İSLAMİYETİ KİM VE NASIL YENİLEYECEK?
çağları yenileyen yüce ALLAHın adıyla
İki
hafta kadar önce Beştepe Millet Kültür ve Kong-
re Merkezi’nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Dünya Kadınlar Günü Programı’nda yaptığı konuş-
mada İslam’ın güncellenmesi gerektiğini belirten
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Siz İslam’ı 14
asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız”
ifadeleri
Türkiye’deki din anlayışı konusunda ciddi
bir tartışma başlattı. Cumhurbaşkanı bir gün sonra-
ki konuşmasında, bu ifadelerin dinin aslına yönelik
olmadığını vurgulamak için “Dinde reform aramak
haddimiz değil” diyerek sözlerine netlik kazandırdı.
Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan’ın “İslamın 14-15
asır
önceki hükümleri uygulanamaz” şeklindeki söz-
leri,
"maksadını aşmış cümleler" midir? Buna bir
netlik
kazandırmamız gerekiyor.
Eğer biz Hazret-i Peygamber
dönemindeki şartlar-
da
bulunmuyorsak ve o dönemin şartlarına uygun
verilmiş hükümlerle iş yaptığımızda haksızlık ve a-
dâletsizlik
meydana geliyorsa, o hükümleri terket-
memiz
gerekir. Çünkü
Allah'ın
dininde hak ve adâ-
let esastır. Geçmişte Allah o hükmü koymuş olsa
da bu
zamanda o hüküm adâletsizliğe sebep olu-
yorsa,
biz o hükümle iş
yapamayız.
Çünkü
şartlar
hükümleri
değiştirir ve değiştirmiştir. Şartlar değişti-
ği
halde biz "Allah'ın koyduğu hüküm değişemez"
deyip,
eski şartlara
göre verilmiş
hükümlerle iş
yap-
maya
devam edersek, haksızlık ve adâletsizliğe
düşmüş oluruz. Allah ise böyle bir şeyi istemez ve
kabul
edemez.
Çünkü
yüce Allah bu çağın insanlarına, yani Avrupa
ve
Amerika ve Türkiye gibi ülkelere yeni bir kitap in-
dirmek
istese, hükümlerini de onların şartlarına gö-
re
verecektir. Çünkü
hak ve adâlet bunu gerektiri-
yor.
Demek oluyor ki biz, hak ve adâlet'i esas ala-
cağız. Bu esasa uymazsak, Kur'anın en önemli e-
sasını reddetmiş oluruz. Çünkü Kur'anda en önemli
esas ve
Allah'ın
istekleri; Kendisine, âhiretine, me-
leklerine,
peygamberlerine ve kitaplarına inançtan
sonra
haklı,
adâletli, ibadetli, namuslu, iyilikçi ve gü-
zel
ahlâklı
olmaktır.
Yani İslâmiyet'in
temeli, hak ve
adâlet
oluyor. Biz de şartlarımızı bu altı İslâm esa-
sıyla uyumlu hale getirdiğimizde, dinimizi yenilemiş
oluruz.
Dinin
yenilenmesi konusunda söz, Allah'ın Mehdisi'
ndedir.
Bu konuda hiç
kimse onun önüne geçe-
mez.
Dolayısıyla gelenekçilerin, reformcuların ve
gelecekçilerin aşırılıkları, dayatmaları ve korumacı-
lıkları geçersiz oluyor. Bu durumda İslâmlı bir ülke-
nin
diyaneti, ilahiyatı ve din bilginleri Allah'ın Mehdi-
si'nin ne
dediğine
bakacaklardır.
Çünkü
bütün kav-
gaları, anlaşmazlıkları ve çözümsüzlükleri ancak o-
nun sözü
bitirebilir. Onun sözüne uyulmadığında
kavga ve
anlaşmazlıklar ve çözümsüzlükler devam
eder. Bu
da huzur ve barışı
ortadan kaldırır. İslâm
ise,
huzur ve barış
dinidir. Huzur ve barış isteme-
yenler de
müslüman olamaz! O halde Allah'ın Meh-
disi'ne
uyulacaktır.
Allah'ın
Mehdisi de, hak ve adâ-
letle ve şartlara göre hükmeder.
Şunu
unutmayalım;
Hazret-i Peygamber dönemiyle
bizim
dönemimiz bir değil.
O dönemde tam teşki-
lâtlı bir devlet yoktu. Hayat çok basitti. İnsanların ih-
tiyacı üç-beş taneydi ve insanların sayısı da çok
azdı. Şimdiki dönemde ise İslâmlı Ülkeler'in tam
teşkilâtlı devletleri var. Hayat çok ayrıntılı. İhtiyaçlar
ise
binlercedir. Yani şartlar çok farklı. Bilim ve tekni-
ğin
değiştirdiği, değiştireceği ve değiştirmekte ol-
duğu şartlar da var. Biz şimdi eğer peygamber dö-
nemindeki
şartlara
uygun verilmiş
hükümlerle iş
iş-
lemeye
kalksak, adâletsizliğe düşeriz. Bu da, evre-
nin
sahibi olan Allah'ın "adâletli olun" emrine uygun
düşmez.
Meselâ
peygamber döneminde yüce Allah, hırsız-
lık yapan kadın ve erkeğin elinin kesilmesini emret-
miş. Biz şimdi o emri bu zamanda uygulamaya
kalksak
acaba ne olur? Diyelim ki bir adam bir fırın-
dan 5
ekmek çaldı. Başka bir adam da bir zenginin
1
milyonluk mücevherini çaldı. Hâkim ise polisin ya-
kaladığı bu adamların elinin kesilmesine hükmetti
ve
ikisinin de eli kesildi. Peki, adâlet yerine gelmiş
mi oldu? Çünkü ekmek çalan adam o çaldığı ek-
mekle
ancak bir gün karnını doyurabilir. Ama ömür
boyu çalışamıyacaktır. Ona sahip çıkacak birileri de
yoksa, o
adam ancak dilencilik yaparak geçinebile-
cektir.
Öteki hırsız ise, çaldığı milyonluk mücevher-
le bir
hizmetçi
tutarak bir ömür boyu krallar gibi ya-
şayabilecektir.
Yani görünüşte
ikisi de cezâlandırıl-
dı ve elleri kesildi. Ama birisi hayatın cehennemine
düşerken, ötekisi de hayatın cennetine çıktı. Buna
adâlet
diyebilir miyiz? Ekmek çalanın eli kesilirken
mücevher çalanın kafasını kesmek gerekmiyor
mu?Çünkü o bir milyon lirayı ortalama bir işçi ancak
bir ömür
boyu çalışarak kazanabilir. Yani bir milyon
liralık mücevher bir ömre bedeldir.
Adâleti arama-
mız ve hırsızın çaldığı değeri hesaba katmamız
gerekmez
mi? Yani ekmek çalanın elini kesmek
çok
cezâ, mücevher çalanın elini kesmek az cezâ
olmuyor
mu? Allah buna râzı olur mu? Elbette ki ol-
maz! Çünkü Allah'ın istediği, adâletli olmamızdır. O
halde bir
hırsız hangi şartlarda hırsızlık yapmıştır
ve ne
kadar çalmıştır? Bunları hesaplamamız ve o-
na göre
cezâ vermemiz gerekiyor. Cezânın şekli i-
se
mutlaka el kesmek değildir. Başka şekillerde ce-
zâlandırmak da mümkündür. Eski zamanda tam
teşkilâtlı devlet olmadığı için suçlular asılarak, kesi-
lerek
cezâlandırılmış. Şimdi ise farklı şekillerde ce-
zâlandırmak mümkündür. Önemli olan adâletli
bir
cezâ
vermektir.
Kur'anda
Allah, haksızlıkla adam öldürenin öldürül-
mesine
izin vermiştir.
Fakat biz şimdi
bu öldürmeyi,
eğer katil yüzdeyüz suçluysa yapabiliriz. Eğer kati-
lin suçluluk oranı yüzdeyüzün altına düşüyorsa, ona
idam değil, hapis cezâsı vermek gerekir. Yani kati-
lin haklılık payı var mı? Ona bakmamız gerekir. E-
ğer
katil yüzdeyüz suçluysa,
onu idam edebiliriz.
Çünkü
haksızlıkla bir kimsenin hayatını yok etmiş
bir
katili hapse atıp
ona hayat vermek, adâletsizlik-
tir.
Yüce
Allah, zina edenlerin yüz sopa vurularak cezâ-
landırılmasını istiyor. Fakat biz şimdi bu cezâlandır-
mayı yaparken, zina suçunun hangi şartlar sonucu
oluştuğuna da bakacağız. Meselâ bir kadın kötü ko-
casından boşanmak istiyor. Fakat koca, zorbalık e-
dip karısının boşanma hakkını gasbediyor. Kadın
da çaresiz kalarak başka bir erkeğe kaçıyor ve o-
nunla
birleşiyor.
Şimdi
burada asıl
suçlu
kimdir?
Kadına "sen zina ettin"
diyebilir miyiz? Bu durum
erkek için de geçerlidir. Zina suçunun tesbiti için i-
se,
delilin sağlam
ve güvenli oluşu
önemlidir. Allah'
ın
dört şahit
getirilmesini istemesindeki asıl maksat
da budur.
Yani delil sağlamsa,
bir şahit
de yeterlidir.
Delil sağlam değilse, yüz şahit getirilse de geçer-
sizdir.
Bir kamera kaydı
veya devletin tek bir memu-
ru da
delil olarak yeterlidir. Tabii kamera kaydının
da sahte
olup olmadığına
dikkat etmemiz gereki-
yor.
Cezâlandırmanın şekli konusunda ise, suçluya
sorabileceğiz: "Yüz sopa vurularak mı, yoksa me-
selâ yüz
gün hapis yatarak mı cezâlandırılmak is-
tersin?"
Burada önemli olan, kendi şartlarımıza uy-
gun
olarak suçluya
hakettiği
cezâyı
vermektir; yok-
sa Allah'ın hükmünü değiştirmek veya beğenme-
mek değildir. Allah'ın asıl isteği, adâletli olmamız-
dır.
Tabii
burada verilmesi ve uygulanılması istenen
cezâlar, İslâmî bir yönetimle yönetilmek
isteyen
müslümanlar
için
geçerlidir.
Bir ülkede müslüman-
ların çoğunluğu İslâmiyete uygun bir yönetim iste-
diklerinde
veya böyle bir teklife râzı olduklarında
onların istediği yönetimi getirmek şart olur.
İslâmî
bir yönetim geldiğinde
dinin kesin hüküm
koymadığı konularda dünya bilginlerinin görüşüne
başvurmamız şart olacaktır. Çünkü hak bunu gerek-
tiriyor. Çünkü İslâmiyet'in birinci şartı "haklı olmak"
tır. Haklı olmanın gereği de; Yaratan'ın, yaratılışın
ve yaratılmışların (yani insanların) yasasına uymak-
tır. Yaratılışın elçileri ise, dünya bilginleridir.
Yaratı-
lışın yasasını (Allah'tan sonra) ancak dünya
bilgin-
lerinden
öğrenebiliriz.
Buna göre meselâ tanımadı-
ğımız bir bitki veya hayvanın etinin zararlı mı zarar-
sız mı olduğunu tıp bilginlerinden öğreneceğiz. Bir
kız ve oğlan çocuğunun hangi yaşta evlenebilece-
ğini
psikoloji bilginine veya konuyla ilgili uzmana so-
racağız. Ayın hangi gün ve saatte çıkacağını astro-
nomi
bilginlerinden sual edecegiz. Yani bütün bilim
dallarından faydalanmamız gerekli olacaktır ve ge-
reklidir.
Gelecekteki
İslâmî
Yönetim'de bilim ve tekniğin
getirdiği şartları da dikkate almamız gerekecektir.
Buna göre
meselâ domuzun eti gen teknolojisiyle
inek
etine dönüştürülmüşse, o eti yiyebileceğiz ve-
ya bunun
tam tersi olarak bir ineğin eti de domuz
etine
dönüştürülmüşse, o eti yemek bize yasak o-
lacaktır. Tabii gen teknolojisini kötüye
kullanmayı
yasaklama
hakkına
da sahip olacağız.
Miras
konusunda ise; eğer
Kur'andaki miras payla-
şımı bugünün şartlarında adâletsizliğe sebep olu-
yorsa,
onu bugünkü şartlara
göre adâletli hale ge-
tireceğiz. Adâletli miras paylaşımı için hayatı ya es-
ki şartlara döndürmek ya da bugünkü şartlara göre
yeni
hükümler getirmek gerekir. Eski şartlara yani
ondörtbuçuk asır öncesine dönüş mümkün olma-
yacağına göre, yeni şartlara göre yeniden ayarlama
yapılacaktır. Aksi halde paylaştırmada adâletsizliğe
düşeriz. Bunu da mutlak adâlet sahibi
yüce Allah
kabul
edemez.
İşte
İslâmiyette
yenileşme
böyle olacaktır.
Yani hü-
kümlerimizi
yeni şartlara
göre hakka ve adâlete da-
yandıracağız. Dinin özünde ve esasında bir değiş-
me
olmayacaktır.
Kur'andan hiçbir
âyet çıkarılma-
yacaktır. Ona hiçbir ekleme yapılmayacaktır. Çünkü
Kur'an
âyetleri bizim şartlarımızla uyuşmuyorsa,
yeryüzünde
eski şartlarda
yaşamakta
olan toplumlar
bulunabilir
ve Kur'an onların
sorunlarına
çözüm
ola-
bilir.
Onların
Kur'andan faydalanma haklarını biz
hangi
hakla iptal edebiliriz ki? Bu sebeple Allah'ın
son Kitabı değiştirilmeyecektir. Biz, şartlarımıza uy-
gun
olanları
alacağız,
uymayanları
ise hak ve adâ-
letle
yenileyeceğiz.
Bu yenilenmeyi kabul etmeyen-
ler, adâletsizliğe düşeceklerdir. Adâletsizlik ise,
toplum
düzenini bozar, yeni düzen oluşmasına
meydan
vermez. Müslümanlar ise kaos içinde
yaşamak istemez.
Tekrarlayalım ve özetleyelim: Yüce Allah'ın ondört
buçuk asır önce o zamanki toplum ve
toplulukların
şartlarına uygun olarak verdiği cezâlandırma, miras-
landırma, ticaret ve muamele ile ilgili
hükümleri, e-
ğer
bugünün şartlarında uygulandığında haksızlık
ve
adâletsizlik meydana getiriyorsa, biz o hükümleri
kendi şartlarımıza uygun olarak hak ve adâletle ye-
nileyeceğiz ve yenilemek zorundayız. Bugünün
dünya ve
hayatını ondörtbuçuk asır öncesinin şart-
larına döndürmemiz imkânsız olduğuna göre, İslâ-
mî anlayış, düşünce ve uygulamayı yenilemekten
kaçamayız. Bu yenileşmeden kaçanlar ve onu en-
gelleyenler,
Hazret-i Muhammed(sav) dışındaki
peygamberleri
kabul etmeme hatasına düşmüş gi-
bi olur.
Yani yenileşmeye
gerek olmasaydı,
yüce
Allah bu
işi
bir tek peygamberle yani Âdem Aleyhis-
selâm'la
halledebilirdi. Ama böyle olmamış. Yüce
Allah her
toplumun ve her çağın şartlarına uygun bir
elçiyi ve kitabı göndermeye devam etmiş. Bu uygu-
lama
Hazret-i Peygamberimizle son bulmuş. Fakat
onun dini
üzerinden de ondört buçuk asır geçmiş.
Bu asırlar da büyük imamlarla yenilenmiş ve aydın-
latılmış. Şimdi kıyamete yüz yıl kala ise, yüce Allah
Mehdisi'ni
göndermiş
bulunuyor. 7 milyarlık yeryü-
zü insanlığı bu Mehdi'ye muhtaç değil midir? Elbet-
te onun
getirdiği
bilgi ve ışık
olmadan insanlık,
ka-
ranlığını aydınlatamayacak ve doğru yolunu bula-
mayacaktır.
Artık eğriliği ve karanlığı, haksızlık ve adâletsizliği,
ve her
türlü esareti sonlandırmanın zamanı gelmiş-
tir. Çünkü Allah'ın Mehdisi görev başındadır. Artık
zaman,
cemaatleşme
ve ayrışma
zamanı
değil,
Mehdi
Hazretleri'nin etrafında birleşme ve birlik
olma
zamanıdır. Ancak bu birleşmeyle Ortadoğu'
da ve
Müslüman Dünya'da adâletlice yeni bir dü-
zen
kurabilir ve düşmanlarımızı alt edebiliriz.
O halde
yeryüzündeki bütün müslümanlar ayrışma-
yı, cemaatleşmeyi ve mezhepleşmeyi bırakıp, Haz-
ret-i
Mehdi'nin etrafında
kenetlenmelidir.
Buraya
kadar yaptığımız açıklamalardan anlaşılma-
lıdır ki, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın İslâmiyet'in ye-
nileşmesiyle ilgili sözleri,
"haddini aşmış" sözler
değil, "isabet etmiş" sözlerdir.
İmza:
Mehdiyet Makamı.
Not 1: Bu
bildiri, Allah'ın
Mehdisi Mehmed Nur'an
tarafından tasdik edilmiştir.
Not 2:
Dünyadaki bütün müslümanlar bilmelidir ki,
gerçek Mehdi, Mehmed Nur'an'dır. Gerçek Mehdi;
Allah'tan
aldığı
bilgi, ışık
ve elçiliğe dayanır ve an-
cak Allah
hesabına
hareket eder; bazı
kişi
ve ülke-
ler hesabına hareket etmez. Siyasete yön
verir, a-
ma onu
ele geçirmeye
çalışmaz. Müslümanlardan
para
toplamaz. Muhtaç
olduğu
gücü Allah'tan alır,
Allah'a
ve O'nun verdiği
yetkiye dayanır.
Türkiyeli
müslümanlar bilmelidir ki, Fethullah Gülen'
in
mehdilikle ve mesihlikle bir ilgisi yoktur. Çünkü
Mehdilik
ve Mesihlikle ilgili geçerli bir kanıtı yoktur.
Şimdiye
kadar yaptığı
işler
de onun mehdi olama-
yacağını isbatlamaktadır. Bu halde onun peşinden
gidenler,
onun sözleriyle hareket etmeye ve Türki-
ye'ye,
yönetenlerine ve yönetilenlerine zarar ver-
meye son
vermelidirler. Eğer
son vermezlerse,
Allah'ın lâneti onların üzerine olsun!
Not 3:
Cezâlandırmalarda
daha adâletli olabilecek
yeni
sistemler arayabiliriz. Meselâ hırsızları cezâ-
landırmada; hırsızın çaldığı miktara göre cezâlan-
dırmayı düşünebiliriz. Bu sisteme göre meselâ
bir
hırsız bir kimsenin bin lirasını çaldıysa, ortalama bir
işçi bu bin lirayı 15 günde kazanıyorsa, hırsıza da
15 gün hapis
cezâsı
verilir. Eğer
hırsız çaldığı mik-
tarı geri vermezse, cezâsı otuz güne çıkarılır. Mah-
keme
masrafları
da hırsıza yüklenir. Eğer hırsız ay-
nı suçu ikinci kez işlerse, cezâsı iki katına çıkarılır.
Eğer bu suç üç kereden fazla işlenirse, hırsızın bu
suçu meslek haline getirdiğine hükmolunur ve o-
nun
elinin kesilmesine veya tibbî bir müdahaleyle
elinin-kolunun
felç
edilmesine karar verilebilir. Bu
cezâyı, uzun bir hepis cezâsına çevirmek de müm-
kündür.
Bu konuda suçluya
seçim
hakkı
tanınabilir.
Öldürmelerde
ise; eğer
katil yüzde yüz suçlu değil-
se,
öldürdüğü
kimsenin kaç
yıllık hayatını yok ettiy-
se, o
kadar yıl
hapis cezâsı
verilir. Meselâ 20 ya-
şında
bir genç
20 yaşındaki
başka
bir genci katlet-
mişse, -ortalama ömür de 60 yıl kabul edilirse- katil
o gencin
40 yıllık hayatını yok etmiş olacağı için, o-
na 40 yıl hapis cezâsı verilir. Eğer katil yaşlı bir kim-
seyse ve
verilecek cezâyı
karşılayacak
kadar ömrü
yoksa, o şahsı idam etmek gerekir. Eğer katil yüzde
yüz suçluysa, o kimse idam edilmeyi haketmiş de-
mektir.
Hukuk
bilginleri bu konuda gerekli çalışmalara baş-
lamalıdır.
Allah'tan başka ilah yoktur.
Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni Çağ'ın
onsekizi,
Mart ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut: Muranizm.
YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *