Freitag, 31. Oktober 2008

ÖFKESi FRENSiZ ÖĞRENCiLERIN KATLiAMINI ÖNLEMEK iÇiN

(Bu bildiri, 2007 yilinda yayinlandi.)

ÖFKESI FRENSIZ ÖGRENCILERIN KATLIAMINI
ÖNLEMEK ICIN NELER YAPILMALIDIR?

Her insanda bütün insanlari yok edecek kadar büyük ve
siddetli bir öfke kuvveti bulunmaktadir. Bu büyük kuvvetin,
-tahribatini ve kötüye kullanilmasini önlemek icin-, insanda
daha kücük yaslardan itibaren dizginlenmesi gerekmektedir.
Insandaki bu sonsuz ve sinirsiz öfkeye bir sinir koymak icin
basta Kur'an bütün semavî Kitaplar, "haksiz öldürme"yi ya-
saklamis ve yüce Allah "Son Kitap"inda haksiz öldürmenin,
"bütün insanlari öldürmek" demek oldugunu ve birisinin ci-
nayetiyle ona katilmamis olanlarin cezalandirilamayacagini
bildirerek, insanin frensiz öfkesine bir fren koymustur. Bu
frenin de, kücük yaslardan itibaren cocuklarin kalp ve ka-
falarina kazinmasi gerekiyor. Bu kazima yapilmazsa, öfkesi
frensiz ögrenciler dehset sacmaya devam edecektir. Bu de-
vami önlemenin en birinci caresi de, her ögrencinin kalbine
ve kafasina bir gizli polis yerlestirmekten gecer. Bu gizli po-
lis de ancak, "Allah'a verilecek hesap" bilincine sahip olmak-
tir. Bu bilince de, Allah ve Âhiret inancini kazanmak ve ka-
zandirmakla ulasilabilir. Bunun icin de egitimin "insanîlestiril-
mesi" gerekir. Bu da, din ve dünya bilimlerinin kaynastirila-
rak ögrenciye a$ilanmasiyla mümkün olur. Öyle ise egitimi,
"cift kanatli" hale getirmek zorundasiniz. Bu zorunluk yerine
getirilmedigi takdirde sizler de genclerin cinayetinden sorum-
lu tutulacaksiniz.

Ey dünya gencligi!

Hürriyet; Hak ve Adalet ve Namus dairesinde ya$amak i-
cin verilmis bir izindir. Yoksa zulüm i$leyebilmek icin veril-
mis bir serbestlik degildir. Eger gencliginizin güzel gecmesini
ve hastahane, hapishane, timarhane veya ölüler yurdunda
noktalanmasini iztemezseniz; hürriyeti keyfinizce yorumla-
maktan vazgecerek, Hak ve Adalet ve Namus dairesinde
kalmaya ve o dairede ya$amaya özen gösteriniz.

"Hak"li olmak; Allah'a ve ötedünyasina inanmak ve Isa,
Musa ve Muhammed'in yolundan gitmektir.

"Adalet"li olmak; ölcülü olup, hak cignememek ve zulmet-
memektir.

"Namus"lu olmak ise; gayri mesru iliskilere girmemek ve
aile'yi korumaktir.

Hürriyetinizin dairesi olan bu üc degeri kazanmak ve koru-
makla hakiki bir insan ve kiymetli bir genc olabilirsiniz. Size
verilmis olan hayat nimeti, yükselmeniz ve olgunlasmaniz icin
büyük bir firsattir. Bu firsati kacirmamak ve ihtiyarliginizda
kafanizi taslara vurmamak icin Hak ve Adalet ve Namus da-
iresinde kalarak, bu dairenin ölcülerini kendinize rehber et-
meli ve : "Tanri tektir ve ortaksizdir. Isa, Musa ve Muham-
med Tanri'nin kulu ve elcisidir" sözlerini de inanciniza temel
yapmalisiniz.

Not: "Ögrenci katliami" nedeniyle Amerikan halkina ve yöne-
timine bassagligi diliyor ve "gecmis olsun" diyoruz.

Not 2: Bu makale, Allah'in Mehdisi "Âhirüzzaman Mehmed
Nur'an" tarafindan kaleme alinmistir.

Not 3: Yayinlarimizi, "www.ahiruzzaman.blogspot.com" ve
www.kuranisthaber.blogspot.com adresinden de takip
edebilirsiniz.

Zaman: Yeni Cag'in yedisi, Nisan ortasi.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyari ve aydinlatma.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

MASONLARIN DiKKATiNE!

(Bu bildiri, 9 ay önce yayinlandi.)

MASONLARIN DIKKATINE!

Basörtme yasaginin kalkmasina karsi oldugunuzu, demokrasi ta-
raftari degil, diktatörlük taraftari oldugunuzu ve kendinizi "âlemin en
akillisi" zannettiginizi sözlerinizden görmüs ve gercek kimliginizi de
bilmis olduk. Yani, "halk yanilabilir" iddianizdan, "cogunlugun oyu ge-
cersizdir, öyleyse demokrasiye gerek yoktur" anlami cikmaktadir.
Demokrasiye gerek yoksa, laiklige ne gerek var? Onun da bir anla-
mi kalmaz! Laikligin bir anlaminin olabilmesi icin demokrasinin var-
ligi sarttir. Demokrasi de, azinlik oyuna degil, cogunluk oyuna dayan-
maktadir.

Ama siz, Türkiye'deki dindar kadinlarin kamusal alandaki basörtme
özgürlügüne halk cogunlugunun taraftar olmasini, "halk yanilabilir" ge-
rekcesiyle karsi cikmakta ve bu özgürlügün laiklikle uyusmadigini id-
dia etmektesiniz.

"Halkin yanilabilecegi" iddiasi bir noktaya kadar dogrulanabilir. Fa-
kat "halk her zaman yanilir" iddiasinda bulunamayiz. Cünkü halk ken-
di basina degildir. Onlarin basinda onlarca aydin, yüzlerce bilgin ve
binlerce akilli insan bulunmaktadir. Ve halkin oylari da, onlarin oyla-
riyla birlesmektedir. Eger halkin basindaki baslar "öyle yapmayin
böyle yapin" dedigi halde halk kendi bildigini okursa, o zaman halkin
yanilmasindan bahsedebiliriz. Fakat basörtme özgürlügüne evet di-
yen halk cogunlugu ile o cogunluga öncülük eden yüzlerce aydin ve
bilgin ve akillilar uyum icindedirler. Iste bunun icin halk cogunlugunun
yanildigi iddia edilemez. Ancak siz; "biz, halk cogunlugunun basin-
daki baslardan daha akilliyiz" diyebilirsiniz. Bu halde meselenin yönü
ve boyutu degisir.

Siz böyle bir iddiada bulundugunuz takdirde, onu isbatlamaniz gere-
kir. Isbatiniz yoksa, halk sizi dinlemez ve dinlemek zorunda kalmaz.
Siz cok akilli olsaniz bile, eger hak ve adaleti gözetmiyorsaniz, sizin
akliniz bes para etmez. Hem Türkiye halki egri ile dogruyu, iyi ile kö-
tüyü ayird edemiyecek kadar akilsiz degildir. Basörtme yasagindaki
haksizligi cok iyi görebiliyor. Görebildigi icin de bu haksizligin sona
ermesini istiyor.

Türkiye halkinin cogunlugu, (meselâ töre cinayetlerine) evet diyecek
kadar kör ve zalim degildir. Kör ve zalim olmadigi icin de, töre cina-
yetleriyle basörtme özgürlügünü bir tutmaz ve hangisinin reddedilme-
si ve hangisinin sahip cikilmasi gerektigini iyi bilir. Bunun icin basört-
me özgürlügüne evet diyen halk cogunluguna "akilsiz" diyenler, en
akilsiz olurlar!

Size ve laikcilere göre basörtme, "laiklige aykiri" olabilir. Bize göre
ise aykiri degildir. Bu durumda bize kim hakemlik edecektir? Laiklik
Avrupa'da dogduguna göre, oradaki uygulamalar da basörtme soru-
nuna hakem yapilacaktir. Biz de öyle yapmaktayiz.

Diyebilirsiniz: „Avrupa’daki Laiklik uygulamalari simdikinin tersi olsay-
di ne yapardiniz?"

Laiklik, siyasal bir degerdir. Yani laiklik, sosyal hayatin bir olmazsa
olmazi degildir. Yani insanlarin yasam ölcüsü olamaz. Ancak siyase-
tin bir ölcüsü olabilir. Bu halde biz, hak ve adalet’in geregi neyse onu
uygulardik ve uygulamaliyiz. Eger laiklik, (siyaset disinda) dine hayat
hakki tanimayan bir deger ve ölcü olsaydi, böyle bir laiklige (dinsiz
ülkeler haricinde) hic bir ülke sahip cikmazdi.

Demek adaletli olabilseniz ve bunun geregi olarak empati yapabilse-
niz, bu sorunu cözmek hic de zor degildir. Yani: Dindar kadin ve ög-
rencilere uygulanmakta olan zorbaligin tersi sizin kadinlariniza uygu-
lansa ve baslari Iran’daki gibi zorla örtülmek istenseydi ne yapardi-
niz? Elbette bizim yaptigimizi yapacak, laikci zorbalara karsi sava-
sacaktiniz!

Bir kadin sacini, gögsünü, kollarini ve bacaklarini mahremlerinden
baska erkeklere göstermek istemiyorsa, siz o kadinin hareketine
saygili olmak zorundasiniz. Bunun aksini yaparsaniz, onun kimligine
ve yasamina tecavüz etmis olursunuz. Basörtme yasaginin kaldiril-
masina karsi cikanlar da simdi bundan baskasini yapmiyorlar! Yani
dindar kadin ve kiz ögrencilere acikca yapilmakta olan bir saldiri ve
tecavüz var! Bu saldiri ve tecavüz derhal son bulmak zorundadir. O
halde son bulduralim!

Bunun icin de (laiklik yerine) hak ve adalet ve dürüstlügü hayatimiza
temel yapalim ve geregine uyalim. Yani laiklik, "siyasetin ölcüsü" o-
larak kalsin. Cünkü sosyal yasamin ölcüsü laiklik olamaz. Sosyal ya-
samin ölcüsü ancak Hak ve Adalet ve Dürüstlük olabilir. Bunlar da,
bir devletli ülkede "kanun"la temsil edilir. Hic bir kanun da; hak ve a-
dalet ve dürüstlüge aykiri olmayan bir özgürlügü engelleyemez. Bu-
nun da ölcüsü: "Evrensel insan haklari" olarak belirlenmis durumda-
dir.

O halde (sosyal yasami düzenlemede) Hakk'in geregi olarak Allah
ve kanunlar ne diyor ona bakalim. (Dinli halk, yalniz kanunlarin dedi-
gine degil, Allah'in ne dedigine de bakar. Fakat halk, dinini kendisi
icin yasar, baskasina dayatamaz. Bireyin dinsel yasantisi da, "bas-
kasina yapilmis bir dayatma" olarak algilanamaz).

Adalet’in geregi olarak da empati yapalim; kendimizin hoslanmaya-
cagi bir uygulamayi baskasina dayatmaya calismayalim.

Dürüstlügün geregi olarak da kadini zorla acma veya kapama gibi
zorbaliklardan uzak duralim.

Bunun geregi olarak da kadinin bas kapama (veya acma) özgürlügü-
nü elinden almayalim.

Korkmayiniz! Türkiye Iran'a benzemez. Cünkü Türkiye, Humeynist-
lerin elinde degil, modernistlerin elindedir. Ve cok yakin gelecekte
de Iran'da yapilacak yeni devrimler sonucunda Iran Türkiye'ye ben-
zeyecektir. Yani Iran, zorla örtünme veya acilmanin olmadigi bir ülke-
ye dönüsecektir.

Sonuc olarak: Bu kâinatin mimari ve padisahi yüce Allah, insanlarin
"iyilikci" olmalarini emretmektedir. Siz de o yüce Mimar'in emrine
uyarak iyilikci olunuz ve bunun geregi olarak da dindar kiz ögrenci-
lerin bas örtme özgürlügüne evet deyiniz, kadin haklarina tecavüz
etmekten kurtulunuz ve gercek insanliga yükseliniz.

Zaman: Yeni Cag'in sekizi, subat ayi sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Yol gösterme.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

LAiKCiLERiN GELECEGi VE HALKIN ÖZGÜR iRADESi

(Bu bildiri, 7 ay önce yayinlandi.)

LAiKCiLERiN GELECEGi VE HALKIN ÖZGÜR iRADESi

iradelerini kullanmada insanlari özgür birakan ALLLAHin adiyla

Demokrasi: "Halkin [Özgür irade]ye sahip oldugu ve o özgür iradesini
özgürce kullanabildigi rejimin adidir" deniliyor. (Sabah Gazetesi- 7. 04.
2008, Erdal Safak)

Burada sormamiz gerekiyor: "Halk veya onun temel birimi olan fert nasil
özgür iradeye sahip olabilir veya [ferdin özgür iradesi] nedir?"

Ferdin özgür iradesi herhalde nötr kalamaz. Ferd özgürlügünü ya kendi
keyf ve aklina göre bina eder, ya da dinin veya devletin belirlemesine
dayandirir. Devletli bir ülkede ya$ayan fert ise iradesini, yasalarla sinir-
landirmak zorundadir. Yani fert, yasalarla catisan bir irade ve özgürlüge
sahip olamaz. Bunun yanisira fert, dininin emirleriyle de catismak iste-
mez. Yani fert, onu diniyle catistiracak bir devlete de razi olamaz.
Gercek özgür iradeli fert, hem diniyle hem de devletiyle uyum ve baris
icinde olmak ister.

Eger devlet: "Senin evinin ve ibadethanenin dI$I, benim egemenlik
alanimdir. Benim egemenlik alanimda dinini icra edemezsin" derse,
bireyin özgür iradesi mi kalir?

Laik ve Demokratik bir devlet ise $öyle der ve demesi gerekir:
"Baskalarina zarar vermemek ve dayatmada bulunmamak kaydiyla
dinini kamusal alanda da icra edebilirsin". Eger böyle denmezse,
ferdin iradesi nasil özgür kalacak?

Demokrasinin geregi olarak hem: "Birey özgür iradeye sahip olmalidir"
diyeceksin, hem de onun iradesini alip Sezar'in egemenligine verecek-
sin! Buna da: "I$te demokrasi" diyeceksin! Kim icad etmis böyle bir
demokrasiyi ve nerede uygulanmaktadir?

Bir kere, demokrasilerde "Sezar" yoktur. Halk cogunlugunun sectigi
parti ve onun belirledigi lider vardir. Bu parti ve lider de, halkin talep-
lerine cevap vermek zorundadir. Halkin taleplerini karsila(ya)mayan
bir parti ise bir dahaki secimde iktidar olamaz, muhalefette kalir.
(Yani halk o partinin iktidarini bir nevi "kapatmis" olur). Demek,
halk da parti kapatabiliyormus! Halkin özgür iradesinin özgürce
kullanimini laiklik belirleyemez. Bunu laiklik belirlemeye veya ona
göre belirlenmeye calisilirsa, ortada "bireyin özgür iradesi"nden bir
eser kalmaz. Laiklik ancak: "Yönetim, dine dayandirilamaz" der.
Yoksa: "Yönetilenler dine dayanamaz" demez. Ferdin kamusal alanda
dinini icra etmek istemesi, devleti dine dayandirmak degildir. Cünkü
halk ve birey, devletin ba$indaki "yönetici" degildir.

"Kamusal alan, Sezar'in egemenlik alanidir. Halk bu alanda dinini icra
edemez" dediginiz zaman, despotik bir laikligi benimsemis olursunuz.
Yani benimsediginiz $ey, laiklik bile degildir.

Sezar, (laiklik geregi olarak) ancak: "Tanri benim yönetimime karisa-
maz" der. Ama "Tanri kamusal alana giremez" derse veya halkin ev ve
ibadethane disindaki dinsel ya$antisini yasaklarsa, o Sezar'in yönetimi,
"laik rejim" olmaktan cikar, "diktatörlük" olur.

"Devlet dine dayali olarak yönetilemez, fakat halk dine dayali olarak
ya$amakta hürdür" dediginiz vakit de, "demokratik bir laiklik"i benim-
semis olursunuz. Bunu benimsediginiz takdirde, kamusal alan, "Sezar'in
egemenlik alani" degil, "halkin egemenlik alani" olur. Gercek cumhuriyet,
gercek laiklik ve gercek demokrasi budur i$te!

"Kamusal alan, Sezar'in egemenlik alanidir" dediginiz zaman, halkin
özgür iradesinin özgür kullanimini elinden almis olursunuz.

En iyisi halka sormak: "Demokratik bir laiklik mi istiyorsunuz, yoksa
despotik bir laiklik mi?" Halkin cevabi cogunlukla elbette "Demokratik
laiklik" olacaktir. O halde halkin iradesine saygili olalim. Onun özgür
iradesini elinden almaya kalkmayalim. (Bu noktalari, Avrupali ve Ame-
rikali aydinlarin da düsünmesi ve incelemesi gerekir.)

Uzlasacagimiz nokta: "Demokratik laiklik"tir. Fakat laikciler bu noktada
uzlasmayi kabul etmiyor ve despotik bir laikligin, demokrasiye egemen
olmasina calisiyorlar ve Türkiye'nin yarisi tarafindan kabul gören AKP
gibi bir partinin demokratik iktidarini siyasal bir yargi darbesiyle devir-
mek istiyorlar. Bu durumda ne yapacagiz?

Kurt kuzuyu yemeye niyetlenmisse, o kurdu kacirmak veya öldürmek
gerekir. Ayni sekilde, Türkiye'nin laikcilik kurtlari da demokrasi kuzu-
sunu yemeye kalkarlarsa, global avci veya coban buna seyirci kalmaz,
vazifesini yapar. Halk belki korkudan kurdu vuracak cesareti göstere-
mez, mantar tabancasi bile patlatamaz. Ama avci ve coban, halk gibi
korkak olmaz. Gerekirse, füzeleri bile atesleyebilir. Artik ülkeleri uzay-
dan vurmanin ve kolaylikla esir almanin yolu da acilmistir. Dünyayi
Yöneten Güc de, "Büyük Coban"in yardim cagrilarini görmezden
gelemez.

Not: Avrupa Birligi karsitlarina kötü haber: Yakin gelecekte Avrupa
laiklikten siyrilacak. (Cünkü Avrupa ve Amerika, Hazret-i Isa'nin yani
Mesih' in kralligi altina gireceklerdir. Bu krallik altinda ise laiklik olmaz.)
Ve Islâmli Ülkeler de diktatörlüklerden soyunacaklar. Bu soyunma ve
siyrilmadan sonra Islâm Dünyasi'yla Hiristiyanlik Dünyasi birlesecekler.
Cünkü dünyanin kurtulusu ve iyilesmesi icin bu birlesme sart ve kacinil-
mazdir. Türkiye'nin AB'ye girmesi de, bu birlesmenin "ilk adimi" olacak-
tir. Yani Türkiye, AB'ye mutlaka dahil olacaktir. Olmazsa olmaz!
Sonucta -Bediüzzaman'in tabiriyle-: "Avrupa bir Osmanli'yi doguracak-
tir" ve dogurmaktadir.

Eger Türkiye'de laikciler, AKP'yi kapattirmayi basarirlarsa, bunun ardin-
dan cok büyük bir darbe yiyecekler; kacacak bir Avrupa, Amerika ve
bir Ortadogu bulamayacaklar. Ancak Cin veya Rusya'ya siginabilecekler.
Kötü bir gelecek istemeyenler, Müslümanlarin kamusal alan özgürlügünü
ve Kürtler'in de etnik hürriyetlerini gasbetmekten uzak dursunlar ve onlar-
in özgürlesmelerine engel olmasinlar. Demokratik bir laiklige razi olsunlar.


GÜZEL GELECEK,
DEMOKRATiK LAiKLiGi KABUL EDENLERiNDiR!

Zaman: Yeni Cag'in sekizi, Nisan ba$i.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyari ve analiz.
Boyut: Muranizm

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

LAiKÇiLER iSTEMESE DE!

(Bu bildiri, 9 ay önce yayinlandi.)

LAIKCILER ISTEMESE DE!

Dünya islerinin düzenli yürümesi icin herkes kendi meslegiyle
ilgilenmeli. Meselâ bir politikaci, politikaciligini yapmali. Ama
gidip ihtisas görmedigi bir sahaya el atmamali. Eger atacaksa,
ancak o dalda tam ihtisas sahibi olduktan sonra konusmali. Bu
konusmayi da, politikacilik elbisesini soyunduktan sonra yap-
mali. Eger bu elbisesini soyunamiyorsa, baskasinin sahasini,
sahibine birakmali, onun sahasina tecavüz etmemeli.

Türkiye'nin bir "Diyanet Isleri" vardir. Din islerine bu kurum bakar.
Basörtmenin Kur'andaki hükmü hakkinda gerekli olani söylemek
de, bu kurumun vazifesidir. Bu kurum, gereken vazifesini de yap-
mis ve basörtmenin bir "dinsel görev ve gereklilik" oldugunu söy-
lemistir. Bu söylenenden sonra bir politikacinin kendi keyfine gö-
re hükümler cikarmasi, Diyanet'in ve Müctehidler'in sahasina te-
cavüzdür. Türkiye toplumu, "ehliyet sahasi tecavüzcüleri"nin do-
gurduklari ve dogurttuklari gayri mesru hüküm ve fikirleri sahip-
lenmek zorunda degildir.

Diyanet'ten veya Müctehidler'den baskasi Allah'in Kitabi'ndan
hüküm cikaramaz mi? Eger ilim ve kabiliyeti varsa elbette cika-
rabilir. Fakat bu cikardigi hüküm ancak kendisini baglar, bunu
baskasina dayatamaz. Yani bir politikaci kendisi veya esi icin
basörtmemeyi tercih edebilir. Ama bu tercihini baskalari icin
seriat ve yasa haline getiremez. Bir kisim kadinlar Diyanet'in
veya Müctehidler Birligi'nin verdigi hükme bakarak basörtmeyi
kendileri icin tercih yapmislarsa, kimse onlarin tercihine karisa-
maz. Eger karisirsa, onlara sizin tercihlerinize karisma hakki
verilmis olur. Meselâ onlar da sizin basiacikliginiza müdahale
edebilir. Bu müdahalenin yapilmasini istemeyenler, baskasinin
tercihine karismamali.

Dindarlar ve basörtülü kadinlar, basörtmenin bir "kelime-i sehadet"
oldugunu iddia etmiyor. Fakat Ilâhî bir emir veya tavsiyenin uygu-
lanabilmesi icin onun illâ bir kelime-i sehadet kuvvetinde olmasi
gerekmez. Allah'in emir ve tavsiyelerine uymada sadece O'nun
emir ve tavsiye buyurmus olmasi yeterlidir. "Basörtme, kelime-i
sehadetten kücüktür" diye, o emir ve tavsiyenin terkine gidilmez.
Bir kadin, namusunu veya aile saadetini korumak istiyorsa ve bu
korumanin da basörtme ve örtünmeyle olacagina inaniyorsa, Al-
lah'in tavsiyesine uyarak basini örter. Basini örtmek istemeyen
dinli bir kadin da, Allah'in affina siginarak basörtüsünü terkedebi-
lir. Fakat örtünmek isteyenin tercihine kimse karisamaz.

(Buradaki hüküm, Islâmiyetin temel sartlari altinda kalan tavsiye-
ler icindir. Emirleri terkedenler günah kazanir."Basörtme Allah'in
emridir" seklinde hüküm cikaran kimselerin ictihadina da saygili
olmaliyiz.)

Türkiye'de hic bir kadin, basini "siyasî semboldür" diye örtmez.
Basörtmeyi ya Allah'in emir ve tavsiyesi oldugu icin; ya kocasi,
babasi, agabeyi istedigi icin, ya da yaratilisi öyle gerektirdigi i-
cin örtünür. (Süs olsun diye veya baska maksatlar icin yapilan
örtünmeler bahsimizden harictir). Basörtmenin; "siyasî sembol"
veya "Amerika'nin Türkiye'yi bölme planinin bir parcasi(!)" oldu-
gu iddialari, tamamen dindarlarin yasam alanlarini daraltmak is-
teyen laikcilerin, ulusalci cetelerin ve bozguncu komünist artikla-
rinin uydurmasidir. Bu uydurmalar son buldugu gün, Türkiye hu-
zura kavusacaktir.

"Basörtme, laiklik ilkesine aykiri" degildir. Cünkü laikligin dogdu-
gu ve ciktigi yer Avrupa'dir. Avrupa'daki laiklik uygulamalari orta-
dadir. Türkiyeliler bu uygulamalari görmezden gelemez. Eger
"Türkiye'nin kendi sartlari vardir" deniyorsa, onun "Müslümanlik
Gercegi" de unutulmamalidir. Bu gercege göre, bugün Avrupa
kamusal alaninda basörtme yasaklansa bile, Türkiye kamusal
alaninda yasaklanamaz.

Cünkü Türkiye'nin sartlari "baska"dir. Yeni sartlar da, "yeni hü-
kümler"i gerektirir. Yeni hükümler de, basörtme yasaginin kalk-
masini gerektirir. Demokratik ilkeler de, bu gerekligin yerine gel-
mesine kapi acmakta ve basörtüsünü mesrulastirmaktadir. Bu
mesruluk yolu zorla kapatilirsa, gayri mesruluga kapi acilmis
olur. Bu da, bozgunculuk ve halka zulümdür. Laikciler artik bu
zulüm ve bozgunculugu terketmeyi bilmelidir. Bilmeyenler ve ge-
regini yapmayanlar, hem insanliklarini kaybederler, hem de Ilâ-
hî bir belâya hedef olabilirler. Zaten bu yüzden laikciler bir kere
"Marmara Depremi"ne bir kere de "siyasal yüzde 46 felâketi"ne
carpildilar. Ücüncü bir felâket de kapidadir. (Artik bu felâket bir
Ankara-Istanbul büyük depremi mi olur, yoksa laikcilerin tepe-
sine veya tapinagina bir gök ta$i mi düser bilemeyiz). Bu felâkete
ugramak istemeyenler zulümlerine son vermelidirler. (Marmara
Depremi, zavalli Marmaralilara degil, o zamanin laikci zalim hü-
kümetine bir tokatti. Zarar gören masumlarin mükafâti, Allah ta-
rafindan onlara verilmistir.)

Basörtme yasagini zorla korumak ve sürdürmek isteyen laikci
dernek, kulüp, kurum, kurulus ve örgütler; basörtme yasaginin
kalkmasinin, "laikligi zedelecegini" iddia etmektedirler. Bu yasa-
gin kalkmasi belki laikligi "zedeleyecek"tir, ama kalkmamasi ise
onu bicaklayip öldürecektir ve öldürmektedir! Cünkü Avrupa'daki
uygulamayi görüp durmaktayiz. Bunu görmek istemeyenler ise,
"laikci âmâ" olmustur. Bu laikci körler, Aprupa'ya gidip gözlerini
tamir ettirmelidir. Gözlerini tamir ettirmeyip, elindeki bastonlariyla
yol bulmaya calisan ve onunla basörtülülerin kafasini yarmaya
devam eden laikcilerin karsisina ise yakinda demokratik yasalar
cikacak ve onlarin hakettigi cezasini verecektir ve vermek zorun-
dadir. Cünkü Türkiye Devleti, bir "hukuk devleti"dir! Hukuk Devleti
olmanin geregi olarak da, basörtme yasagi -laikciler istemese de-
kalkacaktir.

Basörtme yasagi zulmünün sürmesi icin yürüyüs ve eylem yapan
ve yapmak isteyen laikciler sunu unutmamalidir: Türkiye halkinin
yüzde yetmisi bu zulmün sona ermesini istemektedir. Yani zulüm
tarftarlarinin 500 binlik yürüyüs kalabaligi karsisinda 50 milyonluk
büyük bir kitle vardir. Laikciler, bu büyük kitlenin sessiz cigliklari-
ni veya demokratik gümbürtüsünü dinleyerek, zulümlerinin sesini
kesmelidirler. Kesmeyenler ve halkin demokratik gümbürtüsüne
kulak tikayanlar, kendilerini "körler" ve "sagirlar" zümresine dahil
etmis ve bu zümreye dahil olanlar ve gerceklere karsi kör ve sagir
kesilenler de, "zalimler sinifi"na kaydedilmis olurlar. Allah ise, za-
limlerin zulmüne sessiz ve seyirci kalmaz. O ancak mühlet verir.
Bu mühlet de dolmus durumdadir.

Iktidar partisinin basörtmeyle ilgili yapmak istedigi yasal ve anayasal
degisiklikler karsisinda pek sayin muhalefet lideri: "Ya ihtilâl yapar
seriati getirirsiniz, ya da darbeye ugrar idam edilirsiniz" gibi sözlerle
Basbakan'i hem tehdit etmekte hem de ihtilâle tesvik etmektedir!
Suc iceren bu tehdit ve tesviklere ne gerek var, sayin alti oklu ve
eli kilicli muhalefet Padisahi? Ülkenin sorunlarini cözecek bir laiklik,
demokrasi ve hukuk yok mudur? Vardir ama, siz bunlari yeterli
görmüyor ve hükûmeti "ya hep ya hic yokusu"na sürüyorsunuz!
Basörtme sorununu cözmek icin yasal düzenlemeye gerek olmaya-
bilirdi. Ama siz bu sorunun cözümüne asla razi olmadiniz. Daima
cözümsüzlük icin calistiniz. Halbuki bir tek isaretinizle YÖK ve üni-
versiteleri basörtüsü yasagindan vazgecirebilirdiniz. Ama siz sürekli
olarak bunun tersini yaptiniz. Din karsitlari kapi iceriyken, dindar kiz
ögerencilerin dinsel tercihini üniversiteden kapi disari ettiniz. Türkiye'
nin "müslümanlik gercegi"ne inadla göz kapadiniz. Bu inad ve tavriniz
ise, laikligi "laiklik adina" yaraliyordu. -Cünkü Avrupa'daki uygulama
ortadadir!- Iktidar ise, (yüzde kirkyedilik kuvvetine ragmen) laikciligin
kalesi haline getirilmis üniversitelere söz gecirebilecek durumda
degildi. (Basbakan'in "millî gecmisi"ni bahane ederek) Millî Irade'ye
boyun egmeyen laikcilerin inadi karsisinda caresiz kalan hükûmet
de, simdi yasal düzenlemeye gitmek ve sorunu kökünden halletmek
zorunda kaldi, kaliyor.

Bu hareketiyle hükûmet, laikligi mi zedelemis oluyor? Hayir ve asla!
Laikcilerin on yillardan beri yaralayip öldürmekte olduklari laikligin
yaralarini sariyor. Zulüm ve haksizliga ugrayan kiz ögrencilerin hak-
larini ve ögrenim özgürlüklerini iade ediyor. Ya siz ne yaptiniz,
onlarin hak ve özgürlüklerini gasbetmekten baska? Bu muydu halkcilik?
Bu muydu cumhuriyetcilik? Bu muydu insanlik? Sonunda halki ve cum-
huriyeti ayaklarinizin altina almayi ve onu ezip cignemeyi basardiniz!
Zaten simdiye kadar da bundan baskasini mi yapmistiniz ki! Iste bütün
basariniz budur sizin! Bu basariniz sizi yakinda söndürecektir ve
söndürmektedir. Artik bundan sonra yapacaginiz sey, herhalde sönme-
mek icin cirpinmak olacaktir...

Laikci bir politikaci tarafindan "yeni bir Peygamber mi geldi" pole-
migi yaratilmaktadir. Bu polemigi yaratanlar bilmelidirler ki: Allah
her toplum ve millete bir elci göndermis ve her asra da bir "Imam",
"Mehdi" ve "Ögretici" tayin etmistir. Buna göre yirmibirinci asrin bir
Mehdisi ve Mesihi vardir. Bu gercek, hem Kur'anin ayetleriyle hem
de Hz. Muhammed'in sözleriyle sabittir. Bu sabitligi, "hadis yalan-
layicilari"nin inkâr edecegini ve etmekte olduklarini elbette biliyoruz.
Fakat inkârcilarin inkâri bizi baglamaz. Ancak Allah'in dedigi olur!
Biz Kur'anlilar icin önce "Allah'in emri", sonra "yaratilisin emri",
sonra da "aklin emri" gecerlidir. Aklin emirleri, Yaratan'in ve yaratili-
sin emirlerine muhalefet ediyorsa, o emirlere itaat edilmez. Eger o
emirlerle uyusuyorsa, itaat etmek sart olur.

Özetle: Laikciler icin dogru yol, icinde bulunduklari zulme derhal
son vermektir. Son vermeyenlerin sonunu, (demokrasi ve hukuk
yeterli olmadigi takdirde) "Ilâhî Güc" getirecektir.

Not 1: "Kadinin basinin acik olmasinin erkekleri tahrik ettigi" düsün-
cesini, kendilerine "hakaret" sayan bazi yazarlar bulunmaktadir. Fakat
bu algilama ve incinme dogru degildir. Cünkü bu gibi bir kac yazar,
kadinlara karsi "meleklesmis" olabilir. Fakat bütün erkekler onlar
gibi degildir. Ne zaman "Türkiye'deki bütün erkekler meleklesmistir.
Onlardan sonra dogacak olan erkekler de [melek erkek] olarak doga-
caktir" seklinde bir mucize meydana gelirse veya getirilebilirse, iste o
zaman kadinin basörtmesine de, örtünmesine de gerek kalmayabilir.
Erkegin yaratilisini degistirmek mümkün olmadigina göre, kadinin basi-
acikligindan veya aciksacikligindan etkilenen ve tahrik olan bir erkek-
ler cogunlugu daima bulunacaktir ve bulunmaktadir. Bu gercekler karsi-
sinda kadinlarin basörtmesinin "erkeklere hakaret" veya "kadinlara esa-
ret" oldugu iddiasinin bir kiymeti kalmiyor.

Not 2: Basörtüsü Hakkinda Allah'in Mehdisi Mehmed Nur'an'in Hükmü
$udur:

Kur'anda kadinlar icin verilmis acik bir basörtme emri yoktur. Nur sûre-
si'nin 31. ayeti ise; ne basörtmeyi ne de basacmayi emreder. Bu ayet
ikisinin ortasinda kalmis olmakla beraber, zaten var olan basörtüsünü
korumus bulunmaktadir ve korumaktadir. Bu ayette Allah'in istedigi,
kadinlarin erkekleri cinsel yönden tahrik edebilecegi hal ve hareket-
lerden sakinmalari ve boyun, gögüs, kol ve bacaklarini acikta birak-
mamalaridir.

Diger ayetleri de nazara aldigimizda; cinsel uyari yapabilecek bölge-
lerin namahrem erkeklere gösterilmemesi, Allah'in bir "emri" olmakta-
dir. Ama basörtme ise, (Ahzap sûresi 59. ayetine göre) O'nun, kadin-
larin erkek tacizinden korunabilmeleri icin yaptigi bir "tavsiyesi"
olarak karsimiza cikmaktadir. Yani basörtme, "Ilâhî Farz" kabul edil-
mezse, "Ilâhî Sünnet" olur. Yani sartlar gerektiriyorsa kadin basini
örter, gerektirmiyorsa örtmez. Yani bu ayet; namaz, oruc, zekat gibi
mutlak emirlerden degildir. Dolayisiyla, basini örtmeyen Müslüman bir
kadin dinden cikmaz, inkârci olmaz. Yeter ki bu eylemini, O'na isyan
etmek icin yapmis olmasin. "Müslümanim" dedigi halde acilip sacilan
kadinlarin yargilanmasi Allah'a birakilir. Cünkü onlarin, kücük günah-
larini örtecek büyük sevaplari bulunabilir. Genel ahlâki bozan haller
ise, kanunlara havale edilir. Türkiye halki tek kültürlü ve tek kimlikli bir
halk olmadigindan ve laik ve demokratik bir rejimle yönetildigi icin her-
kes birbirinin farkliligina tahammüllü olmak zorundadir.

Allah'in emirlerine uymak sarttir. Tavsiyelerde ise, kadin bunu gerekli
görüyorsa, o tavsiyeye uyar. Gerekli görmedigi takdirde o tavsiyeyi
terkedebilir. Eger bir kadin basörtmeyi tercih etmisse, onun tercihine
kimse karisamaz. Dolayisiyla kadinin basi zorla örtülemeyecegi gibi,
zorla acilamaz da. Bu hükme göre Türk Hükûmeti, kamusal alandaki
zorla basacma uygulamasina ve Iran Yönetimi de kadinlarin basini zor-
la kapama tatbikatina son vermek durumundadirlar. Son vermeyenler,
halka karsi zulüm islemis olurlar ve olmaktadirlar. Bu zulme son veril-
medigi takdirde, halkin bu zulme karsi mücâdele hakki dogar. (Bu pa-
ragraf, Iran halkina ve Yönetimi'ne iletilmelidir).

Buradaki hükme sunlari da eklemekte fayda var: Yüce Allah kadinlar i-
cin acik bir basörtme emri vermis ya da vermemis olabilir. Fakat insan-
lar "yaradilisin emirleri"ni de nazara almak durumundadirlar. Buna göre
kadin ve erkegin yaradilislari kadina basörtmeyi emrediyorsa, kadin bu
emri yabana atamaz. Bu emre uymak isteyen kadina da kimse dokuna-
maz.

Nasil, yaradilis, bir astronata: "Astronat elbisesi giymezsen, uzaya cika-
mazsin" derse ve astronat da yaradilisin bu emrine uymaya mecbursa;
ayni sekilde kadinin yaradilisi da kadina emreder: "Allah'in tavsiye ettigi
bicimde giyinmez ve örtünmezsen, topluma cikamazsin. Cikarsan, uza-
ya uzay elbisesi giymeden cikmis bir astronatin akibetine ugrarsin. Yani
toplumsal hava seni bogar ve bozar, seni insanliktan cikarir."

"Uzay Cagi"ni ya$amakta olan günümüz insani bu gercekleri de görmeli
ve kamusal alanda basörtülü olarak varolmak isteyen kadinlara dokunma-
malidir.

Yani, artik "Atatürk Türkiyesi"nden "Uzay Türkiyesi"ne gecme zamani
gelmistir. 1920'ler Türkiyesi, "kurulus" ve "kurtulus Türkiyesi"dir. 2020'ler
ise, "Uzay Türkiyesi" olmalidir. Bunun icin de basörtüsüyle okumak ve
calismak isteyen kadinimiz kamusal alandan ihrac edilmemelidir. Bu ihrac
yapildigi an, Türkiye 1920'lere geri dönmüs olur. Yani "kurtulus Türkiyesi"
ne! Ama biz, "Uzay Türkiyesi"ne gecmeliyiz ve gecmek istiyoruz. Türkiye
kadini uzay rampasina kadar belki basörtüsüyle gelecektir, ama ondan
sonrasi icin astronat elbisesi giymesini de bilecektir. Dolayisiyla basörtülü
kadini üniversiteye ve kamusal alana sokmayanlar, ona "uzaya cikma ya-
sagi" koymus olurlar ki, bu da onlari "dünyanin en gericisi" haline getirir.
Bu hal ise kabul edilemez.

Not 3: "Müslüman kadinin özgürlügü" meselesine gelince: Müslüman
bir kadin; özgürlügü, kendi veya baskalarinin keyfine göre degil, Allah'
in emir ve tavsiyelerine göre belirler. Dolayisiyla Islâmiyet'in icinden
olmayanlarin, Müslüman kadini özgürlestirme iddia ve cabalarindan
vazgecmeleri gerekir. Bas örtme ve örtünmenin bir "özgürlük" mü,
yoksa "esaret" mi oldugu da yine Kur'anli kadinin inanciyla belirlenir.
Bu noktadan, Islâmiyet'in disindakiler icin bir "esaret" olarak gözüken
basörtme ve örtünme, dindar bir kadin icin bir "özgürlük"tür. Düsman-
lari tarafindan öldürülme tehlikesi bulunan bir mahkûmun hapiste olma-
si, ona disarida olmaktan daha faydalidir, daha özgürcedir. Eger "dün-
yadaki bütün erkekler iclerindeki sehvet kuvvetini öldürmüs ve melek-
lesmislerdir" seklinde bir kanit getirilirse, o zaman kadinlarin örtün-
mesine ve erkeklerden sakinmasina gerek kalmaz. "Kadinlarin güven-
ligini saglayan kanunlar vardir" iddiasi da yeterli degildir. Cünkü kanun-
larin giremedigi ve göremedigi yerler vardir. Ve her kadina bir koruyucu
polis veremezsiniz. Dolayisiyla müslüman kadin kendini, dinin göster-
digi sekilde korumak zorundadir. Bu zorunluk karsisinda kamusal alan
ona kapatilamaz. Kimse onun dinine "hadi disari" diyemez, dememelidir.
Dedigi an; laikligi idam etmis, demokrasiyi katletmis ve hukuku da yok
etmis olur!

Not 4: Basörtmenin "Türkiye'yi böldügü" iddialarina söylenecek söz: Tür-
kiye'yi bölen, kadinlarin basörtmesi degildir. Cünkü Türkiye'deki kadin-
larin yüzde yetmisi zaten basini örtmektedir. Demek Türkiye'yi bölen,
basörtmenin kamusal alana yasak edilmis olmasidir. Yani bölücülügü
laikciler yapmakta ve yasatmaktadir. Bu bölücülük ancak, haksiz ve hu-
kuksuz basörtme yasaginin kaldirilmasiyla son bulabilir. Demek Türki-
ye'yi bölmekte olan laikciler, zulümsel yasaklarina son vermek duru-
mundadirlar. Son vermek istemiyorlarsa, demektir ki Türkiye'nin bölün-
mesini onlar istiyorlar ve onlar sürdürüyorlar. Dolayisiyla laikciler, kamu-
sal alan tekelciligine son vermek durumundadirlar.

Not 5: Basörtüsü yasaginin kaldirilmasina muhalefet partisi itiraz mi
etmelidir? Bizce etmemelidir! Cünkü laiklik, inanclara ve inancsizlik-
lara esit olmak zorundadir. Buna göre; basiacik inanclara acik olan
kamusal alan, basikapali inanclara da acik olmak durumundadir. Bu
alan basikapalilara kapatildigi takdirde, laiklik laikligini kaybeder. An-
lamini kaybetmis bir laikligin muhafazasina ne gerek var? Eger muha-
lefet partisi veya baska bir kurum, yasal olarak kaldirilmak istenen
basörtme yasaginin islerlik kazanmasina engel olursa, bu halde millî
irade anayasayi tepeden tirnaga bütün haksizliklari ortadan kaldiracak
sekilde degistirmek ve yeniden düzenlemek zorunda kalacaktir. Belki
böylesi daha iyi olur. O zaman laikciler de laikligi kendi amaclari dog-
rultusunda kullanamaz hale gelirler. Yani, laikcilerin her aksi hareketi,
kendi kuyularini kazmak olacaktir! Yasa degisikligini anayasa mahke-
mesine götürmeye hazirlanan laikciler iyi düsünsünler...

Not 6: Cumhurbaskani, basörtme yasaginin kaldirilmasi icin yapilan
yasa degisikligini onaylamali mi, onaylamamali mi?

Demokrasilerde cogunluk azinligin haklarini korur, fakat onlarin hak-
sizliklarina teslim olmaz. Hükûmet, basörtme yasagini kaldirmakla ya-
sak taraftari azinligin bir hakkini gasbetmis olmuyor ki, o haksiz yasagi
kaldirmak isteyen yasa degisikligini geri ceksin! Millî Irade'yi temsil e-
denler, haksiz azinligin haksizligina yardim ederek, cogunlugun evetle-
rini bosa cikarmazlar.

Eger üniversiteyi isgal etmis olan laikci rektörler ve diger ögretim üye-
leri kendiliklerinden basörtme yasagini kaldirmayi taahhüt ederlerse,
sayin Cumhurbaskani da önüne gelecek yasa degisikligini veto etmeyi
düsünebilir. Eger laikci rektörlerden 3 gün icinde olumlu bir cevap gel-
mezse, Cumhurbaskani da önüne gelecek yasa degisikligini tasdikle-
mek zorunda kalir. Cünkü Millî Irade öyle istiyor! "Laikciler kavga cikar-
masin" diye, Cumhurbaskani haksizliga ve laikcilerin tehditlerine boyun
eger mi hic? Cumhurbaskani, "barisi saglamak icin" haksiz bir yasagin
kalkmasina engel olarak cogunlugu küstürmez. Cünkü haksiz azinligin
keyfi icin hakli cogunluga zulmedilmez! Bu zulüm yapildigi takdirde;
laikligin de, demokrasinin de, hukukun da anlami yok olur.

Not 7: Basörtme yasaginin kaldirilmasindan korkulmali midir?
Korkulmamalidir! Cünkü:

A- Bu yasagin kaldirilmasindan sadece basörtmek isteyenler yararlana-
caktir. Basörtmek istemeyen kadinlara basörtme dayatilmasi yapilamaz.
Bir kanun olmadan da böyle birsey mümkün degildir. (Gerci laikciler
böyle bir seyi mümkün hale getirdiler) ama dindar demokrat cogunluk
onlara benzemez.

B- Türkiye üniversitelerindeki kiz ögrenciler ve dindar secmenler siya-
sal cogunluk teskil etmiyor. Siyasal cogunluk teskil edenler sadece
onlara destek veren halktir. Eger iktidar partisi "kamusal alanda bü-
tün kadinlar örtünmek zorundadir" seklinde bir kanun cikarmak istese,
buna Türkiye'nin yüzde doksanbesinden fazlasi karsi cikar ve en basta
biz dindar demokratlar da böyle bir kanuna gecit vermeyiz. Bu da, Tür-
kiye'nin demokrasi yolunda oldugunu ve baska yollara sapmasinin
mümkün olmadigini gösterir.

C- Üniversitelerdeki kiz ögrenciler, kara carsaf yerine, "türban" takmak-
tadir. Bu da, Türkiye'deki Islâmiyet'in "modernlesmekte" oldugunu
göstermektedir.

D- Dindar cogunluk, Türkiye ve diger Islamli ülkelerdeki Islâmî anlayisin
reforme edilmesinden yanadir ve biz Avrupali Dindarlar da bunun icin
calismaktayiz.

E- Türkiyeli dindarlar, ugradiklari zulümlerden dolayi laikcilerden intikam
almayi düsünmemekte ve onlari Allah'a havale etmis durumdadirlar.

F- Türkiye'deki Islâmî cemaatler ve dindar cogunluk, Iran'daki gibi bir
dinsel devrim pesinde degildir ve Türkiye hic bir zaman bir Iran olma-
yacaktir.

G- Laikciler ne zaman korkmalidir? Dindarlar aciz düsürüldügü zaman
korkmalidir. Cünkü onlarin arkasinda bilegi bükülmez bir Allah vardir.
Allah ise, zulüm gören dindarlarin intikamini dogal felâketlerle her
zaman alabilir.

Not 8: Laiklik, Fransa'da dogdu; Türkiye'de tersine cevrildi (yani müs-
lümanlarin aleyhine kullanildi) ve Avrupa'da da ölecektir. Laikligin ö-
lümü, herhalde Hz. Mesih'in kralligiyla olacaktir. Hz. Mesih, "Vatikan
Devleti"ne de son verecektir.

Zaman: Yeni Cag'in sekizi, Subat ayi ortasi.
Mekan: Avrupa.
Makam: Yol gösterme ve mücadele.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

O B A M A N A M E

OBAMA MEHDI MIDIR?

Demokrat Parti baskan adayi Barack Obama'nin gelecekte
Amerika ve dünya üzerinde ne gibi etkiler yapacagi (veya
yapamayacagi) hakkinda, yüce Rabbimizden bir ilham
almadigimiz icin, tafsilatli bir haber veremeyecegiz. Fakat
bilgimiz dahilinde olan noktalarda kisaca sunlari söyleyebiliriz:

Barack Obama, Mehdi degildir. Mesih hic degildir. Cünkü
Obama, "Müslüman" degil, "Hiristiyan" oldugunu bildirerek
Mehdi olamayacagini da aciklamis oluyor. Hem Allah'in
Mehdisi Mehmed Nur'an da, mehdiligini ilân ederek, daha
Mehdi beklemenin anlamsizligini ortaya koymustur. Mesih'
in görev ba$i yapacagi tarih ise, 2020'ler olacagindan, Oba-
ma'nin Mesih'likle de bir ilgisi olamaz. Peki, bu durumda
Obama ne olabilir?

Obama'nin ne olabilecegi hakkinda simdilik $u sözlerden
baska söylenecek bir söz bulamiyoruz:

Eger Barack Obama, Kur'anizm'i hayat felsefesi yaparsa,
Beyaz Ev'in fatihi ve Amerika'nin kurtaricisi olabilir.

Öyle tahmin ediyoruz ki; Obama, kücüklügünde Müslüman a$isi
almis oldugundan, gelecekte bir "Kur'anist" olabilir. Belki
de Kuranizm'le Beyaz Saray'i fethedecek ki$i, Barack Obama'
dir!

$imdi gelelim, kimi Mehdi yapacaklarini $asiran Müslümanlara.

Müslümanlar artik Mehdi hakkinda $askinlik icinde olmaktan
kurtulmalidirlar. Bunun icin de $u sözlere kulak vermelidirler:

"Gercek Mehdi" ise; Allah tarafindan egitilen,
ögretilen ve görevlendirilen kimsedir. Böyle
bir kimse de, on yil kendini gizledikten sonra
2005 yilinda Mehdiligini ilân eden "Mehmed Nur'
an"dir. Avrupa Muranistlerinin (önceki adlari
"Avrupa Kur'anistleri" idi) önderi olan Mehmed
Nur'an, 11 Eylül Olayi'ndan sonra resmen (yani
Allah'in izniyle) görevine baslamis bulunmakta-
dir. Bundan sonra bir Mehdi aramanin ve bekle-
menin bir anlami kalmamistir.

Gercek Mehdi, ne Sünnîlerdendir ne de Alevîler-
dendir. Gercek Mehdi, hepsinin üzerinde yalnizca
Allah'tan taraf olan, ayrimcilik yapmayan, irk-
ciligi olmayan, bütün insanligi kucaklayan ve
radikalizm, fanatizm gibi arizalardan arinmis
olan bir kimsedir. Bu arinmis vasiflara sahip
olmayan bir kimse Mehdi olamaz. Mehdi, "Arap"
olacak diye bir kaide yoktur. Allah hangi mil-
letten isterse oradan Mehdisini cikarir. Bu
Mehdi tarifini, Hz. Peygamber(sav)in hadislerine
uygun görmüyor olabilirsiniz. Fakat bu konuda
Allah'in, diledigi degisikligi yapabilme secki
ve iradesi bulundugunu unutmamalisiniz. Bu yüz-
den de Mehmed Nur'an'in Mehdiligini inkârda
aceleci olmamak gerekir.

Gercek Mehdi, yaptigi i$ ve icraatiyla bilinir.
Dünyaya hükmedecek bir bilgi ve mâneviyati olma-
yan bir kimseye Mehdi denemez. Peki, Mehmed Nur'
an, dünyaya hükmedecek mânevî bir güce sahip
midir? Evet, sahiptir!

Allah'in Mehdisi Mehmed Nur'an ile ilgili bazi
bilgilere $u adresten ulasabilirsiniz:

www.ahiruzzaman.blogspot.com

Zaman: Yeni Cag'in sekizi, Ekim ayi sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Aydinlatma.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

Donnerstag, 30. Oktober 2008

L A i K L i K N A M E

(Bu bildiri, 2002 yilinda yayinlanmistir.)

(Laiklikten taviz degil, Hakk'a itaat* istiyoruz.)

L A I K L I K N A M E

laikligin üstünde olan Allahin adiyla

Biz, laiklikten taviz istemiyoruz. Biz, laiklik, hak
ve özgürlüklerimize tecavüz etmesin ve ettirilmesin is-
tiyoruz. Hak ve özgürlüklere tecavüz eden (veya etti-
rilen) bir laiklik, laiklik olamaz.

Bir devletin esas temeli; Hak ve Adalet ve Namus'tur.
Devletin temelinde bu üc deger yoksa veya iptâl edi-
lirse, o devlet, devlet olmaktan cikar. Bunun icin la-
iklik; Hak ve Adalet ve Namus'un gereklerine uymak ve
uydurulmak zorundadir. Bu zorunluga göre laiklik, kamu
alanindaki basörtüsü ve namaz gibi dinsel talep ve i-
badetlere tecavüz edemez, ettirilemez. Cünkü kamu ala-
ninda dinsel özgürlük isteyenler, devletten "dinî bir
yönetim" degil, dinsel hak ve özgürlüklerine dokunul-
mamasini istiyorlar. Cünkü laikligin bir yönü, "dine
karismamak"tir. O halde laikligin, milletin kamu ala-
nindaki basörtüsüne ve namazina dokunma hakki yoktur.
Dokundugu takdirde, dinin ve dindarlarin da devlete
dokunma, devletin i$lerine karisma hakki dogar. Bu
hakkin dogmasini istemeyenler, dinin ve dindarin kamu
alanindaki hakkini batirmamalidir.

Laikligi, dindarlarin kamu alanindaki hak ve özgürlük-
lerine tecavüz ettirenler, laikligi teokrasi ve dikta-
törlük haline getiriyorlar. Kimsenin, laikligi teokra-
si ve diktatörlük haline getirmege hakki yoktur. Cünkü
laiklik, demokrasi ve özgürlük; Hak ve Adalet ve Na-
mus'un üzerine cikarilamaz. Cikaranlar, suc i$lemis
sayilir ve zalim olurlar. Zalimlerin de cezalandiril-
masi gerekir.

Biz ise, zalimleri ve zalimligi Yeni Cag'a sokmayaca-
giz ve sokmamaliyiz. Tecavüzle girmis olanlar, ya Hak
ve Adalet ve Namus'a itaat ederler, ya da cagin geri-
sine atilirlar. Hak ve Adalet ve Namus'a isyan edenle-
re saygimiz ve sevgimiz yoktur. Saygi ve sevgi iste-
yenler önce Hak ve Adalet ve Namus'a saygili ve sevgi-
li olmalilar.

(*)Hakk'a itaat: Yaratan'in ve yaratilis'in yasalariy-
la uyum icinde olmaktir. Adalet'e itaat: Insan hak
ve özgürlüklerini cignememek ve cignetmemek ve hak-
siz kazanci terkedip fakirlerin yardimina kosmak-
tir. Namus'a itaat: Aile'yi tahrip etmemek ve bunun
icin de kadinin, erkegi ahlâksiz eden giyinisine
son vermesidir.

Not: Kamusal alan; bazi devlet seckinlerinin tapulu ö-
zel mekani degil, millete hizmet verilen yerler-
dir. Devlet seckinleri, milletin hizmetkâridir,
diktatörü degil. O halde bir devletli, milletin
inancsal kiyafetine dokunamaz. Bir anayasa da:
Haksizlik ve adaletsizlik ve namussuzluk icere-
mez.

ZAFER, HAKKA VE ADALETE VE NAMUSA ITAAT EDENLERIN
OLACAKTIR.

Zaman: Yeni Cag'in ikisi, Aralik ay'i ortasi.
Mekan: Avrupa.
Makam: Hak ve Adalet ve Namus.
Boyut: Kur'anizm.
YAYINLAYAN
AVRUPA KUR'ANISTLERI
* * *

KUR'ANSIZ HADÎS, HADÎSSiZ KUR'AN OLUR MU?

(Bu bildiri, yazarimiz Hüseyin Avdic'in, mustafaakyol.org
sitesinde tartismacilara verdigi bir konferanstir.)

KUR'ANSIZ HADÎS, HADÎSSIZ KUR'AN OLUR MU?

(Bu makale, hadîslerin "uydurma" oldugunu
ve "atilmasi gerektigi"ni iddia edenlere bir
cevaptir).

sorunlari cözdüren ALLAHin adiyla

(Bu konferansin müddeti 30 dakikadir. Kiymetli bilgiler
ve ölcüler kazanmak isteyenler buyursun).

"600 kadar hadîs bize yeter, gerisini atmak lâzim" diyen-
lerle birlikte "sadece Kur'anin yeterli oldugunu" iddia
edenler de bulunmaktadir.

Bu iddia sahipleri "hangi hak ve yetkiyle bu iddiayi yapi-
yorlar" diye sormadan önce onlarin bulundugu pozisyo-
nu tesbit etmek ve nereden nereye baktiklarini görmek ve
göstermek gerekiyor. Eger bu kimseler göremedikleri ve
hesaplayamadiklari noktalarin bulundugunu bilseler ve
kabul etseler bu iddiayi süphesiz yapamayacaklardir.
Bu iddia sahipleri, dogrudan dogruya yalniz Kur'an' oku-
yarak bu kanaate ulasmis degillerdir. (Meselâ bir Ilahiyat
profesörü) simdiki bulunduklari seviyeye, binlerce, on-
binlerce hadîs'in kaynaklik ettigi onlarca tefsiri ve yüz-
lerce kitabi okuyarak gelmislerdir. Biz bugün "atilmasi
veya bir kenara birakilmasi" istenen o hadîsleri, o kitap-
larin altindan cekip alsak, ortada ne o kitaplar kalacaktir
ne de tefsirler. Belki bir tefsir yazmak bile imkânsiz hale
gelecektir.

Fakat o iddia sahipleri simdi bulunduklari pozisyonu na-
sil kazandiklarini unutarak veya düsünmeyerek cok ko-
layca: "Bir cok hadîsler birbiriyle celisiktir, öyleyse uy-
durmadir, o halde atilmalidir" diyebilmektedirler.

Simdi o iddia sahiplerinin iddialarinin ne kadar cürük ve
gecersiz oldugunu anlayabilmek icin yukaridakinin ziddi
olarak bir ilahiyatcinin karsisina bir de dinden hic haberi
olmayan fakat Islâmiyeti ögrenmek isteyen bir kimseyi
koyalim. Ama bu kobayin eline Kur'an'dan baska bir ki-
tap vermeyecegiz. Bu kimse de, Kur'an'dan baska ne bir
hadîs ne de Islâmî bir kitap okumus olsun. Acaba bu
kimsenin Kur'andan anlayacagi ne olacaktir? Elbette bir
seyler anlayacaktir. Fakat anlayacagi seylerden cok anla-
mayacagi seyler olacak ve sorularina cevap verecek bir
merciyi arayacaktir. Eger Allah'in elcisini bilebilir ve
bulabilirse sorulari cevaplanacaktir. Yoksa, eger Allah
da elinden tutmazsa, sorulari cevapsiz kalacaktir. Tabii
bu zamanda böyle bir kimsenin cevapsiz kalmasi müm-
kün degil, kendisine cevap verecek bir cok kitap ve mer-
ci bulabilir.

Iste "hadîssiz, Peygambersiz Kur'an olur" diyenlerin ne
durumda oldugunu görüyorsunuz! Demek onlarin iddi-
alarinin bir anlami yoktur. Cünkü hadîsler, bugünkü Is-
lâmî literatürün yani onlarca tefsir ve binlerce kitabin
ruhuna nüfuz etmis, onlarin cani haline gelmistir. Bu
saatten sonra "hadîsleri bir kenara atalim" demenin bir
anlam ve faydasi kalmamistir.

"Peki, [uydurma hadîsler] ne olacak"?

Acaba, bazi hadîslerin "uydurma" oldugunu iddia eden-
lerin iddialarini isbatlayacak delilleri nedir? Hem o kim-
seler, bu konuda konusabilecek tek ve en yüksek yetkili-
ler midir? Böyle olmadiklari halde o iddialarinda nasil
israr edebiliyorlar? Cünkü meselâ bir ilâhiyatci, hadîs
sarrafliginda en yüksek otorite ve merci degildir. Cünkü
ilâhiyatcilarin üzerinde evliyalar vardir. Evliyalarin üze-
rinde de Kutup'lar ve Hz. Mehdi vardir. Bu durumda, bir
ilâhiyatcinin, kendi üzerindeki makamlarin önüne gecme-
ye bir hakki olabilir mi? Gecip de bazi iddialar ortaya at-
masinda ne deger bulunabilir? Demek, önce sormamiz
gerekiyor: Din veya hadîsler konusunda bir iddiasi olan
kimse, gercek uzman midir? Degilse, elbette onun sözü-
ne itibar edilmeyecektir. Fakat ne yazik ki, ortaligi uz-
man olmayan "uzmanlar" doldurmus bulunuyor. Ve ne
yazik ki, bir cok kimseyi yaniltip kendilerine baglayabili-
yorlar ve baglamaktadirlar.

Simdi gelelim kendilerini "uzman" görenlerin iddialarina.
Bu kimseler, bir cok hadîs'in "uydurma" oldugunu iddia
etmektedir. Bir kere -yukarida da degindigimiz gibi- bu
konuda söz sahibi olabileceginizi kanitlayan nasil bir bel-
ge var elinizde? Seviyeniz nedir? Bu konuda "gercek uz-
man" olmadiginiza göre, iddialariniz, iddia olmaktan öte-
ye gitmeyecektir. Ikincisi, gecmisin büyük hadîs âlimleri,
Peygamber sözlerini ve onun hayatiyla ilgili Sahabe nakil-
lerini toplarken ve eserlerini olustururken gerekli süzme
ve ayiklamayi yapmislardir. Onlarin bu cok titiz calisma-
sindan sonra hâlâ bir cok hadîsin uydurma oldugunu iddia
etmek, isbatlanmasi gereken büyük bir dâvâdir. Acaba bu
dâvâ basarili olabilir mi? Asagida görecegiz ve görelim:
Evet, bazi hadîsler "birbiriyle celisik" görünür. Fakat bir
hadîsin baska bir hadîsle celisik görünmesi, onun uydur-
ma olduguna delil olmaz.

Meselâ:

1. çelisik Hadis: "Kan aldirmak yapanin da yaptiranin da
orucunu bozar."
Tirmizi Oruç 60/Ebu Davud Oruç 28/Buhari Oruç 32

2. çelisik Hadis: "Peygamber’imiz oruçlu iken kan
aldirmislardir."
Ebu Davud Oruç 29-30/Tirmizi Oruç 59/Buhari Tip 11

( Burada hadîsin makamini yani "hangi halde" söylendi-
gini bilmek gerekiyor. Belki Hz. Peygamber, kan aldira-
cak kisinin kan aldirmakla sihhatinin bozulacagindan
korktugu icin böyle bir hükümde bulunmus olabilir.
Kendisi icin ise, sihhatini saglam gördügü ve kan aldir-
makla sarsilmayacagini bildiginden, kan vermenin de o
rucunu bozmayacagini düsünmüstür. Hem burada Kur'
an'in: Yemek, icmek ve cinsel iliskinin orucu bozacagini
bildirmesi yaninda bir de "yaratilisin yasalari"ni da dinle-
memiz icab eder. Yaratilis yasalarinin sözcüsü ise, "bi-
limler"dir. Bu halde kan aldiracak kisinin, tip ilminin
sözcüsü olan doktora da müracaat etmesi gerekir. Yani
sadece dinin yasalarini dinleyip, yaratilisin yasalarini es
gecmek, o kimseyi felâkete götürür. Iste bu yüzden "ce-
lisik" görünen bu hadîs, celisik degildir. Peygamber de,
"hale mutabik" hareket ederek dogru olani yapmistir).

1. çelisik Hadis: "Gerek küçük, gerek büyük tuvaletinizi
yaparken kibleye dönmeyin."
Hanbel 3/12

2. çelisik Hadis: "Peygamber’imiz bir takim insanlarin
küçük ve büyük tuvaletleri için kibleye dönmeyi hos
karsilamadiklarindan, bu bidati (hurafeyi) kaldirmak
için tuvaletini kibleye dogru yaptirdi."
Buhari 4/11

(Burada da Hz. Peygamberin hangi ruh halinde oldugunu
bilmek gerekiyor. Hz. Peygamber "tuvaletiniz esnasinda
kibleye dönmeyin" derken, Kâbe'ye saygisizlik etmemeyi
düsünmüstür. Ikincisinde ise, böyle bir saygi göstermenin
herkes icin zor olacagini görmüstür. Bugün dahi insanla-
rin büyük bir kismi kirada oturdugundan tuvaletlerini is-
tedikleri yöne dogrultamazlar. Dolayisiyla gücü yetenler
gereken saygiyi göstermeye calisir, gücü yetmeyenler ise
günahkâr olmaz. Demek bu hadîsde de bir celiski yoktur).

1. çelisik Hadis: " Peygamber oruçlu iken hanimlarini öptü."
Ibn-i Kuteybe- Hadis Müdafasi 372

2. çelisik Hadis: "Oruçluyken hanimini öpenin durumu
soruldugunda Peygamber; "Orucu bozulmustur" dedi."
Ibn-i Kuteybe Hadis Müdafasi 372

(Burada da yine "hali" bilmek gerekiyor. Yani Hz. Pey-
gamber, hanimini "$efkâtle" öpmüstür. Bu öpüs, orucu
bozmaz. Ikinci halde ise, öpen, "$ehvetle" öpmüstür.
Böyle bir öpüs ise elbetteki orucu bozar. Görüyorsunuz,
yine bir celiski yok, hale uygunluk var)!

1. çelisik Hadis:"Kim size Peygamberimiz’in ayakta küçük
tuvaletini yaptigini söylerse inanmayin. Süneni Nesei 1-2/25

2. çelisik Hadis:"Peygamber’imiz bir kavmin süprüntüsüne
varip ayakta küçük tuvaletini yapti." Buhari 1/167

(Tuvaletini oturarak yapmakta sihhat ve temizlikle ilgili
hikmetler vardir. Bu hikmetleri bilen Hz. Peygamber de
tuvaletini cogunlukla oturarak yapmistir. Ancak yolcu-
luk gibi oturacak bir yer ve hal bulunmayan durumlarda
da kücük tuvaletini ayakta yapmistir. Böyle durumlar
bir istisnadir. Istisnalar kaideyi bozmaz).

1. çelisik Hadis: "Peygamber ayakta su içilmesini yasakladi."
Ebu Davud 4/No:3717

2. çelisik Hadis: "Peygamber’i sizin benim gibi ayakta su
içerken gördüm."
Ebu Davud 4/No:3718

(Ayakta iken su icmenin bazi zarar ve tehlikeleri olabilir.
Ancak insan bazi durumlarda ayakta iken de su icmek
zorunda kalabilir. Hz. Peygamber de her iki hale örnek
olmustur).

1. çelisik Hadis: "Baldirlari açik olan bir sahabeye Pey-
gamber’imiz rastlamis ve ‘Baldirlarini ört. Baldirlar da
avret yerlerindendir.’ demistir."
Tehzibut Tezhip 2/69

2. çelisik Hadis: "Peygamber’imiz evde baldirlari açik yan
üstü yatiyorlardi. Ebu Bekir izin istedi Peygamber hiç
istifini bozmadan izin verdi. Ömer istedi ayni sekilde ona
da verdi."
Hanbel 1/71

(Özel hanede yapilabilen i$ler toplum icinde yapilamaz.
Meselâ siz, pilaj kiyafetiyle sahilde dolasabilirsiniz. Ama
ayni kiyafetle büroya veya carsiya gidemezsiniz. Hz. Pey-
gamber de cemiyet icinde erkegin acilip sacilmasini ya-
saklamis, kendi hanesinde ise samimi arkadaslari arasin-
da baldirlarinin acik olmasinda bir beis görmemistir. Me-
selâ sicak havalarda insanlar gömlek ve pantolonlarini ci-
karip kendi evlerinde arkadaslariyla birlikte oturabilirler.
Burada da iki ayri hal ve uygulama bulunmaktadir).

Demek, hadîslerin gercek olup olmadigini anlayabilmek
icin sadece Kur'an ölcüsüne sahip olmak yeterli degildir.
Kur'an ölcüsüyle birlikte bir Peygamberin ic dünyasina
da nüfûz edebilmek ve hangi halde ne yapip dedigini de
kesfetmek gerekiyor. Eger tam bir ölcü kaynagi verme-
miz gerekirse, onlar da:

1- Yaratan'in yasasi, (yani ilâhî kitaplar ve sonuncusu
olan Kur'an).

2- Yaratili$in yasasi, (yani bu yasanin sözcüsü olan bi-
limler ve o bilimlerin verileri).

3- Yaratilmi$larin yasasi, (yani o yaratilmislarin en üstü-
nü olan insan akli ve mantigi, ve akil ve mantikta en üs-
tün seviye olan Peygamberî akil veya o akli bu zamanda
temsil edebilecek kudrete sahip olan Hz. Mehdi ve Mesih).

Yani bu durumda: "Hadîslerin sihhat ve saglamligini mu-
ayene ederken ben yalniz Kur'ani ölcü alirim" demek, ha-
dîs uzmanligi degildir. Gercek bir hadîs uzmani yukarida
verdigim üc yasanin ölcüsünü kullanmak zorundadir. Ak-
si halde onun uzmanligi reddedilecektir ve reddedilmeli-
dir. Bu halde gercek bir uzman bir hadîs'i eline aldigi za-
man sormalidir: Bu hadîs; Kur'anla uyu$uyor mu, Bi-
lim'le uyu$uyor mu ve Peygamberî Akil'la uyu$uyor
mu?

Bu üc yasanin uygunlugunu aramaktan baska bir de o
söz ve hadîsin; "kime", "hangi halde", ve "ne icin" söy-
lenmis olduguna da bakilmalidir. Bir sözün hangi hal
ve makamda söylenmis oldugunu bilmemek, o sözün
iyi anlasilmamasina veya yanlis anlasilmasina sebep o-
lur. Bazi söz ve hadîsler de, "yorum" gerektirmektedir.
Yorumlama kabiliyeti olmayan kimselerin o hadîsleri
anlamasi mümkün degildir, fakat yanlis anlamasi pekâla
mümkündür.

Demek bu üc ölcüyü kullanabilmek büyük maharet ister,
her önüne gelen kullanamaz. Bu i$in gercek ehli olma-
yanlar, kendi kafalarina göre bu ölcüleri kullanmaya
kalktiklarinda büyük hatalara düsecektir ve düsmekte-
dirler. Meselâ, Kur'an ölcüsünü kullanirken her hadîsin,
her olayin karsiligi Kur'anda aranmaz ve bulunmaz. Ama
Kur'anin ruhuyla örtüsüp örtüsmedigini kontrol edebilir-
siniz. Kur'an da zaten Hz. Peygamber'in ve Sahabe'nin
bütün hayatini kare karesine almaz ve vermez ve gerek de
yoktur. Dolayisiyla her seyi Kur'anda aramak, abesle i$-
tigaldir. Cünkü Kur'anin gönderilmesindeki amac, her-
seyi inceden inceye anlatmak ve aciklamak degil; esas a-
mac, Yaratan'i tanitmak ve insana görevlerini bildirmek
ve hayat icin bir program sunmaktir. Ama Kur'anin: "Biz
her seyi ayrintili olarak acikladik" demesindeki anlam ve
maksat baskadir. Bunun anlami: "Biz, esas ve gerekli o-
lani acikladik" demektir. Yoksa "her ayrintinin karsiligi-
ni Kur'anda arayin" demek degildir.

Maalesef Kur'ani kendi akillarina göre yorumlayarak o-
nun ölcüsünü yanlis kullananlarin sonucta Hz. Peygam-
ber(sav)in mûcizelerini inkâra kadar gitmelerini (burada
linki verilmis olan mâlûm bir Islâmî sitede) üzüntüyle
görüyoruz. Yani bir evliyanin hattâ bir Hint fakiri ve
Budist'in onlarca mûcizesi olur, ama (onlara göre) Al-
lah, Hz. Muhammed(sav)e mûcize vermemistir! Hadîs
kitaplarindaki mûcizeler hep yalan ve uydurmadir! I$te
böyle bir neticeye ancak Kur'ani tersinden tefsir etmekle
varilabilir... Tabii bundan da, Müslümanlarin onbes asir-
dan beri hep uydurma seylere inanageldikleri ve Sahabe'
nin de "yalanci" oldugu ve âlim, evliya ve Imamlar'in da
hep yanildiklari ve dolayisiyla bizi de yanilttiklari sonu-
cu ortaya cikar! Bu sonucu kabul etmek mümkün mü?
Asla! Aslinda onlar da bu sonucu kabul etmez. Fakat
sonucta olan bu degil mi?

Bu konunun hafizamiza daha iyi nak$olabilmesi icin bir
örnek daha vermek istiyorum. Bir kitapta kaynagini sim-
dilik hatirlamadigim bir hadîs gördüm. Hz. Peygamber
demis: "Cinsel organina bakanin gözü kör olur". Simdi
bu hadîsi okuyan bir ateist veya ilahiyatci hemen itiraz
edip: "Biz her gün cinsel organimiza baktigimiz halde
gözümüze birsey olmuyor" der ve hadîsin uydurma ol-
duguna hükmedip inkâra gider. Halbuki burda hadîsin
hangi halde söylendigini ve sadece maddî gözle bakma-
mak gerektigini de bilmek gerekiyor. Buna göre hadîs:
"Cinsel organina $ehvetle bakanin 'mânevî gözü' kör o-
lur. Mânevî gözü körlesen de azginliga düser. Bu da
fuhsa götürür. Fuhus ve zina da, frengî hastaligini geti-
rir. Bu hastalik da tedavi edilmedigi takdirde, insanin
gözünün kör olmasi muhtemeldir. Bu da, tippin tesbi-
tidir". Görüyorsunuz, bu konuda kendilerini "uzman"
zannedenlerin iddialari, onlari nasil büyük bir hataya
düsürmekte ve nasil bir "hadîs ateisti" haline getirmek-
tedir!

Demek, akla ve Kur'ana zit veya celisik gibi görünen
bir hadîsle karsilastigimiz zaman ona hemen ilismeyip,
red ve inkâr etmeyip, Bediüzzaman gibi "bir tabiri, bir
yorumu vardir" diyerek onu önce bir uzmanina incelet-
meliyiz.

"Uydurma" kabul edilen önemli bir hadîs daha var. O da,
Hz. Peygamber'in mirac mûcizesiyle alâkali olan "namaz
indirimi" olayidir. Deniyor: "Allah, kullarinin 50 vakit
namaza takât getiremiyecegini bilmiyor mu ki, onlara bu
kadar agir bir yük yüklesin"? Allah elbetteki herseyi bi-
lir. Fakat bilgi ayridir, fiil ayridir. Ve bilgiyi fiile dökmek
daha ayridir. Allah bazi seylerin bilgide ve kaderde kal-
masini istemiyor. Onlari aciga cikarmak ve ortaya ser-
mek istiyor. Meselâ Allah ezelî ilmiyle herkesin herseyi-
ni bilir. Fakat: "Madem ben herseyi biliyorum, öyle ise
insanlari imtihan etmeme gerek yok" demez. Cünkü
Allah'in bildigini insanlar bilmez. O da bunu aciktan gör-
mek ve göstermek icin insanlari imtihana sokar ve onla-
ra bir derece kazandirir. Demek bilmek ayridir, yapmak
ayridir. Ve bunlarin hükümleri de ayri ayridir.

Namaz vaktinin indirimi olayinda yüce Allah demek iste-
mistir ki: "50 vakit namazi farz kilarak sizi zora sokabi-
lirdim. Fakat size acidigim icin Peygamberinizin aracili-
giyla onu size hafiflettim. O olmasaydi haliniz nice olur-
du"! Cünkü Allah insani "ibadet icin" yaratmistir. Bizim
bazi makinalari gece gündüz durmadan calistirttigimiz
gibi, Allah da insani (uyku disinda) her 15 dakikada iki
rekat namaz kilmaya mecbur edebilirdi. 15 asir öncesi-
nin insanlari da, bu zamanin insanlari gibi cok mesgul
degildi. O kadar namazi kilabilecek bol vakti vardi. De-
mek 50 vakit namazin farz kilinmasi imkânsiz degildir,
hikâye degildir. Allah da bu gercekleri gösterebilmek
icin öyle bir tablo meydana getirmistir. Yani Hz. Mu-
hammed(sav)in araciligi insanliga bir rahmet olmustur.

Gelelim 50 vakit namaz farzinin 5 vakte indirilisindeki
"pazarlik" meselesine. Hz. Musa da, Allah kendisine el-
cilik teklif edince bunu cok agir bir görev kabul edip,
altindan kalkamayacagini düsünerek, kardesi Harun'un
da ona yardimci verilmesini istemis. Yani Allah'a iti-
raz etmesini bilmis, (buna da pazarlik diyecekseniz) ve
O'nunla âdeta "pazarlik" etmistir. Yani bunun anlami:
"Bana yardimci vermezsen, elciligini kabul etmem" de-
mektir. Allah da bir diktatör olmadigi, bir aciyici oldu-
gu icin Hz. Musa'nin dilegini kabul etmistir. Tabii bur-
da ne Hz. Muhammed'in namaz indirimi icin cabasini,
ne de Hz. Musa'nin talebini bir "pazarlik" olarak nitele-
yemeyiz. Elcilerin Allah'tan bir talepte bulunmalarina
"pazarlik" degil, "rica" denir.

Bu olayda bir de itiraz edilen: Hz. Muhammed'in Hz.
Musa'nin katina inip cikarak ona "akil sormasi"dir.
Yani burada Hz. Muhammed'in akilsiz, Hz. Musa'nin
da cok akilli oldugu bir konumun meydana gelmesi,
rahatsizlik sebebi olmaktadir. Oysa bu konumdan ra-
hatsiz olmamak gerekir. Cünkü Hz. Muhammed o za-
man "yeni" peygamberdir. Hz. Musa ise, peygamberli-
gini bitirmis, "tecrübe sahibi" bir kimsedir. Dolayisiyla
bu durumda gecmis peygamberler, Hz. Muhammed'in
"ustalari" ve "üstadlari" mertebesindedir. Bu durumda
Hz. Peygamber'in üstadlarina akil danismasindan daha
dogal ne olabilir? Yoksa, onlara karsi $eytan gibi "ben
en üstünüm" diyerek kibir mi göstermeliydi?! Böyle bir-
sey kabul edilebilir mi? (Burada Hz. Peygamber'in "bir
talebe" gibi gecmis peygamberlerin hayatlarindan ders
ve ibret aldigini da unutmayalim).

Peygamber seviyesinde olmayanlarin hangi sema katinda
hangi peygamberin bulundugunu bilmesi mümkün olma-
yacagindan böyle bir hadîsin uydurulmasi da mümkün
degildir. Yani böyle bir hadîs ancak mûcize sahibi pey-
gamberlerin lisanindan aktarilabilir.

Hadîslerin sihhati hakkinda $üphe ve inkâr icinde olanla-
rin bir itirazi da $udur: "Altiyüz kadar hadîs Peygambere
ait olabilir. Geri kalani ona ait olamaz, yani uydurmadir.
Onbinlerce, yüzbinlerce hadîsi Peygamber ne zaman söy-
lemis ki, ona ait olsun. Yani onun yirmiüc senelik elci-
lik hayatina bu kadar söz sigamaz".

Cevap: Allah'tan bilgi ve i$ik alan Mevlâna Celâleddin
Rûmî; din, iman ve ilâhî a$kla ilgili 90 bin beyit (tam
sayisini bilmiyorum, belki daha fazladir) yazmistir. Yine
Allah'tan bilgi ve i$ik alan bir Bediüzzaman, alti bin
sayfalik bir imanî eser meydana getirmistir. Eger bu alti
bin sayfayi ortalama hadîs büyüklügünde paragraflara
bölsek, belki altmis bin hadîs paragrafi meydana gelir.
Günümüzün ilâhiyat profesörleri ciltler dolusu Kur'an
yorumu ve dinî eser yazmis ve yazabilmektedir. Simdi
koca bir Peygamber, hem de Allah'tan sürekli olarak
(ayetten baska) bilgi, i$ik ve ilham alan ve sahabesinin
binlerce sualiyle karsilasan bir Peygamber'in sözleri,
nasil 600 veya 6000 sözle sInIrli kalabilir? Elbette o-
nun söz ve hayatini anlatan onbinlerce, yüzbinlerce ha-
dîsi bulunacaktir. Büyük bir Peygamber, bir evliya ve
bir profesörden geri midir ki, söz ve eserde kisir olsun?
Onbinlerce hadîsi olmasin? Demek, hadîslerin sayisinin
kabarik olmasinda bir anormallik yoktur. Cünkü bu söz-
lerin bir kismi ona aittir, öteki kismi da sahabenin onun
hayati hakkinda aktardiklaridir. Bu halde, Hz. Peygamber'
e, birkac yüz bin hadîs maletmekte bir beis olmamalidir.
Sirf kendi akillarina güvenip derinligine inemedikleri ve
yüksekligine cikamadiklari ve ruhuna nüfûz edemedikle-
ri ve hem bu konuda konusabilecek tam yetkiye de sahip
olmadiklari halde bazi hadîslerin uydurma oldugunu id-
dia edip onlarin bir kenara atilmasini isteyen bilginlerin
ve kücük akillarina sigdiramadiklari bazi Kur'an ayetle-
rini ve Peygamber sözlerini de celiskili bularak dinde
süpheye düsen inanclilarin ve bu aksi ve eksi tabloya
bakarak "böyle din mi olur" deyip, inkârini derinlestiren
ve Islâmiyetten uzak duran ateistlerin ne kadar büyük bir
hata icinde olduklarini iyi görmeliyiz ve görmeliler ve
gercege dönmeliler.

Bütün bu gerceklerle birlikte ben yine de uydurma hadîs
bulunabilecegini kabul etmek istiyorum. Fakat bu kabul,
"bütün hadîsler uydurma olabilir" seklinde anlasilmamali,
aksine "hadîslerin cogunlugu sahihtir, ama iclerinde tek
tük uydurmalar da bulunabilir" seklinde anlasilmalidir.
O uydurma olanlari da ancak bu sahanin gercek bilgin ve
uzmanlari taniyabilir ve ayiklayabilir. Ayiklanamasa da
onlarin, Allah'in dinini ve Peygamber'in sünnetini cöker-
tecek azamette olmadiklarini kabul edip, hem Allah'in
kitabini hem Peygamber'in sözlerini sahiplenerek yolu-
muza devam etmeliyiz.

Hadîs uzmanliginda tam yetkiye sahip olabilmek icin
Peygamberî bir seviyeye sahip olmak gerekir. Böyle bir
seviye ise bu zamanda ancak Allah'in Mehdisi'nde bulu-
nabilir ve bu konuda son noktayi da yine ancak o koya-
bilir. Yoksa kendilerini uzman sananlarin, kücük akilla-
rina sigdiramadiklari, anlam ve yorumuna erisemedikleri
hadîsleri celisik bulup onlari uydurma ilân etmeleri, on-
larin hakki ve haddi degildir. Öyle ise bu hususta aceleci
olunmamalidir.

Madem hedefimiz, hakkin ve gercegin dünyamiza hâkim
olmasini saglamaktir, öyle ise $u hakikati iyi belleyelim:
Kelime-i $ehadetin iki cümlesi vardir. Biri: Allah'in tek-
ligine $ahitlik, ikincisi de; Muhammed(sav)in Allah'in
elcisi oldugunu tasdiktir. Bu tasdik ve $ahitlige göre; Al-
lah'siz Muhammed, Muhammed'siz Allah olmaz. Yani
Kur'ansiz Hadîs, Hadîssiz Kur'an olmaz. Bunlardan biri-
sini attiginiz zaman, dinin iki bacagindan birini kirmis
atmis olursunuz. Demek iki bacagi da korumak ve orta
yolu takip etmek zorundayiz.

Eger siz Islâm'i kurtarmak istiyorsaniz, bu kurtaricilik,
dinin bir bacagini kesip atmakla olmaz. Eger siz, "o ba-
cak kangren olmus, kesilmelidir" diyorsaniz, buna ancak
"büyük hekimler" karar verebilir. Belki sizin kangren de-
deginiz $ey kücük bir cibandir. Eger "Mehdilik makami
bizdedir" diyorsaniz, o zaman karar sizindir. Ama bunu
isbatlamaniz gerekir. Fakat isbatlayamazsiniz. Cünkü o
makam coktan doldurulmus bulunuyor. Tabii Mehdi ve
Mesih'i inkâr edenlerin o makami kimin doldurmus ol-
dugunu merak etmeleri gerekmez.

Bazi bilginlerin, Islâmiyeti kazandiktan sonra hadîs aleyh-
tari kesilmelerinin hali, yumurtadan ciktiktan sonra kabu-
gunu begenmeyen civcivin haline benziyor! Acaba civciv,
yumurtadan cikmadan önce kabugu aleyhinde konusabilir
miydi? Demek, hadîsler hakkinda ileri geri konusanlarin
ardindan gidilemez.

Ben burada sn. M. Akyol'un: "Dindeki anlasmazliklar ko-
nusunda 'lailaheillallah' kelimesi etrafinda birleselim ve
farkli görüslerde cogulculugu kabul edelim" önerisini
kabul etmekle beraber, yeni cagin Elcisi veya Imami ve-
ya Mehdisi etrafinda birlesmenin daha isabetli olacagini
düsünüyorum. Fakat onlarin kimligi ve neredeligi hak-
kinda bir tartisma acmak ve baslatmak ve ona girmek is-
temiyorum. Ancak Mehdi ve Mesih ile ilgili hadîslerin
inkârinin mümkün olmayacaginin da bilinmesini istiyo-
rum. Eger sn. Akyol, Mehdi ve Mesih'in gerekliligi hak-
kinda yeni bir tartisma acmayi düsünürse, bu tartismaya
katilabilirim. Aslinda onun bu konudaki görüslerini de
merak ediyorum...

Eger bu milletin yani ümmetin bir ba$i olmazsa, o mil-
let, inanc ve fikir ihtilafindan kurtulup birlik olamaz,
dirlik bulamaz. Ba$siz ve birliksiz kalan Kur'anlilarin
kurtulusu yoktur. Kurtuluslari, ancak Allah'in Mehdisi'
ne tabi olmakla mümkündür.

Not: Bu konferansi yazip bitirdikten sonra Hayri Kirbas-
oglu'nun "sünnet ve hadîs" hakkindaki görüslerini oku-
dum. Onun görüslerine katilmakla beraber $u noktanin
da aciklanmasinda yarar görüyorum: Sünnet, "Kur'an'a
ragmen" degil, "Kur'an hesabina" hüküm koyabilir. Yani
Allah Elcisi, bir devlet gibi zararliyi yasaklama ve fay-
daliya izin verme hak ve yetkisine sahiptir. Allah(cc)
bu yetkiyi Elcisi'ne vermistir. Buna göre Rabb'in Elcisi,
eger Kur'anca helâl edilen bir $ey o yer ve zamanda za-
rarli hale gelmi$se, o helâli yasaklayabilir. Ayni sekilde
haram edilmis bir $ey de, eger o $eyin haramligindaki
faydadan daha büyük zararlar doguruyorsa veya serbest
birakilmasinda daha büyük hayirlar varsa, Elci onu da
helâl yapabilir. Eger Elci'nin böyle bir yetkisi olmazsa,
büyük haksizliklar ve adaletsizlikler meydana gelir ve
toplum anarsiye mahkûm kalir. Allah'in adaleti de buna
izin vermez. I$te sünnet'in, Kur'an hesabina harami he-
lâl, helâli haram yapabilmesinin sirri budur. (Elcilerin
harami helâl yapabilecegine dair ayet: Ali Imran 50).

Bu sirra cok ileri ve cok modern bir örnek vermek gere-
kirse: Meselâ, genleriyle oynayarak bir domuzun eti si-
gir etine cevrilse, o etin yenmesi helâl olur. Ayni $ekilde
bir koyun veya sigirin eti de domuz etine cevrilse, artik
o hayvanlarin eti ne kadar helâl edilmis olsa da haramdir,
yenemez. Burada "yaratilisin yasasi", "Yaratan'in yasasi-
na" galip gelir. Galip yasanin hükmü uygulanir. Cünkü
Hakk'in adaleti bunu gerektirir. Bu zamanda bu konular-
da gerekli hükmü ancak Allah'in Mehdisi ve Mesih'i ve-
rebilir. Cünkü onlar bu hususta yetki sahibi kilinmislar-
dir. Kimse onlara engel olamaz, hakki da yoktur.

Not: Nasil Kur'anda da "celiskili" görünen ayetler var-
dir. Fakat Kur'an bilginlerinin incelemesi ile onlarin
celiskili olmadigi görülebiliyor ve isbatlanabiliyorsa,
ayni sekilde "celiskili" görünen hadîsler de, hadîs bil-
gini uzmanlarca onlarin celiskili olmadigi ortaya cika-
rilabilir. Demek, her celiskili hadîs, "celiskili hadîs"
olarak görülemez ve degildir.

Yukaridaki "celiskili hadîsler"le ilgili yaptigim yorumlar
tatmin edici bulunmazsa, Diyenet I$leri ve Ilahiyat
Camiasi'na $unu önerebilirim:

"Uydurma Hadîs" kabul ve zannedilen hadîslere "uy-
durma" damgasi basip atmak yerine; onlar, "celiskili
hadîsler" ve "$üpheli hadîsler" seklinde kategorilere
ayrilip, din bilginleri ve arastirmacilar icin muhafaza
edilsin. "Saglam" kabul edilen hadîsler de, uzmanlik
disinda olan siradan halka takdim edilsin.

(Bu not, 31 Ekim 2008 tarihinde sonradan konuldu.)

Gercekleri gösteren Allah'a hamdolsun

Zaman: Yeni Cag'in sekizi, Ekim ayi.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

H Ü K Ü M N A M E

(Bu bildiri, 2002 yilinda yayinlandi.)

(Tokalasma Hakkinda)

H Ü K Ü M N A M E

merhametliAllahinadiyla


Daha önceki bir bildirimizde bazi dindarlarin tokalas-
maktan kacinmalarinin irtica olmadigini belirtmek icin
sunlari söylemistik: "Bazi insanlarda sevgi ve sefkât
hâkimdir. Bazi insanlarda öfke hâkimdir.Bazi insanlar-
da da $ehvet hâkimdir. Kendisinde öfke hâkim olan bir
insanin en kücük bir seyde sinirleri bozulacagi gibi,
kendisinde $ehvet hâkim olan bir insan da en kücük bir
cinsel uyarida $ehvete kapilabilir. I$te kendisinde
$ehvet hâkim olan bir dindar da, el degmesiyle meydana
gelebilecek cinsel uyarilarda kötü duygulara kapilma-
mak ve karsi cinsin esine ve aile hukukuna tecavüz o-
labilecek bir duruma meydan vermemek, hem kendi nefsi-
ni de günaha düsmekten korumak icin tokalasmaktan sa-
kinabilir, (sakinmasi gerekir)."

"Kur'anda el sikma ile ilgili bir hüküm yoktur, ama
(zinaya yaklasmamaktan baska) insanlarin hakkini cig-
nememek hakkinda da emirler vardir. Eger bir dindar i-
cin kadinlarla(veya erkeklerle) tokalasmada insan hak-
larini cigneme meydana gelecekse, o erkegin (veya ka-
dinin) tokalasmayi terketmesi vacib olur. Hem Allah'in
dini, Kur'an'dan ibaret degildir. Dinde Allah'in elci-
sinin Kitap yorumu ve ya$ayis bicimi de vardir. Bunla-
rin da hesaba katilmasi gerekir. Eger Kitap'ta ve Al-
lah elcisinde tokalasma ile ilgili bir hüküm bulami-
yorsak, bu halde Kur'an bilginlerine (yani müctehidle-
re) müracaat etmek gerekir. Bu zamanda dahi Allah di-
ninin sahipleri ve yenileyicileri bize bu konuda bir
fikir verebilir. Isteyen, onlardan birinin verecegi
hükme razi olur veya cogunlugun üzerinde birlesecegi
ortak görüse uyar, onunla amel eder. Secimde hürdür.
Kimse bu seciminden dolayi onu kinayamaz, suclayamaz."

Simdiye kadar tokalasma hakkinda isabetli bir hüküm
verilebilmis degil. Bunun icin yukaridaki sözlere ilâ-
ve olarak sunlarin da söylenmesi gerekiyor: Tokalasma
ile ilgili konuda söz hakki, Kur'an bilginlerinden ön-
ce Hz.Mehdi'nindir. Âhirzaman Mehdisi'nin bu konudaki
hükmü $udur:

"Kur'andaki zina ayetine veya tokalasma ile ilgili bir
ayet bulunmayisina bakarak tokalasmanin haramligina
veya helâlligine hükmedip tek tarafli kestirip atmak
dogru degildir. Cünkü insanlar sadece $ehvetten ibaret
bir varlik degildir. Yukarida da zikredildigi gibi,
insanda $ehvetten baska öfke ve akil ve onlarin üstün-
de de sevgi ve $efkât kuvveti vardir. Kendisinde sevgi
ve $efkât hâkim olan kimselerde tokalasma zinaya yol
acmaz. Böyle kimseler, tokalasmaktan baska birbirine
sarilip kucakla$sa ve öpü$se dahi cinsel arzuya düs-
mez ve uyariya kapilmazlar. Durum böyle olunca bu ko-
nuda hüküm verebilmek icin mezheplerin araya girmesi
zorunlu oluyor. Simdi insanda hangi kuvvetlerin hâkim
olduguna bakarak, meselâ A mezhebi, kendisinde $ehvet
hâkim olanlara, karsi cinsle tokalasmayi yasaklayabi-
lir. B mezhebi de, kendisinde sevgi ve $efkât hâkim o-
lanlara, tokalasmayi serbest birakabilir.Dindarlar da,
kendisinde hangi kuvvetin hâkim olduguna bakarak bu i-
ki mezhepten birini secebilir. Her mezhebin hükmü ken-
di baglilari icin gecerlidir. A mezhebi kendi hükmünü
B mezhebine, B mezhebi de hükmünü A mezhebine dayata-
maz.

Hanefi mezhebinde kadina dokunmak abdesti bozmaz.$afi
mezhebinde ise bozar. Bunun gibi, A mezhebinin bagli-
lari icin tokalasmak haram, B mezhebinin baglilari i-
cin de tokalasmak helâl olur. Bütün dindarlar icin bu
iki hükümden sadece birini vermek hak olmaz. Demek
herkes kendinde hangi kuvvet hükmediyor ona bakip mez-
hebini secmeli ve sectigi mezhebin hükmüne uymalidir.

Bu hükme uymanin gerekligine dair baska sebepler de
vardir. Bir tanesi $udur: Türkiye'de halkin yüzde yir-
mi kadari dindardir. Yüzde sekseni ise dindarliktan u-
zaktir. Böyle bir toplumda dindarlar kendilerini tec-
rit edip milletle alâkasini kesemez. Elbette onlarla
görüsmesi, kaynasmasi olacaktir. Eger "zinaya sebep o-
labilir" diye, tokalasmak bütün didarlara haram edile-
cek olursa, bu, toplumsal kaynasmayi zorlastirir. Bu
da dini, vah$î ve kara bir surete sokar. Buna kimsenin
hakki olmasa gerek.

Halkin yüzde yüzü dindar olsa bile tokalasma herkes i-
cin haram edilemez. Cünkü insan yalniz $ehvetten iba-
ret bir varlik degildir.Insanin sevgi ve $efkât kuvve-
ti de vardir. Bu kuvvet de, dostluk, kardeslik gibi a-
lâkayi gerektiriyor. Bu gereklik de, insanlari yalniz
$ehevî acidan ele alamayacagimizi buyuruyor. Biz de bu
buyruga uyup, $ehvet kuvvetinin de hakkini göz ardi
etmeyerek, A ve B mezheplerinin verdigi hükme uymali-
yiz. Bu konuda bu hükümden baska, ictihada kabiliyeti
olanlar da hüküm verebilir. Fakat herkesin hükmü ancak
kendisini baglar, baskasina dayatamaz, dayatmamalidir.

Hz. Peygamber(sav), kadinlarla tokalasmamis olabilir.
Fakat tokalasmayi yasaklamamistir. Kur'an da yasakla-
madigina göre, tokalasma (herkese) haram edilemez. Fa-
kat insanin $ehevî kuvvetini de göz ardi edemeyecegi-
mizden, (karsi cinsle) tokalasmayi tamamen helâl de
sayamayiz. Bu durumda en iyi cikis ve cözüm yolu, i$i,
"A ve B mezheplerinin hükmüne birakmak"tir.

Sorulabilir: "Kimde hangi kuvvetin egemen oldugunu ne-
reden bilecegiz de ona göre hareket edecegiz?"

Birbirlerini taniyanlar icin tokalasmak (veya tokalas-
mamak) sorun olmaz. Ilk defa karsilasan veya yeni ta-
nisacak olanlar icin ise, tokalasmak istemeyen taraf:
"Beni mazur görün, ben özürlüyüm" deyip, durumunu kar-
si tarafa bildirebilir.

Not 1: "Peygamberin hanimlarindan birsey isteyeceginiz
zaman, perde arkasindan isteyin" ayeti, degil tokalas-
maya, görüsmeye bile izin vermiyor. Fakat bu ayet, ö-
zel haller ve özel kimseler icindir. Bütün müminlere
te$mil edilemez. Cok kiskanc erkekler, bu ayetin hük-
müne göre amel edebilir. Ama bütün inananlara $art ko-
sulamaz.

Not 2: "Mümin erkeklere (veya kadinlara) söyle: Bakis-
larindan bazilarini yere indirsinler" ayetince, kötü
niyetli bakis yasaklanmistir. Bu ayetin hükmüne göre
kötü niyetli tokalasma da haramdir. $imdi bu ayete ba-
karak: "Biz, kimin hangi niyette oldugunu nereden bi-
lecegiz! Tokalasmayi tümden yasaklayalim, olsun bit-
sin?" diyenler olabilir. Fakat insanlar görüstükleri
dostlarini herhalde yeteri kadar taniyabilirler. Tani-
madiklarina karsi da tedbirli olurlar. Kalbi ve niyeti
bozuk olanlar, tokalasma olmasa bile, ka$-göz isare-
tiyle emellerine ulasabilirler. Kötü niyetlilere karsi
herzaman engel olmak mümkün degildir. Bir kötülük ih-
timali yüzünden bir $ey tamamen haram edilemez. Hem
bazi insanlar nefis ve $ehvetin pencesi altinda inle-
yen kimseler olabilir. Fakat bütün insanlar bu durum-
da degildir. Dolayisiyla, karsi cinsle tokalasma ve
görüsme bütün dindarlara yasak edilemez. En iyi cikis
yolu, A ve B mezheplerinin hükmüne uymaktir.

Not 3:(Bu ücüncü not Mayis ayi ortasinda konulmustur.)
Sual: "Nur sûresinin 30 ve 31. âyetleri tokalasmayi
haram eder mi?"

"Mü'min erkeklere ve kadinlara söyle: Bakislarini yere
indirsinler. Irzlarini korusunlar." seklinde olan âyet
bütün bakislari haram etmez. Cünkü "irzlarini korusu-
lar" cümlesiyle âyet, bize: "Bakisin irzi korumak icin
yere indirilmesi" gerektigini bildirerek bir ölcü ve-
riyor. Bu ölcüye göre: "Bazi bakislar helâl ve bazi
bakislar da haramdir." Yani mahrem olmayanlara dostca,
kardesce ve insanca bakislar helâl; sehvetle, namus-
suzca ve kötü gözle bakmalar da haramdir. Bu hüküm to-
kalasma hakkinda da uygulandiginda, "bütün tokalasma-
lar herkese haram degildir" sonucu cikar.

Öyle ise biz de bu ölcüye uyup, kendi halimizin gerek-
tirdigi hükmü, herkese dayatmaya kalkmayalim. Allah'in
dinini ku$a cevirmeye hakkimiz olmadigi gibi, onu bir
ejderha haline dönüstürmeye de hakkimiz olmadigini bi-
lelim ve kabul edelim.

Not 5: Bilinmelidir ki: Dindarlarin $ehveten hassas
olan kismi, cinsel sapik degildir. Yine bilinmelidir
ki: Namahremle tokalasmak da, cinsel sapiklik degildir.

Karsi cinsle tokalasmak, sünnet degildir, fakat bir
sünnet degerinde kabul edilebilir. Eger bir sünnet,
farzlara zarar verecekse, o sünnetin terkedilmesi va-
cip olur. Bunu da, o insanin dahil oldugu "insan kata-
gorisi" belirleyecektir. Yani $ehveten hassas mi, de-
gil mi? Ayrica e$lerinin karsi cinsle tokalasmasini
istemeyen e$ler de tokalasmayi terkedebilir, bunda gü-
nah yoktur.

Not 6: Yukaridaki A ve B mezheplerinin hükümlerini,
Hanefî ve $afî mezhebinin bu zamandaki yeni takipcile-
ri kendi mezheplerine ekleyebilirler. Yeni mezhepler
yaratmaya gerek yoktur. Veya sadece Mehdi'nin mezhebi-
ne uyulur.

Sonuc olarak: "...Elci size ne verdiyse onu alin; sizi
neden yasakladiysa ona son verin ve Allah'tan korkun."

"PEYGAMBERIN OLMADIGI ZAMANDA MEHDI ALLAHIN ELCISIDIR"

Zaman:Yeni Cag'in ikisi,Aralik sonu,2.Mehdiyet dönemi.
Mekan:Avrupa.
Makam:Ictihad.
Boyut:Kur'anizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA KUR'ANISTLERI
* * *

U Z L A Ş M A N A M E

(Bu bildiri, 2007 yilinda yayinlandi.)

(Dindarlardan laiklere)

UZLASMANAME

uzlastiran ALLAHin adiyla

Hic süpheniz olmasin: "Türkiye laik kalacaktir". Ama, "de-
mokrasi ile" birlikte! Türkiye'nin laik kalmasini isteyenler,
demokrasinin gereklerini de yerine getirmek zorundadirlar.
Bu zorunluklari yerine getirmeyenlerin israrla "laiklik iste-
mek"ten dem vurmalari veya "laikligin elden gittigi" ferya-
diyla aglamalari, laikligi diktatörlestirmekten baska bir gay-
ret olmaz.

Demokrasi mi istiyorsunuz, yoksa diktatörlük mü? Önce
bu konuda bir karara varmalisiniz. Eger laiklik ile demokra-
sinin dengesini iyi kurabilirseniz, sayin Basbakan'in cumhur-
baskanligindan veya Müslümanlarin müslümanca ya$amak
istemesinden bir korkunuz kalmaz ve kalmamalidir.

Bir avuc radikal islamcinin $eriat özlemlerini, yani dinsel yö-
netim arzularini, bütün didarlarin özlemiymis gibi görüp gös-
termek, cok büyük bir hata ve haksizliktir. Uzlasma iste-
yen laikler ilk önce bu haksizliga bir son vermelidirler. (Si-
yasal acidan) bizim özlemimiz, halkin ve insanligin "insanca"
yönetilmesidir. Eger bu yönetmeyi yapabiliyorsaniz, basimi-
za tacsiniz. Yoksa, siyasetten uzaklasmalisiniz.

"Insanca yönetim"in görüntüsü de, laiklige deger verdigi ka-
dar demokrasiye de deger vermek ve onun gereklerini ye-
rine getirmektir. Bunu yerine getirmeyenlerin siyaseti iflâsa
mahkûmdur, mesru yollardan iktidar olmalari da hayal ve
muhaldir.

Dindarlarin talebi: "Dinsel ya$antimiza her alanda imkân ver"
dir. Yoksa: "Bizi $eriatla yönet" degildir. Birinci talep laik-
lige aykiri degildir. Ikinci talep ise, demokrasilerde istene-
bilir. Fakat ancak cogunluk tarafindan kabul edilirse, uygu-
lanma alani bulur. O halde korkuya mahal yoktur. Cünkü
Türk halkinin cogunlugu bir $eriat özlemi icinde degildir.
Biz dindarlar diyoruz: Türkiye laik kalacaktir, ama demok-
rasi ile! Eger buna razi iseniz, kavga bitmistir. Razi degilse-
niz, kavganin sorumlusu sizsiniz!

Eger dindarlar ile laikler arasinda bir uzlasma araniyor ve
isteniyorsa, bu uzlasma ancak "demokratiksel laiklik" nok-
tasinda olabilir. Demokrasi dislanarak yapilan bir laiklik da-
yatmasi kabul edilemez.

Eger laikler, "demokratiksel laiklik"e razi iseler, bu rizanin
geregi olarak da dindarlari "ötekiler" olarak görmeyi son
verip onlarin demokratik haklarini yerine getirirler. Bunun
ilk görüntüsü de: Sayin Basbakan'in cumhurbaskanligina
aday olmasini, -eger olursa- "laikligin elden gitmesi" degil,
"demokrasinin geregi" olarak görmektir. Eger bu görmeyi
yapabilecekseniz, uzlasmayi kabul ettiniz demektir.

Laikler bu uzlasmayi kabul ettikleri takdirde, sayin Basba-
kan'in cumhurbaskanligina aday olup kazanmasini da say-
giyla karsilayacaklar ve bunu "laikligin kaybi" degil,
"demokrasinin zaferi" olarak göreceklerdir ve görmeliler.
Aksi halde onlarin tavirlari, "laiksel diktatörlük" olarak yo-
rumlanacaktir. I$te gerginligin esas sebep ve müsebbipleri
de laiksel diktatörlüge siginanlardir. Türkiye'de gerginlik-
ten yakinanlar ve AKP iktidarini gerginlik cikarmakla suc-
layanlar bu siginmaciliga son vermelidir. Bu son verisle de
Türkiye normale dönecektir. Iktidar partisinin laikligine
güvenmeyenler icin de demokratik yollar aciktir. Bu yol-
dan baska yollara basvuranlar da, cumhuriyetci ve Atatürk-
cü olamazlar!

Eger "egemenlik milletindir" ilkesini kabul ediyorsaniz, laik-
ligi de demokrasi ile birlikte kabul edeceksiniz. Eger demok-
rasiyi kabul etmiyorsaniz, sizin laikliginiz yoktur! Eger laikli-
giniz varsa, dindarlar da sizin "öteki" vatandaslariniz degil,
"öz vatandaslariniz"dir. Öz vatandaslar da, demokratik hak-
larindan mahrum edilemez. Isterlerse üniversitede basörtüyle
okurlar, isterlerse cumhurbaskani olurlar!

Laiklik kavgasina son verilmezse ve dindarlarla bir uzlasma-
ya gidilmezse, hic kimse kazanan olmaz; ama kaybeden bü-
tün Türkiye olur. Malatya katliamlariyla birbirlerine komplo
kuranlar da ancak Türkiye'nin kuyusunu kazmis olurlar!

EKLEME: (Bu ekleme, yazinin bazi yerlere gönderilmesin-
den sonra yapilmistir.): Dindarlardan cumhurbaskani olacak
kisinin "laikligi özümsemis" olmak sartini getiren laik elitlerin,
kendileri de "demokrasiyi özümsemis" olmalari gerekir. Ve
ancak demokrasiyi özümsedikleri kadar laikligin özümsen-
mesini bekleyebilirler. Bunun ötesinde kimsenin dindarlara
dayatmada bulunmaya, sartlar kosmaya hakki yoktur.

Geliniz, ey laikler! Keyfî arzu ve taleplerimizi bir yana bira-
kalim. Isteklerimize Hak ve Adalet'i, Insanlik ve Iyilikcilig'i
temel ve merkez yapalim. Yalniz laikligin beklentilerimize
ilke ve esas olamayacagini kabul edelim. Hakk'a, Adalet'e
ve Insanlik'a uymayan isteklerin "gayri mesru" istekler ol-
dugunu görüp, onlara boyun egilemeyecegini bilelim, gere-
gine uyalim. Ve elitleriniz de kendilerini Türkiye'nin "agasi"
olarak görmeye son versin. Baris icinde ya$ayabilmenin
(en) iyi ve dogru yolu ancak bu son verme ve kabuldür.

Son sözümüz: Ya$asin laiklik, eger demokratikse!

Not: Bu name, bir partiyi korumak ve kollamak icin degil,
demokrasiyi korumak ve ilerletmek icin yazilmistir. Parti-
zanlik bizden uzaktir.

No 2: Bizi "Amerikan ajani" olarak gören ve gösterenlere
söylüyoruz: Biz, gücümüzü Amerika'dan degil, Allah'tan a-
liyoruz. Amerika'nin da, "Allah'in elinde olan bir kuvvet"
oldugunu görmenizi ve yalniz Müslümanlar icin degil, bü-
tün insanligin iyiligi icin calistigimizi bilmenizi istiyoruz.

Not 3: Türkiye'de cumhurbaskanligi icin gösterilen ve
gösterilecek adayin Türkiye'ye, Ortadogu'ya ve
dünyamiza hayirli olmasini diliyoruz.

Zaman: Yeni Cag'in yedisi, Ulusal Egemenlik Bayrami.
Mekan; Avrupa.
Makam: Uzlastirma.
Boyut: Muranizm

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

CEMAAT VARSA DEMOKRASi YOK MUDUR?

(Bu bildiri, 2007 yilinda yayinlandi.)

CEMAAT VARSA DEMOKRASI YOK MUDUR?

gercekleri gösteren ALLAHin adiyla

Bir gazetenin sayin yazari sütununda: "Cemaat varsa, de-
mokrasi yoktur" anlamina gelen sözler serdetmis. Bu an-
lamdan da: "Demokrasinin varligi icin cemaatlerin yoklu-
gu gerekir" seklinde bir anlam türemektedir. Bu da, sayin
yazarin diktatörlük arzusundan baska birsey yansitma-
maktadir.

Eger Türkiye'deki bütün cemaatler CHP'ye yönelseydi,
cok büyük bir ihtimalle bu yazarimiz rahatsizlanmayacakti.
Ama bu yönelim AKP'ye olunca, is degisti; rahatsizligini
aciga vurmak zorunda kaldi.

Simdi bu rahatsizlanmanin dogru olup olmadigina bakalim
ve bunun icin de; "cemaatler demokrasi ici midir, yoksa
demokrasi disi midir" sualine cevap arayalim:

Cemaat, halkin bütünlesmis parcasidir. Bu parcayi da fert-
ler meydana getirir. Cemaatler de, sadece "dinsel" toplan-
ma ve kenetlenmeler (siz buna "örgütlenme" de diyebilirsi-
niz) degildir. Bunun bir de dinsiz ve dindisi olanlari da var-
dir. Eger Türkiye'de 4 büyük dinî cemaat varsa, bunun
karsisinda 40 tane dindisi cemaat bulunabilir ve sayilabilir.
Sadece dinî cemaatleri görüp dindisi olanlarini görmemek
olmaz. Dinici ve dindisi bütün cemaatleri gözönüne aldigi-
nizda, bunlarin demokrasinin bir parcasi oldugunu görür-
sünüz. Bu cemaatleri yokettiginizde veya yoksaydiginizda,
ortada "halk" diye bir sey kalmaz. O zaman demokrasi-
den de söz edilemez.


(Meselâ) Nurculuk veya Süleymancilik bir cemaatse, bu-
na karsi sagcilik, solculuk, Maoculuk, ülkücülük ve Ata-
türkcülük de bir cemaat ve cemaatlesmedir. Dernekler,
sendikalar, partiler de dinî cemaat ve cemaatlesmenin bas-
ka türleridir.

Evet bir lider kendi cemaatinin fertlerini istedigi tarafa yön-
lendirebilir. Ama bu yönlendirmeyi bir yazar ve aydin da
yapabilmektedir. Eger bir yazar ve aydin bir toplum ve top-
lulugu istedigi tarafa yönlendirebiliyorsa, o da bir cemaat
ve cemaatciligin icindedir demektir. Bunu cemaat disi bir
olay sayamayiz. Eger bir Ilhan Selcuk, MHP'li ve CHP'
lileri bir koalisyona yönlendiriyorsa, o kimse bir cemaat ve
cemaatcilik icindedir. Parti ve parti liderlerini de bu sekilde
görmek mümkün.

Demek sadece dinî cemaatlerin bir partiye yönelmesine
bakip, bunu "demokrasiye aykiri" bulamayiz. Aksi halde
diktatörlügü dâvet edip, iktidari en güclüye teslim etmemiz
gerekir ki, bu da asla kabul edilemez. Demek, cemaat ve
cemaatcilik de demokrasinin bir parcasidir. Halk isterse
fertler halinde, isterse topluluklar (cemaat) halinde istedigi
görüsü paylasir, istedigi secimi yapabilir. Bunun demokra-
siye bir zitligi yoktur. Bes kisinin toplanip oylarini falan
partiye vermesi nasil demokrasi disi olabilir ki, cemaatci-
lik demokrasi disi olsun!

Cemaatlerden korkulmamalidir. Cünkü bugün bir A cema-
ati bir A partisine oy veriyorsa, diger secimde C partisine
oy verebilir. Bu yönelimi partilerin vaad ve icraatlari belir-
ler. "Bir cemaat ebediyen A partisine oy verecektir" diye
bir kaide yoktur. Ama bazi cemaatler de kemiklesebilir.
Bu da bir istisnadir. Pekâlâ bu kemiklesme fert ve fertci-
likde de bulunabilir. (Bazi kimselerin CHP'den sasmamasi
gibi).

Demek, cemaat ve cemaatlesmeyi demokrasi disina atama-
yiz. Aksi halde bütün dinleri, bütün ideolojileri, bütün fikir
ve düsünceleri ortadan kaldirmak zorunda kaliriz ki, tâ
fertler cemaatlesmesin!

"Partilerin cemaatlesmesi" ise, her zaman sürekli degildir.
Erbakan'in tek bir partide kemiklesmis Millî Görüs cema-
ati bile en sonunda kirildi. Bundan bir AKP cikti. Bugün
AKP, tek bir cemaatin partisi degil, bütün cemaatlerden
oy alabilen bir partidir. Dolayisiyla, AKP'yi "cemaatlesmis
bir parti" olarak göremeyiz. Cünkü AKP'ye oy veren ce-
maatler bu partide kemiklesmis halde olmadiklari gibi, ge-
lecekte baska partilere yönelebilmeleri de mümkündür.
O halde cemaatlerden degil, onlari cekememekten, oyla-
rini alamamaktan korkulmalidir.

Cemaatlesmeden yine korkulmamalidir. Cünkü bir cemaat-
tin bütün fertleri her zaman tek bir görüsün etrafinda birle-
semeyebilir. Bugün de zaten hemen hemen bütün cemaatler
bölünmüs vaziyettedir ve farkli farkli partilere yönelebilmek-
tedirler. Eger bazi sorunlar cözüme kavusursa (meselâ kati
bir laiklikten vazgecip ILIMLIlasma gibi), bu halde cemaat-
lerin tek bir partiye yönelmeleri de sona erer.

Halk olmazsa, demokrasi olmaz. Halkin fertler halinde kal-
masi da, topluluklar haline gelmesi de demokrasiye zarar
vermez, onu iptâl etmez. "Halk daima fertler halinde kala-
caktir" diye de bir kaide koyamayiz. Aksi halde kendimizi
diktatörlestirmis oluruz. Lütfen, geri gitmeyelim, mürteci
olmayalim!

Isimize geldigi zaman "cemaate evet", gelmedigi zaman da
"hayir" demek, hakcilik ve adaletcilik degildir. Lütfen, hak-
cilik ve adaletciligimizi koruyalim.

Türkiye'de milletin dinini ve dindarligini ve dinsel taleplerini
hice sayan bir parti muvaffak olamaz. Bunu da iyi hesapla-
mamiz gerekir. Herkes sucu kendinde arasin, cemaatciligi
suclamasin. Ama siz: "Biz dindisi bir kitlenin partisi olmak
istiyoruz" veya "dinsel taleplere kapaliyiz" derseniz, buna
da biz kizmayiz ve karisamayiz. Fakat bizden oy alamaz-
saniz, bozulmayacaksiniz!

Türkiye'de "demokrasi geregi" bir Kürt de, bir Ermeni de,
dindar bir Müslüman da cumhurbaskani olabilir. Eger de-
mokrasi taraftari iseniz, bunu hazmedeceksiniz. Yoksa
parti acmayacaksiniz. Acmissaniz, kapatacaksiniz. Kapat-
mazsaniz, iktidar olamazsiniz. Herhalde MHP ve CHP'nin
lider ve taraftarlari bu sözlerden birseyler anlarlar...

Zaman: Yeni Cag'in yedisi, Temmuz ortasi.
Mekan: Avrupa.
Makam: Aydinlatma.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

ÇAĞIN SÖZÜ

(Bu bildiri, 2003 yilinda yayinlanmistir.)

CAGIN SÖZÜ

yöneten Allahin adiyla

Âhirzaman Mehdisi diyor ki:

"Âlem-i Islâm'in bahtinin kapisi: Ittihad-i Islâm'dir.
Bu kapinin anahtari ise: Hürriyet ve Cumhuriyet, De-
mokrasi ve Lâyiklik*tir. Bu anahtara sahip olmadan o
baht kapisini acamazsiniz. Öyle ise, anti demokratik
rejimlere son vermelisiniz."
Âhirüzzaman

Bu söze $u yorumu eklemek gerekiyor:

Ey Kur'anlilar!

Ittihad-i Islâm ve Hilâfet isterseniz, âlem-i Islâm'i
(diktatörlük gibi) siyasal pisliklerden temizlendiri-
niz. Bu temizligi yapmadan ittihad-i Islam'a vasil o-
lamazsiniz. Ittihad-i Islâm'a vasil olmadan da hilâ-
feti kazanamaz ve hâkimiyet-i $eriat'a ulasamazsiniz.

"Diktatörlügün yerine demokrasi mi gelecek?" demeyi-
niz. Ve demokrasinin gelmesinden cekinmeyiniz. Birakin
önce demokrasi gelsin. Eger yeterli cogunluga ve liya-
kate sahipseniz, o zaman $eriata gecebilirsiniz. De-
gilseniz, o takdirde Demokrasi sizin icin daha hayir-
lidir.

Demokrasiye hüsn-ü muamele ediniz. Eger onu dinsizlik
olarak görüyorsaniz, siz onu dinli hale getiriniz;
faydali yönlerini aliniz, zararli tarafini islah edi-
niz. Unutmayiniz! Allah'in dinini canavarlastiran din-
sel akimlarin egemenligine izin verilmeyecektir.

Ülkeleriniz; monarsik, oligarsik ve totaliter rejim-
lerin egemenligi altindayken demokrasiye laf etmeye
hakkiniz yoktur. Ülke ve vatanlarinizi önce anti de-
mokratik yönetimlerden temizlendiriniz ki, demokrasi-
den daha mükemmel bir rejimin lâfini etme hakkini ka-
zanabilesiniz.

Saf haliyle $eriat bütün kusur ve arizalardan arin-
mistir. Fakat insanlar onu arizali hale getirir. Bu-
nun icin gelecekte karsiniza iki türlü $eriat gelecek-
tir. Biri, despotik; digeri, demokratik. Siz, demokra-
tik olanini seciniz.

Bakiniz! Despotik(lestirilmis) $eriat, Iran ve Afga-
nistan halkini payidar edemedi. Böyle bir $eriattan o
halklar rahatsizlik cekiyor. Öyle ise, halkinizi mut-
lu etmiyecek bir $eriati onlara dayatmamalisiniz.

$imdi sizin icin gerekli olan, gecmis atalarin izin-
den gitmek degil, Allah'in Mehdisine itaat etmektir.

(Bu yorumu tasdik ediyorum.)
ÂHIRÜZZAMAN

(*)Lâyiklik: Dinin devletten dislanmamasi, devlete ic-
lenmesidir; din ve devletin barisik olmasidir.
-------
Zaman: Yeni Cagin ücü, Agustos'un ortasi,
Ikinci Mehdiyet Dönemi
YAYINLAYAN
AVRUPA KUR'ANISTLERI
* * *