratmıştır. Yani insanın asıl vazi-
fesi, Allah'a ibadettir. Allah insana hergün 24 saatlik
bir hayat verdiği için, Allah'ın insandan 5 vakitte na-
maz istemesi, O'nun hakkıdır. Bu hak ödenmediği
takdirde, insanın Allah'a inanmasında bir kıymet
kalmıyor. Allah'a inanmasında bir kıymet kalmayan
insanın da Allah katında bir değeri olmuyor. Böyle
bir insana: "Değersiz insan" denir. Eğer insan bu
değersizliği kabullenirse, Allah'a ihanet etmiş olur.
Çünkü hem O'nun dünyasında yaşa, hem O'nun
verdiği rızıkla yaşam bul, sonra da teşekkür ve yü-
celtme olan ibadeti yapma! Olur mu? Elbette ki
olmaz!

Not 4: "Niçin Allah'ın bildirdiği vakitlerde namaz kıl-
malıyız" diye sorulabilir. Cevap: Çünkü Allah'ın bil-
dirdiği vakitler, O'nun, huzuruna varabilmemiz için
verdiği terminlerdir. Bu yüzden insanlar istedikleri
vakitte namaz kılamazlar. (Nafile namazlar konumu-
zun dışındadır.) Çünkü Allah insanlara termin verir,
ama insanlar Allah'a termin veremez. İnsanın keyfi
değil, Allah'ın keyfi önemlidir. Dünyevî işlerde ter-
min vaktine uymazsanız ne olur? Görüşmeniz iptal
edilir ve işiniz hallolmaz. Ayrıca termin verenden
de azar işitirsiniz. İşte Allah'ın verdiği ibadet termi-
nine uymayan insanlar da O'nun huzuruna varmayı
kaçırmış oluyorlar. Tabii ibadet vaktinde O'nun hu-
zurunda bulunmayanlar da Allah'ı kızdırmış, hakkı-
nı çiğnemiş oluyor. Bu hak çiğneme ve kızgınlık â-
hirette insanların karşısına azap ve cezâ olarak çı-
kacak, kabirlerine karanlık olarak dolacaktır.

Bu arada şu gerçeği de görelim: Allah keyfî iş yap-
maz. O'nun yaptığı bütün işler hakka, adâlete ve
hedeflediği amaçlara göredir. Yani O'nu asla bir
diktatör olarak görmemeliyiz. Çünkü Allah zulmet-
mekten arınmıştır.

Not 5: "Namaz niçin vakitli olmuştur?" diye sorula-
cak olursa, cevap şudur: Allah insanların O'nu an-
masını ve O'na ibadet etmesini istiyor. Fakat insan-
ların yapmak zorunda oldukları dünya işleri vardır.
Ama insanlar dünya işlerine daldıklarında Allah'ı u-
nuturlar. İşte insanların Allah'ı tamamen unutmama-
ları için (Kur'andan çıkarılan anlam olarak): "Şu va-
kitlerde çok kısa bir müddet işi-gücü bırakıp Allah'
ın huzuruna geliniz, size verilen hayatın teşekkürü-
nü yapıp, Allah'a kulluk borcunuzu ödeyiniz" den-
miştir.

Yaşatışının karşılığını ibadet olarak isteyen yüce
Allah, vakitli namazların savaşta dahi terkedilmesini
istememiş ve Hz. Peygambere, fırsat olduğunda
savaşçılarıyla birlikte nöbetleşerek namaz kılmala-
rını emretmiştir. Ayrıca vakitli namaz ile zikri birbi-
rinden ayırmıştır. Yani "Allah'ı zikrediyorsanız, na-
maz kılmanıza gerek yoktur" veya "namaz kıldıysa-
nız, zikre gerek yoktur" dememiştir. Allah namaza
da, zikre de ayrı önem vermiş, terkedilmesini iste-
memiştir. (Bakınız: Nisa 102)

Not 6: "Allah'ın insanlara bildirdiği namaz vakitleri-
nin önemi nedir? Yani niçin başka vakitlerde değil
de o vakitlerde" diye sorulabilir. Cevap: Çünkü o
vakitler, Allah'ın çok büyük icraatlarının oluştuğu
ve sonuçlandığı zamanlardır.

Meselâ sabah vakti: Allah bu vakitte, yani günün
ağarmaya başlamasından güneşin doğuşuna ka-
darki zaman aralığında geceyi götürüp gündüzü
getirmeye başlayarak ve sonrasında gündüzü geti-
rerek çok büyük bir icraatta bulunmuş oluyor. Bu
büyük icraatın alkışlanması gerekiyor. Çünkü bu
büyük icraat, bütün canlıları yeni bir güne kavuştu-
ruyor. Biz de hayatımızı kazanabilmek için gündüze
muhtacız. Ama biz insanların dünyayı döndürerek
yeni bir gün yaratması mümkün değildir. Ama Allah
bizi bu sıkıntıdan kurtarıyor. Bu kurtarış elbette bir
teşekkür, alkış ve yüceltme ister. İşte biz Allah'a i-
nananlar, Allah'ı yüceltme ve O'na teşekkür olan
"sabah namazı"yla O'nun icraatını alkışlamış oluyo-
ruz. Elbette Allah'ın bizim alkışımıza ihtiyacı yok.
Fakat O, alkışlanmayı, yani yüceltilmeyi hakediyor.
O'nun hakkının da ödenmesi gerekiyor. Bir konse-
re gitseniz, ses sanatçısı şarkısını söyledikten
sonra onu alkışlamasanız, ayıp etmiş olursunuz.
Çünkü o sanatçı söylediği şarkıyla sizi güzel dün-
yalara götürmekte, size birşeyler vermektedir. Onu
alkışlamak da, onu yüceltmek, ona teşekkür etmek
oluyor. Bunun gibi, evrenin sahibi yüce Allah da
yaptığı iyi, güzel, mükemmel, büyük ve eşsiz işlerle
bize bir iyilik yapmaktadır. Bu iyilikler de, O'nun yü-
celtilmesini ve O'na teşekkür edilmesini gerektirir.

Meselâ kuşluk vakti: Bu vakitte Allah, güneşi doğuş
ile zirve arasına yükselterek gündüzü bebeklik ve
çocukluktan çıkarıp gençleştirerek çok güzel bir ic-
raatta bulunmuş oluyor. Bu vakitte yapılan ibadet
de, Allah'ın icraatını takdir etme olmaktadır.

Meselâ öğle vakti: Bu vakitte Allah güneşi dünyanın
tepesine bir avize gibi dikerek  bütün yeryüzünü ay-
dınlatmakla yine muazzam bir icraatta bulunuyor ve
günü olgunlaştırıyor. Kılınan "öğle namazı"yla Al-
lah'ın bu mükemmel icraatını göklere çıkarmış
oluyoruz.

Meselâ ikindi vakti: Bu vakitte Allah güneşi zirve ile
batış arasına getirip günü ihtiyarlatarak yine hayret
verici bir iş yapıyor. İşte biz "ikindi namazı"yla Al-
lah'ın bu işini takdir ve tebrik etmiş oluyoruz.

Meselâ akşam vakti: Bu vakitte Allah güneşi batıra-
rak geceyi getiriyor, günü öldürüyor. Geceyi getir-
mek ve gündüzü götürmek, yani dünyayı döndür-
mek, Allah'ın çok büyük bir işidir. Bütün bu işlerin
"kendi kendine" olup bittiğini düşünmek çok büyük
hatadır. Çünkü hiç bir fabrika kendi kendine kurulup,
kendi kendine çalışmaz. O fabrikanın mutlaka bir
patronu ve o patronun da işçileri vardır. Dünya ve
evren fabrikasının sahibi de Allah'tır. Allah olmadan
evren fabrikası çalışamaz. Madem çalışan bir ev-
ren vardır, onun sahibi ve çalıştırıcısı olarak Allah
da vardır. Allah bu varlığını Kur'anıyla da bildirmiş-
tir. Bu bildiri karşısında inkâr olmaz ve olmamalıdır.

Hem akşam vakti, insanların ve diğer canlıların din-
lenmesi için çok büyük bir nimettir. İşte kılınan
"akşam namazı"yla bu nimete teşekkür etmiş ve
Allah'ın bizim yapmamız mümkün olmayan  işlerini
yüceltmiş oluyoruz.

Meselâ gece vakti: Bu vakitte Allah yeryüzünü ka-
ranlığa gömerek ve günü uzay kabrine sokarak çok
acayip bir iş yapıyor. "Yatsı namazı"yla da Allah'ın
bu acayip işini alkışlamak gerekiyor. Çünkü Allah'ın
yaptığı "işler"i biz yapamayız. Ama O bizim için ya-
pıyor. Bunun da bir karşılığının olması gerekiyor.
İşte o gereken de, "vakitli namazlar"dır. İşte bu
yüzden insan, keyfinin çektiği vakitte değil, Allah'ın
bildirdiği vakitlerde namaz kılmalıdır. Fakat zikir
böyle değildir. Onu istediğiniz vakitlerde çeke-
bilirsiniz.

Vakitsiz (nafile) namazlar, ancak vakitli namazların
yerine getirilmesiyle önem kazanır.

Not 7: Yukarıda açıklanan gerçekler sebebiyle, ba-
zı inançlıların: "Dinî hizmetler ve zikir çekme de bir
ibadettir. Ayrıca namaz kılmaya gerek yoktur" de-
meleri doğru değildir. Vakitli namaz, Allah'ın bir
emri ve isteğidir. Bu emir ve isteğe uymak
gerekiyor.

Not 8: Vakitli namazlarda çok yukarıdan bakıldığın-
da yeryüzünde muazzam bir tablo oluşuyor. Çünkü
belirli bir vakitte imanlılar, kâbeye doğru yüzlerini
çevirip namaza durduklarında, yeryüzü bir ordugâh,
namaz kılanlar da kâbenin etrafını sarmış "talim e-
den askerler" görüntüsünü vermektedir. Herşeye
yukarıdan bakan Allah da bu muazzam görüntüden
hoşlanıyor ve "işte benim değerli kullarım" diyor.
Eğer namaz vakitleri inançlılar tarafından keyfî ola-
rak ayarlansaydı bu muazzam tablo ve görüntü
meydana gelmeyecekti. İşte kullarının ibadetini
görmek isteyen yüce Allah, "o canlı tablonun olu-
şabilmesi için, namazlara vakit koymuştur" diyebi-
liriz.

Not 9: Ey İslâmlı Ülkeler'deki hıristiyanlar! Allah ka-
tında gerçek din, Allah'ı birleyip O'na teslim olmak-
tır. Eğer Meryem oğlu Hz. İsa'yı Tanrı'nın bir Elçisi
ve mûcizesi olarak kabul edip Allah'a; haklı olmak,
adâletli olmak, namuslu olmak, ibadetli olmak, ah-
lâklı olmak, iyilikçi olmak ve bütün kötülükleri terket-
mekle teslim olursanız, bu dininiz Allah katında ka-
bul edilecektir. Eğer Hz. İsa'yı tanrılaştırır veya onu
Tanrı oğlu yaparsanız, bu dininiz de Allah katında
reddedilecek ve cezâya uğrayacaksınız. O halde
dininizi gözden geçiriniz. Atalarınız size yanlış bir
din ve inanç miras bırakmış olabilir. Son indirilmiş
kitap olan Kur'ana bakarak inancınızı düzeltebilirsi-
niz ve düzeltmelisiniz.

Ey Meryem oğlu İsa'yı çok seven hıristiyanlar! Tan-
rı olmak için yerin, göğün ve bunlar arasındakilerin
sahibi olmak ve onları yönetebilmek gerekiyor. Bu
yönetim ve sahiplik için de; herşeye gücü yeten,
herşeyi bilen, gören, duyan, konuşan, doğumu ve
ölümü olmayan, ezelî ve ebedî bir varlık olmak ge-
rekiyor. Bu gereklikler karşısında Meryem'den do-
ğan ve sizin inancınızca çarmıha gerilerek öldürül-
müş, gerçekte ise öldürülmekten kurtarılıp göğe
yükseltilmiş bulunan Meryem oğlu İsa'nın "Tanrı"
olamayacağı gayet açıktır.

Ey babasız yaratılmış Meryem oğlu İsa'ya bir "ba-
ba" arayan ve Tanrı'yı ona "baba" yapmış hıristi-
yanlar! İsa Mesih'e baba aramaktan ve Tanrı'yı ona
baba yapmaktan vazgeçiniz. Çünkü ilk insan Âdem'
i hem annesiz ve hem babasız yaratmış bir Allah, İ-
sa Mesih'i babasız yaratmaktan ve onu bir mûcize
yapmaktan âciz değildir. Bu sebeple Tanrı'yı İsa'ya
baba yapmaktan vazgeçmelisiniz. Eğer vazgeç-
mezseniz, Tanrı'yı insan seviyesine, İsa'yı da Tanrı
mertebesine çıkarmış olur, Allah'a küfredersiniz.
Bu küfür, Allah'a haksızlıktır. Bu zulüm olan haksız-
lık terkedilmelidir.

Ey Meryem oğlu İsa'yı "Tanrı oğlu" kabul eden hı-
ristiyanlar!

Herşeyden ve herkesten önce var bulunan ve ölü-
mü de olmayan, ayrıca bütün insanların yaratıcısı
ve yaşatıcısı olan, yani insan soyunun bir parçası
olmayan ve olamayacak olan Tanrı'nın çocuğu da
olmaz. Tanrı'nın ölümü olmadığından; "Ben öldük-
ten sonra Benim yerime geçecek bir oğlum olmalı"
derdinde bir Tanrı da yoktur. O halde Meryem oğlu
İsa'nın "Tanrı oğlu" olamayacağını da kabul etmeli-
siniz. Bunu kabul etmediğiniz takdirde, Meryem oğ-
lu İsa'nın "Tanrı oğlu" olduğunu isbatlamak zorun-
dasınız. (Kur'an karşısında asla mümkün olmayan)
bu isbatı yapmadığınız müddetçe inancınız geçer-
sizdir. Geçersiz bir inanç ise, yüce Tanrı katında
mutlaka ve mutlaka reddedilecek ve size çok ağır
bir cezâ getirecektir. Bu cezâya uğramak istemez-
seniz, önleminizi alınız. Eğer önlem almak isterse-
niz, karşınıza: "İsa Tanrı'nın kulu ve Elçisi'dir" ger-
çeği çıkacaktır. Bu gerçeğe sarılmak ve Musa ile
Muhammed'in de Tanrı Elçisi olduğunu kabullen-
mek, sizin kurtuluşunuz olacaktır. Bu kurtuluşu ara-
yınız ve isteyiniz. Tabii ötedünyada ebedî bir ya-
şam ve mutluluk isterseniz. "Ölümlü" olduğunuz ve
ölümü öldüremediğiniz için bunu istemek zorunda-
sınız. Tabii seçim yine sizindir!

İmza: Mehdiyet Makamı.


                     Allah'tan başka ilah yoktur.
         Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın yirmisi, Ocak sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut:    Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *