Montag, 10. Dezember 2012

MUHTEŞEM YÜZYILNÂME

                   MUHTEŞEM YÜZYILNÂME

   bütün başbakanların üstündeki ALLAHın adıyla

Sayın Başbakanımız "Muhteşem Yüzyıl" dizisine
çattığında söyle düşünmüştük: "Başbakan Erdo-
ğan bu dizi hakkında elbette bir görüş bildirebilir,
eleştiri de yapabilir. Onun Osmanlı tarihi hakkında-
ki görüşü de, başka kesimlerin görüşünden farklı
olabilir. Ama onun bu farklı görüşü, o diziyi yasak-
latmaya kadar gidemez! Çünkü onun görüşüne uy-
madığı için bir diziyi yasaklatmaya kalkmak, [kendi
görüşünü dayatmak] demektir. Bu dayatma ise,
[despotluk] olur. Türkiye ise, [demokratik] bir ülke-
dir. Demokratik bir ülkede bir diziyi, kendi tarihsel
görüşüne uymuyor diye yargıya şikâyet etmek, an-
ti demokratik bir eylem olmaktadır. Anti demokra-
tiktir; çünkü halk çoğunluğu bu diziyi beğenmiyorsa,
eğer bir şikâyeti, rahatsızlığı varsa;onu seyretmiye-
rek cezasını keser, dizinin reytingini düşürür ve dizi
sona erdirilmek zorunda kalır. Ama halk çoğunluğu
bunun aksini yapmış ve diziye reyting kazandırmış-
tır. Bu durumda sayın Başbakan'ın onu yasaklatma-
ya çalışmasına ne denir? [Tarihsever ve muhafaza-
kâr bir kesim bu diziden rahatsız oluyor] diye veya
[bu dizi tarihî gerçekleri çarpıtıyor] diye onu yasak-
latmaya çalışmak, halk çoğunluğunun isteğini hiçe
saymak olmaz mı? Olmuyor mu? Elbette oluyor!
Çünkü malûm kesim bu diziden rahatsız oluyorsa,
onu seyretmeyebilir veya sayın Başbakan, o dizi-
ye rekabet edebilecek tam kendi görüşüne uygun
[yirmi-otuz yılı at üstünde geçmiş bir Kanunî] dizisi
siparişi verebilir. Çünkü Türkiye, eskisi gibi bir tek
televizyon kanalının hükmü altında değildir. Şimdi
her kesim kendi televizyon kanalını kurabiliyor ve
kendi inanç ve görüşüne uygun dizi çektirebiliyor.
Böyle bir Türkiye'de sayın Başbakan'ın o dizi hak-
kındaki tavrı nasıl demokratik olabilir? Hem çünkü
bir sinemacı, tarihsel gerçeklerle birebir örtüşen
dizi ve film yapmak zorunda da değildir. Eğer de-
nirse: [Tarihimizi karalamaya da hakkı yoktur!] Muh-
teşemYüzyıl'ı çeken ve oynatan sinemacı ve kana-
lın Osmanlı tarihini karalamak gibi bir amaçlarının
olduğunu düşünmüyoruz. Eğer böyle bir gayret için-
deseler, o zaman Osmanlı tarihine savaş açmışlar
demektir. Eğer savaş açmışlarsa, bunun savunma-
sı da yine sinema ve yayıncılık diliyle yapılabilir,ya-
saklama ile değil! Yasaklama ancak, kanunlara ay-
kırılık varsa olabilir. Yoksa [benim tarihsel görüşü-
me uymuyor] diye değil. Bir sinemacı, evlâtlarını öl-
dürten bir Osmanlı padişahının hayatını konu alan
bir film veya dizi yapsa, [benim tarihim bu değil] di-
yerek onu da mı yasaklatacaksınız?Bu yasaklatma,
zorbalık olmaz mı? Tarihî gerçekleri örtmek olmaz
mı? Yoksa Osmanlı padişahları,saltanatlarını koru-
mak veya taht kavgasını önlemek için iki yüz yıl bo-
yunca o kıyımları yapmadılar mı? Hayır mı diye-
ceksiniz?"

Osmanlı'yı sevap ve günahlarıyla seven dindar bir
kesim olarak, Muhteşem Yüzyıl dizisini yasaklatma
girişimini, gayri demokratik buluyor ve bu dizi hak-
kında verildiği söylenen kanun teklifinin de geri çe-
kilmesini talep ediyoruz.

Sayın Basbakanımız, bu konuda yalnız muhafaza-
kâr bir kesimin değil, bütün kesimlerin görüşünü
alarak hareket etmelidir ki, adil ve demokrat oldu-
ğunu göstersin. Yoksa büyük bir çoğunluğun hak-
kını, küçük bir azınlığa feda etmiş olacaktır. Bu da
onu yükseltmez.

Hem sayın Başbakanımız, dizilere savaş açmak gi-
bi basit konularla niye uğraşıyor? Bu konularla ilgi-
lenecek bir bakanlık yok mu? O bakanlık da ancak
kanunlara göre hareket etmek zorunda değil mi?
Kanunlar olsa bile, Türkiye'de özgürlükler ve de-
mokrasi daraltılmamalı, genişletilmelidir. Çünkü
Türkiye'de yalnız küçük bir dindar kesim veya mu-
hafazakâr bir kesim yaşamıyor. Onların da hakkı
çiğnenmez, ama büyük kesim de onlara ram edil-
mez. Muhteşem Yüzyıl dizisinden rahatsız olanlar
hiç durmanlar! Kendi tarihsel görüşlerine göre
bir dizi yaptırsınlar, savaşlarını versinler... Biz de
onların eserlerindeki derece ve rütbeyi görmüş
olalım!

Hem "günahsız bir Osmanlı" yoktur. "Sevaplarıyla-
günahlarıyla bir Osmanlı" vardır. Bunu kabul ede-
lim. Tarihsever ve muhafazakâr kesim, bir "otuz yılı
at üstünde geçen Kanunî" dizisi yapıncaya kadar
da biz, Muhteşem Yüzyıl'ı seyretmek istiyoruz. Bu
dizi, yoluna devam etmelidir.

Sayın Başbakanımız, bu konularda geniş olmayı
bilmelidir. Geleceğin "Global Lider"ine de yakışan
budur! Biz, "Atatürk'ü Koruma Kanunu"ndan kur-
tulmaya çalışırken, bir de "Padişahları Koruma Ka-
nunu" çıkarmak, Türkiye'ye yakışmaz. Türkiye, tam
özgür olmalıdır. Türkiye, tam demokratik olmalıdır.
Türkiye, büyüdüğünü göstermelidir.

AKP, "yalnız benim görüşüm geçerli olacaktır",
"sadece benim dediğim olur" tavrını bırakmalıdır.
Çünkü AKP, halk çoğunluğunun partisidir. Yoksa,
çük bir kesimin değil!

Not: 21 Aralık 2012 tarihinde okunması gereken
bir makale:

                      KIYAMETİN YENİ SENARYOSU
                       (KIYAMET NASIL KOPACAK?)

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Aralık başı.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Özgürlük ve Demokrasi.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *

Sonntag, 2. Dezember 2012

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'E DUYURU

          BİRLEŞMİŞ MİLLETLER'E DUYURU

                          İSRAİL'İN VARLIĞI
               KUVVETLİ BİR BARIŞA BAĞLI

     bütün ülkelerin gerçek sahibi ALLAHın adıyla


Nihayet Gazze ile İsrail arasında ateşkes sağlandı!
Bu atkesi kabul eden İsrail yönetimini tebrik edi-
yoruz.

Gelmişi korumak önemli olduğu gibi, geleceği ko-
rumak da önemlidir. Bu hakikat gereğince İsrail, a-
teşkesi kabul etmekle, geleceğini koruma altına
almış oldu. İsrail'i yönetenler için bu bir başarıdır.
Bu başarıyı elde etmiş olanlar da, ateşkesi kabul
etmekle "kaybeden" değil, "kazanan" olmuşlardır.

Şimdi önemli olan, sağlanan bu ateşkesi sürdüre-
bilmektir. Bunun sürebilmesi için de, Gazzeliler ü-
zerindeki İsrail ambargosunun iyi bir anlaşmayla
kaldırılması gerekiyor. Bu gereklik yerine getirilme-
diği takdirde Hamas, yapılmış olan bu ateşkesi bo-
zabilir. İsrail'in Hamas tarafından rahatsız edilmesi-
nin temelinde yatan asıl sorun da, "İsrail'in abluka
ve ambargosu"dur. Bu abluka ve ambargo ise,
Gazze'yi bir "hapishane"ye, Gazzelileri de "İsrail'in
mahkûmları" durumuna düşürmüş vaziyettedir.
Şimdi bu iç acıtıcı kabul edilemez vaziyetin süratle
sona erdirilmesi gerekiyor. Ama nasıl sona erdirile-
bilir?

Bu durumun sona erdirilebilmesi için İsrail'in Ha-
mas'a, Hamas'ın da İsrail'e tam güvenmesi, daha
doğrusu Filistin ile İsrail yönetimleri arasında iyi bir
güvenlik inşasının kurulması gerekmektedir. Böyle
sağlam bir güvenliğin inşaası için de, 1967 sınırla-
rına dayalı iki devletli bir çözümün her iki tarafça
kabul edilmesi gerekir.

Bu çözüm kabul edilmezse ne olur?

Olacağı şudur: Ya İsrailliler, ya da Filistinliler yok
edilmedikçe, diğeri huzur ve güven içinde var ol-
mayı sürdüremeyecektir. İkisinden birisini yok et-
mek düşüncesi ise, asla kabul edilemeyecek bir
canavarlıktır! Ama ne yazık ki, iki halk arasındaki
çatışmalar kızıştığında, her iki taraf da birbirini
yok etmeyi düşünüyor ve düşünebilir.

Bu çılgın ve barbar düşünceyi ortadan kaldırmak
zorundayız ve kaldırabiliriz. Çünkü olan olmuş ve
Filistinlilere ait topraklarda "İsrail" adı altında bir
ülke varedilmiş ve devlet kurulmuştur. Bu kuruluş
ve varedilme de, Birleşmiş Milletler ve "Galip Dev-
letler" marifetiyle gerçekleştirilmiştir. BM marifetiy-
le gerçekleştirilmiş bir işin hesabını bugünkü İsrai-
llilerden soramaz ve 6 milyon İsrailliyi de kolundan
tutup atamayız. Onların İsrail'i meydana getiren
yüzbin kişilik ataları ve o ataları Filistin topraklarına
yerleştiren İngiliz atalar da bugün yaşamıyorlar;
onlardan da hesap sorulamaz. Hesabı sorulama-
yanın hesabı da ancak yüce Tanrı'ya ve ötedünya-
sına bırakılır.

Bu halde Filistinlilerin ve onlara destek veren bazı
Fars ve Arapların bu ülke ve devleti yok etme fikri,
müslümanca bir gayret olamaz. Çünkü "geçmişte-
kilerin hatası, gelmiştekilere yüklenemez". Kur'ana
ait adaletle ilgili bu ilkenin gereğince de Müslüman
ülkelerin halk ve yönetimleri, bu ilkeye zıt bir eylem
içinde olamazlar.Bunun için "İsrail halkını yok etme"
şüncesi, adaletsiz bir düşüncedir ve müslüman-
ların dünyasında barınamaz. Dolayısıyla İsrailliler
Filistinlileri yok etmeye kalkmadıkça, bu düşünce
eyleme dönüştürülemez.

Biz şimdi ancak mevcut duruma göre hükümde bu-
lunabilir ve varsa bu durumun ve yakın geçmişinin
resmîleşmiş ve görünen hatalarını düzeltmeye ça-
lışabiliriz. Meselâ İsrail'in 1967'de "6 gün savaşla-
rında" aldığı topraklar, BM tarafından "işgal" olarak
kabul edilmiş ve "geri verilmesi gerektiği" kararlaş-
tırılmıştır. Ama, bu kararın gereği bugüne kadar
yerine getirilmemiştir.

Toprakları ellerinden alınmış olmasına rağmen (a-
daleten) bugünkü Filistinlilerin İsraillileri yok etme
hakkı bulunmadığını belirttik. Peki bu durum karşı-
nda İsraillilerin durumu nedir, ne yapmalılar? Ne
yapmalılar ki, iki halk arasında kuvvetli bir barış ku-
rulsun ve iki halk huzur içinde yaşasın ve varolma-
ya devam etsinler?

Filistinlilerin İsraillileri yok etme hakkı olmadığı gibi,
İsraillilerin de Filistinlileri yok etme hakkı hiç yoktur.
Çünkü zaten Filistinliler topraklarını İsraillilere kap-
tırmış, İsrailliler de hiç yoktan bir vatan sahibi ol-
muş ve bugün Filistin toprakları üzerinde yaşamak-
tadırlar. Çünkü 67 veya 97 yıl önce "İsrail" diye bir
ülke yoktu. Ama bugün var! Peki bu ülke nasıl var
oldu? İsrailliler önce bunun cevabını öğrenmeli ve
kimin toprakları üzerinde yaşadıklarını hatırlamalı-
dırlar. Bundan sonra da ellerini vicdanlarının üzeri-
ne koyup sormalıdırlar: "Biz daha neyi istiyoruz?"

İsrailliler elbette "huzur" istiyor, "güven" istiyor! Pe-
ki bunlar nasıl sağlanır? Bunları sağlamanın tek yo-
lu Filistinlileri yok etmek midir? Yoksa vatanları el-
lerinden alınmış, az bir toprağa sıkıştırılmış, mil-
yonlarcası sürgün edilmiş, katliama uğramış ve
devlet olmasına engel konulmuş bu insanların acı-
larını tatlıya çevirecek, yaralarını saracak ve onları
darlıktan kurtaracak işler yapmak mıdır? Elbette
ikincisidir! Bu da: "Barış yolu"dur.

İsraillilerin geleceğini kurtaracak tek geçerli yol da,
ancak barıştır. "Barış'ın gereği" ise, hak ve adaleti
yerine getirmektir. Hak ve adalet yerine gelmediği
müddetçe de barış olmaz. İsrail-Filistin kavgasını
sona erdirecek "hak" da; birbirlerinin varlığını kabul
etmek ve birbirlerinin varlığını yok etmek düşünce-
sini kesinlikle terketmektir. Aralarındaki kavgayı so-
na erdirecek "adalet" ise; İsraillilerin, '67 sınırlarına
dayalı iki devletli bir çözümü kabul etmeleridir. Bu
adalet yerine getirilmediği takdirde iki halk arasın-
da barış imkânsızdır. Bu imkânsızlığın ortadan kal-
dırılamaması durumu ise, iki halktan birinin yok e-
dilmesini netice verecektir.

Peki, kim kimi yok edebilir?

İsrailliler Filistinlileri yok edebilir. Çünkü bunun için
yeterli silah ve askerleri vardır. Filistinlilerin İsrailli-
leri yok etmesi ise mümkün görünmüyor. Çünkü
yeterli silah ve askerleri yoktur. Fakat Müslüman
ülkelerden yardım alarak bunu başarabilirler.

İsraillilerin Filistinlileri yok etmesi ise, onların da
yok edilmesini netice verir. Çünkü en başta İslâmlı
ülkeler buna seyirci kalmaz. Filistinlilerin İsraillileri
yok etmesine de ABD izin vermez.

Bu hesaplamalardan anlıyoruz ki, birbirini yok et-
mek düşüncesi çıkar yol değildir. Bu takdirde bize
doğru ve çıkar yol olarak Hak ve Adalet yolundan
başka yol kalmıyor. Öyle ise her iki taraf da bu çı-
kış yolunu kabul etmek ve gereğini yerine getir-
mek zorundadır.

Madem her iki taraf var olmak ve hem huzur ve gü-
ven içinde yaşamak ister, o halde adaletin gereğini
yerine getirsinler ve varlıklarının borcu olan "1967
sınırlarına dayalı iki devletli çözüm" teklifini kabul
etsinler. Eğer İsrail bu teklifi kabul etmez ve gereği-
ni belirli bir tarihe kadar yerine getirmezse, bu tak-
dirde Filistinlilerin Arap ülkelerinin yardımını alarak
İsrail'e savaş açmaları hak olur.

Bu hakkın alınabilmesi için de BM'ye, ABD'ye, AB'
ye, Arap ülkelerine, İsrail Lobisi'ne ve Türkiye'ye
vazife düşmektedir.

Birleşmiş Milletler teşkilâtının vazifesi: Yukarıda
bahsi geçen hakkın -belirli bir tarihe kadar- (bu ta-
rih, beş yıldan fazla olamaz) ödenmesi için BM,
İsrail'e hemen resmî bir bildirimde bulunup bu hak-
kı talep etmelidir. Bu talep karşılanmadığı takdirde
de, hak sahibinin, Arap ülkelerinin yardımını alarak
İsrail'e savaş açmak istemesi halinde, bu isteğe
engel olmayacaklarını açıkça duyurmalıdır.

Amerika Birleşik Devletleri'nin vazifesi: ABD Yöne-
timi, bir dünya lideri olarak, bu hakkın geri alınabil-
mesinde engel olucu değil, teşvik edici ve emredi-
ci olmalıdır. Çünkü adaletin gereğine uymayan bir
dünya lideri, liderlik hakkını kaybeder. Bu takdirde
dünya ülkelerinin başka bir lider aramaları gereke-
cektir. Ayrıca ABD, yarım asırdan beri bu iki halk
arasındaki sorunu niçin çözmediğinin hesabını da
vermelidir.

Avrupa Birliği'nin vazifesi: AB de, ABD'nin olum-
suz etkisinde kalmadan, bu hakkın tahsil edilmesi-
ne taraftar olduğunu korkmadan açıklamalıdır.

Arap Ülkeleri'nin vazifesi: AÜ de, bu hakkın tahsil
edilememesi durumunda Filistin halkının arkasında
duracaklarını ve bir savaş halinde de gereken des-
teği vereceklerini, tam bir birlik halinde dünya ka-
muoyuna bildirmelidirler.

İsrail Lobisi'nin vazifesi: İL, İsrail'in gelecekteki
varlığının ancak bu hakkın ödenmesiyle mümkün
olacağını, aksi halde on yıl içinde "İsrail" diye bir
devletin kalmayacağını görüp, İsrail Yönetimi'nin
Adalet'e boyun eğmesini sağlamalıdır.

Türkiye'nin vazifesi: Türkiye Yönetimi de, bu süreci
yönetecek çalışmalarına başlamalıdır.

Eğer ABD, İsrail Lobisi'nin etkisinde kalarak bu sü-
recin aleyhinde olacak işlere kalkarsa, bu takdirde
bütün İslâm Ülkeleri, ABD'nin arkasında durmaktan
çekilmelidir. Çünkü adaletsiz bir dünya liderinin ar-
kasında durmaya devam etmek, Müslüman Ülkeler
için doğru olmaz. Bu halde 60 İslâm Ülkesi de,
kendi bloglarını oluşturmak için harekete geçmeli
ve birliklerini kurmalıdırlar.

60 ülkeli bir blog, en büyük blog olur. Rusya ister-
se bu bloga katılabilir; isterse tek kalır. Çin ve Hin-
distan da isterlerse tek kalabilirler. Avrupa Birliği
ülkeleri de ayrı bir blog oluşturabilir ve buna:
"B Glog'u" denir. Kanada ABD'nin arkasına geçe-
bilir. Japonya, Güney Kore ve Avustralya isterlerse
Müslüman Ülkeler blogu olan A Blogu'na dahil ola-
bilirler. Küba, Meksika ve Brezilya da A Blog'una
girebilir. Latin Amerika ülkeleri isterlerse ayrı bir
blog oluşturabilirler veya -demokratikleşmeyi kabul
etmişlerse- A Blogu'na katılabilirler. A Blogu'ndaki
bütün ülkeler de demokratikleşmeyi kabul etmeli-
dirler.

İleride çıkması muhtemel bir Arap-İsrail savaşında
eğer ABD, "İsrail'in arkasında duracağını" açıklar-
sa ne olacak?

Bu durumda Müslüman Ülkeler, Rusya'yı yanlarına
alabilir. Bu halde ABD, İsrail'in arkasından çekil-
mek zorunda kalır. Çünkü Amerikan halkı, hem ufa-
cık hem de haksız bir İsrail için koskoca bir Ameri-
ka'nın mahvolmasına asla rıza göstermezler ve
bunun için de askerlik yapmayı reddederler. Ordu-
suz bir Amerika da, savaşamaz.

Eğer Filistinliler, '67 sınırlarına dayalı iki devletli bir
barış ve çözümü yeterli bulmazlarsa ne olacak?

Filistinliler, Allah'ın Mehdisi'nin verdiğini kabul et-
mek zorundadırlar. Eğer Allah'ın Mehdisi'nin verdi-
ğini yeterli bulmazlarsa, artık onlar için yapılacak
bir şey kalmaz ve kendileri için hiç bir yardımcı da
bulamazlar ve İsrail'in saldırılarıyla da yok olur gi-
derler...

Sonuç olarak: İsrailliler en kısa zamanda Adalet'e
olan borçlarını ödemelidirler. Ve bu ödemeyi de
seve seve yapmalıdırlar. Çünkü, hak etmedikleri
halde Galip Devletler tarafından onlara yeterinden
fazla toprak verilmiştir. Daha ne istiyorlar ve hangi
hakla? Filistinliler de, İsrailliler borçlarını ödedikleri
takdirde -Hakkın gereği olarak- onların varlığını
tanımayı kabul etmelidir ve bu kabulü dünyaya
duyurmalıdırlar.

Konuyla ilgili bütün devlet ve teşkilatları, en kısa
zamanda bu sorunu çözmeye dâvet ediyoruz.

Not 1: Soru: "Adalet'e olan borclarını ödemekle İs-
railliler ne kazanacaklardır?"

Cevap: Gerekli borcu ödemekle "işgalci" olmaktan
kurtulup, varlıkları da "meşruiyet" kazanacaktır.

Not 2: "Evet" oylarıyla BM'de Filistin'e "Gözlemci
Devlet" statüsü kazandıran bütün milletleri tebrik ve
onlara teşekkür ediyoruz. Bu konuda çekimser oy
kullanan ülke yönetimlerini de, "Filistinlilerin hakları"
nı görmeye dâvet ediyoruz.

Not 3: İsraillilerin Gazze saldırısında İsrail'i haklı
bularak, "İsrail'in kendini savunma hakkı bulundu-
ğu"nu ve bu hakkın arkasında olduklarını söylemiş
olan ABD ve bazı AB üyesi ülkelerin liderleri, "mev-
cut durum"a göre hükümde bulunarak İsrail'e des-
tek vermişlerdir. Fakat "aslî durum"a göre Filistinli-
lerin haklı olduklarını o liderler mutlaka bilirler...

Not 4: ABD'liler şu soruya cevap vermelidirler:
Eğer bu borç İsraillilerin değil de Filistinlilerin
olsaydı, ABD bunu Filistinlilerden elli yılda elli kere
söke söke almaz mıydı?

Not 5: Eğer Filistinliler isterlerse, alacakları hakkın-
da İsrail'e bazı hafifletmeler yapabilir ve isterlerse
haklarını onlara bağışlayabilirler...

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Kasım sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hak ve Adalet
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *