Donnerstag, 28. Juni 2012

NORVEÇ KATLİAMCISI BREİVİK'İN CEZASI NE OLMALI?

NORVEÇ KATLİAMCISI BREİVİK'İN CEZASI NE OLMALI?

                        adaletle hükmeden ALLAHın adıyla

Mahkemedeki ifadelerinde cinayetini haklı görmesinden ve öldürü-
lenlerin de ona karşı hiç bir kötülüğü bulunmamış olmasından anla-
şılıyor ki, Anders Behring Breivik bir deli değil, bir düşünce sapığı-
dır.

Deli olmadığına göre bu katliamcının adaletçe cezası ne olmalı?

Adaletin gerektirdiği ceza şudur: Bu katliamcı, hiç bir suçu olma-
yan 77 insanı katletmiş ve 242 kişiyi de yaralamış bulunuyor. Yani
şimdi çocukları öldürülmüş 77 ailenin her biri, Breivik'i birer kere
öldürme hakkı kazanmış durumdadır. Bu hak devletin elinde oldu-
ğu için de, Norveç hâkimlerinin katliamcıya 77 idam vermesi gere-
kiyor. Onların kanunlarında idam yasak olduğundan da, 1 cinayete
21 yıl x 77 cinayete= 1617 yıl hapis cezası hak oluyor. Yaralama-
ların karşılığını da hesaba katarsak, bu ceza oldukça kabarıyor.
Bunlar da, Breivik'in ya idam edilmesini, ya da ömür boyu hapiste
kalmasını gerektiriyor.

Eğer Breivik, Norveç kanunlarının öngördüğü 21 yıl ceza ile kurtu-
lacak olursa, öldürülenlerin hakkı 77 kereden fazla çiğnenmiş ola-
caktır. Norveç ve Avrupa hâkimleri böyle bir haksızlık ve adalet-
sizliğe nasıl göz yumabilir?

Avrupa İnsan Hakları Örgütü ve Mahkemesi, bu haksızlık ve ada-
letsizliği dikkate ve takibe almak zorundadır. Ve Avrupa Ceza Ka-
nunları'nda birtakım değişikliklerin yapılması da gerekli hale gelmiş
bulunuyor. Meselâ yüzdeyüz suçlu olan bir katilin cezası 21 yıl de-
ğil, ömür boyu olmalı. Birden fazla kişiyi haksız yere öldürmüş ola-
nın cezası da mutlaka idam olmalıdır.

Breivik'in gerçek cezası nedir?

Breivik, 77 mâsum insanı yüzdeyüz haksızlıkla katletti. Bir insan or-
talama olarak 60 yıl yaşar. Öldürülen kimseler 20 yaşlarındaydı. 60'
tan 20'yi çıkarırsak, 40 kalır. Yani her öldürülen genç insan, 40 yıl-
lık bir ömrü kaybetmiş oldu. 40'ı 77'yle çarparsak= 3080 yıl yapar.
Demek oluyor ki, Breivik, 77 genç insanın 3080 yılını yok etmiştir.
Alacağı gerçek ceza da, -yaralamalar hariç- 3080 yıl hapis veya 77
kere idamdır. (Bakınız: Ömür hesabı üzerinden yeni adalet sistemi):

Breivik'e 21 yıl hapis cezası verecek olan hâkimler, katledilenlerin
ailelerine 3059 yıl borçlu kalacaklardır! Bu borçtan kurtulmanın tek
çaresi, katliamcının gerçek cezasını yüzüne okuyup, bu kadar ceza-
yı geri kalan ömrü karşılamayacak olmasından, onu idam etmektir.
Eğer idam etmezlerse, çok büyük bir haksızlığı kazanmış olacaklar-
dır. Avrupa ve Norveç hâkimleri, bu kadar büyük bir haksızlığı ka-
zanmaktan şiddetle uzak durmalıdırlar.

Yeni ceza kanunu yapacak olan devletler, bu gerçekleri hesaba kat-
mak zorundadırlar.

Not: Avrupa İnsan Hakları Örgütü ve Mahkemesi, bu bildiriyi Nor-
veç hâkimlerine ulaştırmalı ve verecekleri kararı da denetlemelidir-
ler.

Not 2: Breivik'in yüce Tanrı katındaki cezası nedir?

Kur'ana göre bir kişiyi haksız yere öldüren, bütün insanları öldür-
ş sayılır. Bu hesaba göre; dünyada 7 milyar insan bulunduğun-
dan, 7'yi 77'yle çarpalım= 549 milyar yapar. (Bu hesap, mâsum ve
iyi bir insanın Tanrı katındaki kıymetini de göstermektedir.) Yani
Breivik, 549 milyar insanı öldürmüş gibidir. Her öldürülen kişi için
20 yıl dünya hapsi verecek olursak, bu hesaba göre 20x549 milyar=
10980 milyar yıl hapis yatması veya 549 milyar kere idam edilmesi
gerekiyor. Bu kadar büyük bir cezayı bu dünyada vermek imkâsız
olduğundan, bu imkânsızlık da âhireti ve cehennemi gerektiriyor.
Eğer Yehova Şahitleri'nin : "Tanrı bütün kötüleri yok edecektir. Ce-
hennem olmayacaktır ve cennet bu dünyada kurulacaktır" iddiası
doğru olursa, çok büyük bir adaletsizlik ortaya çıkacaktır. Tanrı i-
se adaletsiz değildir. Adaletin gerçekleşmesi icin Tanrı, âhireti kura-
caktır. Eğer âhiret olmazsa, Breivik ve onun gibiler cezasız kalır.
Bu da, Tanrı'nın adaletsizliği demek olur. Eğer Breivik -Yehova
Şahitleri'nin dediği gibi- Tanrı tarafından yok edilecek veya tekrar
diriltilmeyecek olursa, bu sefer Tanrı ona haddinden fazla ceza
vermiş olur. Bu da yine Tanrı'nın adaletsizliği demek olacaktır.
Tanrı ise, adaletsiz olamaz. Bu adaletini de, âhireti getirmek ve
cennet ve cehennemi kurmakla gösterecektir. Demek, Tanrı'nın
adaleti, Yehova Şahitleri'nin cennet ve cehennemle ilgili inanç ve
şüncelerini çürütüyor. Eğer Yehova Şahitleri, Tanrı'dan yepyeni
bir ayet getiremezlerse, bu gerçek değişmeyecektir. Gerçek ortada
olduğuna göre, gerçek dışı yok olmalıdır!

Cinayet işleyecek olanlar da, bu hesaptan korkmalıdır...

(Yüce tek Tanrı'yı inkâr etmek, bütün kâinatı ve içindekileri mânen
katletmektir. Bu dehşetli cinayet içinde bulunan inkârcılar, yukarıda-
ki tabloya bakarak, hakettikleri cezayı hesaplayabilirler. Eğer ölümü
öldürmeleri mümkün değilse, bu hesaptan kaçmaları mümkün değil-
dir. Kurtuluşları, ancak Gerçek Din'e girmeleriyle olabilir.)

"Kurtuluş" için bakınız:

"Gerçek Din" için bakınız:

(Hıristiyanlar da şunları iyi düşünsün: Hz. İsa, çok büyük ceza ge-
rektiren bu suçları affetme yetkisine sahip olabilir mi? Eğer sahip o-
lursa, mazlûmların hakkı gasbedilmiş olmaz mı? Gasbedilmiş olur-
sa, bu da Tanrı'nın adaletini bozmaz mı? Bozarsa, bu halde dinin
ne önemi kalır?)

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Haziran sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hak ve Adalet.
Boyut:   Muranizm.

                                                                  YAYINLAYAN
                                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                               *   *   *

Dienstag, 26. Juni 2012

ALLAH'IN MEHDİSİ MEHMED NUR'AN'IN KÜRTAJ'LA İLGİLİ HÜKMÜ

               ALLAH'IN MEHDİSİ MEHMED NUR'AN'IN
                           KÜRTAJ'LA İLGİLİ HÜKMÜ

                              hükmeden ALLAHın adıyla

"Kürtaj, hoş bir şey değildir. Ama bazı şartlar, hoş olmayan şeyleri
gerekli hale getirebilir. Meselâ savaş, sevilmeyen ve istenmeyen bir
şeydir. Fakat şartlar gerektirdiği takdirde ondan kaçılmaz. Ölme ve
öldürmenin çirkinliğine ve acılığına katlanılır. Bunun için savaş, mer-
hametsizlik değildir.

Kürtaj da bunun gibidir. Kadınlar yalnızca zina ile gebe kalmazlar.
Aldatılma ile de, hata ile de, yanlış hesap ile de ve tecavüze uğrama
ile de gebe kalabilirler.

Hangi hal ile olursa olsun, -zina gebeliği hariç- kürtaj yaptırmak is-
teyen kadınlar ve bunda karar sahibi olacak olanlar için dinî hüküm
şudur:

Eğer çocuğun doğmasındaki zarar, kürtajın meydana getireceği za-
rardan fazla ise, ana rahmindeki o ceninin, -tıbbî bir engel de yoksa-
üçbuçuk ay içinde aldırılması caizdir. Onbeşinci haftanın sonundan
itibaren ise, -cenin ruhlanmış olacağı için- kürtaj caiz olmaz. Ancak
'Alah âlemlere zulüm istemez' ayeti gereğince; çocuğun sakat doğa-
cağı hallerde, tecavüze uğrama sonucunda meydana gelen gebelikler-
de ve anne hayatının tehlikeye girdiği durumlarda ruhlanmış ceninin
aldırılması, bir kadının hakkıdır. Bu hakkı onun elinden almak, o
kadına kötülüktür.

Yüce Allah, adam öldürme yasağını bile mutlak bırakmamıştır. Bu
yasağı şartlı olarak koymuş ve 'haksız şekilde' öldürmeyi yasakla-
mıştır. Yani bir kimsenin malına, canına ve ırzına saldırıldığında,
saldırıya uğrayanın, savunma ve saldırganı öldürme hakkı vardır.
Savaşta da öldürme hakkı vardır. Bir devlet de, ölümü hak etmiş
bir suçluyu idam etme hakkına sahiptir.

Yüce Allah, öldürme yasağını bile şarta bağladıysa, kürtaj olmadı-
ğında hayatı kararacak bir kadının kürtaj olma hakkı, daha ruhlan-
mamış, hem de bitki seviyesinde bulunan bir cenine nasıl feda ve
mahkûm edilebilir? Bunu yapmak, kadına zulüm değil midir? İşte
böyle bir zulme düşmekten herkes sakınmalıdır!

Ama bu hükme zıt içtihadda bulunacak olanlar çıkabilir. Böyle bir
içtihad da, ancak onları bağlar. Bütün dindarlara dayatılamaz. 'En
yüce cenindir' diyecek olanlar, bile bile kadına kötülük etmemeli-
dir.

Yüce Allah; 'Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez' dediği
halde, yanlış ve zorlama içtihadlarla kadınları zor durumda bırakan-
lar, Allah'tan utanmalıdır. Kendilerini O'nun üzerine çıkarmamalıdır-
lar ve, Allah'ın bir Mehdisi yokmuş gibi davranmamalıdırlar.

Hükmedenlerin en iyisi Allah'tır."

Not 1: Yüce Allah, doğmuş çocukların fakirlik ve cinsiyet yüzün-
den öldürülmesini yasaklamıştır. Ama kürtajla ilgili kesin bir ayet
indirmemiştir.

Not 2: Annenin hayatını karartacak bir doğumun engellenmesi en-
gellenildiğinde, annenin zarara uğramasıyla, çocuk da zarara uğra-
yacaktır. Çocuğun, bu doğumda bir menfaati bulunmuyor. Her iki-
sini de zarara uğratacak bir kürtaj yasaklaması, çifte kötülüktür!

Not 3: Ali Bulaç'ın, kürtajla ilgili son makalesinde bitkisel seviyede-
ki cenin ile uyuyan insanın hayatını bir tutması, yanlış bir hesaptır.
Çünkü doğmamış olanla doğmuş olanın durumu bir değildir. Yan-
lış hesaplarla içtihad yapılmaz. Zorlama içtihadlardan kaçınılmalı-
dır.

Not 4: Vatikan lideri Papa'nın, Hıristiyanlara kondomu yasaklamış
olması, bulaşıcı hastalıklara dâvettir. Kürtaj yasağı ise, ölçüsüzce
olduğundan, adaletsizliktir. Hz. İsa, bu dâvete ve adaletsizliğe izin
verir miydi? Papa Hazretleri, bunu iyi düşünsün.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Haziran sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: İçtihad.
Boyut:   Muranizm.

                                                                    YAYINLAYAN
                                                         AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                                *   *   *



Samstag, 23. Juni 2012

RUH YARATIK MIDIR? ALLAH'IN RUHU VAR MIDIR? VE ALLAH IŞIK MIDIR?

    RUH YARATIK MIDIR? ALLAH'IN RUHU VAR MIDIR?
                              VE ALLAH IŞIK MIDIR?

                    verdiği ilimle öğreten ALLAHın adıyla

Bu makalede yukarıdaki üç suale cevap arayacağız. Birincisiyle baş-
lıyoruz.

Bu suali cevaplayabilmek için arapça bilmek ve Kur'an okumak ye-
terli değildir. Ancak Allah'ın ilim verdiği kimseler içinden bir kimse,
bu suali cevaplayabilir. Şimdiye kadar bu suallere net cevap verebi-
lecek bir kimse çıkmamıştır. Verilen cevaplar da karışık ve tatmin
edici olmaktan uzak olmuştur. Şimdi bizim vereceğimiz cevaba ge-
çebiliriz.

Bu sualin cevabını yüce Allah Kur'anda vermiştir: Sana ruh'tan so-
rarlar; de ki: "Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az
bir şey verilmiştir." İsra 85

Ruh "Rabbin emri" olduğuna göre, onun yaratılıp yaratılmadığını
sormaya gerek kalmıyor. Çünkü emir yaratılmaz, verilir. O emrin
adı olan ruh ise, üflenir. İnsan bedenine üflenen şey ise, Allah'ın sö-
zü, cümlesi, kelimesidir. Bu kelimeler, maddeden degildir. Madde
ötesidir.

Bu sebeple ruhun yaratılmış olmakla bir ilgisi yoktur. Zaten Kur'an-
da da Allah (cc), onun yaratılmış olduğuna dair bir söz etmez. An-
cak insan bedeninin yaratılmışlığından bahseder. Konuyla ilgili ayet
şöyledir: Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillen-
dirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ru-
humdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.
Hicr 28-29.

Hem ruhun, biyolojik beden gibi maddeyle bir ilgisi yoktur. O, mad-
de ötesi bir varlıktır. Maddeyle  ilgisi olmayan bir şeyin "yaratılma"
sından nasıl bahsedebiliriz? (Ruh ile ilgili bakınız):



O halde ruhun, insan bedenine verilmiş veya üflenmiş bir "emir" ol-
duğunu kabul etmek zorundayız. Ruh, bir "emirler bütünü" oldu-
ğundan, ona "(bilinçli ve ışıklı programik) kanun" da diyebiliriz.

İnsan bedenine verilmiş ve üflenmiş o emrin anlamı ise; "haydi ça-
lış, işle, hareket et" demektir. Bu İlâhî emir ile insan vücudu işleme-
ye başlamış ve hareket kazanmıştır. İnsan vücudunun yaratılışı ta-
mamlanmadan da bu emir verilemez. Anne rahminde de bir ceninin
yaratılışı 15 hafta sürer. Bu haftalardan sonraki zamanlar, ceninin
büyüme ve gelişme safhalarıdır. Onbeş haftadan önce cenin, hare-
ket etme kabiliyetine sahip değildir. Ancak ona Yaratıcısı tarafın-
dan ruh üflendiğinde o cenin hareket etmeye başlar. Yani o ceninin
kendi kendine hareket edebilmesi, ancak ruhun üflenmesiyle müm-
kündür.

Biz nasıl bir televizyonu, kumandası ile bir emir göndererek, (yani
televizyona ruhumuzdan üfleyerek) açabiliyor, hareket ettirebiliyor-
sak, yüce Allah da insan bedenini "ruhundan üfleyerek" açıyor, o-
na hareket kazandırıyor.

Bedenimizin kumandası Allah(cc)ın elinde olduğundan, Allah bede-
nimizi istediği zaman açıp kapatabilir. Her akşam uyuduğumuzda,
bedenimizin Allah tarafından açılıp kapandığını da şu ayet bize ha-
ber vermektedir: "Ama Allah, insanların ruhlarını ölümleri sırasında,
ölmeyenlerin ruhlarını ise uykuları sırasında alır. Hakkında ölüm
hükmü verdiği rûhu tutar, vermediği rûhu ise belirli bir süreye kadar
salıverir. Muhakkak ki bunda, düşünen kimseler için alacak ibretler
vardır." Zümer 42.

Yani: Bedenimizin kumandası, Allah'ın iki parmağı arasındadır.

(Not: Allah, yarattıklarına benzemez. Ancak biz burada konuyu an-
latabilmek için benzetme yapıyoruz. Yaptığımız "el-parmak" ben-
zetmesi, hakiki anlamda kabul edilmemelidir. Eğer Allah'ın bir eli
varsa, bu el, bizimkine benzemez. Çünkü Allah, "maddeden" bir
varlık değildir.)

("Allah'ın eli" ile ilgili bakınız):


Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlamalıyız ki ruh, insan
beyninde yaratılan bir şey değildir. Açıkcası ruh, insan bedenine
üflenen bir emirdir. Bu üflenen ve verilen emir, yalnız beyine değil,
bütün bedene verilmektedir. Vücudun çalışmasını sağlayan ilk or-
gan ise, kalptir. Ruh, önce kalbe etki eder, sonra beyine etki eder.
Kalbe irade, beyine de bilinç verir. Ama ruh, o organlar içinde ya-
ratılmaz.

("Dördüncü ayında Allah meleğini gönderir, anne karnındaki çocu-
ğa ruh üflenir" şeklinde bir Peygamber Sözü [hadîs] vardır. Bu
söz, uydurma bir söz değildir. Çünkü bu sözün, doğruluğunu haklı
çıkaracak bilimsel bir kanıtı bulunuyor. Hem insanlığın el atamadı-
ğı dünyanın ve içindekilerin Allah'a ait sayısız işleri, milyarlarca gö-
rünmez melek tarafından yürütülmektedir. Yani, dünya "kendi ken-
dine" dönmemektedir. İnsanlık dizginsiz, başıboş bırakılmamıştır.
İnsanların, hayvanların ve bitkilerin dizgini meleklerin elindedir. Me-
selâ her insanın yanında en az iki görünmez melek bulunmaktadır.
Biz onları göremediğimiz için onların varlıklarını ve çalışmalarını
kolayca inkâr edebiliyoruz. Bilime ters düşmemek adına onların va-
zife ve varlıklarını es geçmek, doğru değildir.)

(Konumuzla bir parça ilgisi olduğu için şunları da söylemekte fayda
görüyoruz: Anne karnındaki yaratılışı tamamlanmış 15-16 haftalık
bir cenin, bilgiden tamamen mahrumdur. Fiil ve hareket kabiliyetin-
den hiç bir haberi yoktur. Böyle çok derin bir bilgisizlik içinde bu-
lunan bir cenin, gerekli bilgiyi acaba nereden alacaktır? Hem o kap-
karanlık ortamda gözleri görmez, kulakları işitmez ve aklı işlemez
halde bulunan o cenine, hareket etmeyi ve hareket etmek istemeyi
kim öğretecektir? Annesinin ona bilgi öğretmesi imkânsızdır. İşte
burada dışarıdan bir müdahaleyle ona bilgi vermek zorunlu hale
geliyor. Bu zorunluluk da, bir meleğin ona, ışınsal bir fiil ve hare-
ket programı yüklemesiyle olur. Ancak bu yüklemeden sonra o ce-
nin, elini-kolunu oynatmaya ve parmağını emmeye başlar. Demek,
anne karnındaki o çok bilgisiz cenine bir meleğin gelip ruh üflemesi
ve irade kazandırması imkânsız değil, çok gereklidir ve bunun inkâ-
rı da bu gerçeklerden sonra mümkün değildir. Eğer buna inanmaz-
sak, anne karnında bir "fiil ve hareket fakultesi"nin varlığını isbat
etmek gerekecektir.)

(Yukarıda gösterilen gerçeklerle, Hz. Muhammed'in "cenine ruh üf-
lenmesi"yle ilgili sözlerindeki iddia, tıbben ve teorik olarak isbatlan-
mış oluyor. Bu isbatlanma, Muhammed'in doğruluğuna; bu doğru-
luk da, onun Peygamberliğinin gerçekliğine işaret eder.)

Şimdi ikinci suale geçebiliriz: Allah'ın ruhu var mıdır?

Bu sualin cevabını da Kur'an vermiş bulunuyor. Ancak ilmi kıt bazı
hocalar, Kur'anın vermiş olduğu cevaba başka anlamlar yükleyerek,
bu cevabı cevap olmaktan çıkarıyorlar. Bunu da, Allah'ı yaratılmış-
lara benzemekten kurtarmak için yapıyorlar. Oysa Kur'anın verdiği
cevap gayet açık seçiktir: “Onu şekillendirip içine ruhumdan üfle-
diğim zaman onun için saygı ile eğilin, secde edin.” Sad 72

Kur'anda Allah: "Ruhumdan üflediğim zaman" diyor. Bu ayet, Al-
lah'ın ruhu bulunduğunu açıkca bildirmektedir. Hicr 28-29, Enbiya
91 ve Tahrim 12. ayetleri de bunu desteklemektedir.

Şimdi burada dikkat edelim. Ayet burada "yarattığım ruhdan üfledi-
ğim zaman" demiyor. "Ruhumdan üflediğim zaman" diyor. Şimdi
bu ayet ortada iken biz, Allah'ın ruhsuz olduğunu nasıl söyleyebili-
riz?

Hem ilk sualin cevabında ruhun bir yaratık olmadığını, Allah'ın
"emri" olduğunu gördük. Bunu gördükten sonra ruhun yaratık ol-
makla bir ilgisi kalmaz ki, Allah'ın ruh sahibi olmasıyla, O'nun
"yaratılmışlara benzetilmiş olması" söz konusu olsun.

Hem Allah; gören, duyan, konuşan bir kişiliğe sahiptir. Fakat bura-
daki görme, duyma ve konuşma sıfatlarının insanınki gibi gözle,
kulakla, ağızla olmadığını bildirmek için Kur'anda: "Allah, yarattık-
larına benzemez" denilmiştir. Yani O'nun görmesi, duyması ve ko-
nuşması, insanınkinden farklıdır. Ama "insanın da görmesi, duy-
ması, konuşması var" diye, Allah'ın o sıfatları inkâr edilemez.

O sıfatlar insanda var diye, Allah'ınkiler nasıl inkâr edilemezse; o
sıfatlardan daha önemli olan O'nun ruhlu, hayatlı ve ışıklı olması
da inkâr edilemez. Çünkü O'nun; ruha, hayata ve ışığa sahip oldu-
ğunu bildiren açık ayetler var.

"Ona ruhumdan üflediğim zaman ..." Sad 72 ayeti, Allah'ın "ruh sa-
hibi" olduğunu; "O ölümsüz hayat sahibi Allah'a tevekkül et. ..."
Furkan 58 ayeti, O'nun "hayat sahibi" olduğunu ve "Allah, göklerin
ve yerin nuru'dur. ..." Nur 35 ayeti de, O'nun "ışık sahibi" olduğu-
nu bildiriyor. Bu açık bildiriler karşısında biz, Allah'ın ruh, hayat
ve ışık sahibi olduğunu nasıl inkâr edebiliriz? Nasıl onları görmez-
den gelebiliriz?

Allah; görme, duyma, konuşma sahibi olmakla nasıl "insana benze-
miş" olmuyorsa; O'nun ruh, hayat ve ışık sahibi olması da, O'nu
insanla bir hale getirmez. Çünkü Allah'takiler ezelî ve ebedîdir. İn-
sandakiler ise, Allah'tan verilmiş çok küçücük bir parçadır.

Eğer Allah(cc)ın ruhu ve ışığı olmazsa, O'nun görmesi, duyması,
konuşması da olmaz. Bunun için O'nun elbette yüce Zat'ına yakı-
şır, başkasından alınmamış "kendine ait" ruhu ve ışığı olacaktır.
Demek Allah, ruhsuz ve ışıksız olamaz. Kur'an da bunu isbat et-
mektedir. Aksi halde o eşsiz Zat'ın (asla olamaz!) bir "hiçlik" oldu-
ğunu kabul etmek zorunda kalırız. Bu halde evrenin ötesinde ve
berisinde "Allah" diye bir İlah kalmaz. Bu da mümkün değildir.

"Allah görür, duyar, konuşur" diyenler nasıl küfre girmiş olmuyor-
sa, "Allah ruh ve ışık sahibidir, O ruhlu ve ışıklıdır" diyenler de
küfre girmiş olmazlar. Çünkü bunu diyenler, Allah'a küfretmek için
öyle demiyorlar. Kur'ana dayanarak onu söylüyorlar. Kur'anda Al-
lah'ın ruh ve ışık sahibi olduğu bildirilmiş olmasaydı, onu söyleye-
mezlerdi.

Şimdi, konumuzla ilgili olduğu için, Allah (tek Tanrı) ile insan ara-
sındaki benzerliklere bakalım. Hangi noktalarda ne kadar benzeşi-
yorlar görelim ki, Allah hakkında konuşurken gereksiz korkulara
şmeyelim. Milleti boş yere korkutmayalım ve insanları haksız
bir şekilde küfre düşmekle suçlamayalım.

Allah, (başkasından alınmamış kendine özgü) ruh ve ışıktandır.
Madde ötesi bir kişiliğe sahiptir. (Bunlar, Kur'an ayetleriyle sabittir.)
İnsan ise, et ve kemiktendir. Ruhu da, bedeni de Allah'a aittir. İn-
san; yer, içer, uyur, ölür. Allah ise; yemez, içmez, ölmez ve uyu-
maz. Bu yönde aralarında hiç bir benzerlik yok. Birbirleriyle tam bir
zıtlık içindeler.

Allah'ın kendi kişiliğine ait sıfatlarına bakalım. Bunlar: Varlık, Ezeli-
yet (öncesi olmama), ebediyet, teklik, ilahlığının kendinden olması,
ve kişiliğinin yaratıklara benzememesi'dir.

Bu 6 İlâhî sıfatın da insanla hiç bir benzerliği yoktur. İnsanın da o
sıfatlara sahip olması mümkün değildir. Çünkü insan bir "yaratık"
tır. Yaratığın, Yaratıcı'ya denk olması da imkânsızdır.

Bir de Allah'ın kişiliğinde bulunan sabit sıfatlara bakalım. Bunlar da:
Hayat, ilim, irade, kudret, görme, duyma, konuşma ve yaratıcılık'tır.

İşte bu 8 sabit sıfatlarda Allah, insanları âdeta kendine benzeterek
yaratmış. Bu sıfatlardan insanlara da bir küçük parça koymuş. Yani
insanlar da görür, duyar, konuşur ve hayat, ilim, irade ve kudrete ve
yaratıcılığa sahiptir. Ama insanlardaki sınırlı, Allah'taki ise sınırsız-
dır. Bu bakımdan bu 8 sıfatlarda da Allah ile insan arasında tam bir
benzerlik olduğu söylenemez. Çünkü Allah'takiler bütünsel (küllî),
insanlardaki ise parçasal (cüz'î)dir. Hem insanların bu sıfatları mad-
deye dayanıyor. Allahınki ise maddesizliğe, yani ruh ve ışığa daya-
nıyor. İlâhî ruh ve ışık, daima maddenin üzerindedir (ona hâkimdir)
ve onun yaratıcısıdır.

Bir ressam, kendine benzeyen bir resim yapsa, o resim bu fotoğra-
fik benzemeyle ressamına denk olmaz. Çünkü birisi ressamdır, biri-
si de resim. Bunun gibi, insan da, Yaratıcısında bulunan görme,
duyma ve konuşma gibi sıfatlara sahip olmakla tam Allah'a benze-
miş olmaz, O'nunla denklik kazanmaz. Bunun için geçmişteki âlim-
lerimiz: "Allah'ın zatında ve sıfatında bir benzeri yoktur" demişler-
dir.

(Burada Hazret-i İsa'yı Tanrıy'la denk tutanlar veya O'nun üstüne
çıkaranlar, iyi düşünsünler. Yaptıklarının ne büyük bir hata olduğu-
nu görsünler... Çünkü resim ile rassam bir olmayacağı gibi, Tanrı
ile İsa da bir olmaz. Resim, Ressamın "oğlu" da değildir, "eseri"
dir.)

(Bu gerçekler karşısında yeryüzündeki bütün inançlılar ve yeni bir
inanç arayanlar: "Tanrı tektir; İsa, Musa, Muhammed O'nun elçisi-
dir" demek zorundadırlar. Bu zorunluğu yerine getirip tek Tanrı'ya
teslim olanlar, "Gerçek Din"i kazanmış olurlar. Vatikan da bu çağ-
rıya sağır kalmamalıdır.)

Peygamberimiz Hz. Muhammed (ruhuna selam ve rahmet olsun);
"Allah'ın zatınışünmeyin" demiştir. Çünki Yaratıcısını merak e-
den insanlar, gaybı kurcalayarak Allah'ın neye benzediğini bilmeye
çalışırlar. Ama her kurcalamalarında ellerinin boş kaldığını görürler
ve göreceklerdir. Çünkü Allah'ın maddî bir varlığı olmadığından,
O'na bir şekil verilemez. O'na bir şekil verilemezse, "hiç bir şey O'
na benzemez" demektir.

Demek, Allah'a benzer bir şey bulma kapısı yoktur. Böyle bir kapı
hiç bir zaman olmayacaktır. Bu sebeple Miraç'ta yüce Allah'la gö-
şen Peygamberimiz(sav), Rabbini tarif etmemiştir ve edemezdi.
Çünkü O'nun bir benzeri yoktu.

Demek, (Kur'ana dayanarak) "Allah'ın ruh ve ışığı vardır" veya
"Allah, ruhtan ve ışıktandır" demekle, Allah ile yaratılmışlar arasın-
da bir benzerlik kurmuş olmayız. Kasıtla ve inadla bir benzerlik
kurma çalışması da yoksa, küfür meydana gelmez.

İnsanın görme ve duyma sıfatına sahip olması, Allah'a şirk ve kü-
für olmuyorsa ve o sıfatların Allah'ta da bulunmasına engel değilse;
insanda ruh ve evrende ışık bulunması da, Allah'ta ruh ve ışık bu-
lunmasına engel değildir ve onların Allah'ta bulunduğunu söylemek,
O'na şirk olmaz, küfür değildir. Çünkü ruh ve ığığa sahip olduğunu
Allah bizzat kendisi söylüyor. Bu söylemleri başka mânâlara çekip,
Allah'ın ruhsuz ve ışıksız olduğunu iddia etmek, Kur'ana zıttır.

mam-ı Gazali, Nur Sûresi 35. ayetine dayanarak "Allah nurdur"
demiştir. Elmalılı Hamdi Yazır ise, Gazali'yi bu açıklamasından
dolayı hatalı bulmuştur. Ama Elmalılı, başka noktaları hesabede-
mediği için asıl kendisi hatalıdır. Gazali'nin yorumu ise, hatalı de-
ğil, belki eksiktir. Çünkü Allah, yalnızca bir nur değil, aynı zaman-
da) "ruhlu ve hayatlı bir nur"dur. Bunlara "İlâhî Sıfatlar"ı da ekler-
seniz, Rabbinizi -aklen- görür gibi olursunuz.)

Kur'anda deniyor: "Allah göklerin ve yerin ışığıdır". Ve: "Ruhum-
dan üfledim".

Birincisinde Allah, Kendinin tamamen ışık/tan olduğunu belirtiyor.
Fakat bu ışık, güneş ışığıyla bir değildir. Güneş, Allah'ındır ve Al-
lah'tandır. Ama Allah'la bir değildir. Resim, ressamdandır; ama
ressamla bir değildir. Bunun gibi.

([Allah ondan razı olsun], yirminci asrın imamı Bediüzzaman Haz-
retleri de, [Allah'a hitaben] "ey nurların nuru" diyerek, Allah'ın
"nur" olduğu gerçeğini tasdik edip, Kur'anın hakkını teslim etmiş-
tir.)

İkincisinde ise, "ruhumdan üfledim" demekle, Allah; "Benim ruhum
vardır" diyor. "Ben ruhsuz değilim" diyor.

Şunu da unutmayalım: Görmesi olmayan bir Tanrı, insana göz ve-
remez. Ruhu olmayan bir Allah; insana, hayvana ve meleğe ruh ve-
remez. Işığı olmayan bir yüce İlah da, dünyaya güneş takamaz.

Bunlardan ve yukarıdaki anlattıklarımızdan da anlıyoruz ki; Allah
sadece ışık değildir; sadece ruh değildir; sadece hayat değildir; sa-
dece gören, duyan, konuşan değildir; sadece ilim, irade, kudret,
teklik ve yaratıcılık sahibi değildir. Aksine bunların hepsini kendin-
de toplayan bir İlâh'tır, yüce tek Tanrı'dır. Bunların hepsine sınır-
sız şekilde sahip olmayana; Tanrı, Allah, İlah denemez.

("Tanrı, enerjidir" diyenler, üstte verdiğimiz tabloya bakarak söy-
lemlerini düzeltmelidirler. Çünkü Tanrı, enerji sahibidir, ama sırf e-
nerji değildir.)

Bu düşüncelerimizin yanlış ve sapıklık olduğunu iddia edenler var-
sa, bunu kesin Kur'an ayetleriyle iptâl etsinler, yoksa ayetleri kendi
kafalarına göre yorumlayarak değil. Hem kendi görüşlerine uyma-
yan düşünce sahiplerini sapıklıkla suçlayanlar, en bilenin kendileri
olmadığını iyi düşünsünler. Çünkü "her bilenin üstünde bir başka
bilen vardır." Hem bu zaman olan âhirzamanda, dinde ve müçtehid-
likte en bilen kişi, Hz. Mehdi'dir.*

Ayrıca, kendi bilgilerinin en üstün olduğunu zannedenler ve; "siz,
peygamber soyundan gelenlerden ve keramet sahiplerinden daha
iyi mi bileceksiniz" diyenler, şunu da bilmelidirler: Hz. Peygamber
(sav)in soyundan gelmiş kimseler olmak ve keramete sahip bulun-
mak da o kimseleri "en bilen" haline getirmez. Çünkü yüce Allah
(cc), kıyametten önceki bu son asırda en üstün bilgisini, Mehdi'si-
ne vermiştir.

Yüce Allah(cc)ın kişiliğinde bulunanları, Kur'ana bakarak öğreniyo-
ruz. Eğer Kur'an ve Allah'ın öğretmesi olmasaydı, bunları bileme-
yecek ve yazamayacaktık.

Bunun için diyoruz: Kur'anı bize gönderen ve öğreten Allah'a
hamdolsun!

Not 1: Allah'ın zatınışünmek istemeyenler ve bundan korkanlar,
şöyle diyebilirler: "Allah'ın kişiliğini biz bilemeyiz, ancak Kendisi bi-
lir." Ama, Kur'anda bildirdikleri de inkâr edilmemelidir.

Not 2: Bu bildiride 8 sorun çözülmüş bulunuyor. Onlar da: Ruhun
yaratık olmadığı, Allah'ın ruhu ve ışığı bulunduğu, cenine ruh üf-
lendiği, ruhun beyinde yaratılmadığı, Tanrı ile insanın birbirine
denk olamayacağı, İsa'nın Tanrı'nın yerine geçemeyeceği, Tanrı'
nın bir oğlu bulunmadığı, "Allah ruh ve ışık sahibidir" demenin kü-
für olmadığı ve, Hz. Muhammed'in sözlerinin doğru olduğu haki-
katleridir. Bu çözümlerin, insanlığa büyük bir ışık olacağını umu-
yoruz.

Not 3: *Hz. Mehdi: O Mehdi ki; kalbine Kur'anın bir özeti indiril-
miştir ve yüce Allah'tan bilgi, ışık ve elçilik almıştır. Fakat onun al-
dığı elçilik, yeni bir Peygamberlik değildir. Allah'ın dinini yenileme
ve kurtarmadır. Allah'ın dini eskimez. Ama insanlar onu eskimiş
hale getirmiş olabilir. İşte o dini bu halden kurtarmak, Mehdi'nin va-
zifesidir. Yeni Çağ'ın başında Hz. Mehdi, vazifesine resmen, yani
Allah'ın görevlendirmesiyle başlamış bulunuyor. Onun ilk vazifesi,
Allah'ın "Gerçek Din"ini, insanlığa hâkim kılmak, gerçekdışıyı iptâl
etmek ve inançlılar arasında birliği sağlamaktır. Allah'a teslim olmuş
milletler arasında sağlıklı bir birliğin kurulabilmesi için de Hz. Meh-
di, Ortadoğu ve Asya'daki diktatörlükleri ortadan kaldıracaktır ve
bir kısmını da kaldırmış bulunuyor. Diktatörleri koruyanlar, İslâm
Birliği'ne engel oldukları için düşman kabul edilecektir. Buradan an-
lamalıyız ki, Ortadoğu'da ve dünyada olanlar, "kendi kendine" ol-
mamaktadır. Hz. Mehdi, İsevîlik ile Muhammedîlik arasındaki din
ayrılığına da son verecektir. Çünkü evrenin ve insanlığın Tanrısı
tektir. Tek Tanrı olan Allah'ın dini de tektir. O da; yüce Tanrı'yı
birleyip, (Hz. Mehdi'nin gösterdiği şekilde) O'na teslim olmaktır.
Bu teslim oluşa: "Gerçek Din" denir. Gerçek Din, insanlığın "glo-
bal din"idir. Hz. Mehdi, bir cemaat lideri değil, bütün cemaatlerin
ve dünyadaki bütün müslümanların lideridir. Hz. Mehdi, kendini
gizlemeyi sürdürecektir. ("Gerçek Din" ile ilgili bakınız):


Not 4: İlahiyat fakulteleri, Diyanet, El-Ezher Üniversitesi, Müslüman
Âlimler Birliği ve Vatikan; bu bildiriyi incelemelidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Haziran ortası.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut:   Muranizm.

                                                                  YAYINLAYAN
                                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                               *   *   *