Sonntag, 30. Januar 2011

AVRUPA, AMERİKA, ORTADOĞU VE TÜRKİYE YÖNETİMLERİNE DUYURU!

AVRUPA, AMERİKA, ORTADOĞU VE TÜRKİYE
YÖNETİMLERİNE DUYURU!

hak ve adaletle yönetmeyi emreden ALLAHın adıyla


Ortadoğu'nun demokrasiye geçişi çok gecikti. Bu gecikme nedeniy-
le şimdi Tunus ve Mısır'daki olaylarla patlamalar meydana gelmekte-
dir. Bu patlamalar; Avrupa, Amerika ve Türkiye tarafından kontrol
altında tutularak, Ortadoğu ülkelerinin demokrasiye geçişleri sağlıklı
bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Bu ülkelerin krallık ve diktatörlük al-
tındaki halk rızasına dayanmayan keyfî yönetimlere daha fazla sessiz
kalınmamalı ve gasbettikleri iktidardan uzaklaşmaları için gereken
ses çıkarılmalıdır. Keyfî yönetimde olan iktidardakiler de, halkın a-
yaklanmasını beklemeden, demokrasiye veya demokratik hilâfete
geçiş çalışmalarına hemen başlamalıdırlar.

Afganistan'daki Taliban gibi İslâmiyet'i vahşîleştiren akımların iktida-
rı engellenmelidir. Ancak insan haklarını koruyacaklarına dair sağ-
lam bir taahhüt verdikleri takdirde onların iktidarına şartlı izin verile-
bilir.

Ortadoğu ülkelerinin demokrasiye veya demokratik hilâfete geçişiy-
le, İsrail'in 67 sınırlarına çekilmesiyle* ve Hazret-i İsa'nın (veya ger-
çek İsevîlerin) eliyle Vatikan'ın ortadan kalkmasıyla** da yeryüzü-
nün "Altın Çağ"ı başlamış olacaktır. Bu çağın başlamasının daha faz-
la gecikmemesi için, görevli ülkeler, üzerlerine düşeni yapmalıdırlar.
İsa'nın, Musa'nın ve Muhammed'in Tanrısı Allah'ın istediği de budur.
Çünkü O, yeryüzünün, hak ve adalet ve namusla, yani insan ve Tan-
rı haklarının çiğnenmeden yönetilmesini ister ve istemektedir. Biz
yeryüzülüler de, dünyamızın cennete dönüşmesi için O'nun bu isteği-
ne uymak durumundayız. Çok yakında yeryüzüne inecek olan Haz-
ret-i İsa da, bu duyurumuza destek olacaktır.

Not 1: Ortadoğu ile ilişkilerde, Türkiye'deki AK Parti iktidarı, doğ-
ru ve isabetli olandır. Bu iktidar, muhafaza edilmelidir.

Not 2: *Sekiz yıl içinde 67 sınırlarına çekilmezse, İsrail varlığını kay-
bedecektir.

Not 3: **Hazret-i İsa'nın yeryüzüne inmesiyle, Vatikan'ın işlevi bit-
miş olacaktır.

Not 4: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşıldı.

ALLAH'TAN BAŞKA TANRI YOKTUR. İSA, MUSA VE
MUHAMMED; ALLAH'IN KULU VE ELÇİSİDİR

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Nitelik: Özel mesaj 8.
Mesajı veren makam: Mehdiyet Makamı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 23. Januar 2011

TARTIŞMA: ALLAH'A "VARLIK" DENİR Mİ DENMEZ Mİ?

TARTIŞMA: ALLAH'A "VARLIK" DENİR Mİ DENMEZ Mİ?

(Bu makale, Senyör Grand' isimli tartışmacının hakaretleri altında
inleyenler içindir.)

"Vacibül vücud" demek, "varlığı zorunlu, yokluğu imkânsız olan"
demektir. İslâm bilginleri ve kelamcıları bu kavramı, Allah'ın kişi-
liğinin birinci sıfatı kabul etmişler ve kullanmışlardır. Bu kavramı
kullanırken de, 'Allah'ın var edilemeyeceğini', O'nun 'sonradan
olan biri' olmayacağını bilerek kullanmışlardır. Onların "Allah var-
dır" demelerini hatalı bulan filozof bir müslüman, en büyük hatayı
kendisi etmiş olur.

Çünkü "Allah'tan başka ilah yoktur" cümlesinin tersinden bir anla-
mı da: "Yalnızca bir İlah vardır. O da Allah'tır"dır. İnkârcı ateistler
"Allah yok" diyorsa, inançlılar da "hayır var" diyecektir. Bir müslü-
manın "Allah var" demesini şirk ve küfürle damgalayan bir kimse,
kendisini de şirke batırmış olur. Çünkü "Allah var" diyenin niyeti,
Allah'a şirk koşmak değil ve bu cümleyi kullanmanın da bir şirk
olduğunu kabul etmiyor. Çünkü böyle demeyi yasaklayacak bir
ayet yok.

Yüce Allah, Kur'anda "Ben vacibül vücudum" dememiş olabilir.
Ama buna karşılık "Ben vacibül vücud değilim" de dememiştir. E-
ğer böyle bir şey söylemiş olsaydı, o zaman bu kavramı kullanmak
hata olabilirdi.

Bir felsefeci için "Allah var-yok" demek anlamsız olabilir. Fakat
onu kullanan bir inançlı ve ateist için anlamı vardır. Bunun için bir
ateist "Allah yok" derken, bunun anlamının "Allah'ı reddetmek"
olduğunu ve "Allah var" diyen müslüman da, "Allah'ı kabul etmek"
anlamında bu cümleyi kullandığını bilir.

O halde bir felsefeci: "Allah var-yok demek anlamsızdır" diyebilir.
Ama "Allah var" diyen bir müslümanı şirk ve küfürle suçlayamaz.
Suçlarsa, bu suçlama kendisine döner.

Çünkü Allah: "Allah'tan başka ilah yok" diyor. Bu sözüyle de: "Bir
tek ilah vardır. O da Benim" demiş oluyor. Şimdi Allah (asla ola-
maz!) Kendine mi şirk koşmuş oluyor! Asla!

"Lâ ilâhe illâllah"ın tercümesini başka şekilde yapanın tercümesi
ancak kendisini bağlar. Başkaları bir kişinin farklı tercümesine
mahkûm edilemez.

Hem herşey mantık ve felsefeden ibaret olmadığı için, insanlar ve
müslümanlar mantık ve felsefenin dar kalıplarına hapsedilemezler.

Çünkü mantık ve felsefeden başka kâlp, sezgi ve ilham da vardır.
Ve bunlar da, mantık ve felsefenin üzerindedirler.

Eğer vacibül vücud kavramında bir hata olsaydı, bunu önce Allah'
ın ilhamıyla beslenen âlim ve evliyalar görür, kullanılmasını hemen
yasaklarlardı. Onlarca büyük İmam da görmemiş de bir felsefeci
mi görmüş, o kavramın kullanılmasının hata olduğunu?

Müslümanların iki ayağını bir felsefe pabucuna sokmaya kimsenin
hakkı yoktur!

Not: Yüce Allah, herşeyin üzerinde varlığı olan bir kişidir. O'nu var
edecek başka biri yoktur. Çünkü O, her şeyin ve herkesin var Edi-
cisi'dir. "Varlığı", sonradan olma veya başkasından değildir. Çünkü
O'nun öncesi yoktur. Herşeyden önce sürekli varolmuştur. O'nun
ölümü ve yok edilmesi de yoktur. Biz buna: "Ezelî ve ebedî olan"
diyoruz. Bu öncesizlik ve sonrasızlık da Kendisine aittir. Başkaları
tarafından verilmiş değildir. Çünkü O'ndan öncesi yoktur. Eğer bir
kimse, bu gerçekleri kabul ederek meselâ: "Allah, şöyle şöyle sıfat-
ları olan bir 'varlık'tır" derse, hata etmiş olmaz. Burada önemli olan
şunu bilmektir: Allah, varedilmiş bir varlık değil, varedilmemiş bir
Varlık'tır. Yani: Biz, varedilmişlere varlık diyebileceğimiz gibi, Var-
edici'ye de "varlık" diyebiliriz. O'nun, "başkalarından türemiş bir
varlık" olduğunu kabul edenler ise, küfre girmiş olur. Ama isteyen-
ler; "Allah, şöyle şöyle sıfatları olan bir 'varlık'tır" demek yerine,
("varlık" kelimesini kullanmadan) "Allah, şöyle şöyle sıfatları olan
bir İlah'tır, Tanrı'dır, Kişi'dir" de diyebilirler. Böylesi belki daha iyi-
dir. Ama, O'nu " İlâhî varlık" olarak zikretmek zorunda kalanlar da
küfre girmiş olmazlar. Çünkü o kelimeyi, "yaratılmış varlık" anla-
mında değil, "yaratıcı Varlık" anlamında kullanıyorlar.

Hem Allah, Kitab'ında: "İki ellerimle yarattığım" diyor. Buradaki
"el", varlığı bildirmez mi? Allah'ın eli varsa, O'nun vücudu da vardır.
O'nun vücudu da, ruh ve ışıktan'dır. Ruh ve ışık ise, "varlığı" bildirir.
Dolayısıyla, Allah'ı bir "varlık" olarak vasıflandırmakta bir kusur
yoktur.

Hem Allah, Kitab'ında yine: "Allah, göklerin ve yerin ışığıdır" diyor.
(Biz burada, arapca üzerinden değil, tercümesi üzerinden tartışıyo-
ruz. İsteyen, bu tartışmayı arapca kelimeler üzerinden de yapabilir.)
Işık ise, varlığı olan şeydir. Bu durumda sonuç şudur: Allah, vardır
ve varlık'tır. Ama yaratılmamış bir varlıktır. Yeniden Diriliş Günü'n-
de mahşer meydanına gelecek olan ve cennette de kullarına görü-
necek bir yüce Yaratıcı'yı "varlık" olarak vasıflandırmanın, Allah'a
şirk koşmakla bir ilgisi yoktur, olamaz!

("Varlık", duyu organlarımızla algılanabilendir. Biz, Allah'ı gözümüz-
le göremiyoruz, fakat kâlp ve aklımızla yani ilim, his ve sezgilerimiz-
le ve Kitap ve Kâinat deliliyle [inkârcı ateistler haricinde] O'nu algı-
layabiliyoruz. )

O halde bu gerçekler karşısında kimse kimseyi kendi düşüncesine
mahkûm etmeye çalışmamalıdır. Siz diyebilirsiniz: "Ben, Allah'ı var-
lık olmakla vasıflandırmak istemiyorum. O'nu, lâ ilâhe illâllah'la tav-
sif etmek istiyorum." Tamam, bunu yapabilirsiniz. Ama sizin görü-
şünüze uymayanları kâfirlikle suçlayamazsınız. Çünkü, sizin görüşü-
nüze uymayanların arzusu da kâfirlik yapmak değil.

Not 2: Tur Sûresi ayet 35'e bakalım: Yoksa onlar, bir şey olmaksı-
zın mı yaratıldılar? Yoksa yaratıcılar kendileri mi?

Arabcası: Em hulikû min gayri şey'in em humul hâlikûn.

Bu ayette "Bir şey olmaksızın" cümlesinde kasdedilen: "Yaratıcı ol-
madan"dır. Dikkat edelim, burada Allah: "Lâ ilahe illallah olmadan
mı yaratıldılar" yerine, "bir şey olmadan mı" demiştir. Yani Allah,
Kendini "bir şey" olarak vasfetmekten çekinmemiştir. Şey'in anla-
mı ise; "belirsiz nesne" demektir. Belirsiz nesne ise, varlığı veya
yokluğu olandır.

Yüce Allah burada Kendini "şey" olarak vasfetmekten çekinmiyor.
Ama bizim filozof Senyör'ümüz, "Allah, var ve varlık olarak zikre-
dilemez" diyor. Yani Allah'tan fazla Allah oluyor, şirke düşüyor.
Çünkü Allah: Lâ ilâhe illâllah'tır. Kendinden başka ilah kabul et-
mez.

Not 3: Bir de şu ayete bakalım: Tur 43: Yoksa onların Allah'tan
başka ilâhları mı var? Allah, onların şirk koştukları şeylerden mü-
nezzehtir.

Arabca: Em lehum ilâhun gayrullâh, subhânallâhi ammâ yuşrikûn.

1. em : veya, yoksa, yahut 2. lehum : onların var 3. ilâhun : ilâh
4. gayru allâhi : Allah'tan başka 5. subhâne allâhi : Allah Süb-
han'dır, münezzehtir 6. ammâ (an mâ) : şeyden, şeylerden
7. yuşrikûne : şirk koşuyorlar

"Allah'tan başka ilâhları mı var?" cümlesindeki "mi var" sualinin bir
diğer anlamı: "Allah'tan başka ilah yoktur"dur. Bunun da anlamı:
"İlah olarak bir tek Allah vardır"dır.

Buradaki "Allah'tan başkaları"ndaki "başkaları"nı çıkarın, geriye bir
"Allah" kalır. Yani: Bir Allah "var", başkaları "yok". Allah var ise,
O, "varlığı olan"dır. Yani: O da bir "varlık"tır. Ama "İlâhî bir varlık"
tır. İslâm kelamcıları, bu İlâhî varlığa: "Vacibül vücud" demişlerdir.
Yani: "Varlığı zorunlu olan". Bunu şöyle de diyebiliriz: "Olmazsa ol-
maz olan". O'nun ilahlığı gerçektir. Başkalarınınki ise asılsızdır. Çün-
kü başkalarının bu evreni yaratacak ve yaşatacak güç ve bilgisi
yoktur. Bu güç ve bilgiye sahip olmayanlar da, Allah'ın yerine geçe-
mez. Geçirenler ise, gerçeği çiğnemiş olurlar. Gerçeği çiğneyenler,
eğer hatalarından dönmezlerse, cezalandırılmaktan kurtulamazlar.

Not 4: "Allah, 'Ben varım' nerede diyor" diyen Senyör Grand'a sor-
mak lâzımdır: Allah, nerede "Ben yokum" veya "var degilim" diyor?

Not 5: Eğer Kur'anda: "Allah var ve varlıktır denilemez" şeklinde
veya ona denk gelecek açık bir ayet varsa, bu takdirde Allah'ın
"varlığı"ndan bahsedenler hata etmiş olur. Aksi halde kimse onların
hata ettiğini iddia edemez.

Not 6: : "Allah var ve varlıktır denilemez" veya "denilmesi anlam-
sızdır" diyen Senyör Grand'a, başında sormamız gereken suali
şimdi soralım: Niçin denilemezmiş?

Acaba biz sadece yaratılmışlar hakkında mı "var" ve "varlık" keli-
melerini kullanabiliriz? Evet, "yaratık" anlamında, Allah hakkında
"var" ve "varlık" denilemez. Çünkü varolmak ve yokolmaktan beri-
dir. Çünkü varlığın ve yokluğun Yaratıcısı'dır ve yarattıklarının üze-
rindedir. Ama "Yaratıcı" anlamında "Allah var ve varlıktır" diyebili-
riz. Çünkü bunu engelliyecek bir ayet yoktur. Fakat, O'nun hakkın-
da "yok" ve "yokluktur" diyemeyiz. Denilmesi, inkâr ve küfürdür.
O halde, hakkında yasaklayıcı bir ayet olmayan bir konuda yasak-
lama yapılamaz ve bununla ilgili yasaklayıcı felsefî bir kaide de ko-
nulamaz.

Allah, yarattıklarına denk olmamıştır. Fakat, yarattıkları üzerinde
daima bir "varlığı" bulunmuştur. Bu Varlığa, "varlık değildir" deni-
lemez. Çünkü akıl nazarında tablonun da, Ressamın da bir "varlığı"
vardır. Bunun gibi, yine akıl nazarında insanın da, Yaratıcısının da
birer "varlığı" vardır. Allah'a inanmış olanlar, varlık aynasında Allah'
ı görürler. Allah da bu varlık aynasında Kendi "varlığını" görür.
"Kendini" görmek, göz işidir. Ama "Varlığını" görmek, "bilinç"tir.
Allah'ın "varlığı" "var"dır. Çünkü ruh, ışık ve hayat sahibidir. Bu da,
kâinattaki iş ve fiilleriyle görülmekte ve indirdiği Kitap'la da bilin-
mektedir.

Demek, "benim görüşüm doğrudur" diyebilirsiniz. Ama "tek doğru
benim görüşümdür" dememelisiniz ve görüşünüze uymayanları müş-
riklik ve kâfirlikle suçlamaktan da vazgeçmelisiniz.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 15. Januar 2011

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 22

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 22

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde, ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Sol Südur demiş: "1. İrade dışı, günaha bağlı olmayan kötülük var-
dır. Bunu iyi Tanrı’yla bağdaştırmanın imkanı yoktur."

Cevap 1: Kötülüğün yaratılışını Allah'a vermemek ve dünyadaki
kötülüğü Allah'ın (asla!) kötülüğüne delil saymak, senin uydurdu-
ğun bir felsefedir ve Tanrı'ya yaptığın zorbalıktır! Allah, senin zor-
balığınla iş görmez.

Sol Südur demiş: "2. Bir başka canlıyı parçalamadan beslenemiyo-
ruz. Bu gerçek te yaratıcı bir iyi gücün varlığına inanmayı imkansız
kılıyor."

Cevap 2: Kötülüğü yaratmak, Tanrı'nın kötü olduğuna delil olmaz.
Bunun cevabı daha önce de verildi. Kötülüğü resmetmiş bir ressa-
ma "kötü ressam" denemez.

Sol Südur demiş: "3. Vahiy denilen, yaratıcı güçten insana indiği
iddia edilen bilgi çelişkilerle doludur. Her şeye gücü yeten bir Tan-
rı olsaydı dünyadaki insan bu çelişkili bilgiler yüzünden birbirini bo-
ğazlamak zorunda kalmazdı. (Örn. İslam XHıristiyan polemikleri,
mezhepler arası ayrılıklar v.s.)"

Cevap 3: Kur'anda çelişki yoktur. Çelişkide olan senin kafandır.
Git onu tamir ettir! İnsanların birbirini boğazlaması Kur'anın suçu
değildir. Kur'an der: "Haksız yere öldürmeyin. Birlik olun. İyilikçi
olun. Adaletli olun. Eğer bunların zıddını yaparsanız, hesabını vere-
ceksiniz." Evet, ateistler de inkârlarının hesabını verecek. Allah'ın
hesap sormasından onlar hariç değildir. Kudretleri yeterse kendi-
lerini hariç çıkarsınlar!

Sol Südur demiş: "4. Tanrı’yı insan değil, Tanrı insanı yaratmış
olsaydı insanoğlu yüzbinyıllardan beri doğaya ayak uydurabilmek
için seller, felaketlerle boğuşmak zorunda kalmazdı. Doğa bir dü-
zen içinde yaratılmadı; bir düzen varsa, yani insan aç açıkta kalma-
dan, sıcak bir barınakta geceleyebiliyorsa bunu yüzbinyıllar geçen
kendi uğraşlarına borçlu; bir iyi Tanrı’ya değil."

Cevap 4: İnsanı Tanrı yarattı. İnsanların yarattığı tanrılar ise; "sahte
tanrı"dır. Çünkü insanların yarattıkları tanrılar, bu evreni yaratıp ya-
şatamaz ve yönetemezler. Allah bu dünyayı bir cennet olarak değil,
bir imtihan yurdu olarak yaratmıştır. İmtihanda olanlar, sorulara ce-
vap verecek, çalışacak ve yorulacaklardır. İmtihanı geçenler de,
girecekleri cennetlerinde rahat ederler. İnanmayanlar ise, elbette ki
cehennemlerine boylayacaklardır! Güçleri yetiyorsa, ölmesinler ve
gitmesinler!

Tanrı, senin hayatın için gerekli olan malzemeyi hazırlamasaydı, se-
nin ugraşların beş para etmezdi! Dünyayı ve hayatı, sanki sen yarat-
mışsın gibi konuşmayı bırak! Cennet gibi bir dünya istemekten de
vazgeç. Kaç kere söyledik: Tanrı, senin keyfine göre iş görmez!

Sol Südur demis: "5. Bilinmeyen, cevaplanmamış sorular olması bir
Tanrı’nın varlığının işareti değildir. Bilinmeyen ‘henüz’ bilinmeyen-
dir."

Cevap 5: İnsan herşeyi bilemez. Herşeyi bilen, ancak Allah'tır. İn-
sanlar da ancak O'nun öğrettiği kadarını bilebilirler. Bilinenler de,
bilinmeyenler de Allah'ın elindedir. "Bilinmeyen" varsa, "bilinen" de
var demektir. Bu varlar da, O'nun varlığına işaret eder. Çünkü
var'ı da, yok'u da yaratan Allah'tır. İnsanlar yok'u yaratamaz.

Hem bilinmeyen'i Tanri'nın yokluğuna delil saymasını biliyorsun da,
bilinen'i O'nun varlığına delil yapmayı niçin bilmiyorsun? Bu koca
evren ve içindeki sayısız varlıklar "bilinen" değil mi? Bu bilinenleri
niçin görmüyorsun? Görmezsin. Çünkü şeytanın buna izin vermez...
Sen önce şeytanını sustur!

Sol Südur son olarak demiş: "İlk aklıma gelenler bunlar…Bana
ayetlerden ve öbür dünyadan delil getirmeden yani teolojiye gir-
meden verecek cevabınız varsa alayım…yoksa kalsın …"

Cevap: Biz, Kitab'a göre konuşuruz. Kitapsızlığa göre konuşacak
bir sözümüz yoktur! Beğenmiyorsan alma! Sen, temelsiz aklına ve
felsefene bin, uç git... Ama unutma: Havaalanın, cehennemdir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 14. Januar 2011

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 21

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 21

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde, ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Sol Südur (Nilgün) demiş: " ‘Tanrı kötü olsaydı dünya hangi anlam-
da farklı olurdu?’ soruma hiç bir cevap gelmedi."

Cevap: Tanrı kötü olmaz. Çünkü O, iyilik ve kötülüğün yaratıcısı-
dir. Eğer senin keyfine göre kötü bir Tanrı olsaydı, sana bu güzel
dünyayı ve hayatı vermez, kendini cehennemde işkence çekiyor
olarak bulurdun. Madem güzel bir dünya ve hayatta bulunuyorsun
ve pek çok insandan daha iyi durumdasın, karşında iyi ve iyilikçi
bir Tanrı'nın bulunduğunu neden görmüyorsun? Senin internetteki
yazıların, senin varlığına delâlet ederse, bu güzel hayat, Tanrı'ya ve
O'nun iyilikçiliğine nasıl delâlet etmez?

Felsefeyi bırak, gerçeğe bak!
+++

Sol Südur demiş: "Tanrı’nın varolup olmadığını bir yana bırakın;
Tanrı’nın önce iyi olduğunu felsefi olarak ispatlayın…becerebili-
yorsanız! Dünya acı ile doluyken neye dayanarak iyi bir Tanrı’
nın varlığından söz edebilirz?"

Cevap: Bir kere "Tanrı varsa", bu cevabın bir anlamı olur. Ve Tan-
rı var olduğu için bu cevabı veriyoruz. Yoksa tekrar dirilişi olma-
yan bir ölümle herşey anlamını yitirir. Anlamsız bir hayatın tartışma-
sını niye yapalım?

Dünya, felsefeden ibaret değildir. Dünyanın tatlılarını da görsene!
İyi hesapla bakalım: Dünyada, en çok acı mı gördün, yoksa sefâ
mı sürdün? Diyelim ki, en çok acı gördün, acı çektin. Bu durumda
bu dünyanın zevk ve lezzet yeri olmadığını, imtihanda bulunduğunu
ve senin keyfine göre bir hayat olmayacağını kabul etmek zorun-
dasın. Kabul etmezsen, acılara yine katlanacaksın. İstersen katlan-
ma!

Ama seni yaşatan Allah'a inanır, isteklerini yerine getirirsen, sana
ebedî bir mutluluk yurdu vardır. Aksini yaparsan, ebedî bir mutsuz-
luk yurduna atılacaksın. Senin inkârın bu atılmayı önleyemez. An-
cak kendini uyutursun!
+++

Sol Südur demiş: "Dünyada irade dışı kötülüğün varlığı ile ispatla-
dım ya…Kişisel günaha bağlı olmayan kötülüğün yaşanması…
Bebek ölümleri…Sakat doğumlar…Ama siz karşıma çıkıyor ve
kötülüğün yaradılması kötülük değildir diyorsunuz…"

Cevap: O "irade dışı kötülük" dediğin, senin yakıştırman! Senin
yakıştırmanla o "kötülük" dediğin seyler kötülük olmaz. Bir anne-
nın suç işleyen çocuğunu dövmesi, kötülük değil, adalettir. Büyük
bir sanatkârın veya ressamın, kötülüğü tablolaştırması, onun kötü
bir sanatkâr olduğunu değil, usta bir sanatkâr olduğunu gösterir.
Hem bir fabrikada pek çok iyi mallar arasında, çok az hatalı mal-
lar da üretilir. Bu hatalı mallar yüzünden o fabrikaya "kötü" dene-
mez.

Eğer: "Fabrikayla Tanrı'yı bir tutma. Gerçek bir Tanrı hiç kusur-
suz bir yaratışta bulunabilmeli" dersen; evet, Tanrı isteseydi dün-
yada hiç kusur yaratmazdı ve hiç kusursuz yaratışta bulunmaya
da kudreti yeter. Fakat kimse O'nun nasıl yaratıcılık yapacağına
karar veremez. O, istediği gibi yapar. Eğer sen kendi keyfine gö-
re bir tanrı yaratabilirsen, onu istediğin gibi yönetebilirsin. Ama
her şeyin yaratıcısı Allah'ı yönetemezsin!

Hem eğer bir Tanrı, kendi iradesi dışında belâya ugramış kullarını
bir başka dünyada ödüllendiriyorsa, O'nun yarattığı sıkıntılara yine
"kötülük" denemez. Kötülük, O'na ve Âhiretine inanmamaktadır.
O'na inan, kötülüğünden kurtul!
+++

Bigalioglu demiş: "Doğuştan kör olan insanlarımız var.Sizce bu
insanlar Tanrı’yı nasıl tanımlar?Tanrı neden bu insanları doğuştan
kör yapmış?Tanrı neden bu insanlara kötülük yapmış?(inananlara
soruyorum)."

Cevap: Körlüklerine sabrettikleri takdirde, onları cennetlik etmek
için. Körleri cennetlik etmenin neresi kötülük?

Eğer dersen: "Dünyadaki gözü sağlamların da öte dünyada cennet-
lik olacaklarını düsünürsek, bu, bir eşitsizlik olmaz mı?"

Ben de derim: Eşitsizlik olmaz! Çünkü gözü sağlamlar, iyi kullar ol-
duklari takdirde cennetlik olur ve derecelerine göre gözü sakatlar
daha yüksek bir mevkiye çıkarılabilir. Allah'ın adaletine güvenmek
gerekir.
+++

Bigalioglu demiş: ... ama siz sakın imanınızdan şüphe etmeyin,yok-
sa cehennemde yanarsınız,maazallah. gariban şintoist cehennemde
yanacak,budist cehennemde yanacak,hatta m.ö.1000 yılında orta
asyada yaşamış türk bile cehennemde yanacak.siz Tanrı’nın şanslı
kullarısınız."

Cevap: Cennetin serin olacak olması, bizi imanımızda niçin şüpheye
düşürsün? Çünkü cennetin tek özelliği, onun "serin" olması değildir.
Onun en önemli özelliği, ebedî ve bütün mutsuzluklardan arınmış
olmasıdır.

Allah'a inanmayanlar elbette ki cehennemde yanacaklardır. (An-
cak O'nun gönderdiği elçi ve kitaplardan habersiz kalmış olanlar
cezadan kurtulabilir. Çünkü Allah adaletsiz değildir.) Sen de inan,
Tanrı'nın "şanslı kulu" ol, cehennemden kurtul!
+++

Sol Südur demiş: "Acaba yeryüzünde düzen mi var yoksa düzen-
sizlik mi? Felsefede başlangıçta kozmos yoktur, kaos vardır. Ka-
osu insan kozmosa dönüştürür."

Cevap: Felsefe, "herşeyi bilen" değil, "bilmeye çalışan"dır. Bu yüz-
den bilgisi ve aklı kısadır. Kimse bu kısa akıllının söylediklerini
doğru sanmamalıdır. Tabiata bakarsak, onda bir kaos yoktur. İn-
sanların toplumsal hayatlarına bakarsak, belki onların içinde kaos
bulunabilir. Fakat bu kaos, onların yüce Yaratıcı'nın gönderdikle-
rini kabul etmemiş olmasındandır. Yoksa ilk insan topluluklarında
kaos yoktur. Çünkü Allah onlara, düzen içinde yaşayabilecekleri
bir kitapcık göndermiştir. Böylece düzensizlikten kurtulmuşlardır.
Hem evrenin başlangıcında da kaos değil, yokluk vardır. Bu yok-
luk içinde yüce Yaratıcı, evreni bir düzen içinde yaratmıştır.
+++

Sol Südur demiş: "Düzen sandığımız şey, içine doğduğumuz du-
rumdur. Başka bir durum içine doğsaydık, onu düzen sanacaktık".

Cevap: Neyin düzen, neyin düzsizlik olduğu ancak Allah'ın kita-
bıyla bilinir. Yoksa senin felsefik uydurmalarınla değil. Allah her-
şeyi bir düzen içinde yaratmış ve düzensizlikten kurtarmak için de
insanlara "Kitap" göndermiştir. Kitabını oku, kaostan kurtul! Yok-
sa, kitapsız aklının yanılgılarıyla kaosa düşeceksin ve düşmüşsün.
+++

Sol Südur demiş: "Hayvanların içgüdüsü insanın bilinci olduğu
anlayışı YANLIŞ. Bin yılların yanlışı..Her ikisinin de refleksif ya
da programlı davranış biçimleri var. Her ikisi de doğanın bir par-
çası. Birbirinden üstünlükleri yok… İnsanın kendini üstün sanması,
kusura bakmayın ama hani biz ateistlere kendilerini Tanrı sanıyor-
lar diyorsunuz ya, dindarın kendine doğa karşısında özel bir paye
vermesi, Tanrılığa yaklaştırması, Tanrı’ya en yakın varlık olma
ayrıcalığı tanıması anlamına geliyor!"

Cevap: Sizin iddialarınız da yanlış! Allah, bitkileri ve hayvanları,
onlar bir öğrenim görmeden mükemmel olarak yaratmış. İleride
ihtiyaç duyacakları bazı bilgileri de onlara ilham etmekte, bilgilen-
dirmektedir. Bitkilerin bilgiye ihtiyaçları yoktur. Çünkü muhtaç
oldukları bütün bilgiler, köklerinde ve çekirdeklerindedir.

İnsanlar ise, bilgili ve sanatkâr olarak doğmazlar. Sonradan öğre-
nir, bilgi ve sanat sahibi olurlar. Bu sebeple insan ile hayvan arasın-
da "yaratık olmak dışında" bir eşitlik yoktur.

İnsanın "üstünlüğü" ise; onun "bilinçli" olması ve bilinçsiz varlıklara
hâkim durumu, insanı diğer varlıklardan "üstün" göstermektedir. Bu
üstünlüğü veren de, onları yaratan Allah'tır. Ve Allah, insanı yalnız
yeryüzündeki varlıklardan değil, gökteki meleklerden de üstün yap-
mıştır. Allah'a inanıp bu üstünlüğü kabul etmeyenler, hayvanlarla e-
şit kalmak şöyle dursun, onlardan da aşağıya düşerler. Ve inkârcı
ateistler, hayvanların aşağısına düşmüs varlıklardır! Birazcık aklı ve
kalbi olan bir insan bu düşüşü kabul etmez.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Dienstag, 11. Januar 2011

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 20

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 20

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde, ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Müslümanların kurbanını vahşet olarak gören Sol Südur'a,

Siz önce kendi vahşetinizi görmelisiniz. Çünkü Allah'ı inkârınızla
evrenin boğazına bıçağı dayamış onu katletmekte, nefis ve şeyta-
nınıza "kurban" etmektesiniz. Ama ne yazık ki siz bunu, bizim
safımıza geçmedikçe göremezsiniz... Size önce "gören göz" yani
"kalp" lâzım. O da sizde yok! Bu yokluk nedeniyle de Allah'ın
dinine saldırılarınız dur durak bilmiyor. Kötülük ise, ancak siz
Tanrılığa yükselince sona erer. Bu da mümkün olmadığına göre,
kötülük kıyamete kadar sürecektir. Çünkü Tanrı, iyileri ve kötüleri
görmek ve göstermek istiyor. Niçin? -İmtihan için! -"Böyle bir
imtihan kabul edilemez!" -Buna ancak Tanrı karar verir! Gücünüz
yetiyorsa, bu kararı bozun... Niçin bozmuyorsunuz? Çünkü siz
bir "yaratık"sınız. Ama siz bunu da kabullenemiyorsunuz ve
Tanrı'nın tahtına oturarak konuşuyorsunuz. Ama bu konuşmalar
size bir cennet kazandırmayacaktır. Aksine bir cehennemi
kazandırmaktadır. Hakkı görmek istemezseniz, kazancınız bol
olsun!

Sol Südur demis: "Değil işte! Ben argümanımı Tanrı’nın yokluğuna
dayandırmıyorum; tam tersine ‘tüme varım’ tekniğiyle empirik
olandan yola çıkarak, örneğin sakat doğan bebeğe, doğal afetlere
işaret ederek sonuca gidiyorum. Veriler bir iyi Tanrı’nın olduğunu
kanıtlamıyor."

Cevap: Sakat doğan bebek, beşeri veya doğal veyahut da çevresel
kötü şartlardan doğan bir hatadır, Tanrısal hata değildir. Bu hata da,
binde veya milyonda bir olan hatadır. 999 veya 999999 sağlamı
neden görmüyorsun? Çünkü kalbin kördür, göremezsin! Bu kadar
sağlam çocuk seni Tanrı'nın iyiliğine götürmesi gerekirken, sen bu-
nun tam tersini yapıyor, Tanrı'yı "kötü" çıkarıyorsun! Ne zorun var?

Yine sormuşsun: "Peki, bir soru: Tanrı kötü olsaydı dünya bugün-
künden hangi anlamda farklı olurdu?"

Cevap: Tanrı kötü olmaz. Sen kötülüğü kendinde ara! Sen iyi ol-
saydın, Tanrı'yı kötü çıkarmazdın.

Sol Südur demiş: "Unutmayın ki, (Tanri) diğer yanda gazabını ina-
nana da veriyor… Bu durumda iyi bir Tanrı’nın var olduğuna hük-
metmek için neden kalmıyor!"

Cevap: Evet, Tanrı'nın gazabı, kötüler yüzünden bazen iyileri de
vuruyor. Fakat hedef iyiler değil, kötülerdir. Hem iyilerin uğradığı
zarar, ötedünyada güzel bir ödülle telafi ediliyor. İnançlı kötülerin
cehennemde ceza görecek olmaları ise; bundan daha adil ne ola-
bilir! Fakat, Allah'a inanmayan ateistler, âhirete de inanmayacakla-
rı için, bu cevabın onlar için bir önemi yoktur. Bu durumda onların
Tanrı hakkında verdikleri hüküm değişmeyecektir. Yani: (onlara
göre) "İyi bir Tanrı yoktur, kötü bir Tanrı vardır!" Ama "kötü Tan-
rı"nın varlığını kabüllenmekle tanrıtanımazlıktan da çıkmış oluyorlar!
Yanılıyor muyuz?

Fakat bu tür ateistler şeytana çok benziyor. Çünkü, kendini insan-
dan üstün görerek Allah'a isyan eden ve bu isyanıyla da cennetten
kovulan şeytan da, suçunu Allah'ın üstüne atarak: "Beni Sen yoldan
çıkardın, Sen kötüsün!" demiştir. Yani hem Tanrı'ya inanmış, hem
de O'nu kötülemiştir... Allah, Allah'ı kötüleyen ateistleri, şeytanlık-
tan insanlığa yükseltsin, amin!

Not: Mustafa Uğur ne güzel cevap vermiş: "Allah kötülük dileseydi,
daha farklı bir dünya yaratırdı." Ben de diyorum: Allah kötü olmaz.
Çünkü Allah, iyilik ve kötülüğün yaratıcısıdır. İnsanları denemek
için kötülüğü de varetmiştir. Fakat kötülüğü yaratmak kötü değil,
onu işlemek kötüdür. Onu işleyen de insandır. Eğer Allah'ta kötü-
lük bulunsaydı, evrendeki iyilikleri ve dünyadaki hayatı yaratmaz,
ateistlere de O'nu inkâr etme yeteneği vermezdi. Veya onların can-
larını hemen alırdı! Ayrıca, her şey iyi olsaydı, bu sefer "kötü"nün
ne olduğunu bilemeyecek, bu tartışmaya da meydan açılmayacaktı.
Hem, "kötü" istisnadır; iyi ise, "kaide".

Bigalioğlu demiş: "Kuranda verilen bir çok bilginin ondan önceki
dönemlerde o bölgede yaşamış diğer uygarlıkların yazıtlarında
bulunması benim kurana şüpheyle yaklaşmama neden oluyor."

Bu şüpheyi giderecek ayet şudur: "Biz her millete bir elci gönder-
dik." Yani: Allah'ın dini, Musevîlikle, Hıristiyanlıkla ve Müslüman.
lıkla sınırlı değildir. Allah'ın dini, ilk insanla birlikte başlar.

İkinci olarak demişsiniz: "Antik yunanlı kafir mi?"

Cevap: İnsanları ve tabiatı tanrılaştıran eski Yunanlılar kâfirdir.
Ama her şeyin ve herkesin yaratıcısı, yaşatıcısı ve yöneticisi olan
Allah'a inanmış olanlar da mü'mindir, gerçek inançlıdır.

Sol Südur demis: "Hakperest, Allah her topluma elçi gönderdiyse
ve semavi dinlerden öncekiler de Allah’ın buyruğuysa putperestlik
neden yasaklandı?"

Allah'ın elçi göndermesiyle oluşmuş her din, "semâvî din"dir. Bu
dinlerden önce bir din yoktur. Allah'ın gönderdiği dine uymayanlar,
ya putperest, ya da inkârcı olur. Herşeyin ve herkesin sahibi olan
eşsiz Allah, putperestliğe izin vermez. Bir efendi, kölesinin kendi
uydurduğu efendilere kul olmasını istemez.

Sol Südur'un diğer suallerine cevap vermek gerekmez. Çünkü
bütün sualleri Allah'ı inkâra dayanıyor. Hepsine cevap versek dahi
inkârını sürdürecektir. Ama bu inkâr, onu cehennemden başka bir
yere götürecek değildir. Ölümü öldüremeyen de, bu akibetten kur-
tulamaz. Benim cehennemin varlığına dair delilim, Kur'andır. Peki,
ateistin delili nedir? "Bilimdir" denmesin! Çünkü bilim, hiç bir za-
man cehennemin olmadığını isbatlayamaz. Biz inançlılar da cehen-
nemin varlığını belki isbatlayamayız. Ama onun varlığına inanırız.
Ateist de bunu inkâr eder ve ediyor. Aramızdaki fark, inanç-inkâr
farkıdır. Kimin haklı, kimin haksız olduğu (bize göre) ancak ölüm-
den sonra belli olacaktır. Ateiste göre ise, ölümle herşey bitecektir.
Acaba? Hayat bitiyor, ölüm geliyor. Bakalım kim haklı çıkacak...
Belki göreceğiz, belki göremeyeceğiz. Ama biz Kur'anlılara göre
kesin göreceğiz. Ateistler bunu inkâr etse de!

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 10. Januar 2011

TÜRKİYE VE AMERİKA YÖNETİMLERİNE DUYURU

TÜRKİYE VE AMERİKA YÖNETİMLERİNE DUYURU

yol gösteren ALLAHın adıyla

Türkiye ve Amerika yönetimlerine bir teklifimiz var. Bu teklifin ka-
bul edilmesi ise, dünya barışını sağlayacaktır. İsrail-Filistin sorunu-
nun çözümsüzlüğü ise bu barışı tehdit etmektedir. Bu tehdidi orta-
dan kaldıracak yeni güç ise; Türkiye'dir. Çünkü Türkiye; dil, din,
tarih ve coğrafya yönleriyle Ortadoğu bölgesine yakındır. Amerika
ise, sayılan yönlerle bu bölgeye uzak ve yabancıdır. Türkiye, Orta-
doğu'nun dilini iyi anlar. Amerika ise anlamaz. Anlasa bile, onlarla
uyuşamaz. Türkiye ise onlarla uyuşabilir.

Bu sebeple, İsrail-Filistin meselesinin çözümü Türkiye'ye bırakılma-
lıdır. Türkiye de bu sorunu -İsrail ve Filistin'in keyfine bırakmayarak-
hak, hukuk ve adalet dairesinde çözmeye çalışmalıdır. Amerika da,
İsrail'in haklarını korumaya devam etsin. Ama, İsrail'in haksızlıkları-
na âlet olmasın.

Yarım yüzyıldır Amerika bu sorunun çözümünü gerçekleştiremedi.
Yahudi lobisinin etkisinde kaldığından, bu sorunun çözümü hep en-
gellendi ve ertelendi. Ama daha fazla engellenemez ve engellenme-
melidir. Çünkü dünyanın çok az bir ömrü kaldı. Hem Filistin halkı-
nı kıyamete kadar devletsiz ve vatansız bırakmaya kimsenin hakkı
yoktur. Bu haksızlığın artık bir an önce sona erdirilmesi gerekiyor.
Bu gereklik için de, Türkiye ve Amerika'nın hemen bir anlaşmaya
varması şarttır.

ABD'nin bu teklifimizi kabul etmesi, hem onun yükünü hafifletecek,
hem de onu İslâm Dünyası'nın düşmanlıklarından kurtaracaktır.

Türk ve Amerikan yönetimlerine başarılar diliyoruz...

İsa'nın, Musa'nın ve Muhammed'in yol gösteren Allah'ına hamd
olsun!

Not: Kıyametin vakti: 2121-26 arasıdır. (Allah dostları, Allah'tan
aldıkları bilgi ve ilhamla kıyametin vaktini bilirler.)

Not 2: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşıldı.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Nitelik: Özel mesaj 7.
Mesajı veren makam: Mehdiyet Makamı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 8. Januar 2011

İSRAİL YÖNETİMİ'NE İKİNCİ UYARI!

İSRAİL YÖNETİMİ'NE İKİNCİ UYARI!

İsrail dışişleri bakanı Lieberman'ın, dokuz kişinin öldüğü Gazze
Filosu baskını için, Türkiye'nin özür talep etmesinin "küstahlığın
da ötesinde" olduğunu ve "terörizmi desteklediği için"
asıl Türkiye'nin İsrail'den özür dilemesi gerektiğini öne sürmesini,
İsrail başbakanı Netenyahu kabul etmedi.

Fakat İsrail dışisleri bakanı, sıradan bir milletvekili olmadığı için,
onun sarfettiği kabul edilemez sözlerini ciddiye almak zorundayız.
Onun sözleri yabana atılamaz. Çünkü o, İsrail'in "dışişleri bakanı"
dır.

Eğer sayın Lieberman o sözleri söylemeden önce bir empati yap-
mış olsaydı, belki o sözleri sarfetmesine gerek kalmazdı.

Şimdi o empatiyi birlikte yapalım. Yani: Türkiye'yi İsrail'in yerine,
İsrail'i de Türkiye'nin yerine koyalım. Gazze'de de, Türkiye tara-
fından ezilmekte olan İsrail'in sevdiği dost bir millet bulunsun. Ve
İsrail de, ezilmekte olan bu millete bir yardım gemisi göndersin.
Türkiye de bu yardım gemisini uluslararası sularda durdurmak
istesin. Gemidekiler de bunun haksızlık olduğunu düşünüp, Türki-
ye'nin deniz komandolarını geri püskürtmek istesin. Buna karşı
da Türk askerleri gemideki 9 İsrail vatandaşını öldürsün ve yüzler-
cesini yaralasın ve bütün yolcuları da korku ve dehşet içinde bı-
raksın.

Acaba İsrail hükümeti bu durumda: "Türk ordusu 9 İsrail vatanda-
şını öldürmekte haklıdır. İsrailli yardımseverler ise, Türk deniz ko-
mandolarına karşılık vermekle teröristlik etmiştir" diyebilir mi? E-
ğer bunu bütün yürekleriyle söyleyebilirlerse, 9 Türk'ün kanı ve
200 küsur kişinin de yarası İsrail'e helâl olsun!

Madem İsrail yönetimindekiler bu sözü söyleyemezler, o halde
başta sayın Lieberman ve bütün İsrailli hükümet yöneticileri hak-
sızlıklarını görsünler ve Türkiye'nin hakkını hemen teslim etsinler.
Şayet İsrail yönetimi bu hakkı teslim etmezse, TÜRKIYE DE
İRAN'IN NÜKLEER SİLAH ÜRETMESINE GÖZ YUM-
MAK ZORUNDA KALIR! ("Kalır" diyoruz. "Kalacaktır" de-
miyoruz. Bu takdiri kullanmak, Türkiye'nin bileceği bir iştir.)
Eğer Türkiye, İran'ın nükleer silah üretmesine göz yumacak olur-
sa, artık İran'ı kimse durduramaz. Bunun ise; "İsraillilerin İsrail'i
terketmek zorunda kalacak olmaları" olduğunu herhalde sayın
Lieberman çok iyi bilir, anlar.

O halde sayın Lieberman, Türkiye'yi "küstahlık"la ve "terörizmi
desteklemek"le suçlarken çok dikkatli olsun ve sözlerini hemen
geri alsın. Onun bu sözleri barış dili değil, savaş dilidir. Türkiye
de bu dilin hakettiğini vermekten aciz değildir.

(İsrail hükümetine not: Eğer sayın Lieberman o sözlerini geri al-
mazsa, İsrail başbakanının bu bakanı istifaya zorlaması gerekir.
Sayın Başbakan, üzerine düşeni yapmalıdır. Gerçi Lieberman o
sözleri sarfetmekle demokratik hakkını kullanmıştır. Fakat o
sözler haklı sözler değildir. Haksız sözlerin ise geri alınması gere-
kir.)

Not: Hadi, İsrail'in borcunu hafifletelim: İsrail, Türkiye'ye karşı
hata edildiğini kabul etsin ve gerekli tazminatı ödesin. Ayrıca özür
dilemesine gerek kalmasın. Ama şayet İsrail hükümeti Türkiye'
den özür dileyecek olursa, incelik yapmış ve Türkiye'ye saygı
göstermiş olur. Bu da, haksız taraf için ağır bir şey olmasa gerek.

İsrail hükümeti, Türkiye'ye olan borcunu Mayıs 2011'den önce ö-
demelidir. Bu ödemenin geciktirilmesi, Türkiye'ye hakarettir. İsrail
bu hakarete son vermelidir.

Not 2: Jerusalem Post gazetesinin "Yorumlar" bölümüne yazdığı
yarım sayfalık makalesinde Avigdor Lieberman, ayrıca "Türk
Hükümeti İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini gerçekten arzuluyorsa,
bahaneler aramaktan ya da ön koşullar sıralamaktan vazgeçmelidir.
İsrail, Türkiye'de haziran ayındaki genel seçimler için bir propagan-
da malzemesi yapılmamalıdır" görüşünü dile getirmiş ve Türkiye'de
yapılmış olan İsrail aleyhtarı gösteriler karşısında da: "Yumruklanan
bir kum torbası olmaya niyetimiz yok ve her egemen devlet gibi biz
de, bu hakaretlere ve kötü muameleye tepki göstereceğiz" demiş.

Demiş ama, doğru dememiş! Sayın Lieberman, sanki İsrail 9 Türk
vatandaşını katletmemiş de, Türkiye 9 İsrail vatandaşını katletmiş
gibi konuşmuş. Türk halkının haklı tepkisini hükümet niye kınasın
ki? İsralilli yetkililer, ortada kendileri tarafından işlenmiş bir suç bu-
lunduğunu kabul ederek konuşmalılar. İsrail, Mavi Marmara'yı vu-
rarak, Türkiye'nin bağrında acı bir yara açtı. İsraillilere düşen de,
bu yarayı daha da derinleşmeden bir an önce sıhhatlice kapatmak-
tir. Bu yara kapanmazsa, onların derdi de büyüyecektir. İsrail yö-
netimindekiler bunları iyi düşünsün ve suçlarını örtecek laf ve baha-
neler üretmeye de son versinler.

İsrail Başbakanı sayın Netenyahu şu noktayı aklında tutsun: Türki-
ye'nin ayağına gelmesi gereken İsrail'dir. Yoksa İsrail'in ayağına
gitmesi gereken Türkiye değildir! Bunu, sayın Lieberman da unut-
masın!

Türkiye'nin yarası hâlâ kanıyor. İsrail ise yüksekten uçuşlarda:
"Yaralanan Türkiye değil, benim" diyor!

Not 3: Lieberman, İsrail'in "şamar oğlanı" olmasından da bahset
mis. Hayır, sayın Lieberman! İsrail, şamar oğlanı değil, "suçlu dev-
let"tir. Çünkü, kendini haklı zannederek 9 Türk vatandaşını katlet-
miştir. İsrail bununla, "şamar oğlanı" değil, "katil devlet" olmuştur.
Çünkü onun, Birleşmis Milletlerce verilmiş, uluslararası sularda bir
jandarmalık görevi yoktu. Böyle bir görevi olmadığı için, İsrail suç-
lu durumdadır.

Not: 4: İsrail'in işlediği suçun dinî hükmü şudur: Allah katında bir
insanın haksızca öldürülmesi, bütün insanlığın öldürülmesi gibidir.
Buna göre İsrail tarafından katledilen 9 Türk vatandaşının mânevî
değeri, 6 milyar insan değerindedir. Eğer katledilen vatandaşların
hakları ödenmezse, (ve İsrail halkı da bu haksızlığın ardında durur-
sa), 9 Türk için 6 milyon İsraillinin yok edilmesi, Allah için hak o-
lur. Allah İsraillileri yok eder mi? Gerekli hak ödenmezse, yok e-
der! Niye etmesin?

Hz. Musa devrindeki İsrailliler, Allah tarafından "seçilmiş halk"tı.
Ama şimdiki İsrailliler, seçilmiş halk falan değildir. Onların seçilmiş
halk olabilmeleri için, Allah'ın hükümlerine itaat ediyor olmaları ge-
rekir. Ama İsrail devleti cinayetler işleyerek bu hükmü bozmakta-
dır.

Not: 5: Öldürülen ve yaralanan Mavi Marmara yolcularının yakın-
ları, (hukuken mümkünse), haklarının tazmini için İsrail devleti aley-
hinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde bir dâvâ açabilirler
ve açmalıdırlar.

Not 6: Filistin yönetimi, (hak ve adaletin gereği olarak), İsrail'in 67
sınırlarına geri çekilmesine razı olsunlar ve bu çekilmenin gerçek-
leşmesi için de, Birleşmis Milletler'e resmî müracaatta bulunsunlar.
Birlesmiş Milletler de, İsrail'e geri çekilmesi için 2019 yılına kadar
mühlet versin. Bu mühlet içinde gereken yapılmadığı takdirde,
NATO'nun devreye sokulmasıyla geri çekilme sağlansın. (Bu 6.
not, Türkiye Cumhuriyeti eliyle Filistin yönetimine iletilsin).

Not 7: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşıldı.

Zaman: Yeni Çağ'ın onbiri, Ocak başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Nitelik: Özel mesaj 6.
Mesajı veren makam: Mehdiyet Makamı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *