Montag, 31. Oktober 2011

SURİYE DİKTATÖRÜ BEŞŞAR ESAD'A UYARI

SURİYE DİKTATÖRÜ BEŞŞAR ESAD'A UYARI

zalim ve zorbaların karşısında olan ALLAHın adıyla

Suriye'deki diktatörlük karşıtı eylemler başladığında Beşşar Esad'ın
iktidardan kendiliğinden çekilmesi için ona bir şans tanıdık ve bu
tanımanın gereği olarak da NATO'nun devreye girmesine izin verme-
dik. Bu şekilde Suriye'nin ve halkının zarar görmesini önlemek istiyor-
duk. Ama bizim acıdığımız halka, Suriye diktatörü acımadı ve binlerce
diktatörlük karşıtını acımasızca katlettirdi. Bu katliamdan sonra Beşşar
Esad'ın reform yapmaya başlayacak olmasının da bir anlamı ve kıymeti
kalmadı. Beşşar Esad'ın yapacağı en iyi reform, derhal iktidardan çekil-
mektir.

Suriye diktatörü şunu bilmelidir ki, diktatörlük bir hak değil, haksızlıktır.
Bu haksızlığı devirmek de, Suriye halkının hakkıdır. Bu hak için sava-
şanlara da terörist denemez! Onları terörist diyerek öldürmek büyük
bir zulümdür!

Dolayısıyla Beşşar Esad'a bir ay mühlet veriyoruz. Bu vakit içinde ikti-
dardan çekilmezse, NATO hemen devreye girmek zorunda kalacaktır.

Suriye halkı, Suriye'nin zarar görmemesi ve NATO'nun harekâta geç-
memesi için, Beşşar Esad'a başka bir ülkeye gitmesi için yol versin. Ya-
ni Esad'dan sorulması gereken hesab Allah'a bırakılarak, iktidardan çe-
kilmesi için ona bir garanti verilmiş olunsun. Eğer bunu kabul etmezse,
NATO, harekâta geçmek zorundadır.

Eğer Suriye ordusu, demokrasiye teslim olduğunu açıklarsa, NATO,
askerî tesisleri vurmasın. Bu halde NATO'nun vuracağı yerler ancak
Suriye diktatörünün yönetim yerleri olabilir. Veya Suriye ordusunun
Esad'a muhalefetini bildirmesiyle NATO harekâtına da gerek kalma-
yabilir.

Eğer Suriye ordusu demokrasiye teslim olduğunu bildirmez ve kabul
etmezse, NATO'nun hakekâta başlamaşından baska çare yoktur. Ve
bütün askerî tesisler bombalanacaktır.

Suriye'ye yapılacak NATO harekâtı, Türkiye'nin kumandasında olma-
lıdır.

Not 1: Bu bildiri, Türkiye ve ABD tarafından Suriye diktatörüne, hal-
kına ve ordusuna iletilmelidir.

Not 2: Eğer Suriye ordusu demokrasi yanında yer alırsa, hem bir iç
savaşı önlemiş, hem de Suriye'yi korumuş olur.

Not 3: Suriye halkının diktatörlüğe karşı haklı savaşında İran, Suriye
diktatörünün yanında değil, karşısında olmalıdır. Eğer İran, diktatörün
yanını seçerse, zarar görmekten kurtulamaz. Bir "İslâmî Yönetim"e sahip
olduğunu iddia eden İran Yönetimi, zalim ve zorbaların yanında saf tuta-
maz, tutmamalıdır.

Not 4: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşıldı.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ekim sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 24. Oktober 2011

WALL STREET İŞGALCİLERİ VE YENİ BİR DÜZEN VE İDEOLOJİ ARAYANLAR İÇİN YOL KILAVUZU

WALL STREET İŞGALCİLERİ VE YENİ BİR DÜZEN
VE İDEOLOJİ ARAYANLAR İÇİN YOL KILAVUZU

Bu kılavuzlukla ilgili olarak aşağıdaki bildiriler mutlaka okunmalıdır:

AYDINLIKNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/y-d-i-n-l-i-k-n-m-e-aydinlanmak.html

ÇAĞNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/n-m-e.html

DÜZENNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/d-z-e-n-n-m-e.html

EY AVRUPA HALKLARI!
http://kuranisthaber.blogspot.com/2011/07/ey-avrupa-halklari-o-european-volker.html

EY DÜNYA IRKLARI
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/12/ey-dnya-irklari.html

EYTİŞİMNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2009/03/e-y-t-i-s-i-m-n-m-e.html

FAKİRNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/f-k-i-r-n-m-e.html

İNKİLÂBA DÂVET
http://kuranisthaber.blogspot.com/2009/09/inkilaba-davet.html

KİMLİKNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/k-i-m-l-i-k-n-m-e.html

KURANİSTNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/k-u-ra-n-i-s-t-n-m-e.html

KURANİZMİN YÖNETEN VE YÖNETİLENLERE ÇAĞRISI
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/11/kuranizmin-yneten-ve-ynetilenlere-arisi.html

KURTULUŞNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/k-u-r-t-u-l-u-s-n-m-e.html

ZENGİNNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/z-e-n-g-i-n-n-m-e.html


Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ekim sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Duyuru.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 15. September 2011

ABD BAŞKANI SAYIN BARAK OBAMA'YA MEKTUP

ABD BAŞKANI SAYIN BARAK OBAMA'YA MEKTUP

ABD Baskanı sayın Barak Obama, yakında Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi'nde Bağımsız Filistin Devleti
için yapılacak oylamayı veto edeceğini açıklamış bulunu-
yor.

Eğer Amerika bu açıklamasından dönmeyecekse, bu
kararını gerçekleştirmeden önce sayın Hüseyin Obama, 11
Eylül Terör Eylemi'nin, "ABD'nin Filistin halkına zulme-
den İsrail'e destek vermesinden dolayı yapıldığını" unut-
mamalı. Eğer sayın Başkan Barak Obama ve Amerikalılar
bunu unutursa, Amerika'nın El-Kaide'ye karşı mücâdelesi
koskoca bir "yalan" olur ve bu mücâdelenin göz boyamak-
tan başka hiç bir anlamı kalmaz. Aynı zamanda öldürülen
o üçbin mâsûm insanın ölümleriyle ve onların yakınlarıyla
da alay edilmiş olunur.

Amerika, bu korkunç alayı ve anlamsızlığı yapmamalıdır.
Eğer yaparsa, Amerika, hak ve adaleti yere çarpmış ve
çiğnemiş olur. Bu çarpma ve çiğneme karşısında bütün
dünya ülkelerinin çoğunluğunun ve uluslararası kamuoyu-
nun: "Yeter artık, bu kadar da olmaz!" deme noktasına
getirilmiş olacağı hatırda tutulmalı ve ''ABD'nin, BM'de
devlet olarak tanınmak isteyen Filistin'e destek olması
gerektiğini, yoksa Arap dünyasında zaten az olan güveni-
lirliğini iyice kaybedeceğini'' belirten Suudi Arabistan'ın
eski istihbarat başkanı Prens Turki El Faysal'ın konuyla
ilgili son uyarılarına da kulak verilmelidir:

http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=224483
 
Eğer Sayın Barak Obama, yapılacak oylamayı veto etmek-
ten vazgeçerse, bu vazgeçiş karşısında belki İsrail Lobisi'
nin cezalandırmasına çarpılacak ve başkanlıktan düşürüle-
cektir. Şayet bu düşürülmeyi göze alabilecek olursa, bir
başkanlığı kaybetmis, fakat bunun karşılığında hak ve ada-
leti kazanmış ve onları yüceltmiş olacaktır. Bu yüceltme ile
de ABD'nin "dünya liderliği", sahtelikten kurtulup, bir "ger-
çeklik" kazanacaktır.

Sayın Barak Obama, bu gerçekliği Amerika'ya kazandırma-
ya çalışmalıdır. Bu çalışma yapılmadığı takdirde, sayın O-
bama'nın ve Amerika'nın liderliklerinin özü, İsrail'in haksız-
lık ve adaletsizlik asidi içinde eriyip gitmiş olacaktır.

Not 1: "Bu talebin iki devletli barış çözümüne hizmet etme-
yeceğini ve bunun, dikkati asıl meseleden dağıtacağını ve
problemi çözmeyeceğini" savunan Başkan Obama, bize
(yani dünya kamuoyuna), çözümün nasıl ve ne zaman ola-
cağını da açıklamalıdır.

Not 2: Başkanlığını düşürülmekten korumak, sayın Oba-
ma'nın hakkıdır. Onun bu hakkına ve gelecek seçimleri
kazanma arzusuna saygı duyuyoruz. Bu yüzden de onun
üzerinde fazla baskı kurmak istemiyoruz. Ama bununla
birlikte Filistin Dâvâsı'nın politik menfaatlere kurban gitme-
sine de üzülüyoruz.

Not 3: Filistin konusunda Amerika'nın elini kolunu bağlayan
İsrail Lobisi'ni, hak ve adalete boyun eğdirmenin vakti gel-
miştir. Şimdi bütün dünya ülke ve halkları, yasal ve demok-
ratik yollardan bunu gerçekleştirmenin yollarını aramalıdır.
Yoksa Filistinliler hiç bir zaman haklarına ve devletlerine
kavuşamayacaklardır.

Not 4: Sayın Barak Obama, son paragrafı: "Bir ülke (Ame-
rika), dünya barışının baş düşmanı haline gelmiş, hukuk ta-
nımaz bir ülke ile suç ortaklığı içinde ise asla güven içinde
olamaz. ABD, İsrail politikasını değiştirmeden, İsrail kam-
burunu sırtından atmadan, en azından bu ülkenin saldırgan
politikalarını frenlemeyi başarmadan, Ortadoğu ve Kuzey
Afrika'da "çirkin Amerikalı" olmaktan kurtulamaz. İsterse
Ortadoğu Baharı'na en büyük desteği versin, eski diktatör-
lerin yıkılış sürecini can siperane desteklesin, İsrail'in suç-
larına arka çıkan bir Amerika, Ortadoğu halklarının sempa-
tisini kazanamaz" şeklinde biten, Türkiye'den Bugün Gaze-
tesi yazarı sayın Gülay Göktürk hanımefendinin makalesini
okumadan uyumamalıdır:

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/168847-abd-guvende-olabilir-mi-makalesi.aspx
 
Not 5: Bu mektup, uluslararası diplomatik platformda payla-
şıldı.
 
Adresimiz: www.kuranisthaber.blogspot.com
 
Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Eylül ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 3. September 2011

AYŞE HÜR VE ONUN GİBİ DÜŞÜNENLER KUR'ANIN DOĞRULUĞUNA İNANMAK ZORUNDADIRLAR

AYŞE HÜR VE ONUN GİBİ DÜŞÜNENLER
KUR'ANIN DOĞRULUĞUNA İNANMAK
ZORUNDADIRLAR

Sayın Ayşe Hür ve Kur'an hakkında onun gibi düşünenler!

Son makalelerinizden birinde: "Kur'anın doğru bir Kitap
olmadığını" ima etmişsiniz. Biz de buna karşı diyoruz:

Kur'anın özetinin özeti: "Yoktur Allah'tan başka ilah"tır.
Kur'anın bu en büyük dâvâsı karşısında, siz ikinci bir ilahın
varlığını isbatlayabilirseniz, "Kur'anın doğru bir Kitap olma-
dığı" iddianıza biz de inanabiliriz.

Haydi, ikinci bir ilâhın (ama kâinatı yaratıp yaşatabilecek ve
yönetebilecek bir ilâhın) varlığını isbatlayın! Biz de Kur'anı,
"İlâhî Kitap" olmaktan çıkaralım...

Ama istediğimiz isbatı yapmaya sizin ne gücünüz, ne de
bilginiz yeter. Bu noktada siz de bir "kurtuluş"a muhtaç-
sınız. Eğer kurtuluş isterseniz, "KURTULUŞNAME"yi
okumalısınız.

KURTULUŞNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/k-u-r-t-u-l-u-s-n-m-e.html

Adresimiz: www.kuranisthaber.blogspot.com

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Eylül başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 21. August 2011

AFRİKA AÇLIKTAN KIRILIRKEN ALLAH NEREDE?

AFRİKA AÇLIKTAN KIRILIRKEN ALLAH NEREDE?

açları doyuran açıkları barındıran ALLAHın adıyla

Bazı inançsız ve inkârcılar bu suali soruyor ve sorabilir. Ve
onlar bu soruyu sorarken bazı inançlıların içinde de şüphe
uyanabilir ve derler: "Sahi! Allah nerede? Bu faciayı neden
görmüyor?"

Evet: Allah nerede?

Şüphesiz Allah her yerde! Çünkü bu suali sorarken, yer yü-
zünde yedi milyar insanın Allah tarafından doyurulmakta ve
barındırılmakta olduğunu da görmeli ve unutmamalıyız.

İkinci olarak; "Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryü-
zünde azarlardı. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indirir. Çün-
kü O, kullarından haber alan, onları görendir" (Şura 27) a-
yetine göre yüce Allah, açlıktan kırılmakta olan Afrikalıları
da mutlaka görüyor.

Peki, onları gördüğü halde neden onlara imdat etmiyor?

Bunun bir sebebi; "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla,
bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sab-
redenleri müjdele" (Bakara 155) ayetine göre "imtihan" o-
labilir.

Bu imtihan sebebine göre yüce Allah; "Bakalım, sabır mı
edecekler, yoksa küfür mü edecekler" diyerek, açlığa uğrat-
tığı Afrikalıları denemektedir.

Bu acı imtihan sonucunda onlara muhtemelen şöyle hitap
edecektir: "Ey kulum! Ben seni ağır bir açlığa mahkûm et-
tiğim ve o açlıkla can ciğer evlâdını dahi elinden aldığım
halde sen bütün bunlara sabrettin, Bana isyan ve küfürde
bulunmadın. Senin bu başarına karşılık buyur, cennet senin-
dir!"

Böyle güzel bir sonuç karşısında, onların "felâkete ugradığı"
düşünülemez.

Ayrıca Afrikalılar imtihan edilirken diğer ülke insanları da im-
tihana tabi tutulmakta ve: "Bakalım, onlara kimler yardım
edecek, kimler etmeyecek" bilinmek istenmektedir.

İkinci sebep: Dünya hayatı; çalışmakla, sebeplerin şartlarına
uymakla ve yardımlaşmayla kazanılmaktadır. Yoksa dünya
hayatı mûcizelerle kazanılmıyor. Buna göre Afrikalılar, ge-
rekli şartları sağlayamadıkları yani doğru düzgün bir devlet-
lerinin olmayışı, doğal kaynaklarını çaldırmış olmaları, in-
sanlığın hırs ve israfla iklim şartlarını bozmuş olması ve
savaş gibi sebepler yüzünden bu hale düşmüş olabilirler ve
öyle gözüküyor.

Elbette Allah o aç insanlara gökten sofralar da indirebilirdi.
Fakat dünya, "imtihan dünyası" ve "sebepler diyarı" olduğu
için, böyle bir mûcizeye gerek görülmüyor. Ama diğer insan-
ların yardımı onlara ulaştırılarak, ellerinden tutuluyor. Allah
dileseydi daha başka felâketlerle bu yardımları da engelleye-
bilirdi. Fakat engellemiyor. Demek, onlara merhamet ediliyor.

Bu sebebe göre de, kimsenin Allah'a sataşma hakkı ve haddi
olamaz! Çünkü 70 milyon aç Afrikalıya karşılık, 7 milyarlık
bir dünya doyurulmakta ve barındırılmaktadır.

Hem zenginlerin elindeki para ve servet, o aç insanları kalkın-
dırmaya onlarca belki yüzlerce defa yeter, artar. Fakat maa-
lesef o insanlar açlıktan ölürken ve fakirler de sürünürken
zenginlerin para ve serveti bir köşede duruyor, o muhtaçlara
ulaşmıyor veya ulaştırılamıyor.

Ama bu düzen hep böyle sürüp gidemez! Bu bozuk düzenin
ve büyük adaletsizliğin mutlaka yıkılması gerekiyor. Bu yı-
kım için de fakirlerin isyan bayrağını açması kaçınılmazdır.

Bu haksız ve adaletsiz düzenin degişmesi için bütün dünya
devletlerinin, zenginlere bir "servet vergisi" yüklemesi gerek-
mektedir. Fakat o devletler bu gerekliği kendiliklerinden yap-
mamaktadır. Bu durumda fakirlerin isyanının devreye girme-
sinden başka çare yoktur.

Şimdi söz: Açların, fakirlerin ve işsizlerindir! Onlar konuşma-
dan kurtuluş yoktur...

Ve kurtuluş, ancak: KUR'ANİZM iledir!


Konuyla ilgili yardımcı linklerimiz:

DÜZENNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/d-z-e-n-n-m-e.html

FAKİRNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/f-k-i-r-n-m-e.html

ZENGİNNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/z-e-n-g-i-n-n-m-e.html


Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ağustos sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Mittwoch, 10. August 2011

EVREN SUDAN MI YARATILDI?

EVREN SUDAN MI YARATILDI?

(Yazarımız Hüseyin Avdıç, "evrenin sudan yaratıldığını" iddia ediyor.)

Dünya, evren (ağacı)nın hem meyvesi hem de çekirdeğidir. Yani ev-
ren "su"dan yaratılmıştır. Bu iddiamı, aşağıda geçen gazete habe-
rindeki yeni keşif de desteklemektedir.

Geçenlerde gazeteler, "NASA'lı bir bilim adamının, dünyadan 12
milyar ışık yılı ötede, dünya okyanuslarının içerdiği toplam su küt-
lesinin 140 trilyon katı büyüklüğe sahip, buhar halinde su kütlesi
bulunduğunu keşfettiğini" haber verdi. Bakınız:

http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=217781

Bu haber, "evrenin temelinin su olduğu"na işaret etmektedir. Yuka-
rıda; "dünya evrenin hem meyvesi hem çekirdeğidir" demiştim. Yer-
yüzünün yüzde sekseninin sularla kaplı olduğunu düşünürsek, bah-
settiğim çekirdeğin ne olduğu da anlaşılır. Yani: Evren, sudan yara-
tılmıştır.

Kur'andaki Zümer 67: ... "Halbuki kıyamet günü yer, tamamen O'
nun avucunun içindedir, gökler de sağ elinde dürülmüştür. ..." ayeti
de; dünyanın, evrenin hem meyvesi hem çekirdeği olduğunu göster-
mektedir.

"O nankörler görmediler mi ki göklerle yer bitişik idi, biz onları ayır-
dık ..." (Enbiya 30) ayeti de; dünyanın, evrenin meyve ve çekirdeği
olduğunu açıkça bildirmektedir.

"Gökleri ve yeri altı günde yaradan O'dur. O zaman Arş'ı (Allah'ın
yönetim tahtı) su üzerinde idi. (Bu kâinâtı yarattı) ki, hanginizin da-
ha güzel iş yaptığınızı denesin. ..." (Hud 7) ayeti de, evrenin temeli-
nin "su" olduğunu haber vermektedir.

Yeni yapılan keşfi bu üç ayet ile birleştirdiğimizde, evrenin "sudan
yaratılmış olduğu" kanaatine varabiliriz.

Bakınız, yeni keşfin sahibi bilim adamı Bradford ne diyor: "Yeni ke-
şif bir kez daha gösterdi ki su, evrende oldukça yaygın ve hatta ev-
renin en erken zamanlarından beri var"

Anlayacağımız, bu yeni keşif karşısında, evrenin ortaya çıkışıyla il-
gili "büyük patlama" teorisinin sulara gömülmekte olduğudur. Koz-
moloji bilimi yakında "evrenin sudan yaratıldığını" bildirirse, şaşır-
mayalım ve, Kur'anın "evrenin yaratıcısı Allah tarafından indirilmiş
mûcize bir Kitap" olduğunu bir kere daha anlayalım.

Hüseyin Avdıç

Yayınlayan: Kuranisthaber

Sonntag, 7. August 2011

ORUÇ ZAMANI DEĞİŞSİN Mİ?

ORUÇ ZAMANI DEĞİŞSİN Mİ?

Vatan Gazetesi'nden Can Ataklı: "Arabistan'da 13 saat oruç
tutulurken, Türkiye'de 17 saat oruç tutuluyor" diyerek, aradaki
adaletsizliği nazara vermiş ve "bu vakitler Haziran'la Aralık ayı
ortasına sabitlenemez mi" diye de sormuş ve bu konuda bir
"reform" teklifinde bulunmuş.

Cevap: Oruç vakitlerinin bir yerde 13 saat sürerken başka bir
yerde 17 saat sürmesi, gerçekten "adaletsizlik" gibi görünüyor.
Fakat bu uzun zaman farkı hep böyle kalmadığından, yani her
sene 10 gün kayarak saat farkları düştüğünden, adaletsizlik or-
tadan kalkmaktadır. Eğer oruç müddeti her sene 17 saat olarak
kalsaydı, o zaman adaletsizlik olurdu. Ama bu saatin sabit olma-
ması, adaletsizliğe meydan vermemektedir. Çünkü oruç tutanlar
33 senede bir Haziran, Temmuz, Ağustos aylarına rastlıyacaklar-
dir. Diğer aylarda ise oruç saatleri kısalmakta ve Aralık ayında
bu kısalma 10 saate kadar düşmektedir.

Eğer oruç müddeti, 13 saat kadar süren Aralık-Haziran ortasına
sabitlense, bu, oruçta monotonluğa sebep olur. Oysa oruç ayları-
nın her sene degişmesi ve farklı uzunlukta olması, monotonluğu
ortadan kaldırmakta ve orucu güzelleştirmektedir. Hem bu durum,
İslâmiyetin doğduğu bölgedeki müslümanlarla "birlik" meydana
getirmektedir.

Bunlarla birlikte, oruca güç dayananlar ve hastalar için, oruç tutma
yerine fidye verme ruhsatı olduğundan da, oruç vakitlerinin değişti-
rilmesine ve belirli bir vakte sabitlenmesine gerek yoktur. Çünkü
zorluk aylarına, 33 senede bir olmak üzere bütün ömürde 2-3 defa
rastlanılacaktır. Bu istisnaya katlanmak ise, çoğu müslüman için
mümkündür.

Sayın Can Ataklı, orucun hep Haziran, Temmuz, Ağustos'ta tutu-
lacağını düşünmemeli, diğer ayları ve onlardaki kolaylığı da görme-
lidir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ağustos başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Dienstag, 2. August 2011

ANDERS BEHRİNG BREİVİK'E MEKTUP

ANDERS BEHRİNG BREİVİK'E MEKTUP

insanlara yol gösteren yüce TANRInın adıyla

Sayın Anders Behring Breivik,

"Avrupa'yı müslüman istilasından kurtarmak" düşüncesiyle, Nor-
veç'te 77 mâsûm insanı katlettiniz. Bu katliam, "size göre gerek-
li"ydi. Acaba "siz" kimdiniz? Ve bu kararı "hangi ölçü"lere göre
verdiniz? Acaba bu kararınızda gerçekten haklı mısınız?

Şimdi bu suallerin cevabını hem siz hem de biz bulmak ve bilmek
zorundayız. Bu zorunluğu önce biz yerine getireceğiz. Siz de, bi-
zim vereceğimiz cevapla, yaptıklarınızın eğrilik ve doğruluğunu
göreceksiniz.

Biz "Avrupa Muranistleri", hayatın sorun ve suallerini cevaplayabil-
mek ve hem yeni çağımıza yeni bir düzen getirebilmek için, evrenin
ve içindekilerinin tek sahibi yüce Tanrı'nın son kitabı Kur'ana daya-
narak ve onun İndiricisi'nden aldığımız bilgi ve ilhamla bir ideoloji
ürettik. Bu ideolojiye de: "Kur'anizm" dedik. Sonra bu ideolojimizi
modernleştirerek ona: "Modern Kur'anizm" anlamında "Muranizm"
adını verdik. Bu ideolojiye sahip çıkacak olanlara da: "Muranist"
dedik.

Sistemleştirdiğimiz bu ideolojinin temelini de en başta; Hak ve Ada-
let ve Namus oluşturmaktadır. (Bakınız: DÜZENNAME)
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/d-z-e-n-n-m-e.html

Şimdi yukarıda sorduğumuz suallerin cevabını da bu temeli ölçü
alarak vermeye çalışacağız.

Bir eyleme kalktığımız zaman, eğer o eylem gerekliyse, önce o ey-
lemin "Hakka uygun olup olmadığına" bakmalıyız. "Hak" ise, yü-
ce Tanrımızın "izin verdikleri"dir.

Şimdi sormalıyız: "Acaba yüce Tanrı, müslümanların Avrupa top-
raklarından uzaklaştırılmasına izin vermekte midir?"

O insanlar, bulundukları ülkelerin yasalarına uydukları daha doğru-
su haksızlığa, adaletsizliğe ve namussuzluğa sapmadıkları ve yap-
mış oldukları anlaşmayı bozmadıkları müddetçe Avrupa toprakla-
rında yaşama hakkına sahiptirler. Çünkü herkesten önce Avrupa
toprakları da "yüce Tanrı"ya aittir. Bu topraklarda yaşama hakkını
da o yüce Tanrı önce, kendine teslim olmuş inançlılara verir. O'nu
inkâr eden ve tanımayan inançsızlara ise, o topraklarda yaşamayı
onlara lâyık görmese de, onların o yerlerde barınma hakkını
-inançlıları yok etmek gibi büyük bir zulüm işlemedikleri müddetçe-
ellerinden almaz. Çünkü onların bir gün Tanrı'ya dönme ihtimali
vardır.

Bu halde anlaşılıyor ki, müslümanları Avrupa'da bir "istilacı" ola-
rak görmek, büyük bir hatadır. Bu hatadan dönmeyenlere yüce
Tanrı, öfkelenir. Eğer hatalarında ısrar ederlerse, onların ve ülkele-
rinin üzerine felâket yağdırır. Bu felâkete uğramamak için, yüce
Tanrı'ya teslim olmuş insanları "düşman" olarak görmeye son ver-
mek gerekir. Ama o insanların içinde teröristlik edenler varsa, onla-
rı cezalandırmak da devlete düşer. Bu cezayı vermek, halkın işi de-
ğildir. Aynı zamanda bir kimsenin kötülüğü, o kötülüğü yapanın di-
nine, ırkına ve akrabasına verilemez ve onlar o kişinin yaptığıyla
mahkûm edilemez. Böyle bir mahkûm ediş ise, Adalet'e zıttır. Ada-
let'e zıt olan şey ise kabul edilemez.

Demek, birilerini ülkemizden kovmaya çalışırken önce bulunduğu-
muz toprakların "kime ait" olduğunu düşünmeliyiz. Çünkü üzerin-
de bulunduğumuz topraklar size değil, bize değil, herkesten önce
yüce Tanrı'ya aittir. Ve bu topraklarda barınma hakkı da herkesten
önce o toprakların gerçek sahibi yüce Tanrı'ya teslim olmuş inanç-
lı kullara, yani İsevîlere, Musevîlere ve Muhammedîlere aittir. Eğer
gerçekten birilerinin, "size ait" olduğunuzu sandığınız topraklardan
çıkmasını istiyorsanız, onların da, yüce Tanrı'ya teslim olmayan
kimseler olduğunu bilmelisiniz. Çünkü üzerinizde bulunduğunuz
toprak ve vatan, önce onları yaratmış bulunan yüce Tanrı'ya aittir.
Yüce Tanrı da, Kendine ait toprakları, "yeryüzünde ırkçılık ve
bozgunculuk yapmayan haklı, adaletli ve namuslu kimselere" miras
vermiştir. Bu mirası onların elinden almaya çalışmak, en büyük zu-
lüm ve işgalciliktir!

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, ırkçılık yapmaya HAKkınız yoktur.
Yine anlamalıyız ki, -bozgunculuk yapmadıkları müddetçe- kimse-
nin müslümanları, hıristiyanları, yahudileri ve diğer yabancıları top-
raklarından çıkarmaya hakkı olmaz.

Sayın Anders Behring Breivik,

Yaşadığınız size ait olmayan (Tanrı'ya ait olan) Norveç ülkesini en
fazla 60-70 yıl sahiplenebilirsiniz. Sonra bu dünyayı terkedersiniz.
Bir o kadar daha çocuklarınız sahiplenir. Onlar da dünyadan gider.
Onların çocukları ise belki fazla sahiplenemeyeceklerdir. Çünkü
kıyamet buna izin vermeyecektir. Çünkü dünyamızın yıkılışına 111
yıl kadar bir zaman kalmıştır. Çünkü Kutsal Kitaplar'ın haberine ve
Hz.Muhammed'in verdiği bir ip ucuna göre 2121-2126 yılları ara-
sında bir meteor veya kuyruklu yıldızın dünyamıza çarpmasıyla yer-
yüzündeki binaların yarıdan fazlası yıkılacak, insanlığın yarıdan ço-
ğu ölecektir. Diğer yarısı ise, ikinci bir meteor çarpmasıyla varlıkla-
rını kaybedecekler ve koca evren yıkılıp gidecektir. Böylece Kur'an
ve İncil'in vermiş olduğu haber, gerçekleşmiş olacaktır. (Bakınız:
KIYAMETNAME)
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/k-i-y-m-e-t-n-m-e.html

Yüce Tanrı bu evren ağacını ve onun meyvesi olan dünyamızı yı-
kacaktır. Çünkü insanlık, dünyanın tavanını ve tabanını tahrip etti.
Onun doğal kaynaklarını tüketti, tüketmek üzere. Yani insanlığın
bir bin yıl daha yaşamasına imkân kalmadı. Bunun için dünyanın
yıkılması gerekmektedir. Yüce Tanrı da, binlerce yıl öncesinden
vaadettiği gibi artık bu gerekliği yerine getirecektir. Fakat bu yıkılış
başlamadan önce ve 2050 veya 2080 yılından sonra bir çok ülke
yerin dibine batacak veya depremlerle yıkılacaktır. Çünkü insanlık
dünyanın dengesini bozmuş bulunuyor. Bu bozmanın karşılığı da
elbette gelecektir.

Madem karşımızda ve yakınımızda kaçınılmaz bir kıyamet ve son
var ve ölümümüz ise onlardan da yakındır, öyleyse bu dünyanın
ırkçılık yapmaya ve ırkçılık hesabına insanları yok etmeye değe-
cek bir değerde olmadığını görmelisiniz. Eğer görmezseniz, işleye-
ceğiniz cinayetlerin hesabının yüce Tanrı tarafından mutlaka sorula-
cağını bilmelisiniz. Sizi yoktan yaratmış bir Yaratıcı, siz öldükten
sonra sizi tekrar diriltebilir ve gereken cezanızı verebilir. Madem
bu, Kutsal Kitaplarda vaadedilmiştir, öyleyse bundan kaçış yoktur.
Yüce Tanrı'nın "Büyük Mahkeme"si sizi bekliyor!

İsterseniz bu mahkemeye varmadan önce günahlarınıza tövbe edi-
niz. Eğer hatalarınızı anlayıp kabul ederek çok samimi bir tövbede
bulunur ve yüce Tanrı'ya teslim olursanız, öte dünyadaki azaptan
kurtulursunuz. Aksi halde ebedî bir cehenneme atılmanız gereke-
cektir.

Buraya kadar anlattıklarımızdan, Avrupa'nın en medenî ülkesinde
yaptığınız vahşî eylemin çok büyük bir hata ve HAKSIZlık olduğu-
nu herhalde gördünüz. Bu eyleminize, Avrupa ve Norveç yasaları
da bir hak vermeyecektir. Eğer hak verecek olurlarsa, Hitler ve
Mussolini faşizmine geri dönmüş olurlar ki, bu takdirde Asya, Afri-
ka ve Amerika'yı karşılarında bulurlar! Ama biz, akıllanmış olan
Avrupalıların, bir daha faşizme geri dönüş yapmayacaklarını umu-
yoruz.

Şimdi haksızlığınızı gösterdikten sonra, yaptığınız şeytanî eylemin
sonuçlarını, Muranist Sistem'in ikinci ayağı olan "Adalet" terazisine
vuralım.

Şeytanın sizi haklı göstermesiyle 77 mâsûm insanı haksızlıkla kat-
lettiniz. Şimdi bu büyük suçun karşılığı olarak ya 77 kere idam
edilmeniz, ya da (her cinayete 20 yıl üzerinden) 1600 yıl kadar hap-
sedilmeniz gerekiyor. Ama siz, en fazla bir 50 yıl daha yaşarsınız.
Bu hesap karşısında bir kere idam veya 50 yıl hapisle kurtulmuş o-
lacaksınız. Yani zulmettiğiniz insanlara 76 idam veya 1550 yıl hapis
borcunuz kalacak. Acaba bu borcu, zulme uğrayan insanlar sizden
nasıl tahsil edecekler?

Eğer yüce Tanrı'nın adaleti ve "Büyük Mahkeme"si olmazsa, o
mâzlûmlar, katliama uğradıklarıyla kalacaklar. Böyle bir durum ise,
adaletsizliklerin en büyüğüdür! Elbette ki yüce Tanrı bu adaletsizli-
ğe izin vermeyecek ve kıyametten sonra bütün insanları diriltip, Bü-
yük Mahkeme'sini kurarak, insanlara hak ettiklerini tamamen öde-
yecektir. Tabii sonuçta zalimler ve kötüler hak etmiş olarak cehen-
neme atılacak ve mâzlûmlar ve iyiler de cennetlerine kavuşacaklar-
dır. Böylece gerekli tahsilat yapılmış olacaktır.

Demek, (insanların ömürlerinin yetersizliği ve dünyanın küçüklüğü
ve devletin aldatılabilmesi sebebiyle) bu dünyada tam adaletin ger-
çekleşmesi mümkün olmadığından, insanların hesabının öte dün-
yaya bırakılması ve bunun için de Âhiret'in varlığı gerekli olmuştur.
Bu gerekliliği de herkesin yüce Tanrısı; İsa'ya, Musa'ya ve Muham-
med'e indirdiği Kitaplarla binlerce yıldan beri insanlığa duyurmak-
tadır.

Bunlardan da anlamalıyız ki, "cennetin dünyada kurulacağı ve âhi-
retin olmayacağı" iddialarının bir geçerliği yoktur. Çünkü, kıyame-
te kadar bu dünyaya 300 milyardan fazla insan gelip gitmiş olaca-
ğından, bu insanların diriltilip dünyaya sığdırılması ve dünyanın
onlara cennet yapılması mümkün değildir. 7 milyar insana zor ye-
ten bir Dünya, 300 milyar insana nasıl yeter? Bu 300 milyar insanın
hepsi kötü değil ki, yok edilsinler de bütün dünya iyilere kalsın!
Hem bütün kötülerin yok edilmesi adalet olamaz ki, onlar için bir
cehennem kurulmasın! Hem bütün kötüler mutlak kötü değildir ki,
cezalarını çektikten sonra cennete girmesinler!

İşte bütün bu yetersizlikler sebebiyle ve mutlak adaletin gerçekleş-
mesi için cennet ve cehennemin yaratılması HAK olmuştur. Ve yü-
ce Tanrı bu vazgeçilemez hakkı yerine getirecektir. Bu hakkı yeri-
ne getirmek de O'na zor değildir. Trilyonlarca yıldızı yandırmakta
ve döndürmekte olan bir yüce Kudret'e, cennet ve cehennemi getir-
mek nasıl zor olabilir?!

Görüyorsunuz, sayın Anders Behring Breivik! Ölümü öldürmeniz
ve kıyameti durdurmanız mümkün olmadığından, Tanrı'dan ve O'
nun cehenneminden kurtuluşunuz yoktur! Tek kurtuluş yolunuz,
O'na teslim olup tövbe etmektir ve insanlaşmaktır.

Eğer kurtulmak ve insanlaşmak isterseniz; "tek Tanrı'dan başka
Tanrı yoktur; İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir"
deyip, o tek Tanrı'ya teslim olmalı, ırkçılığı terketmelisiniz. Bunun
da en kısa yolu, Muranizm'e girip haklıca, adaletlice ve namusluca
yaşamaktır.

Öyle ise, girin, kurtulun!

Bu kurtuluşa razı olursanız, aşağıdaki emirleri kendinize verip, ken-
dinizi yeniden programlamalısınız.

Kendinize vereceğiniz emirler: "Ben herşeyden önce Haklı, Adalet-
li ve Namuslu bir insan olacağım. Haklı olabilmek için kendinden
başka tanrı bulunmayan yüce Tanrıma teslim olmalıyım ve oluyo-
rum. Bu teslim oluştan sonra Adaletli olabilmek için de O'nun öte
dünyasına kesinlikle inanmalıyım ve buna göre çalışmalıyım. İnan-
dım ve çalışıyorum. Bu çalışma ile birlikte Namuslu olabilmek için
de, yüce Tanrımın gönderdiği son Peygamber olan Hz. Muham-
med'in getirdiği ışığa sımsıkı sarılmalı ve onun yaşam biçimini ör-
nek alarak yaşamalıyım ve yaşamaya başladım."

Biz de diyoruz: Yeni yaşantınız kutlu olsun!

Not 1: Avrupa'da yaşayan Müslümanlar, Hz. İsa'yı seven ve kabul
eden insanlardır. Onlardan "korkmak" ve onları "işgalci" olarak
görmek, sağlıklı bir durum değildir. Siz asıl, Hz. İsa'nın dinini ter-
ketmiş bulunan Avrupalı halkların "dinsiz" kalmasından korkmalı-
sınız.

Not 2: Kurtuluşa erdikten sonra, hayatlarını söndürdüğünüz insan-
ların aile ve akrabalarından derhal af ve özür dilemelisiniz. Çünkü,
"bir insan ortalama 60 yıl yaşar" hesabı üzerinden o ölen insanların
-20 yaşlarında olduğunu kabul edersek-, geriye 40 yıllık bir hayatla-
rını kaybetmiş olduklarını görürüz. Bu hesaba göre: 77x40= 3080
eder. Yani: Katlettiğiniz insanların toplam 3080 yıllık hayatını yok
etmiş bulunuyorsunuz. Ama siz, 20 veya 50 yıllık bir ceza ile kurtu-
lacaksınız. Yani: O insanlara, 3030 yıllık bir hayat borcunuz var!

Böyle büyük cinayetler karşısında Avrupa yasaları derhal Adalet'te
reform yapmak zorundadır. (Konuyla ilgili olarak bakınız): YENİ
ADALET SİSTEMİ
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/12/avrupa-insan-haklari-rgtne-ve-islam.html

İşte dünyada gerekli cezanın verilemeyişinden dolayı Kur'an: "Bir
insanı haksızlıkla öldüren, bütün insanları öldürmüş gibi olur" der.
Yani bir cinayet, yedi milyar cinayet eder! Çünkü bir insan bütün
insanları öldürse, o insan dünyada ancak bir kere idam edilebilir.
Demek bir kişiyi öldürmekle herkesi öldürmek arasında bir fark
yoktur. İnsanlar bu dehşetli zulümden uzak durmalıdır.

Not 3: Bu bildiri, Avrupa dillerine tercüme edilip, bütün Avrupa
halklarına dağıtılmalıdır.

Not 4: El-Kaideciler de bu bildiriyi okuyarak kendilerini hizaya
sokmalıdırlar.

İNSANLIK DUASI

Allah'ım! Yüce Tanrım!

Yeryüzündeki gizli hazinelerin yerlerini bize bildir, onları bize
buldur. Şu fakir insanlığın zenginliğini indir. Dünyamızı ekonomik
krizlerden kurtar, yetmiş yıllık bir müddet için de olsa onu cennete
döndür. Sana olan inançsızlığı ve ibadetsizliği yok et. Sana kulluğu-
muzla bize mutluluk ver. Bize kıyametten önce bir "ALTIN ÇAĞ"
yaşat. Duamızı kabul buyur.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ağustos başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Yol Gösterme ve Dâvet.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Mittwoch, 27. Juli 2011

EY AVRUPA HALKLARI! O EUROPEAN VÖLKER!

EY AVRUPA HALKLARI!

Norveç'te faşist düşünceli, öfkesi frensiz bir sapkının 76 mâsum
insanı katletmesiyle büyük bir şok yaşadınız. Ülkelerinizde sizlere
daha başka şoklar yaşatabilecek Norveçli katliamcının düşünce-
lerine sahip yüzlerce potansiyel teröristin bulunduğunu da unutma-
malısınız. Şimdi durup düşünmek zorundasınız: Acaba bu zehirli
meyveler medenî Avrupa'da nasıl üremektedir? Bunun cevabını
bulmalısınız ki, bu zehirli üretimi durdurabilesiniz. Aksi halde cen-
net ülkeleriniz cehenneme çevrilmekten kurtulmayacaktır.

Norveç'teki katliamı, "istisnâî bir olay" deyip, geçiştirmemelisiniz.
Çünkü daha önce de okul basan ögrencilerin katliamlarıyla yüzyü-
ze gelmiştiniz. Bu demektir ki, eğitim ve kültür ağacınız artık katli-
amcı meyveler vermektedir. Acaba bu canavarca üretimi nasıl dur-
duracaksınız?

İsterseniz bunun ilk cevabını biz verelim. Cevabımız ise şudur: Her
şeyden önce iki asırdır dışlamış olduğunuz yüce Tanrı'yı evlerinize,
okullarınıza, kalp ve kafalarınza içlemektir. Oğlu ve karısı olmayan
ve buna ihtiyacı bulunmayan yüce Tanrı'yı kalb ve kafalarınıza öyle
bir içleyin ki, şeytanın yönetiminde olmaktan, başıboş ve boşuboşu-
na yaşamaktan kurtulasınız.

Bu kurtuluş için bilmek zorundasınız: Sizleri, Darwin'in evrim teori-
si var etmedi. Sizler, tesadüfen oluşmuş başıboş varlıklar değilsiniz.
Çünkü hiç bir şey tesadüfen oluşamaz ve hedefsiz değildir. Acaba
bir bulaşık makinasının parçaları tesadüfen oluşup o makinaya yer-
leşmiş olabilir mi ki, evrendeki on milyar trilyon yıldız kendikendine
ve tesadüfen ve hedefsiz olarak uzaya gelip yerleşmiş olsun? Böyle
bir şeyin mümkün olmayacağını kendi yaptığınız makinalardan an-
lamaktasınız ve anlayabilirsiniz. Demek bu evrenin ve içindekilerinin
herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten çok büyük, gözle görünmez,
ama eserleriyle ve gönderdiği elçileriyle anlaşılır ve bilinir bir Sahibi
vardır.

O çok yüce ve büyük Sahib'in sizden istediği ise şudur: O'nu gör-
meden bilmeniz, tanımanız, sevmeniz ve emirlerine teslim olmanız-
dır. O'na teslim olmak zorundasınız. Çünkü sizi yaratan ve yaşatan
O'dur. O'na teslim oluşun şartları ise: Doğruluk, adalet, ibadet ve i-
yilikçiliktir. Doğruluk ise; hakka uymak'tır. Hakk'a uymak da, yüce
Tanrı'nın istediği gibi olmaktır. O'nun isteği ise, O'na ve ötedünya-
sına inançtan sonra en başta: Adalet, ibadet ve iyilikçiliktir.

Adalet ise; haklıya hakkını, haksıza da cezasını vermektir. Ceza
vermek ise; ancak hak ettiği kadar olabilir. Buna göre; size bir tokat
atana iki tokat atamazsınız. Haksız yere bir öldürmede bulunmamış
olanı öldüremezsiniz. Öldürülmesi gerekeni de ancak devlete havale
edebilirsiniz. Haksız bir öldürmede bulunduğunuzda ise, bütün in-
sanları öldürmüş gibi olursunuz ki, bunun cezasını öte dünyada
mutlaka göreceksiniz. Sizi su ve toprak karışımından yaratmış bir
Yaratıcı, siz öldükten sonra sizi tekrar canlandırabilir ve ebedî ha-
pishanesine atabilir. Ölümü öldüremeyen insanların ise bundan ka-
çışı yoktur. Demek, Norveç katliamcısı da yüce Yaratıcıya hesap
verecek ve büyük bir ceza görecektir. Çünkü o katliamcı bu dün-
ya mahkemesinde ancak bir kere idam edilebilir. Ama o, 76 kişiyi
haksız yere öldürmüş olduğundan, onun 76 defa idam edilmesi ge-
rekir. Böyle bir cezayı da ancak onu yaratmış olan Yaratıcı verebi-
lir. Bunun için de başka ebedî bir dünya gereklidir. Demek ölümle
kurtuluş yoktur. O halde "adaletli" olmak zorundasınız. Bu anlayışı
evlerinize ve okullarınıza yerleştirdiğinizde ise, Norveç katliamcıla-
rından ve okul baskıncılarından kurtulacaksınız.

İbadet ise; yüce Yaratıcı'yı birlemek, yüceltmek ve O'na teşekkür
etmektir. Bu birleme, yüceltme ve teşekkürlemeyi yapmayan insan-
lar, yaşatılışın karşılığını vermemiş olurlar ki, böyle insanlar "ger-
çek insan" sıfatını kazanamazlar, hayvandan daha aşağı bir seviye-
ye düşerler. Tabii bu düşüş içinde olan kimselere "insan" demek
mümkün olmaz. İşte yüce Yaşatan'a ibadetle gerçek insanlığa yük-
selmiş olacaksınız. Bu yükselmeyi kazanmamış olanlara "medenî"
demek nasıl mümkün olabilir?

İyilikçilik ise; aciz ve güçsüzlerin elinden tutmak, fakirlerin yardımı-
na koşmak ve yardımlaşmaktır. Bu yardımlaşmanın gerçekleşmesi
için de zenginlere "servet vergisi" koymak ve alınacak vergileri de
fakirlere aktarmak gerekiyor. Bu gereklik ile de sosyal adalet ve
barışı sağlamış olursunuz.

Size yapılan bu dâvetten önce sizler; ateist, materyalist, naturalist
ve Darwinist şeytanlar tarafından: "Siz tesadüfen oluştunuz. Siz
kendi kendinizin sahibisiniz. Sizin bir Tanrı'ya ihtiyacınız yoktur.
Çünkü herkes kendi kendisinin tanrısıdır" denilerek iki asır boyun-
ca aldatıldınız. Bu aldatılma ile yüce Tanrı'yı dünyanızdan dışladı-
nız. Bu dışlama ile komünizm ve faşizmi doğurdunuz. Bu doğumlar
ise iki büyük dünya savaşı ile 80 milyon insanın ölümünü ve ülkele-
rinizin yıkılışını getirdi. Bu yıkılısı telafi edebildiniz, ama iç yıkılı-
şınızı göremediniz. Bu körlüğünüz sebebiyle şimdi Norveç katliam-
cılarıyla ve okul baskıncılarıyla karşılaşıyorsunuz. Bu süpriz karşı-
laşmaların son bulması için yüce Tanrı'yı dünyanıza içlemek zorun-
dasınız.

İki asır önce Tanrı'yı dünyanızdan dışlarken belki Hz. İsa Dini'nin
özünden saptırılmış bir dini dışladınız. Bu dışlamayı yaparken de
kendinizi haklı bulabilirsiniz. Ama Hz. İsa'nın gerçek dini ortaya
çıkıp önünüze geldiğinde, bunu reddetmeye hakkınız olmaz.

Diyebilirsiniz: "Norvec katliamcısı, radikal bir Hıristiyan. Din onu
katliamcı olmaktan kurtarmamışsa, sizin bizi Tanrı'ya dönmeye
çağırmanızda ne anlam kalır?"

Yüce Tanrı'nın gönderdiği hiç bir din, mâsûmların öldürülmesine
izin vermez. Bu tür öldürmeleri zulüm olarak görür ve onları ce-
hennemle tehdit eder. Çünkü din, insanları iyileştirmek ve onları
Tanrı'ya döndürmek için gönderilir. Bunun dışındaki dinler, din
olmaz. Demek Norveç katliamcısı ve El-Kaideciler yüce Tanrı'
nın emirlerini değil, kendi uydurdukları bir dinin gereklerini uygu-
luyorlar. Onların sapkınlıkları, sizin Tanrı'yı dışlamanızı gerektir-
mez.

Biz sizleri, milyonlarca mâsûm insanı suçlu ilân edip onları öldür-
meye hazır hale gelmiş El-Kaideci ve Norveç katliamcılarının ken-
di kafalarınca uydurdukları bir dine değil, yüce Tanrı'nın Hz.İsa'ya,
Musa'ya ve Muhammed'e indirdiği "gerçek din"e dâvet ediyoruz.
Dâvet ettiğimiz bu "global din"in temeli ise: "Tanrı tektir. İsa, Musa
ve Muhammed O'nun elçisidir"dir. Bu dinin özeti ise; yukarıda a-
çıkladığımız doğruluk, adalet, ibadet ve iyilikçilik'tir. Bunların ay-
rıntılarını, yüce Tanrı'nın indirdiği Kur'an, İncil ve Tevrat'tan öğre-
nebilirsiniz.

Yalnız bu öğrenimi yaparken İncil ve Tevrat'ı, Kur'anla karşılaştı-
rarak okumalısınız. Çünkü son gönderilen Kitap, öncekileri içerir
ve eksikliklerini giderir. Siz önceki Kitapların eksikliklerini ancak
son Kitap'tan öğrenebilirsiniz. Bunun için önceki Kitap'ların son
Kitap'la uyuşmayan sözlerine uymak zorunda değilsiniz. Çünkü bir
üniversite öğrencisi: "Ben, eğitim bakanlığının günümüz için hazır-
lamış olduğu ders kitaplarına göre değil, elli yıl önceki ders kitapla-
rına göre çalışırım" dese, bu öğrenci imtihanı geçemez. Bunun gibi,
Kur'ana göre hazırlanmayan insanlar da, yüce Tanrı'nın imtihanını
geçemezler.

Yüce Tanrı'nın imtihanını geçmek için çalışırken, uğradığınız terör
saldırısının şokuyla sorabilirsiniz: "Tanrı bu kötülüğü niçin yarattı?"

Yüce Tanrı bu kötülüğü, sizleri imtihan etmek için yarattı. Eğer bu
kötülükler olmasaydı, sizler iyiliği ve iyileşmeyi bilemezdiniz. Aynı
zamanda imtihana da gerek kalmazdı. Fakat yüce Tanrı sizin içiniz-
deki iyilik ve kötülüğü açığa çıkarmak için kötülüğü de yarattı ve
sizi bu şekilde sınamak istemektedir. Sizler de buna karşılık kötü-
lüğü yenmek için çalışmalı ve iyiliğinizi göstermelisiniz. İyiliğinizi
gösterebilmeniz de ancak yüce Sahibiniz'in indirdiği son Kitab'a uy-
makla mümkün olur. Öyle ise sarılın yüce Kitab'ınıza ve haykırınız:
"Tanrı tektir. İsa, Musa ve Muhammed O'nun elçisidir."

Ve unutmayınız: Dininiz, yerlerin ve göklerin yaratıcısı, yaşatıcısı
ve yöneticisi tek Tanrı'ya teslim olmaktır. Bu teslim oluşun özeti de:
Doğruluk, Adalet, İbadet ve İyilikçilik'tir. Ve ancak doğru, adaletli,
ibadetli ve iyilikçi olanlar yüce Tanrı'nın cennetine girecektir. Ada-
letsizleri, ibadetsizleri ve kötülükçüleri ise ebedî bir cehennem bek-
lemektedir. Birazcık aklı olanlar bu cehenneme girmemek için yüce
Tanrı'ya teslim olurlar. Elli yıl öncesinin ders kitaplarıyla imtihanı
geçmeye çalışan bir öğrenci gibi hareket ederseniz, hem dünyanızı
hem ötesini cehenneme döndürmüş olursunuz. Ama sizler akıllı in-
sanlarsınız. O akılsız öğrenci gibi olmayacağınızı umuyor, siz Nor-
veçlilere ve Avrupalılara geçmiş olsun diyoruz. Yüce Tanrı, doğru
ve aydınlık yolu bulmanızda yardımcınız olsun!

Konuyla ilgili yardımcı bildirilerimiz:

İNANÇ VE BİLİNÇ REHBERI
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/inan-ve-bilin-rehberi.html

DÜZENNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/d-z-e-n-n-m-e.html

ÇAĞNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/n-m-e.html

KURTULUŞNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/k-u-r-t-u-l-u-s-n-m-e.html

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Temmuz sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Dâvet ve Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 23. Juli 2011

ÖZERKLİK TALEBİ NİÇİN KABUL EDİLMELİ?

ÖZERKLİK TALEBİ NİÇİN KABUL EDİLMELİ?

sorunları çözdüren ALLAHın adıyla

Şu an Kürt halkının yüzde seksen çoğunluğu bir özerklik talebinde
bulunmuyor, fakat bunun karşısında o halkın yüzde yirmilik bir a-
zınlığı özerklik istemektedir. Bu istek karşısında ne yapacağız?

"Çoğunluk istemiyor" diye, azınlığın isteğini red mi etmeliyiz? Bu
reddediş ne kadar doğru olur?

Bizce azınlığın talebini reddetmek doğru değildir. Çünkü bu talep,
"Türkiye'yi bölen" bir talep değil, Türkiye hudutları içinde "kendi
kendini yönetme" isteğidir. "Demokrasiye tam uyma" şartı getirile-
rek bu talep karşılanabilir ve diğer çoğunluk da demokrasiye uy-
gun bir özerkliğe katılabilir.

Bir evde oturan iki kardeşten birinin, baba evinden ayrılıp başka
bir evde kendi kendini idare etmek istemesi niçin suç olsun? Ma-
dem suç olamaz, Kürt azınlığın talebini reddetmek de haklılık ol-
maz. Eğer getirilen şartlara uymayı kabul ederlerse, onların isteği
de kabul görür ve görmelidir.

Onlar da, "demokrasiye tam uyma" şartını kabul etmek durumun-
dadırlar. Çünkü karşılarında onların talebini talep etmeyen büyük
bir çoğunluk bulunmaktadır. Bu çoğunluğun rızası alınmadan da,
azınlığın isteğini yerine getirmenin bir anlamı kalmıyor. Çünkü bu
halde Kürt bölgesini ikiye bölmek zorunluğu ortaya çıkar ki, bu
da kabul edilemez.

Şartları yerine getirildiğinde Türkiye, Kürt halkına özerklik vermek-
ten korkmamalıdır. Çünkü özerklik talebi, Türkiye'yi bölen bir ta-
lep değil, yönetimde ayrılıştır. Ama bu ayrılış yine Türkiye toprak-
larında kalacaktır. Hem Türkiye, on yıl sonra Ortadoğu'nun liderli-
ğini eline almış olacaktır ve yirmi yıl sonra da (bu bölge ülkelerinin
Türkiye'ye katılmasıyla) süper güç mevkiine çıkacaktır. Bu durum-
da Kürt halkı "bağımsızlık" istese bile, onlar Türkiye'nin avucunun
içinde olacaklardır.

Demek korkacak bir şey yok! Madem korkacak bir şey yok, ta-
lep edilen şey yerine getirilmelidir. O talebi yerine getirmek, Türki-
ye'nin elini rahatlatacaktır. Aksi ise, onun başını ağrıtacaktır. Ve i-
ki halkın gençleri boşu boşuna ölmeye devam edeceklerdir. Bu ö-
lümlere razı olmak, cinayete razı olmak değil midir? Bu zulüm artık
son bulmalıdır.

Hem ırkçı Kemalizmin geçmişte ekmiş olduğu şer tohumlarını sula-
mak ve korumak bizim görevimiz değildir! (Yeni Türkiye Halklari
olarak) bizim görevimiz, o tohumların yeşermesini önlemek ve yok
etmektir. O halde rüştüne ermiş Kürt halkını esir tutmaya son ver-
meliyiz. Bu, yeni Türkiye'nin görevidir. Yeni Türkiyeliler de, "Türki-
ye'nin Barışı" için ırkçı Kemalizm'in Kürt halkına vurmuş olduğu
doksan yıllık prangayı kırmalıdır. Bu pranganın kırılması, Türkiye'
nin özgürlüğe uçması olacaktır.

Not 1: Kürt halkının özerklik talebine bir kısım dindarların sıcak
bakmadığını görüyoruz. Ama dinin "birlik emri"ne zıt görünen bu
durum, bir "bölünme" değil, bir "ayrılma"dır. Rüştüne ermiş bir ev-
lâdın baba evini terkedip başka bir eve ayrılması ve bu evin idare-
sini yüklenmesi, bölünme olarak kabul edilemez. Bu "yönetimde
ayrılış"ta felâket değil, rahmet vardır. Biz, özerklik talebini; "top-
lumsal bölünme" değil, "siyasal bölünme" olarak görmeliyiz. (Hat-
ta "siyasal bölünme" de fazla lâf oldu. "Siyasal ayrışma" demeliyiz.)

Not 2: Eğer PKK özerklik şartlarını yerine getirmeden kanlı bir
ayrışmaya kalkışacak olursa, bu kalkışmada ilk kaybeden, kendisi
ve Öcalan olur.

Not 3: Bu bildiri, PKK ve Öcalan’a da iletilmelidir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Temmuz ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 21. Juli 2011

PKK SİLAH BIRAKMADAN ÖZERKLİK GEÇERSİZDİR!

PKK SİLAH BIRAKMADAN ÖZERKLİK GEÇERSİZDİR!

BDP'lilerin tek taraflı olarak ilân ettikleri özerkliğin geçerli olabil-
mesi için TC hükümetinin onayı gerekir. Bu onayı da hükümet,
ancak PKK'nın silah bırakması karşısında verebilir. Bunun için de
yasaların özerkliğe izin verip vermediğine bakılır. Eğer yasalar izin
vermiyorsa, onları değiştirmek gerekir. Bunun için de BDP'lilerin,
yemin etmeleri ve meclise dönmeleri gerekiyor. Eğer tek taraflı
olarak ilân edilmiş bulunan özerklik zorla uygulamaya konulacak
olursa, bu da "terör" olarak kabul edilecektir. Eğer PKK'lılar ve
BDP'liler özerkliğin kabul edilmesini istiyorlarsa, önce PKK'nın
silah bırakması ve eylemlerine son vermesi gerekir. Bu adım atıl-
madığı müddetçe, BDP'lilerin talepleri kabul görmeyecektir.

O halde PKK silah bıraksın, özerklik de kabul görsün. Bunun
ardından da devlete teslim olsunlar. Bu teslim oluşla da af devreye
girebilsin. Eğer PKK, barıştan ve çözümden kaçarsa, bu kaçış,
onun süratle tasviyesini gerektirecektir. Bunu gerçekleştirmek de,
Türkiye Ordusu'na ve Polisi'ne güç ve imkânsız değildir.

Kabul edilecek bir özerkliğin de demokrasiye uygun olması gere-
kir. Demokrasiye uymayan ve zorbalıkla uygulamaya konulacak
bir özerliğin ise meşruiyeti yoktur. Meşruiyeti olmayan bir özerkli-
ğin de, Avrupa Birliği ve Amerika tarafından destek görmesi im-
kânsızdır. PKK'lılar ve BDP'liler hesaplarını iyi yapsınlar...

Not: Bu bildiri, PKK'ya ve Öcalan'a iletilmelidir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Temmuz ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Çözüm.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 17. Juli 2011

TÜRK-KÜRT BARIŞI İÇİN ÇÖZÜM

TÜRK-KÜRT BARIŞI İÇİN ÇÖZÜM

barıştıran ALLAHın adıyla

PKK'nin son Silvan baskını, Türk-Kürt barışına düğüm yapılma-
malıdır. Barış ve çözüm hâlâ vardır. O da şudur:

Kürt halkı, çoğunluğa sahip oldukları bölgede, kendi kendilerini
yönetebilecek (eğer buna güçleri yetecekse), demokrasiye dayalı
bir "Demokratik Özerklik"e sahip olabilirler. Türkiye Cumhuriyeti
de, bunu kabul etmeye hazır olmalıdır. Bu kabulden sonra PKK
da, silah bırakmaya razı olmalıdır. Bu razı oluştan sonra da Türki-
ye devleti, PKK'lılara af çıkarmalıdır. Her iki taraf bu anlaşmayı
hemen yapmalıdır.

Eğer PKK bu çözüme razı olmaz veya anlaşmaya vardıktan sonra
silahlı eylem yapmaya devam ederse, artık bu durumda Türk Si-
lahlı Kuvvetleri'nin PKK'yı yok etmesi şart olur. TSK'nin bunu
yapması imkânsız değildir. Güzel bir planla TSK (veya Polis'in
Özel Harekât Kolu) Kandil'i fethedebilir ve PKK'yı esir alabilir.

Fakat ne Türkiye Devleti, ne de PKK geriye dönmemeli, geriye
dönüp aynı süreci bir daha yaşamamalıdırlar. Çünkü kavgayı daha
fazla sürdürmenin bir anlamı ve faydası kalmamıştır.

Eğer PKK, Kürt halkının çoğunluğu rağmına onların bölgesini ele
geçirip kendi kafalarına göre bir derebeylik kurmayı istiyorsa, bu-
na kesinlikle izin verilmeyecektir. Bu savaş, kıyamete kadar süre-
cek olsa da!

Not: Bu bildiri, PKK'ya ve Öcalan'a iletilmelidir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Temmuz ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Çözüm.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 27. Juni 2011

İRAN YÖNETİMİ'NE UYARI!

İRAN YÖNETİMİ'NE UYARI!

Lübnan basını Tahran'ın Türk hükümetine "NATO Suriye'ye sal-
dırırsa topraklarınızdaki NATO hedeflerini vururuz" dediğini yaz-
mış.

Eğer bu haber doğruysa, İran Yönetimi bu uyarıyı dinlesin:

Eğer Beşar Esad diktatörlükten çekilmez ve halka zulmetmeye
devam ederse, NATO, Suriye ordusuna saldırmak zorunda kalır.
Eğer bu haklı saldırı karşısında İran Türkiye'deki NATO üslerine
saldırırsa, Türkiye ve NATO bu saldırıya mecburen cevap verir.

Çözüm: İran Yönetimi, Suriye Yönetimi'nin zulümlerine arka
olmaktan çekilsin. Suriye diktatörü de, diktatörlüğüne ve halka
zulmetmeye son versin.

Türkiye, şimdiye kadar "sıfır sorun" istediğinden, İran ve Suriye'ye
karşı yumuşak davrandı. Ama eğer Suriye'deki zulümler sona er-
dirilmezse, Türkiye'nin sertleşeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Buna İran Yönetimi de engel olamaz.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Haziran sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 26. Juni 2011

ERGENEKON ZANLILARININ MİLLETVEKİLLİĞİ VE TÜRKİYE'NİN BARIŞI

ERGENEKON ZANLILARININ MİLLETVEKİLLİĞİ VE
TÜRKİYE'NİN BARIŞI

barışanları seven ALLAHın adıyla

Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ)'nün güdümüne girmiş bulunan
MHP ve CHP, üç ETÖ zanlısını milletvekili seçtirerek millî ira-
denin temsilcisi AK Parti'ye karşı bir oyuna girişmiş veya Erge-
nekon terör tutuklularını kurtarma operasyonu başlatmış bulunu-
yor.

Madem bir oyun oynanacak veya bir operasyon yapılacak, gelin
bu oyunu tam oynayalım, operasyonu eksiksiz yapalım. Bunun
için de kamusal alanda CHP tarafından tutuklu bulunan dindarla-
rı ve üniversite kapılarında esir alınmış olan başörtülü üniversite
öğrencilerini ve özgürlük bekleyen PKK'lı mahkûmları da oyuna
ve operasyona dahil edelim. Bu dahiliyat yapılmazsa, büyük bir
haksızlık ve adaletsizlik ortaya çıkar. Bunlar da kabul edilemez.
Hem CHP ve MHP için AK Parti'den karşılıksız ve bedava bir
kurtarıcılık beklenemez.

Madem MHP ve CHP ETÖ'lü vekillerin özgürlüğünü istiyor, on-
lar da bunun bedelini ödemeye hazır ve razı olmalıdırlar. Bunun
için de yapacakları şudur: CHP, demokratik bir anayasanın önü-
nü kapatmaktan vazgeçsin ve Anayasa'daki "kırmızı çizgiler"ini
kaldırsın. MHP de, Öcalan'ın ve PKK'lı mahkûmların özgürleş-
mesine ve onların özerklik taleplerine onay versin veya engel ol-
maktan çekilsin.

İşte ancak bu şekilde CHP ve MHP'nin ETÖ'lü vekilleri ve diğer
Ergenekoncular ve Balyozcular özgürlüklerine kavuşurlar. Aksi
halde bedava köfte yoktur! Hem terör zanlılarının, zanlılıktan kur-
tulmadan milletvekili olmaya ne hakları vardır? Onlara bu hakkı
veren CHP ve MHP, hukukun üstünde bir mevkiye mi sahipler?
Herkes haddini, hududunu bilmelidir! Madem onlar bir hak isti-
yorlar, bunun bedelini ödesinler.

PKK'lılara da bedava kurtuluş ve özerklik yoktur! Onların kurtu-
lusunun bedeli de şudur: Marksist veya Kemalist bir özerklikten
vazgeçsinler ve, bir "Demokratik Özerklik"e razı olsunlar. Bunun
da şartı: Özerkliğin kurulacağı bölgedeki Kürt halkına birden fazla
parti arasında seçme özgürlüğü tanımak, onları PKK'nın partisine
mahkûm etmemektir. Çünkü Kürt halkının dörtte üçü, PKK'nın
diktasını veya otoriterliğini istememektedir. İsteselerdi bile, De-
mokratik Özerklik'te dikta ve otoriterlik kabul edilemez.

Kurtuluş, bedel ödemeyi kabul etmektedir. Bu kabulle, Türkiye'
nin barışı gerçekleşir. Biz Dindarlar, Demokratlar ve Libaraller
barışa hazırız! Siz Kemalistler, Marksistler, Ulusalcılar, Türkçüler
ve Kürtçüler de barışa hazır mısınız? Hazırsanız, hemen Demok-
ratik Anayasa'nın yapılmasına hız veriniz. Onun önündeki engel-
leri süratle kaldırınız. Bu şekilde "siz", "biz" ayrımcılığı da ortadan
kalkacaktır.

Demokratik bir anayasanın kazanılmasıyla ve PKK'lı ve Öcalan'lı
Kürt Sorunu'nun çözümüne onay verilmesiyle bütün Balyozcular'
ın, Ergenekoncular'ın ve Genelkurmaycılar'ın kurtuluşu mümkün
olabilir. Aksi halde onlara kurtuluş yoktur!

Evet, CHP ve MHP! Ne diyorsunuz?

Çok öfkeli Devlet Bey ve şakacı Oğlan (Kılıçdaroğlu), açıklamala-
rınızı bekliyoruz...

Not 1: CHP'nin, geçmişte Tayyip Erdoğan'ın önünü açmış olması,
onun demokrasi aşkından değil, Erdoğan'ın bugünkü duruma gele-
ceğini beklememiş olmasındandır. CHP bu iyiliği(!)nin karşılığını,
AK Parti'yi kapattırmaya çalışmakla almıştır. Artık CHP'nin AK
Parti'den iyilik bekleme hakkı kalmamıştır. Onun yapacağı tek şey,
istediği hakkın bedelini ödemektir. CHP'nin demokrasi aşığı olma-
dığını iyi biliyoruz.

Not 2: CHP, BDP ve AK Parti; Türkiye'nin Barışı'nı kabul ettik-
lerinde, MHP'nin bu barışa "hayır" demesinin fazla bir önemi kal-
mayacaktır. MHP, hesabını buna göre yapmalıdır.

Not 3: Türkiye'nin Barışı'nı kabul etmeyen partilere karşı "Halk
Hareketi" başlatmak zorunda kalacağız.

Not 4: Bu bildiri, İmralı'daki bay Öcalan'a da iletilmelidir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Haziran sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Barış.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Dienstag, 21. Juni 2011

MİLLETVEKİLİ YEMİNİ NASIL OLMALI?

MİLLETVEKİLİ YEMİNİ NASIL OLMALI?

herkesin üstünde olan ALLAHın adıyla

Bozuk Yemin:

"Devletin varlığı ve bağımsızlığını; vatanın ve milletin bölünmez
bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma;
hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk
ilke ve inkilâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan hakların-
dan ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'
ya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namu-
sum ve şerefim üzerine andiçerim."

Düzgün Yemin:

"Devletin varlığı ve bağımsızlığını; vatanın bölünmezliğini ve mil-
letin özgür birlikteliğini, hakta olduğu müddetce milletin siyasal e-
gemenliğini koruyacağıma; Hakk'ın ve hukukun üstünlüğüne, de-
mokratik ve lâyık Cumhuriyet'e bağlı kalacağıma; toplumun huzur
ve refahı, millî ve mânevî dayanışma ve yardımlaşma ve adalet an-
layışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden ya-
rarlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakattan ayrılmayacağıma;
Türkiye vatandaşları ve halkımızın önünde namusum ve şerefim
üzerine andiçerim."

Yeminlerini "bozuk yemin"le yapmış olan milletvekillerinin, "düz-
gün yemin"le yeminlerini yenilemeleri gerekir. Bozuk yeminle ya-
pılmış olan yeminler geçersizdir.

Yemin edecek milletvekilleri, yemin için hazırlanmış metindeki söz-
lerin hepsini okumak yerine, "metindeki bütün sözleri kabul ettiğime
ve bu kabulümü koruyacağıma; Türkiye vatandaşları ve halkımız ö-
nünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim" şeklinde de kısal-
tarak yeminlerini yapabilirler. Veya bütün vekillerin ayrı ayrı andiç-
mesi yerine, her grubun bir sözcüsü, grubu adına bütün metni oku-
yup veya kısaltarak, sonunda "andiçerim" yerine, "andiçeriz" şek-
linde de yeminlerini yapabilirler. Böylece kısa zamanda yemin tö-
reni bitirilmiş olur.

Not: "Lâyık Cumhuriyet": Dini kamusal alandan dışlamayan cumhu-
riyet'tir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Haziran sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Yemin.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ

Montag, 6. Juni 2011

THE ECONOMİST, REUTERS VE NEWYORK TİMES TÜRKİYE DEMOKRASİSİNE BALTA VURMAKTAN ÇEKİNMELİDİR!

THE ECONOMİST, REUTERS VE NEWYORK TİMES
TÜRKİYE DEMOKRASİSİNE BALTA VURMAKTAN
ÇEKİNMELİDİR!

The Economist, Reuters ve Newyork Times gibi dergi ve yayın
organları, geçtiğimiz hafta Türk halkına bir çağrı yaparak, oylarını
"CHP'ye vermelerini" öğütlemiş. Ama bu öğüt, Türkiye demokra-
sisine balta vurmaktan başka birşey değildir!

Çünkü, kendisine oy verilmesi istenen Cumhuriyet Halk Partisi,
Türkiye demokrasisini ortadan kaldırmaya çalışan Ergenekon Te-
rör Örgütü (ETÖ)'nün avukatlığına soyunmuş ve onun suçlularını
yargıdan kurtarmaya çalışan ve darbecilerle içli dışlı olduğu, önceki
ve son ortaya çıkan Ergenekon dosyaları arasındaki onlarca belge-
lerle kanıtlanmış bir partidir.

Demokrasi düşmanlarıyla dostluk içinde yüzen ve ETÖ tarafından
ele geçirilmiş bir partiye Türkiye halkı niçin oy versin? Türkiye hal-
kı bu kadar aptal mı! CHP'ye oy verecek yüzde yirmilik kesimin
kimligi zaten bellidir. Onlar da; darbeci vesayeti korumaya ve sür-
dürmeye çalışan laikçi ve Kemalistlerdir.

Anlaşılan, The Economist, Reuters ve Newyork Times ya bu ger-
ceklerden habersiz, ya da CHP'liler tarafından aldatılmışlardır...

Ama Türkiye halkı aldanır mı?

Türkiye demokrasisini tökezletmeye çalışan bir CHP ve o demok-
rasiyi askerî vesayetten kurtarmaya çalışan bir AKP karşısında
Türkiye halkı yine aldanmayacak ve oyunu çoğunlukla, Türkiye'nin
ekonomisini ve demokrasisini düzeltmiş ve daha da iyileştirmeye
çalışan AK Parti'ye verecektir.

Türkiye halkı AK Parti'ye oy verirken, onun "otoriterleşmesi"nden
niye korksun? Korkar mı? Korkmalı mı?

Bu korku yersizdir! Çünkü AK Parti'ye oy veren çoğunluk, tek tip
bir çoğunluk değildir. Bu Parti, çok farklı kesimlerce desteklen-
mekte olan bir partidir. Böyle olduğundan da, tek bir kesimin parti-
si olma şansına sahip değildir. Bunun için de otoriterleşmesi, tek bir
kesimin sesi haline gelmesi mümkün değildir. Böyle bir yönelime
geçtiği takdirde de dağılıp gideceğini iyi bilir.

Türkiye halkını CHP'ye oy vermeye çağıran yukarıdaki üç yayın or-
ganının bir korkusu da: "Ak Parti anayasayı değiştirecek çoğunluğu
elde ederse felâket olur" iddiasıdır!

Niye felâket olurmuş?

Asıl anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edememesi felâket olur?
Çünkü bu halde Kürtlerin, Dindarların, Alevîlerin ve Yabancı Azınlık-
ların çözüm bekleyen sorunları çözümsüz ve Türkiye'nin darbeci ve-
sayetten kurtuluşu da akim kalır. Yoksa siz The Economist, Reu-
ters ve Newyork Times beylerin istedikleri bu mudur?

Ey üç Batılı Media Beyler! Türkiye'nin tam demokrasiye geçmesini
mi istiyorsunuz, yoksa onun demokrasisinin batmasını mı istiyorsu-
nuz? Biz sizin, birinci şıktan yana olduğunuzu düşünüyoruz. Bu dü-
şüncemizde yanılmıyorsak, Türkiye halkına yaptığınız çağrıda yanlış-
tasınız demektir. Bu yanlıştan kurtulmak için de, çağrınızı ya tersine
çeviriniz, ya da tarafsız kalınız.

Sizlerin Türkiye halkına tavsiye ettiği CHP, Türkiye demokrasisinin
teminatı değildir ve olamaz! Çünkü Türkiye demokrasisini yıkmaya
ve askerî vesayeti sağlamlaştırmaya çalışan Ergenekon Terör Örgü-
tü tarafından ele geçirilmiş ve onun avukatlığını yapmakta olan bir
parti, Türkiye ve onun demokrasisi için çok büyük bir tehlikedir!
Sizler bu tehlikeyi göremiyecek kadar kör ve sağır olabilirsiniz. A-
ma Türkiye halkı sizlerin körlük ve sağırlığınızı giyinmeyecek ve
aptallaşmayacaktır! Bu halkın çoğunluğu, akıllılıklarını bir kez
daha bütün dünyaya gösterecektir!

Çünkü, Türkiye'yi askerî vesayetten kurtarmaya, anayasasını de-
mokratikleştirmeye ve sorunlarını çözmeye çalışan bir parti, Türki-
ye'yi askerî vesayet altında tutmaya, demokratik bir anayasa ya-
pımını önlemeye ve sorunlarını çözümsüz bırakmaya çalışan bir
partiden daha hayırlıdır.

Eğer Ergenekon Terör Örgütü'nün güdümüne girmiş bulunan CHP
ve MHP gibi şu an Türkiye demokrasisi için çok büyük tehlike ar-
zeden partiler, askerî vesayetin ortadan kaldırılması ve Ergenekon
Terör Örgütü'nün yok edilmesi için çalışacaklarına ve Türkiye'nin
sorunlarını çözecek demokratik bir anayasaya evet diyeceklerine
dair bir garanti verselerdi, bu iki partiye oy vermek düşünülebilirdi.
Ama onlar, istediğimiz garantiyi vermekten daima kaçındılar ve
halen de kaçınmaktadırlar. Bu kaçınmalarıyla da Türkiye'de iktidar
olmayı haketmiyorlar.

Acaba onların haketmediği bir şeyi, The Economist, Reuters ve
Newyork Times gibi yayın organları, onlara nasıl lâyık görüyor?

Anlaşılıyor ki, bu üç yayın organı, derinlemesine bir araştırma yap-
madan bir kaç CHP'linin sözlerine aldanıvermiştir. Ama bu aldanış,
bu üç yayın organının güven ve itibarını sarsacaktır ve sarsmaktadır.

Bu sarsıntının hemen durması için The Economist, Reuters ve New-
york Times, burada zikredilen gerçekleri okuyucularına tarafsız bir
şekilde duyurmalıdır.

Eğer Türkiye'deki siyasal gelişmeleri doğru analiz edebilmek istiyor-
sanız, bunun için sadece Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet ve Vatan
gazetelerini incelemeniz yetmez. Eğer böyle yaparsanız, öteki tarafı
göremezsiniz ve varacağınız yargı hatalı olur. Bu hataya düşmemek
için Sabah, Star, Bugün, Zaman, Yeni Şafak ve Türkiye gazeteleri-
nin yazarlarını da takip etmelisiniz. Eğer bunları takip etmekten çe-
kiniyorsanız, hiç olmazsa liberal Taraf gazetesinin yazarlarını okuma-
dan Türkiye hakkında kesin bir hükme varmayınız, hataya düşme-
yiniz. Yoksa, saygınlık ve güvenirliğinizi kaybetmiş olursunuz. Oku-
yucularınızı da aldatmaya hakkınız yoktur! Türkiye'nin siyasal ger-
çeğini tersyüz etmek dürüstlük mü? Demokrasi tahripçisi Ergenekon
Terör Örgütü'nün avukatlığına soyunmuş bir partiyi hangi demokra-
tik kaygıyla, hangi ekonomik kurtuluş adına Türk seçmenine tavsi-
ye edebiliyorsunuz? (Bu üç yabancı yayın organı, onlara yaptığımız
tavsiyeden habersiz olacak kadar aptal değildirler. Ama Türkiye
seçmenine verdikleri buyrukla aptallaşmış görünüyorlar! Biz de on-
ları bu aptallıklarından kurtarmaya çalışıyoruz...)

Evet, Ergenekon Terör Örgütü'nün güdümüne girmiş bulunan CHP
ve MHP gibi iki Türkiye partisi, iktidar olmak istiyor. Ama onların
bu isteği, Türkiye ekonomisinin ve demokrasisinin düzelmesi için
değil; ırkçı, laikçi ve Kemalist bir otoriterliğin devamı içindir. Eğer
böyle olmasaydı, darbecilere ve Ergenekonculara destek olmaktan
uzak dururlardı. Ama onlar uzak durmak şöyle dursun, aksine sa-
hipleniyorlar! Onları korumaya ve kurtarmaya çalışıyorlar! Onlara
partilerinde adaylık veriyorlar! Türkiye halkının çoğunlugu, 27 Ma-
yıs 1960 İhtilâli'nin katillerini ve o katillerin mâneviyatını koyunların-
da saklayan partileri unutmadı! Unutamaz!

Bu unutulmaz partiler, eğer darbecilere ve Ergenekonculara destek
vermeye devam ederlerse ve demokratik bir anayasayı engellerler-
se, Türkiye halkının çoğunluğu, o iki partiyi siyasal yaşamdan sile-
cek ve o partiler önce parçalanacak ve sonra yok olup gidecekler-
dir. Bunun için de çok az bir zamanları kaldı. Bunun için ya darbe-
cilere ve Ergenekonculara hayır ve demokratik bir anayasaya evet
derler, ya da ebediyen biterler.

Not 1: CHP, Türkiye'nin ekonomik sorunlarını çözemez. Çünkü bu
parti, zenginlerin partisidir. Böyle olduğu için de bu parti zenginler-
den alıp fakirlere ve emeklilere veremez. Ancak devletin kasasını
boşaltarak onları bir iki yıl rahatlatabilir. Ama bundan sonra onları
yirmi yıl açlığa mahkûm eder. Çünkü CHP'nin, devletin kasasını
dolduracak ekonomik bir planı yoktur. Eğer CHP, zenginlerin ce-
bine el atacak olursa, CHP'ye oy veren zenginler bu partiyi iki gün-
de toprağa gömer. Çünkü bu zenginlerin, fakirlere acıyacak bir din-
darlıkları yoktur. Bu yüzden fakirler ve emekliler dikkatli olmak zo-
rundadır. CHP liderinin oltasındaki solucanlara aldanmamalıdırlar!

Acaba CHP'ye oy veren zenginler: "Biz, Türkiye'deki fakirlerin ih-
tiyacını karşılayacak bir 'Sermaye Vergisi' vermeye hazırız" diyebi-
lirler mi? Sayın CHP lideri, bu soruyu o zenginlere sorsun bakalım!
Tabii The Economist, Reuters ve Newyork Times de sorsun...

Not 2: Otoriterleşmenin de detayları vardır ve tartışılması lâzımdır.
Meselâ iyi ve adaletli bir otoriterlik kabul edilebilir. Ama zalim bir
otoriterlik kabul edilemez. AK Parti'ye oy verenler herhalde bu
parti liderinin "demokratik lider" olarak kalmasını yeğlerler.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Haziran başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Mittwoch, 1. Juni 2011

ALMAN HÜKÜMETİNE UYARI FAKİRLERİN İHTİLÂLİ YAKINDIR!

ALMAN HÜKÜMETİNE UYARI
FAKİRLERİN İHTİLÂLİ YAKINDIR!

Federal Almanya'da 12 milyon civarında fakir insan bulunmaktadır.
Bunların 5 milyonunun İşsizlik Yardımı almakta, 3 milyonunun yar-
dımsız geçinmekte ve 3-4 milyonunun da Sosyal Yardım'la yaşa-
makta olduğu tahmin edilmektedir.

İşsizlik Yardımı alan bir ailenin halini sizlere arzediyoruz:

Aile X'in, dispo kredi olarak bankaya 3400,- Euro borcu var.

Neden borcu var?

Çünkü bir eşin aldığı 700,- Euroluk İşsizlik yardımı yetmemekte
ve onları borçlu hale getirmektedir.

Nasıl yetsin?

Çünkü bu 3 kişilik aile, 600,- Euro ev kirasına ödemektedir. On-
ların gelir ve giderlerini kısaca şu şekilde özetleyelim:

Gelirler:

700,- Euro Birinci kişinin İşsizlik Yardımı.
600,- Euro Hastalıktan emekli ikinci kişinin rentesi.
180,- Euro bir çocuk için Çocuk Parası. (Miktarlar yuvarlak ola-
rak verilmiştir.)

Toplam gelir: 1480,- Euro eder.

Giderler ise:

600,- Euro, ev kirası.
070,- Euro, elektrik için
050,- Euro, telefon için
100,- Euro, üç kişinin paso parası
150,- Euro, taksitle alınan eşyalar için
090,- Euro, bankaya olan dispo kredi borcunun faizi

Toplam: 1060,- Euro eder. Bunu toplam gelirden çıkardığımızda:
420,- Euro kalır. Yani bu üç kişilik aile 400,- Euro ile geçinmek
zorundadır. Her kişiye 133,- Euro düşmektedir. Tabii bu 133,-
Euro'yla eskiyen ve bozulan ev eşyaları değiştirilemez. İzine gidi-
lemez. Yeni elbiseler alınamaz ve daha bir çok gerekli harcamalar
yapılamaz. Bunun için İşsizlik Yardımıyla geçinen bir aile sürünerek
yaşamaktadır. Günde 4-5 Euro'luk bir yardımla yaşamak zorunda
olan işsiz bir kimse, bu eline geçen parayla günlük üç öğün yemek
parasını bile karşılayamaz.

Çünkü iş sahibi olan ve çalışan bir çiftin ortalama 2000,- Euro ka-
zandığını düşünürsek, buna karşılık yukarıdaki işsiz ailenin 500,-
Euroluk bir açığının bulunduğunu görürüz. İşte bu açığın kapatılma-
sı gerekiyor.

Bu açığın kapatılması için de işsizlik yardımı alanların aylığının 300-
500 Euro daha artırılması gerekiyor.

"% 50 veya 75'lik bir artırmayı devlet kaldıramaz" denilecektir. E-
vet belki kaldıramaz. Ama bu yükü zenginlere yüklerse, sorun çö-
zülür. Bu çözüm için de, zenginlere acilen bir "sermaye vergisi" ge-
tirilmelidir. Bu vergilendirme ile hem devletin yükü hafifler, hem de
fakirler büyük bir sıkıntıdan kurtulur. Bu kurtuluşla da zenginler, fa-
kirlerin düşmanlık ve saldırısından güvende olarak korkusuzca ve
huzur içinde yaşarlar.

Aksi halde fakirlerin ayaklanması yakındır!

Bu ayaklanmanın yaşanmaması için Alman Hükümetini ve Partile-
rini (özellikle Yeşiller Partisi'ni) göreve çağırıyor ve hemen hareke-
te geçmelerini tavsiye ediyoruz.

Yoksa, geçim sıkıntısından intiharın eşiğine gelmiş olan bir kısım fa-
kirler, Berlin-Kudamm'da, medyanın kameraları önünde özel bir
törenle kendilerini ateşe verip yakmaya başlayacaklardır. Böyle bir
başlangıç ise; "Fakirlerin İhtilâli" demek olacaktır.

Not: Fakirler, sosyalistler ve komünistler gibi zenginlerin bütün ser-
vetini istemiyor. Servetlerinin sadece %5 veya 10'unu "sermaye
vergisi" olarak istiyor.

"Sermaye Vergisi" kanunlaşıncaya kadar fakirlerin ikinci isteği: İş-
sizlik yardımlarının bankalarda "gelir" olarak kabul edilmesidir.
Bankalar şu an işsizlik yardımlarını "gelir" olarak kabul etmemek-
tedir.

Fakirlerin üçüncü isteği: İşsizlik yardımı almak zorunda olan ailelere
her yıl 500,- Euro elbise ve ayakkabı ve 500,- Euro da eşya para-
sı yardımı yapılmalıdır. Sosyal yardım alanlara da buna uygun artı-
rımlar getirilmelidir.

Fakirlerin dördüncü isteği: İşsizlik durumunda olup çok darda kal-
mış aileler 3-5 bin Euro faizsiz kredi alabilmelidir.

Kımse unutmasın! Bundan sonra fakirlik sineye çekilmeyecek, so-
kaklara dökülecektir. Ve bu dökülüş, Sosyal Adalet gerçekleşin-
ceye kadar sürecektir.

Eğer Alman Hükümeti zamanında harekete geçerse, gelecekteki
kaosları önlemiş ve diğer Avrupa ülkelerine de örnek olmuş olur.
Avrupa'nın kurtuluşu da: Sosyal Adalet'tedir. Bu adaletin gerçek-
leşmesi de: Zenginlere sermaye ve servet vergisi koymaktır. Aksi
halde fakirlerin öfkesi yüzünden zenginler korku içinde yaşamaya
başlayacaklardır. Gerekli barışı sağlamak da Alman Hükümetine
düşüyor.

Not 2: Müslüman ve Hristiyan dindarları ve fakirler: "Allah bizi ni-
çin zengin etmedi" diye Allah'a kızmasınlar. Çünkü Allah, insanlık
için gerekli rızk ve zenginliği indirmiştir ve indirmektedir. Fakat bu
indirilenlerin yüzde sekseni her nasılsa yüzde onluk zengin bir kitle-
nin eline geçmiştir. Şimdi gerekli olan da, bu ele geçirilmiş servetin
Sosyal Adalet'le paylaşılmasıdır. Bunun için de zenginlere, sermaye
ve servet vergisi koymak şart olmuştur. Yoksa, kurtuluş yoktur!

Not 3: Konuyla ilgili diğer bildirilerimiz:

FAKİRNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/f-k-i-r-n-m-e.html

ZENGİNNAME
http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/z-e-n-g-i-n-n-m-e.html

Adresimiz: www.kuranisthaber.blogspot.com


Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mayıs sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 21. Mai 2011

DÜNYADAKİ ŞARAP NİÇİN HARAM CENNETTEKİ NİÇİN HELÂL?

DÜNYADAKİ ŞARAP NİÇİN HARAM
CENNETTEKİ NİÇİN HELÂL?

Bu sualin cevabı şöyledir: Çünkü dünyadaki şarap, aklı giderici ve
sarhoş edicidir. Fazla kullanıldığında da sıhhat bozucudur.

Ama cennetteki şarap, sarhoş etmez, aklı gidermez. Onu içen bir
kimse, çok derin bir zevkle kendinden geçer, ama sarhoş olmaz.

İşte bu fark yüzünden cennetteki şarap haram değildir. Orası zaten
helâllerin ve temizlerin yeridir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mayıs ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 16. Mai 2011

HAWKİNG BİR "MASAL" OLABİLİR AMA CENNET BİR "PERİ MASALI" DEGİLDİR!

HAWKİNG BİR "MASAL" OLABİLİR
AMA CENNET BİR "PERİ MASALI" DEGİLDİR!

Hawking, İngiliz Guardian gazetesinde yayımlanan söyleşisinde,
insan beynini, bileşenleri iflas edince çalışmayacak bir bilgisayara
benzeterek, "Bozulmuş bilgisayarlar için yaşamdan sonra ya da
cennet diye birşey yoktur; bu, karanlıktan korkan insanlar için
bir peri masalıdır" demiş.

Hawking bu sözleriyle, içindeki inançsızlığı dışa vurmuştur. Haw-
king, Fizikte bir dehâ olabilir, ama dinde bir kara cahildir. Onun
inançsızlığıyla cennet, yok olmaz ve "peri masalı"na dönüşmez.

Dünyanın varlığı ne kadar kesinse, öte dünyanın varlığı da o kadar
hattâ ondan daha kesindir. Öte dünyanın varlığının kesin olması ka-
dar da, cennetin varlığı şüphesizdir. Dünyanın varlığını inkâr edeme-
yen bir adam, cenneti inkâr etmemeli!

Acaba Hawking, evrenin yüzde kaçını gezebildi? Şu koskoca dün-
ya bile evrende bir damla etmezken, Hawking'in 70 yıllık koca öm-
rü, bir damlanın bir molekülü bile etmez! Böyle büyük bir hiçlik i-
çinde olan bir insanın cenneti inkârı ise çok komik olmaktadır!

Hawking'in ve onun benzerlerinin elinde, dünya ve evrenin "bir öte-
si"nin bulunmadığına dair kesin bir bilgi yoktur. Böyle bir bilgileri ol-
madığı için de, onların sözleri; Tevrat'ın, İncil'in ve Kur'an'ın altında
kalır, onların üstüne çıkamaz.

Dolayısıyla Hawking, dinî konularda sözü dinlenilecek bir adam ola-
maz!

Çünkü; ölmüş insanların dağılmış atomlarını geri toplayacak bir
ALLAH var!

Allah yoksa, Hawking ve onun Dünya'sı ve Dünya'nın evreni, evre-
nin maddesi ve maddenin enerjisi nereden çıktı? Yoksa evren de
mi bir "peri masalı"dır? Eğer öyleyse, Hawking de bu masalın masa-
lı olur. Biz ise, "masal insan"ların sözüne kıymet vermeyiz... Çünkü,
gerçekleri açıklayan KUR'AN var!

Hawking, ya Kur'an'ı dinlesin, ya da Kur'an'dan üstün bir KİTAP
getirsin.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mayıs ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 15. Mai 2011

EL-KAİDE ÜYELERİNİN YOK EDİLMESİ FARZDIR!

EL-KAİDE ÜYELERİNİN YOK EDİLMESİ FARZDIR!

hükmedenlerin en iyisi ALLAHın adıyla

El-Kaide terör örgütü üyelerinin yok edilmesi farzdır. Bu farziye-
tin gerekliğini anlayabilmek için de onların hedeflerine bakmak
yeterlidir. Şimdi gazete haberlerinden onların hedeflerini öğrene-
lim:

[Yetkililer, Bin Ladin’in örgüt liderlerine şu ürpertici tavsiyelerde
bulunduğunu kaydetti: ”Saldırıları sadece New York’la sınırlama-
yın. Los Angeles’ı ya da daha küçük şehirleri de vurun. Uçaklar
kadar trenleri de hedef alın. Mümkünse, 4 Temmuz Bağımsızlık
Günü ve 11 Eylül saldırılarının 10. yıl dönümü gibi belirli günlerde
saldırın. Bilhassa, Arap dünyasından kaçırmak için tek bir saldırı-
da daha fazla Amerikalı öldürün.”]

Bu haberlerden de anlaşılacağı gibi, El-Kaide terör örgütü, Ameri-
ka'nın mâsûm halkını hedef almakta ve onları kasten öldürmekte-
dir veya öldürülmesini istemektedir.

El-Kaide'nin bu isteği ise, İslâmiyet'e göre "suç"tur. Çünkü bir insa-
nı haksızca öldürmek, bütün insanları öldürmek gibi büyük bir cina-
yettir. Amerika'nın El-Kaide tarafından öldürülen halkları ise mâ-
sûm'dur. Çünkü öldürülen ve öldürülmesi istenen bu kimseler, Ara-
bistan'ın mâsûm halklarına silah doğrultmamıştır ve onları katletme-
miştir.

Bu durumda, Kur'anın sözlerinden çıkan hükme göre, El-Kaide ü-
yeleri suçludur. Bu suçluluk da, onların yok edilmesini "farz" haline
getirmektedir. Dolayısıyla, El-Kaide üyelerinin yerlerini bildirenler,
bütün insanlığı kurtarmış gibi sevap kazanır ve cennetlik olurlar.
Onların yerlerini gizleyenler ise, bütün insanları katletmiş sayılır ve
cehennemi hak eder. Onlara taraftarlık gösterenler de, cehennem-
deki yerlerine hazırlanmalıdır!

Bu gerçekleri söylemek zorundayız. Çünkü buradaki sözlerimizden
maksat, Avrupa ve Amerika'nın El-Kaide terör örgütüne karşı yap-
makta olduğu meşru mücâdeleye destek vermekten çok, mâsûmla-
rı korumaktır. Bu korumayla da, İslâmiyetin bir emrini yerine getiri-
yoruz. Çünkü İslâmiyet, mâsûmların korunmasını farz kılmıştır. Bu
sebeple bazı "müslüman"ların, bizim El-Kaideyi mahkûm eden söz-
lerimize sinirlenmesi, çok büyük hatadır. İnsaAllah onlar da bu ha-
talarından dönerler.

El-Kaide (veya onun destekcisi Taliban) son olarak Pakistan'da
bir intihar saldırısıyla 80 mâsûm insanı katletti. Onlar bu eylemlerini
belki "Allah için(!)" yaptıklarını düşünebilirler. Biz de sorarız: Aca-
ba Kur'anın neresinde mâsûmların katline izin verilmiştir?

Biz Avrupa Muranistleri (Modern Kur'anlılar), bu olaylara bakar-
ken önce İsevîliği ve Musevîliği içine almış bulunan insanlığın son
dini İslâmiyet'in şan ve şerefini düşünürüz. El-Kaide canilerinin canı
ise cehenneme!

Bundan sonra Allah'ın Mehdisi'nden onay almamış hiç bir eylem,
Allah katında haklılık kazanamaz. Çünkü Allah'ın Mehdisi (Müslü-
manların Kurtarıcısı) gelmiştir. Böylece keyfî hareket devri de ka-
panmıştır.

Kimse, Filistin halkının haline acıyarak kendisine vazife çıkarma-
malı ve cinayete koşmamalıdır. Filistin Sorunu'nun çözümü, Allah'ın
Mehdisi'ne kalmıştır. Bu sorun, Allah'ın yol göstermesiyle ancak o-
nun (Mehdi Hazretleri'nin) arzusuna göre çözülür. Filistin halkı da;
"haklarımızı cinayet işleyerek, mâsûmları katlederek tahsil edin"
şeklinde, El-Kaide'den bir ricada bulunmamıştır.

Eğer İsrail, 2019 yılına kadar Filistin halkının haklarını ödemezse,
ona, uluslararası halk ve milletler tarafından yaptırım uygulanması
sağlanacaktır. Eğer İsrail tarafında iyiye doğru bir hareket görül-
mezse, ona verilen süre 2017'nin başında sona ermiş olacaktır.

Ey Allah'a teslim olmuş Müslümanlar! Yüce Allah Kur'anda sizin i-
çin: "Siz insanlık için ortaya çıkarılmış en iyi milletsiniz" demiştir. Bu
liyakat ise, terörün karşısında olmakla ve mâsûmları korumakla ka-
zanılır. Siz de bu liyakatı kazanabilmek için üzerinize düşen görevi
yerine getirmelisiniz. El-Kaide'ye taraftar olanlar, o liyakattan mah-
rum kalmış, şimdiden cehennemlik olmuştur. Ama, kurtuluş kapısı
halen açıktır. Bu fırsatı kaçırmamalısınız.

Allah'ın ve meleklerinin lâneti, teröre son vermeyenlerin üzerine ol-
sun!

Not 1: Bu bildiri, El-Kaide üyelerine ulaştırılmalıdır.

Not 2: El-Kaide'ye destek veren ve Pakistan'da 80 mâsûm müslü-
manı katleden Taliban'ı Allah kahretsin!

Not 3: Ey Müslümanlar! Teröre ve diktatörlüklere karşı ses çıkar-
ma vakti gelmiştir. Bu saatten sonra terörü ve diktatörlükleri yaşat-
mamalısınız. Allah'ın Mehdisi'nin emri olarak onları devirmelisiniz.
Çünkü terör ve diktatörlükler, sizin esaretinizdir, kula kulluğunuz-
dur. Müslümanlar ise ancak tek Allah'a kul olur ve yöneticilerini
de kendileri seçerler. Bunun için İslâmiyet'e uygun bir demokrasi
sizin özgürlüğünüzdür. Zaman, özgürlüğü kazanma zamanıdır. Öy-
le ise, bu zamanı öldürmeyiniz, diriltiniz ve terör de dahil olmak
üzere bütün diktatörlükleri deviriniz, özgürlüğünüzü kazanınız.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mayıs ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Duyuru.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 6. Mai 2011

EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELERİNE DUYURU!

EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELERİNE DUYURU!

teröristlere lânet eden ALLAHın adıyla

Eğer "biz Müslümanız" diyorsanız, bu sözleri iyi dinleyiniz. Eğer
"biz Müslüman değiliz" derseniz, bu sözleri dinlemenize gerek yok-
tur.

Yeni Çağ'ın birinci yılının 11 Eylül'ünde New York'taki Ikiz Kulele-
r'i vurarak 3000 mâsum insanı katlettiniz. Diğer ülkelerde öldürdük-
lerinizle beraber (yuvarlak hesap olarak) bu rakam, 3333 eder.
Şimdi katledilen mâsûmların devletinin ve yakınlarının da, "adalet"
olarak 3333 El-Kaide üyesini öldürme hakkı doğmaktadır. Çünkü
bu katledilen mâsûmların hiç birisi, bir El-Kaide üyesini veya onun
bir akrabasını öldürmüş değildir. Yani o öldürülenler "yüzdeyüz"
haksızca öldürülmüşlerdir. Bu durumda onları öldürenler de, yüzde-
yüz haksız durumdadırlar. Bu haksızlık da, Amerikan Devleti'ne, El-
Kaide teröristlerini yok etme hakkı vermektedir. Örgüt elebaşı Usa-
me Bin Ladin'in öldürülmesiyle de bu hesap kapanmış değildir. Bu
hesap, ancak El-Kaide'nin kendini kapatmasıyla ve teröre son ver-
mesiyle kapanabilir. Aksi halde hesap açık kalacak ve karşılığı alı-
nana kadar da mücâdele sürecektir.

Şimdi gelelim bu hesabın "dinî" yönüne: El-Kaide üyeleri, 3333 mâ-
sûm Amerikan vatandaşını katlederek, (Kur'anın hesabına göre) in-
sanlığı 3333 defa katletmiş oldular ve bu çok büyük cinayetleriyle
de cehennemde ebediyen kalmayı hakettiler. Aklı başında hiç bir
Müslüman, cehennemi haketmiş El-Kaide teröristlerine sempati
besleyemez. Beslerlerse, zalimi sevmiş ve zulmü alkışlamış olurlar
ki, bu da onları cehennemlik eder.

Bu sözler karşısında (Türkiye'den bir yazarın dediği gibi) ama Kur'
an: "Düşmanın saldırdığı kadar siz de saldırın" diyor diyerek, savun-
maya geçebilirsiniz. Fakat katlettiğiniz kişiler size ve ülkenize her-
hangi bir saldırıda bulunmuş değillerdi. Sizin saldırınız hangi saldırı-
nın karşılığı oluyor? Eğer İsrail, Filistin halkına karşı bir suç işlemiş-
se, bunun sorumlusu, katlettiğiniz mâsûm Amerikan halkı olamaz.
Çünkü Kur'an: "Kimse kimsenin yaptığını ödemez" diyor. Yani bi-
risinin işlediği suçun cezası, bir başkasına ödetilmez. Ama siz, biri-
sinin işlediği suçun cezasını bir başkaşına ödeterek, haksızlık etmiş,
cinayet işlemiş oldunuz.

Eğer Amerikan ordusu, sizin işlediğiniz cinayetten önce ülkenize
haksızca saldırıp mâsûm halkı katletmişse, böyle bir haksızlık karşı-
sında siz ancak düşman ordusuna saldırabilirsiniz. Gidip mâsûm hal-
ka saldıramazsınız. Çünkü Kur'anın verdiği izin, "düşman ordusuna
karşı"dır. Yoksa Kur'anın iznini, "siz de onlar gibi zalim olabilirsiniz"
şeklinde yorumlayamazsınız. Çünkü Kur'an zulme izin vermez. Eğer
verirse, o Kur'anın dini, "din" olmaktan çıkar. Siz, düşündüğünüz o
haksızlığı ancak "doğal adalet" olarak görebilirsiniz. Ama Kur'an bu
doğal adaletin yerine gelerek, kendi hükmünü koymuş, mâsûmları
korumuştur. Bu korumaya göre; siz de ancak düşman ordusunun
size saldırdığı kadar o orduya saldırabilirsiniz. Yoksa o ordunun iş-
lediği zulümlerin aynısını yapamazsınız. Eğer yaparsanız, zulüm ka-
zanmış olursunuz. Çünkü "kimse kimsenin yaptığını ödemez, birisi-
nin cezası bir başkasına verilmez. Eğer düşmanınız dinsizse, bunu
uygulayabilir. Ama siz uygulayamazsınız. Çünkü Kur'an onu yasak-
lıyor. Kur'anın olduğu yerde de, "doğal adalet"ten bahsedemezsiniz.
Doğal adaletin hükmü ancak Kur'anın olmadığı bir zamanda geçerli
olabilir. Buna göre; mâsumlara yönelik bütün intihar saldırıları da
"haram" olmaktadır. İntihar saldırıları, ancak haksız saldırıda bulu-
nan düşman ordusuna karşı olabilir. Bunun aksini isbatlayacak bir
delili, ne Hazret-i Peygamber döneminden ne de Halifeler devrin-
den getiremezsiniz.

(Kur'anda verilen: "Düşmanın saldırdığı kadar siz de saldırın" emri,
"Kısas"la da bir tutulamaz. Çünkü kısas, kötülük yapanla kötülük
yapılan arasında bire bir ödeşmedir. Yoksa yapılan kötülüğün ceza-
sını bir mâsuma ödetmek değildir.)

Eğer düşman devletin halkı, devletinin cinayetlerine sahip çıkıyorsa,
o halk "düşman" kabul edilir. Eğer sahip çıkmıyorsa, o halka ilişil-
mez. İsrail, Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde demokrasi bulundu-
ğundan, o ülkelerin halkları tek tip halklar değildir. Böyle olmadı-
ğından da o ülkelerin halkları aynı görüşte olmaz ve devletlerinin her
icraatına sahip çıkmazlar. New York'ta katledilen Amerikalılar da,
devletlerine: "İşleyeceğiniz kötülüklere taraftarız" şeklinde bir belge
vermemişlerdir. Dolayısıyla düşman bir devletin halkı, her vakit düş-
man kabul edilemez. Düşman kabul edilemeyenler de mâsûmdur. O
halkları, "din düşmanı" olarak da göremezsiniz. Çünkü o halklar,
sizin dininize savaş açmış değillerdir.

Bir halk da, devletinin izni olmadan başka bir ülkeye savaş açamaz.
Halk ancak devlet yoksa kendi aralarında savaş kararı alabilir. Bir
devlet de, daha büyük zararlara uğrayacaksa, haklı olduğu halde
savaş kararı alamaz ve buna izin vermez. Bu durumda o halkın da
kendi başına düşman ülkeye saldırma hakkı kalmaz. Kendi başları-
na hareket edenler de, "terörist" kabul edilir ve cezalandırılır.

Devletin hükmünü hükümsüz kılacak bir Peygamberliğiniz de olma-
dığından, ülkelere açacağınız savaşlar bâtıl ve geçersiz olur. Bu da,
yani bâtıl bir savaşı sürdürmek ise, zulüm ve haksızlıktır. Hem bun-
dan sonra hiç bir Müslüman din adına kendi kafasına göre eylemde
bulunamaz. Çünkü, 11 Eylül Terör Olayı'ndan sonra Allah, bir ku-
lunu Mehdi yani "Kurtarıcı" olarak görevlendirmiş bulunuyor. Onun
izni haricinde hareket edenler ve zulüm işleyenler "Müslüman" kala-
maz. Allah'ın Mehdisi ise, haksız ve zulümsel eylemlere hiç bir sû-
rette izin vermez ve onun ilk hedefi de; dinsizliği, dinin vahşileştiril-
mesini ve sapıklaştırılmasını, terörizmi ve diktatörlükleri ortadan
kaldırmaktır. Bu yöndeki icraatlarına da, Saddam'ın devrilmesiyle
başlamış bulunuyor. Allah'ın Mehdisi, düşmanlarından korunabil-
mek için bir müddet gizli kalacaktır. Bu gizlilik, Hazret-i Mesih'in
görev başı yapmasına kadar sürebilir. Bu sürenin de, 12 yıl kadar
olduğu tahmin ediliyor. Allah'ın Mehdisi'nin "hak Mehdi" olduğuna,
Allah şahittir.

Bu gerçekler karşısında sizin terörünüzü haklı çıkaracak bir sebep
kalmıyor ve yoktur. Bir haklılığınız olmadığından da terörü bırakma-
nız gerekir. Eğer teröre son vermezseniz, Amerika'nın da, sizi bul-
duğu yerde yok etmesi, hakkı olur. Müslümanlar ise bu hakka en-
gel olamaz.

Amerika devletinin, her El-Kaide üyesi üzerinde 3333 hakkı vardır.
Bu hak gereği ABD, yakaladığı El-Kaide teröristlerini eğer gücü
yeterse, 3333 defa diriltip öldürebilir. Cesedlerine de istediğini ya-
pabilir. Çünkü o cesedlerin üzerinde onların akrabalarının bir hakkı
varsa, ABD'nin 3333 hakkı var.

Bundan sonra sizin yapacağınız iş, terör değil, New York'ta işlediği-
niz küresel cinayetle müslümanlara ve İslâmiyet'e vurduğunuz kara
damgayı ve verdiginiz zararı silmeye çalışmaktır. Sizin için gerçek
cihad ancak bu olabilir. Çünkü; doğruluğu, adaleti, iyiliği ve barışı
emreden ve onlara götüren apak İslâmiyeti, Avrupa ve Amerikalılar
nazarında kapkara hale getirdiniz ve Müslümanları da onların gözün-
de birer "terörist" haline soktunuz. Bunun için cinayetiniz çifttir ve
çok büyüktür. Bu sebeple sizi öbür tarafta dehşetli bir cehennem
bekliyor! Sizin yapacağınız çalışma, bu cehennemden kurtulmak ol-
malıdır.

Eğer terörünüze son vermezseniz ve mâsûmları katletmeye devam
ederseniz, bütün insanların ve Müslümanların lâneti sizin üzerinize
olsun!

Müslüman Âlimlerin görevi: Müslüman ülkelerin Âlimleri bir araya
gelerek, El-Kaide terörünün İslâmiyete dayandırılacak haklı bir yö-
nü bulunmadığını ve bunun bir zulüm olduğunu anlatan bir bildiri ha-
zırlayıp dünya halklarına duyurmalıdır.

Müslüman ülke devletlerinin görevi: Ülkelerinde El-Kaide teröristi
bulunan Müslüman devletler, bu teröristlerle savaşabilecek küçük
ama çok etkin ortak bir ordu kurmalıdır. Bu sayede Amerika'nın
da, Müslüman ülkelerde terörist avcılığı yapmasına gerek kalmaz.
Aksi halde Amerika, o ülkelerde El-Kaideci avını sürdürmek zo-
runda kalacaktır.

İsrail'in görevi: İsrail, ya 67' sınırlarına geri çekilmeli, ya da işgal al-
tında bulundurduğu toprakların (Filistin halkı kabul ettiği takdirde)
kirasını ödemelidir. Bunlardan birini kabul etmediği ve 2019 yılına
kadar 67' sınırlarına çekilmediği takdirde İsrail'e savaş açılması bir
hak olur. Bu hak da, ya NATO tarafından, ya da (o kabul etmez-
se) Birleşik Müslüman Ülke Orduları tarafından yerine getirilir. İs-
rail, üzerine düşenleri yapmadığı müddetçe NATO'ya kabul edile-
mez. Kabul edilirse, suç olur. NATO ülkeleri böyle bir suçu yük-
lenemez!

Amerika'nın Görevi: ABD, İsrail'in Filistin halkına yaptığı ve yapa-
cağı haksızlıklara göz yummamalıdır. Gereken adaleti yerine getir-
melidir. Gerekeni yerine getirmediği takdirde onun başı belâdan
kurtulmaz.

Allah ve O'nun yüce Dini, mâsûm katledicisi zalim El-Kaidecilerin
yardımına muhtaç değildir! Mâsûmları katledenler, "müslüman" ka-
lamazlar. Mâsûmların kimler olduğu da, El-Kaidecilerin kafasına
göre belirlenmez.

Bütün insanlığın gerçek sahibi yüce ALLAH, dünyamızı ve insanlı-
ğı zalimlerin kötülüğünden korusun!

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mayıs başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Duyuru.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 2. Mai 2011

AMERİKA'NIN TERÖRE KARŞI ZAFERİ KUTLU OLSUN!

AMERİKA'NIN TERÖRE KARŞI ZAFERİ KUTLU OLSUN!

El-Kaide Terör Örgütü şeytanı Usame Bin Laden'ın öldürülmesiyle,
İslâmiyetin ve insanlığın baltalayıcısı baltalanmış oldu. Amerika'da
giriştiği terör eylemiyle insanlığa ve Islâmiyete milyonlarca zarar
vermiş bir terörist şeytanın makamı şehitlik değil, ancak cehennem
olabilir! Onun yolunu takip edecek olanlar da, girecekleri ateşten
sakınsın...

ABD'nin eliyle "müslüman" kılıklı bir şeytanı ortadan kaldıran Allah'a
hamdolsun!

Amerika'nın teröre karşı bu zaferi, insanlığa ve müslümanlığa kutlu
olsun!

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mayıs başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Kutlama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 8. April 2011

İNSANLARIN EN BÜYÜĞÜ: İSA, MUSA VE MUHAMMED

İNSANLARIN EN BÜYÜĞÜ: İSA, MUSA VE MUHAMMED

Kitaptan önce, söylenecek söz vardı. Sonra kalemle kâğıt yaratıldı.
Sonra da kitap yazıldı.

Aynen bunun gibi; kâinattan önce de, yazılacak söz vardı. Bunun
için önce yer ve gök yaratıldı. Sonra güneş kalemiyle ve yağmur
mürekkebiyle yeryüzü sayfasına bitki, hayvan ve insan sözleri
yazıldı. Bu sözlerin en büyüğü de "insan"dı. İnsanların en büyüğü
de; Hz. İsa, Musa ve Muhammed oldu.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Nisan başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Bilgilendirme.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 31. März 2011

ERGENEKON ÜYELERİNİ BEKLEYEN AKÎBET

ERGENEKON ÜYELERİNİ BEKLEYEN AKÎBET

Fethullah Gülen Hoca, Ergenekon üyelerine dokunmadı. Belki
Hoca'nın, onların varlığından bile haberi yoktu. Ama Ergenekon
üyeleri Hoca'ya dokundu! Onu önce bir terörist gibi yargılattırdı-
lar, sonra da Amerika'ya sürgün ettirdiler. Bunlar da yetmedi on-
lara, şimdi hâlâ onunla uğraşıyorlar, yani ona "dokunuyor"lar. Fet-
hullah Hoca ise: "Ben onlara dokunmam, onlarla uğraşmam" diyor.

Fethullah Hoca'ya dokunan bir kısım Ergenekon üyeleri "yandı"lar,
yani Allah'tan belâlarını buldular. Çünkü Allah, Allah dostu olan
kullarının intikamını alır, dostlarının düşmanlarıyla uğraşır. Bunun
için, Fethullah Hoca'ya düşmanlıktan vazgeçmeyen ve henüz belâ-
sını bulmamış olanların da yakında bir belâya uğrayacaklarını göre-
biliriz. Bu belâ; ya büyük bir deprem olur, ya tedavisi imkânsız bir
hastalık, ya hapislerde çürüme, ya da bizim bilemeyeceğimiz başka
bir şey olur.

Orduyu, İstihbaratı ve Yargı'yı ele geçirmiş ve devletin en gizli bel-
gelerine sahip olmuş oldukları halde, "Fethullah Hoca'nın Emniyet'i
ele geçirdiğini" iddia edebilen ve ona düşmanlıklarını sürdüren Erge-
nekon üyeleri, akîbetlerini şimdiden görebilirler. Onlar, Fethullah
Hoca'dan değil, ama inanmadıkları Allahlarından bulacaklardır.
Çünkü Allah, Kendi dostlarını yalnız bırakmaz. Onlara kötülük e-
denlerden intikamını mutlaka alır. Fethullah Hoca'ya kötülükle do-
kunanları, Allah dokunur. Dokunulmak istemeyenler için de yol bel-
lidir: Düşmanlığa son vermek!

Gülen'i Amerika'ya hapsettirenler, kendilerini cehenneme hapseden-
lerdir.

Not: Gülen Cemaati'ni şeffaflaşmaya dâvet edenler, bunu önce Er-
genekon'a yapsınlar. Bu yapılmadıkça, Türkiye'nin pisliklerinden
arınması mümkün değildir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mart sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyandırma.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 28. März 2011

TÜRKLER MÜSLÜMAN MIDIR?

TÜRKLER MÜSLÜMAN MIDIR?

insanları İslâmiyet için yaratmış olan ALLAHın adıyla

Bir yazar bize sordu: "Türk Ordusu içindeki yüzde seksen Kemalist
subay, müslüman değil mi?

Onların müslüman olup olmadıklarını bilmiyoruz. Onların en azından
"dindar müslüman" olmadıklarını biliyoruz. Çünkü, dindar müslüman-
ların Türk Ordusunda barınması yasaktır. Bu yasak sebebiyle bin-
lerce dindar subay ordudan atılmıştır.

Gelelim, bütün Türklerin müslüman olup olmadığına: Namaz kılma-
yan, oruç tutmayan, zengin olduğu halde zekât vermeyen bir kimseye
"müslüman" denemez. Bu tür insanlar eğer Allah'a inanıyorlarsa, onla-
ra ancak; "inançlı", "Allahlı" denebilir. Çünkü müslümanlık: Allah'a
teslimiyet'tir. İbadetle Allah'ın emir ve isteklerine teslim olmamış in-
sanlara "müslüman" dememiz, mümkün değildir. Eğer "Türkler'in yüz-
de doksan dokuzu müslümandır" dersek, yalan söylemiş oluruz.

İslâmiyetin özetiyle: Adaleti, ibadeti ve insaniyeti olmayan kimselere
"müslüman" dememiz, doğru değildir. Bunun için; adaleti, ibadeti ve
insaniyeti olmayan Türkler ve Araplar, müslüman sayılamazlar. Aynı
şekilde Allah'a ibadeti olmayan Hıristiyanlar da, "İsa Dini'nden" değil-
dir.

Duamız: Allah, Türkleri ve Arapları müslümanlığa kavuştursun!

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Mart sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *