Freitag, 27. Mai 2022

ALLAH'IN MEHDİSİ İNKÂRCILARA DİYOR Kİ!

ALLAH'IN MEHDİSİ İNKÂRCILARA DİYOR Kİ!

 

gerçekleri gösteren ALLAHın adıyla

 

Ey evrenin yaratıcısı, işleticisi ve yöneticisi Allah'ı inkâr edenler! Diyorsunuz ki: "Siz ey Allah inançlılar! Demektesiniz ki: 'Kitap yazarsız, ülke başkansız, evren Tanrısız olmaz.' Evet biz insanlar bu dünyada kitabın yazarsız yazılamayacağını, bir ülkenin başkansız olamayacağını gözümüzle görüyor ve biliyoruz. Ama evrenin veya ilk insanın bir Tanrı tarafından yaratıldığını gözümüzle görmedik. Gözümüzle görmediğimiz bir yaratılışın bir Tanrı tarafından yapıldığına nasıl inanalım? Evren ve insan Tanrısız da oluşmuş olabilir!"

Cevap: Herşeyden önce göz herşeyi göremez. Gözümüzle göremeyeceğimiz çok şey vardır. Bu sebeple "bir şeyin varlığını veya nasıl oluştuğunu anlamak için göz ile görmek şarttır" diye bir kaide konmamıştır ve konamaz. Eğer sizin felsefenize göre hareket edip göz ile görülmeyene inanmayacak olursak bu halde çok şeyi inkâr etmek zorunda kalırız. Çünkü göz herşeyi göremez. Göz ile ancak gelmişteki, gözönündeki, yakındaki ve açıktakileri görebiliriz. Geçmiş ve gelecektekileri, uzaktakileri, derindekileri ve perde arkasındakileri göremeyiz. "Göz ile görülmeyenin varlığı yoktur" felsefesine göre çok şeyi inkâr etmek gerekir. Bu inkâr eğri yoldur, doğru yol değildir. Sizi doğru yola götürmeyen bu felsefeyi terketmek zorundasınız. 

İkincisi: İnsan gözden ibaret bir varlık değildir. Onun bir de aklı vardır. Göz ile görülmeyen şeyler akılla görülür ve anlaşılır. Gözünüz ile görmeniz mümkün değilse, aklı işletmek zorundasınız. Akıl, mantıklı çıkarımlar yaparak göz ile görülmeyeni görünür hale getirebilir.

Dünyada "bir eser ustasız olamıyor, o halde evren de Tanrı'sız olamaz" şeklinde bir çıkarım yapmak gayet normaldir ve isabetlidir. Çünkü aklın vazifesi çıkarım ve hesap yapmaktır. Herşeyi göz ile görmek zorunda değiliz. İnsanları böyle bir zorunluğa koşmak, aklı gereksiz hale getirir. 

Üçüncüsü: Biz insanların, evrenin ve ilk insanın yaratılışını görmemiz mümkün değildi. Çünkü dünya ve evrenin yaratılışını görebilmekten önce onların yaratılması gerekti. Onlar yaratılmadan insan yaratılamazdı. İlk insanın yaratılışını da göremezdik. Çünkü o yaratılmadan biz yaratılamazdık.

Dördüncüsü: İnsan çok küçük bir varlıktır. Dünya ve evren ise çok büyük şeylerdir. Dünya ve evrenin yaratılışına veya oluşumuna şahit olabilmek için onları kuşatmak ve kapsamak gerekir. Meselâ Dünya'nın oluşumuna şahit olmak istesek, onu kuşatacak büyüklüğümüz olmadığı için onun nasıl oluştuğunu göremeyiz. Uzaktan baksak da göremeyiz, anlayamayız. Yakından görmek de mümkün değildir. 12 bin 700 km çapı olan Dünya'nın oluşumunu göz ile görmek nasıl mümkün olsun? Onun oluşumuna şahit olabilmek için ancak Tanrı olmak gerekir. Tanrı'dan başkası şahit olamaz. Bunun için evrenin sahibi Allah Kur'anda der: "Onları ne göklerin ve yerin yaradılışına ve ne de kendi nefislerinin yaradılışına şahit tutmadım."

Beşincisi: Siz inkârcılar: "Biz evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığını gözümüzle görmedik" diyorsunuz. Ama "bir Tanrı tarafından yaratılmadığını" da görmediniz. Evrenin bir Tanrı tarafından yaratılmadığını gözünüzle görmediğiniz için yaratılışın bir Tanrı tarafından yapıldığını inkâr etme hakkınız kalmıyor. Eğer evrenin bir Tanrı tarafından yaratılmadığını göz ile görebilseydiniz, bu takdirde evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığını inkâr etme hakkınız doğacaktı. Ama bu hakka sahip olamıyorsunuz. Çünkü evrenin bir Tanrı tarafından yaratılmadığını göz ile görmüş ve şahit olmuş değilsiniz. Yani evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığı veya yaratılmadığı göz ile görülemediğinden bu hakikat eşitlik kazanıyor. Bu eşitlik sebebiyle "evren bir Tanrı tarafından yaratılmamıştır" diyemezsiniz. Çünkü evrenin "bir Tanrı tarafından yaratılmadığını" da gözünüzle görmediniz. Gözünüzle görmediğiniz için de inanç getiremediğiniz gibi, inkâr da edemezsiniz. Çünkü bu hakikatin eşitliği var. Fakat evrenin sahibi Allah gönderdiği elçi ve kitapla bu eşitliği: "Evreni ve içindekileri Ben yarattım, herşeyin sahibi Ben'im" diyerek bozuyor. Size de bu Tanrı ilânına inanmak veya onu reddetmek kalıyor. İstediğiniz seçimi yapmakta özgürsünüz.

Fakat bu özgürlüğü kullanırken çok dikkatli olmalısınız. Çünkü bu dünyada ebedî kalmanız mümkün değildir. Çünkü karşınızdan sizi bu dünyadan alıp götürecek bir ölüm gelmekte. Sizin ise bu ölümü öldürecek bir gücünüz ve bilginiz yoktur. Kalbiniz ise ebedî bir hayat istemekte. Bir Yaratıcı'nın varlığına inanıp inanmama özgürlüğünü kullanırken, kalbinizin isteğine göre hareket etmeniz, sizin çıkarınızadır.

Kur'andaki; "inkârcıların ebedî olarak cehenneme atılacağı" duyurusunu da yabana atmamalısınız. Çünkü ölümü öldüremeyenin, kıyameti durduramayanın ve tekrar diriltilişi engelleyemeyecek olanın -Yaratan'ı inkâr ettiği takdirde- cehenneme atılıştan kurtuluşu yoktur. Kurtuluş, ebedî bir hayata sahip olabilmektedir. Bunun için de evrenin Sahibi'ni bilmek, inanmak ve O'na teslim olmak gerekiyor.

Altıncısı: "Evren ve insan Tanrısız da oluşmuş olabilir!" dediğinizde bu oluşumun nasıllığını açıklamak ve kanıtlamak zorunda kalırsınız. Kanıtınız nedir? Meselâ bir enerji noktası kendi kendine bir evrene nasıl dönüşür? Veya bir kaya parçasının ve bir toprak yığınının kendi kendine insana dönüşmesi mümkün mü? Gösterebilecek bir örneğiniz var mı? Nerede?

Eğer kendi kendine oluşum mümkünse, insanlar madde ve madenleri ortaya getirip de istedikleri ürünü onlardan kendi kendine oluşumunu niçin beklemiyorlar da gidip, koca koca fabrikalar kurup, makinalar icad edip istedikleri ürünü onlarda üretiyor, zahmetlere giriyor? Bu insanlar kafayı mı yemiş?

Allah'a götüren yolları kapamaya çalışmakla nasıl zor bir duruma düşğünüzü görebiliyor musunuz? Varlığın sahibi Allah'a kul olmanız gerekirken yoldan çıkarıcı ve cehenneme götürücü şeytana kul ve hizmetkâr olmak yükseliş midir?

Bunların cevabını önce kendinize vermelisiniz!

İmza: Allah'ın Mehdisi (doğruluğa götürücüsü) Mehmed Nur'an

 

Not 1: Ey evrenin bir Sahibi olduğunu inkârda diretenler! Ey ateistler! Evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığına veya yaratılmadığına şahit olmanız mümkün olmadığından sizin hakkınız: "Evren bir Tanrı tarafından yaratılmış da olabilir, yaratılmamış da olabilir" demektir. Fakat Kur'andaki: "Evrenin ve içindekiklerinin tek sahibi ve yaratıcısı Benim" şeklindeki Tanrı duyurusu, sizin bu hakkınızı ve tarafsız kalışınızı elinizden almakta ve sizi Tanrı'nın varlığına inanmaya mecbur bırakmaktadır. Size de bu mecburiyeti yüklenmek kalmaktadır. Bu mecburiyeti yüklenirseniz, mükâfatınız ebedî bir cennettir. O mecburiyeti reddederseniz, hakkınız ebedî bir cehenneme atılmak olacaktır. Evrenin sahibi siz olmadığınız için keyfî hareket etme ve sorumsuz olma özgürlüğüne sahip değilsiniz. Eğer evrenin sahibi sizseniz, ölümü öldürecek ve kıyameti durduracak gücünüz varsa, bu takdirde keyfinizce yaşayabilirsiniz. 

Not 2: Ey evrenin bir sahibi, işleticisi ve yöneticisi olduğunu inkârdan vazgeçmek istemeyen ateistler! Evren yaratılmadan insan yaratılamazdı. Bu sebeple insanın, evrenin bir Tanrı tarafından yaratıldığına veya yaratılmadığına şahitlik etmesi mümkün değildi. Bu mümkün olmayış sebebiyle de Tanrı'nın insanlığa Elçi ve Kitap göndermesi zorunlu idi. Bu zorunluk nedeniyle de en son olarak Hz. Muhammed elçi olarak görevlendirilmiş ve ona Kur'an indirilmiş. Evrenin bir Yaratıcı'sı olup olmadığını da ancak bu Son Kitap'tan öğrenebilirsiniz. Bu Kitabı reddettiğinizde evrenin Kim tarafından yaratıldığı veya yaratılmadığı konusunda bilgisiz kalırsınız veya yalan-yanlış bilgiler üretmeye kalkarsınız. Ürettiğiniz Kur'an dışı bilgiler ise gerçeği göstermez. Uydurulan bilgiler bir zan olmaktan öteye gidemez. Zan ise gerçeğin yerini alamaz. Gerçekten gerçeği arıyorsanız, işte gerçeğin kitabı Kur'an! Ondan üstün bir kitap getirip ortaya koymadığınız müddetçe Kur'anı reddetme hakkınız yoktur. Bu hakkı çiğnediğinizde suç işlemiş olacak ve gerekli cezânızı da ölüm ve kıyamet sonrasındaki Büyük Yargılama Günü'nde alacaksınız ve ateşe atılacaksınız. Bu ebedî ateşe düşmemek şimdi sizin elinizdedir. Elinizdeki sınırlı zamanı çok iyi değerlendirmek zorundasınız. Tabii ateşe düşmemek isterseniz!

Dünyada adâletli olmak görevinizdir. Adâletli olmak da Tanrı'nın hakkını çiğnememeyi gerektirir. Sizin bir hakkınız çiğnense ne yaparsınız? Hemen mahkemeye koşmaz mısınız? Siz de Tanrı'nın hakkını çiğnediginizde tekrar diriltilişten sonra kurulacak Büyük Mahkeme'de yargılanacaksınız. Dünyada doğmaya engel olamadığınız gibi, tekrar diriltilişe de engel olamayacak ve kendinizi çok yakın bir zamanda Büyük Mahkeme'de bulacaksınız. Bu Mahkeme'ye iyi hazırlanınız! Ama ömrünüz tükenmeden! Çünkü zaman geçiyor, ömür bitiyor. Dünyada ebedî kalamazsınız!

Not 3: Madem dünyada ebedî kalamazsınız, o halde size ebediyet vaadeden Kur'ansal mesaja kalp ve kulak vermeli, ebediyeti bulmaya ve kazanmaya çalışmalısınız. Çünkü ölümü öldürmeye ve kıyameti durdurmaya yetecek gücünüz yoktur. Madem gücünüz yoktur, o halde Tanrısal gerçeği örtmek, inkâr etmek ve reddetmek için gösterdiğiniz çaba ve gayreti bırakıp; evrenin Sahibi'ni bilmek, bulmak ve O'na inanmak çalışmasına girmelisiniz. İşte bu çalışma sizi ebediyete götürecek, ölümle son oluştan ve yokoluş acılarından da kurtaracaktır.

Hem yaratma, yaşatma ve yönetme ile üzerinizde hakları oluşan ve bulunan evren Sahibi'nin haklarını da ödemek zorundasınız. Bu zorunluğu yerine getirmekle yeryüzünde "meşru yerleşimciler" olursunuz. Bunun zıddı ise; "gayrimeşru istilacılar"dır. Gayrimeşru bir istilacı olmak, uygar insanlara yakışmaz!

İlkellikten çıkıp insanoluşa yükselmek ancak evren Sahibi'ni bilmek, inanmak ve O'na teslim olmakla mümkündür. O'nu bilmemek, en büyük cehâlet; O'na inanmamak, en büyük zulüm; O'na teslim olmamak ise, en büyük şeytanlıktır! Bu şeytanlığı, bu zulmü ve bu cehâleti kabul etmemek ve gerekeni yapmak görevinizdir.

Not 4: Kur'an yakanlara mesaj! Kur'an yakılmakla ışığı sönmez. Karanlıkları aydınlatmaya devam eder. Batmakta olan Kur'an Güneşi, 60 yıl daha insanlığı aydınlatacaktır. Onun batışından bir müddet sonra da kıyamet kopar. Kıyametin kopmasına da sadece 101 yıl kalmıştır.

Not 5: Tanrı habercisi Peygamberleri inkâr edenlere mesaj! İşleyen bir evren ve hayat üretilen bir dünya olsun da; o hayatın üreticisi ve evrenin bir işleticisi olmasın, acaba mümkün mü? (Çünkü kendikendine oluşum mümkün değildir.) Evren varsa, onu yapan ve işleten de vardır. Onu yapan ve işleten varsa, o Yapıcı ve İşletici'yi tanıtan Elçisi de vardır. Elçisi varsa; insanların dünyaya nereden geldiklerini, nereye gideceklerini ve görevlerinin neler olduğunu bildiren Kitabı da vardır. Bu Kitabı, bu Elçi'yi ve evrenin İşleticisi'ni inkâr edenler, dünya medeniyetindeki bütün eserlerin ustalarını, bütün kitapların yazarlarını ve bütün ülkelerin başkanlarını inkâr etmek zorunda kalır. Bu inkârı yapamayanların ise, evrenin İşleticisi'ni ve gönderdiği Elçilerini inkâr etme hakkı kalmaz. Bu hakkı çiğneyenler, adâleti çiğnemiş olurlar. Adâleti çiğneyenlere de "zâlim" denir! Zulmü terketmeyenler için yaşasın cehennem! Zulmü terkedenler için de varolsun cennet!

Not 6: Duamız: Allah'ım! Şu insanlığı doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin İsa, Musa ve Muhammed'in yoluna. Senin öfkene uğramış ve sapıtmışların yoluna değil. Amin.

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Allah'tan başka ilah yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmiikisi, Mayıs'ın ikinci haftası.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *

 

Freitag, 13. Mai 2022

MÜLTECİ DÜŞMANLIĞI YAPMAKTA OLAN ÜMİT ÖZDAĞ'A, MERAL AKŞENER'E, K.KILIÇDAROĞLU'NA, TÜRK IRKÇILARINA VE ONLARIN ARKASINDAKİLERE UYARI!

MÜLTECİŞMANLIĞI YAPMAKTA OLAN ÜMİT ÖZDAĞ'A, MERAL AKŞENER'E, K.KILIÇDAROĞLU'NA, TÜRK IRKÇILARINA VE ONLARIN ARKASINDAKİLERE UYARI!

 

ırkçılığı ve mülteci düşmanlığını yasaklamış olan ALLAHın adıyla

 

Siz ırkçı başları olan Ümit, Meral, Kemal, Bengi Başer, Sinan Ogan ve seslerini çıkaramayan Ali, Ahmet ve Temel'giller "Sessiz İstila" isimli bir kısa film çekerek ve bu çekiminizde; "Suriyeli göçmenlerin çoğalıp Türkiye'ye hâkim olacaklarını, örf ve âdetlerinizi değiştirip sizleri kendilerine benzeteceklerini, batılılaşmışlığınızı yokedip sizi ortadoğululaştıracaklarını veya Araplaştıracaklarını işlemiş ve bu dehşetli sonucun sizi büyük bir korku ve endişeye düşürdüğünü belirtmiş ve bu düşüşten kurtuluş için de göçmen düşmanlığının hak olduğu yargısına varmış ve bu yargıya göre de Suriyeli göçmenlerin Türkiye'den atılması gerektiği" propagandasını yapmaktaymışsınız.

O halde gelin, sizinle bir hesap yapalım, gerçekte sizi korku ve endişeye düşürecek bir durum var mı, yok mu görelim.

Türkiye'deki Suriyeli göçmenlerin sayılarının 4 milyon olduğunu ve şartlar elvermediği için de onların ebediyen Türkiye'de kalacaklarını farzedelim.

Sayıları şimdi 4 milyon olan Suriyeli göçmenler 20 yıl sonra 3 milyon çoğalarak 7 milyona yükselecekler. Bir 20 yıl daha sonra yani 2060'ta ise bir 3 milyon daha artarak 10 milyon olacaklar.

Onlar 10 milyon olurken, siz Türkiyelilerin sayısı da (10 yılda 10 milyon artış hesabı üzerinden 40 yılda 40 milyon artarak) 120 milyon olacak. Bu durumda Suriyeli göçmenlerin nüfus oranı da sizin 12'de biriniz olacak. Sizin 12'de biriniz kadar çok küçük bir azınlık 120 milyonluk bir Türkiye'ye nasıl hâkim olabilir ve sizleri kendilerine nasıl benzetebilir ki?

Tabii durum bundan ibaret değil! Bir de Kürt vatandaşlar gerçeği var. Onların da şimdi 20 milyon olan sayıları, 40 yıl sonra 50 milyon olacak. Yani Suriyeli göçmenlerin 5 katı. Gelecekteki 10 milyonluk Suriyeli göçmen sayısı sizi çok korkuttuğuna göre, 50 milyonluk Kürtleri ne yapacaksınız? Onlar size daha yakın değil mi ve daha büyük bir tehlike olmayacak mı? Onları ne yapacaksınız? Ya Türkiye'ye hâkim olurlarsa, ya sizi kendilerine benzetirlerse ve sizi kürtleştirirlerse ne olur? Şimdi onlar 50 milyona yükselmeden onları yoketmeniz mi gerekecek? Onları nereye süreceksiniz? Var mı bir soykırım planınız? Yoksa bu işi Türkiye'yi bölerek mi halledeceksiniz?

Öyle ya, gelecekte sizin 12'de biriniz olacak çok küçük Suriyeli göçmen azınlık sizi korkuttuğuna göre, sizin 4'te biriniz olan Kürt çoğunluk sizi daha çok korkutacak ve bu korkuyla da belki soykırım planları yapmaya başlayacaksınız. Belki Türkiye'yi bölmeye gideceksiniz. Zaten siz Türklerin faşistleri ve ortaklığa aldığınız hdp denen faşist Kürtler bunu çok istiyorsunuz değil mi?

Eğer "biz asla böyle bir şey düşünmüyor ve istemiyoruz" derseniz, bu halde Suriyeli göçmenleri rahat bırakmanız gerekmez mi? Niçin rahat bırakmıyorusunuz? Niçin düşmanlıktan vazgeçmiyorsunuz?

Evet, siz kemalistler, türkçüler ve CHP'liler 1923'ten 2000 yılına kadar Kürtleri ve müslümanca yaşamak isteyen dindarları ezdiniz. Kürtleri ezmeniz, PKK meyvesini ve dindarları ezmeniz de FETÖ meyvesini verdi. Ama şimdi bu iki terör örgütüyle ortaklık içindesiniz. Kürtleri ve Dindarları sevmiyorsunuz. Onlara düşmanlık içinde olan terör örgütlerini çok seviyorsunuz. Bu sevginiz sebebiyle de onları meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz. Bu gayrimeşru aşkınızı, ilişkinizi ve çalışmanızı sonlandırmanız gerekmez mi?

Ne yazık ki iktidarı ele geçirme hırsı, sizi gayrimeşru aşk ve ilişkilerden vazgeçiremiyor. Kötülükte kalmaya ve kötülük içinde yüzmeye devam edeceksiniz. Bu durumda bizim de sizi uyarmamız gerekiyor.

Ey ırkçılar, ey göçmen düşmanları, ey kemalistler, ey CHP'liler! Suriyeli göçmenleri "Sessiz İstilacı" olarak nitelemektesiniz. Ama asıl sessiz istilacıların sizler olduğunuzun farkında mısınız? Farkında değilsiniz elbette! Ama farkına varmanın zamanı geldi.

Ey asıl sessiz istilacılar olan kemalistler, ırkçılar, göçmen düşmanları ve CHP'liler! Sizler şu an Allah'a ait bir yeryüzünde yaşamakta ve mekan ve toprakları O'na ait bir Türkiye'de bulunmaktasınız. Üzerinde bulunduğunuz mekan ve topraklar size ait değildir. Fakat size ait olmayan bu topraklara Allah'tan izinsiz olarak yerleşmiş bulunuyorsunuz ve gerçek mülk sahibi Allah'a bir kira ödemiyorsunuz ve ödemekten de kaçıyorsunuz. Yani bir "kaçak"sınız. Bu kaçaklığınız, yani gayrimeşru yerleşimciliğiniz sizi bir "gizli istilacı" haline getirmiş durumdadır. Ama bu gizli ve sessiz istilacılığınızın son bulması gerekiyor. Suriyeli göçmenlerin sessiz istilacılığından rahatsız olduğunuza göre, sizin de gizli ve sessiz istilacılığınızın son bulması gerekmez mi, gerekmiyor mu? Madem gerekiyor, o halde siz de bu gizli ve sessiz istilacılığınızı sonlandırınız. Bu sonlandırma için de mülkün gerçek sahibi Allah'a kira bedelini ödeyiniz.

Ödeme şekliniz şöyle olacaktır: Mülk ve evren sahibi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ötedünyasına inanıp, O'na teslim olmalısınız. O'na teslim olma şartları şunlardır: Haklı olmak, adâletli olmak, namuslu olmak, ibadetli olmak, ahlâklı olmak ve iyilikçi olmak.

Bu şartları yerine getirmediğiniz takdirde "kaçak kiracı" sayılacak ve ölümünüzden sonra diriltilip cezâlandırılacaksınız. Cezâlandırılmanız ise cehennem ateşi içinde olacaktır. Eğer Allah'a kira bedelini ödemeyi kabul ederseniz, bu takdirde de içinde ebediyen kalacağınız ve mutluluk içinde yaşayacağınız cennetle mükâfatlandırılacaksınız.

Allah'a teslim olmayı ve teslim oluş şartlarını kabul ediyor musunuz?

Eğer kabul ederseniz, "haklı olmak"ın gereği olarak Suriyeli göçmenlerin Türkiye'ye sığınma hakkını çiğnemez ve onlara iyi muamelede bulunursunuz. Çünkü "haklı olmak", Yaratan'ın yasasına itaat etmeyi gerektiriyor. Çünkü mülk O'nundur. Suriyeli göçmenler de Allah'ın misafiridir. Mülk Allah'ın olduğuna göre, Allah'ın misafirlerini kovma hakkınız olamaz.

"Adâletli olmak"ın gereği olarak onlara haksızlık etmezsiniz. Bir mülteci bir suç işlediği zaman bütün mültecileri suçlamazsınız. Çünkü suçun şahsiliği vardır, suçlunun akraba ve milleti sorumlu tutulamaz. Suçu kim islemişse, sorumlu odur. Meselâ bir öğretmen bir öğrencisine tecavüz ettiği zaman bütün öğretmenler suçlanamaz. Böyle bir suçlama, adâletsizliktir. Adâleti bilmiyorsanız, kabullenmiyorsanız ve onu uygulayacak gücünüz yoksa, yönetim hakkınız olmaz, siyasetten uzaklaşmalısınız.

Siyaset yapmak ve bir milleti yönetmek istiyorsanız önce adâleti öğrenmeli ve onu kabullenmelisiniz. Eğer kabullenemeyecekseniz, siyaset yapmaya hakkınız kalmaz, kendinize başka bir iş aramalısınız. 

 "Namuslu olmak"ın gereği olarak aileyi bozmaz ve onu bozmaya götürecek kılık ve kıyafet dayatmacılığından vazgeçer,  gayrimeşru cinsel ilişkilere de meşruiyet tanımazsınız. Buna hakkınız yoktur. Sizin hakkınız ve göreviniz aile'yi korumaktır. Bunun için de namuslu olmak şarttır.

"İbadetli olmak"ın gereği olarak günde 5 vakit namazınızı kılar ve (eğer zenginseniz) yılda bir kere mal ve servetinizin yüzde beşini fakirlere dağıtır ve Ramazan'da da bir aylık açlık ibadetini yerine getirirsiniz. (Namaz, size hergün verilmekte olan 24 saatlik hayatın ve içinin rızkla dolduruluşunun teşekkürüdür. Size yapılan iyiliğin teşekkürü nerede?)

"Ahlâklı olmak"ın gereği olarak sizin ırk ve inanışınızdan olmayan Kürtleri ve Müslümanları ve diğer azınlıkları ezmez, onlara iyi muamelede bulunursunuz. Sizin hakkınız, kardeşlik ve vatandaşçılıktır, ırkçılık değildir. Çünkü hepiniz Âdem ve Havva'dansınız. Irklarınız Âdem ve Havva'dan geldi. Güneşin renkleri gibi gibisiniz. Birbirinizden farklısınız, ama üstün değilsiniz. Sizin değeriniz, sizi yaratan Yaratıcı'dadır. Yaratıcı'sına saygılı olan üstündür. Yaratan'a inancı ve saygısı olmayanın hiçbir üstünlüğü yoktur. Sizin değer verdiğiniz şeyin ebedî bir dayanağı yoksa, onun bir değeri ve üstünlüğü kalmaz. Ebedî dayanak ise ancak sizi yaratan ve yaşatmakta olan Allah'tır. Yani yerin ve göklerin tek sahibi eşsiz Zât'tır, Kimse'dir.

"İyilikçi olmak"ın gereği olarak iyi işler yaparsınız ve bütün kötülüklerden el çekersiniz. Zulümden kaçmışçmenleri zulmün kucağına itmezsiniz, onları korursunuz. Çünkü insanlık bunu gerektirir. Medeniliğin esası da insanoluştur. İnsanı insanlıktan çıkaran bir medeniyeti reddetmelisiniz.

İşte bu şartları yerine getirdiğiniz takdirde "gizli ve sessiz istilacı" ve "kaçak" olmaktan kurtulacak, "meşru kiracılar" ve "haddini, hududunu bilen misafirler" olacaksınız.

Evet sizler yeryüzünde ve onun "Türkiye" isimli parçasında bir "misafir"siniz. Misafir, misafirliğini bilmek zorundadır. Misafir kimin misafiri olduğunu bilmezse, çok büyük cahillik ve medeniyetsizlik etmiş olur. Mülk sahibi Allah'a karşı yapılan bu medeniyetsizlik ise hoş görülmez. Hoş görülmek isterseniz, ev Sahibi'nizi bilmek, tanımak ve O'nun kurallarına uymak zorundasınız.

Kuralsız yaşam bir bozgunculuktur. Ev Sahibi Allah ise bozguncuları sevmez. Bozgunculuktan vazgeçmeyenleri de doğal felâketlerle helâk eder. Bir helâke uğramak istemezseniz, bozgunculuğunuza son verirsiniz. Bunun için de en başta Allah'ın misafirleri olan mültecileri rahat bırakır, onları ezmekten ve zâlimin kucağına itmekten uzak durursunuz.

Şimdiye kadar Kürtleri ve Dindarları ezdiniz. Çok büyük günahlarınız var. Bu günahlarınıza tövbe etmeli, yeni günahlar kazanmamalısınız. Aksi halde helâkiniz yakındır. Eğer helâk edilmiyorsanız, bu mühlet verilişiniz, ibadetli müslümanların hatırı içindir. Onların varlığı olmasa, sizin varlığınız da olmaz. Dünya Evi'nin sahibi Allah'ın bozgunculara bir borcu yoktur. İnkârcılara ise hiç borcu yoktur. Yeryüzünde varlık ve yaşam isteyenler Ev Sahibi'nin iznini alarak yaşamalıdırlar. "Biz Ev Sahibi'ni tanımıyoruz, tanımak da istemiyoruz, biz cehenneme râzıyız" diyen inkârcılar ise, saldırı ve bozgunculuk yapmamak şartıyla yaşamaya devam edebilirler. Hakettikleri cezâ, onlara ötedünyada ödenir. Ama saldırı ve bozgunculuğa kalkışacak olurlarsa, helâk edilirler. Helâk olmak istemeyenler haddini, hududunu bilmelidir!

Haddini hududunu bilenler, mülteci düşmanlığı yapmazlar. Kürtleri ve müslümanları ezmezler.

Ey ırkçılar ve inkârcılar! Ey Türkçü ve Atatürkçüler! Ey CHP'liler! Bir diktatörün zulmünden kaçmış ve ülkenize sığınmış çaresiz insanlara düşmanlık etmek, onları ezmeye kalkmak sizin medeniyetinize nasıl sığıyor? Sizin medeniyetiniz ve medeniliğiniz bu mu, bu kadar mı? Eğer medeniyetinize hak, adâlet, namus, ibadet, ahlâk ve iyilikçilik hâkim olmazsa, sizin medeniyetinize Suriyeli mülteciler veya Kürtler değil, ancak şeytan hâkim olur. Şeytanın egemenliğine râzı mısınız? Eğer râzı gelmezseniz, Ev Sahibi Allah'ın ve Kitabı Kur'anın Medineleşme şartlarını yaşamınıza geçirir, insanlık kazanırsınız. Bu insanlaşma da sizi dünyada barışa, ötesinde de cennete götürür. Siz ölümlü insanlar için cennet gereksiz midir? Gereksiz olabilir mi? Madem gereksiz olmaz, o halde çaresizi ezmez ve üzmezsiniz. Size düşen, onları kollamak ve korumaktır. O halde gerekli kollama ve korumayı yaparak şeytanla dostluğunuzu sonlandırınız. Şeytanla dostluğunuzu sonlandırdığınızda Ev Sahibi Allah sizi dostluğuna kabul edecek, yeryüzünde yaşamaya devam etmenize izin verecektir. Bu güzel izni kaçırmamalı, "meşru kiracı" liyakatini kazanmalısınız ve "kaçak kiracı" veya (sizin tabirinizle) "sessiz istilacı" olmaktan da kurtulmalısınız. Şu anda Dünya denen Allah'ın Büyük Evi'nde bir "sessiz istilacı" veya Allah'ın evrenini sömüren bir emperyalist durumundasınız. Bu durumdan çıkmak ve kurtulmak boynunuzun borcudur. O halde çıkın, kurtulun!

Ey Türkiye'nin ırkçıları! Siz mültecilerden rahatsızsanız, Allah da sizden rahatsızdır. Ya mülteci düşmanlığını bırakırsınız, ya da Allah'a ait Türkiye topraklarını terkedersiniz. Seçim sizindir!

Ama şunu unutmayın: Türkiye dışındaki topraklar da Allah'a aittir.

Ey ırkçılar! Türkiye sadece Türklerin değildir, bütün Türkiyelilerindir! Bunların içinde Kürt de vardır, müslüman da vardır. Yani Türkiye'deki gerçek Türkler'in oranı yüzde 30'dur. Geri kalan yüzde 70'i diğer ırklarla karışmıştır. Yani siz ırkçılar bir azınlıksınız. Yüzde 30 Türk'ün yüzde doksanı da ırkçı değildir, müslümandır. Sizin oranınız yüzde 5 veya 10'dur. Türkiye'de söz hakkınız da bu kadardır. Sizin sözünüz dinlenir, ama Türkiye sizin keyfinize göre yönetilmez.

Partinizin adını da yanlış koymussunuz. Siz ırkçılar "İyi Parti" olamazsınız. Partinizin adını: "Irkçı Parti" olarak değiştirmelisiniz. Azınlık olduğunuz ve hakiki Türklerin oranı da yüzde 30 olduğundan demelisiniz: Türkiye Türkiyelilerindir.

(Eğer göçmen düşmanlığından vazgeçmezse, Cumhuriyet Halk Partisi'nin adı da: Cumhuriyet Irk Partisi olarak değişmelidir.)

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Not 1: Mülteci düşmanlığı yapmakta olan ırkçılar ve partililer mülteci sorununun çözülmesini gerçekten istiyorlarsa bir ordu kursunlar ve Suriye diktatörlüğünü devirsinler. Zira oradaki diktatörlük devrilmediği müddetçe ve oraya demokrasi yerleşmeden mülteci sorunu çözülmeyecektir. Bu konuda o diktatörle yapabileceğiniz bir anlaşma yoktur ve olmayacaktır. Çünkü Suriye diktatörlüğünün geri gönderilmek istenen mültecilere vereceği ne aşı, işi ve ne de mekanı vardır. Hem Suriyeli sığınmacıların toprakları da ABD ve YPG tarafından işgal edilmiştir. Bu işgalci güçler mültecilerin geri gönderilmesine izin vermeyecek ve kabul etmeyeceklerdir. Rusya ve İran Suriye'de olduğu müddetçe de diktatör Esad rejimine savaş açılamayacaktır. Ona savaş açabilmek için önce Rusya ve İran'ın yenilgiye uğratılması gerekiyor. Bunu da ancak ABD ve Avrupa yapabilir. Dolayısıyla ve araya girecek başka savaşlar sebebiyle 2030 yılına kadar mülteci sorunu çözülemeyecektir. Türkiye'de bir iktidar değişikliği olsa bile yeni gelen iktidar bu sorunla yaşamaya devam edecek ve 8 yıl içinde de 2 milyon göçmen Türkiye'ye tamamen yerleşmiş olacaktır. 

O halde mülteci düşmanlığı sona ermeli. Bu düşmanlığı körükleyenler ancak Türkiye'ye zarar vermiş olur. Türkiye'ye zarar vermekten kaçınmayan partiler, Türkiye'nin partisi olamaz! Türkiye'ye ait olmayan partiler de ancak bir ihanet partisi olur! Türkiye'nin ve Türkiyeli çoğunluğun ihanet partilerine ihtiyacı yoktur.

Not 2: Ey ihanet partileri! İhanet partisi olmaktan vazgeçecek misiniz? Vazgeçmeniz gerekmiyor mu? Ama vazgeçemezsiniz! Çünkü iktidarı ele geçirebilmenizin yolu ihanetten geçiyor. İktidarı ele geçirdiğinizde mülteci sorunu sizin için sorun olmaktan çıkacaktır. Onunla ilgilenmeyeceksiniz bile. Ama şimdi bu sorunu büyütüyorsunuz ki, meşru iktidarı devirebilesiniz. Yani şeytanlık peşindesiniz. Yani şeytanla dostluk ve ortaklık kurmuş durumdasınız. İktidara geldiğinizde de şeytan sizin ortağınız olacaktır. Türkiye'yi şeytanlıkla yöneteceksiniz. Şeytanı, yani Fetö ve Pkk'yı ortaklıktan çıkarmanız gerekmiyor mu? Gerekiyor ama, siz bunu yapamazsınız. Çünkü siz demokrasiyi sevmiyorsunuz!

Not 3: Siz ihanet partileri olan Millet İttifakı, demokrasiyi sevemezsiniz. Çünkü millet çoğunluğunun oyunu alabilecek liyakat ve kabiliyet ve kapasite sizde yoktur. Bu sebeple demokrasiyi sevmeniz mümkün değildir. Bu yüzden de diktatörlere sevgi ve selam yolluyorsunuz. İçyüzünüzün onlarla uyuştuğunu gösteriyorsunuz. Millet çoğunluğunun seçtiği lideri sevemiyor, ama halkının yarısını ülkeden atmış ve yirmide birini de katliamdan geçirmis bir Suriye diktatörünü sevebiliyorsunuz! Bu sevginizle de demokrasi tarafında olmadığınızı açıkça gösteriyor, kendinizi ele veriyorsunuz! Yani sonuçta iktidarı ele geçirdiğinizde müslüman millet, siz diktatör sevdalıları ve demokrasi düşmanları tarafından yönetilecektir. Siz demokrasiye dost olamazsınız! Çünkü sizi seçecek bir millet çoğunluğu yoktur. Bu sebeple de onun seçimini ve seçtiğini kabullenemezsiniz. Millet iradesinin sizin katınızda bir değeri yoktur ve olmayacaktır! Dolayısıyla millet çoğunluğuna düşmanlığınız sürecektir. İktidara gelebilmek için onları aldatmaya çalışacaksınız. Çünkü doğrulukla onların karşısına çıkamazsınız.

O zaman şunun cevabını vermelisiniz: Onlarla uyumlu olamayacağınız bir müslüman milleti yönetmeye ne hakkınız var? Türkiyelilerin yüzde doksanının "müslüman" olduğunu unutmayınız! Ya müslüman olunuz (müslümanca yaşamıyorsanız müslüman olduğunuzu söyleyemezsiniz), ya da siyasetten el çekiniz! Yönetime onlarla uyumlu olanlar gelsin. Doğru olan bu değil mi? O halde doğruluğunuz nerede? Doğruluğunuz yoksa, insanlığınız yoktur!

Not 4: Sorulabilir: "Gelecekte neler olacak?"

Cevap: Siyasal gelecekte olacak olan şudur: 2023 seçimleri siz ihanet partilerinin patronları tarafından satın alınacak (veya Biden'ın yaptığı gibi çalınacak.) Bu şekilde iktidarı ele geçirmiş olacaksınız. Ama siz bu yönetimde sadece bir kukla olacaksınız. Yönetimin ipleri Fetö ve Pkk'nın elinde olacak. Yani Türkiye terör örgütleri tarafından yönetilecek, yani sizin vasıtanızla yönetim onların eline geçecek. Ama vatansever generaller bu yönetime el koyacak ve sizi devirecek. Hepiniz hapse atılacaksınız. Avrupa ve Amerika da sizi hapisten kurtarabilmek için Türkiye'ye savaş açacak ve İstanbul'u işgal edecek. İBB'ye alınan teröristler de İstanbul'un işgalinin kolaylaştırılmasında vazife görecekler.

Siyasetten el çekmezseniz veya Biden'ın sizi gayrimeşru yollarla iktidara getirecek olmasını reddetmezseniz, felâketinize hazır olun! Ve Türkiye'yi felâkete yuvarlamaktan uzak durun! Vatan ve milletini sevenler Türkiye'yi felâkete uğratmaktan uzak durur. Ama sizde vatan ve millet sevgisi yoktur. Sizdeki sevgi sadece iktidar olmak ve gayrimeşru yollarla iktidarı ele geçirmektir! Çünkü şeytan tarafından ele geçirilmiş durumdasınız. Göreviniz, AB ve ABD isimli şeytanî efendilerinize hizmet etmektir!

Size düşen ise, şeytana hizmetten vazgeçip, Türkiye yönetimini müslüman milletle uyumlu olan siyasetçilere bırakmaktır. Şeytanla ortaklık kurup gayrimeşru yollarla yönetimi ele geçirmeye çalışmanız, Türkiye siyasetine ihanettir. Hainliği kabul etmemelisiniz!

Not 5: Türkiye siyasetinde eğrilikler var. O eğriliklerden biri şudur: Yönetenlerle yönetilenlerin uyumsuzluğudur. Bu uyumsuzluğun giderilmesi gerekir. Bunun için de, Türkiye'yi yönetecek olanlar, kendilerini müslüman milletle uyumlu hale getirmelidir. Uyumlu olmayan ve olamayacak olanlar siyasetten el çekmelidir. Müslümanlığı olmayan bir siyasetçinin müslüman milleti yönetmeye kalkması, yaratılışa zıttır. "Haklı olmak"ın bir şartı da, "yaratılışın yasasına itaat"tir. Siyasette uyumsuzluk, bu yasaya isyandır. Bu isyan, devlet-millet barışını bozar. Gerekli barışı sağlayamayacak siyasetçiler ya siyasetten uzaklaşmalı, ya da kendilerini milletle uyumlu hale getirmelidir. Kargaların bülbülleri yönetmeye kalkması uygun olmadığı gibi, müslümanlıkla ilgisi olmayanların da müslüman bir milleti yönetmeye talip olması uygun değildir, kabul edilemez! Marksist ve terörist HDP'lilerin, Irkçı İP'lilerin, İslâmiyetten uzak CHP'lilerin müslüman bir milletin başına geçmesi, felâketten başka birşey getirmez. Buna izin verilmemelidir. Siyasal yönetimde uyum, liyakat, doğruluk ve adâlet şarttır. Bu dört şart birbirinden ayrılamaz. Bu dört şarta sahip olmayanlar siyasetten uzaklaşmalıdır. Türkiye siyasetinde yüz yıldır devam eden uyumsuzluk hatası artık sona ermelidir.

(Kargalar bülbüllerin yönetimine geçse, reis karga bülbüllere der: "Ben sizin gibi olamam ve ötemem, ama hepiniz benim gibi olacak, benim gibi öteceksiniz. Aksi halde boynunuzu vururum." Bülbüller de karga gibi olamaz ve ötemez. Reis karga da bülbüllerin boynunu vurur veya onları kendine köle yapar. Yani uyumsuzluk diktatörlük doğurur. Bu diktatörlüğü Türkiye siyasetinin geçmişinde görebilirsiniz.)

Not 6: Siyaset dünyasına uyarı! Çoğunluğu sağlayamayan oy oranışük partilerle ittifak kurup çoğunluk oluşturma çalışması bir sahtekârlıktır. Çünkü meselâ A partisinin oy oranı yüzde 20, B'nin yüzde 12, C'nin yüzde 10, D'nin yüzde 7, E'nin yüzde 5, F'nin yüzde 2 olsun. Toplam olarak yüzde 56 ederler. Fakat bu altı partinin hiç biri gerçek çoğunluğu temsil etmiyor. Bunların birleşerek çoğunluk olusturmaları sahte çoğunluktur. Bu sahte çoğunluğa meydan vermemek için ittifak kurmak ve koalisyon oluşturmak yasaklanmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki yüzde 51 sınırı da kaldırılmalı, "en çok oyu alan kazanır" ilkesi getirilmelidir. Bu ilke ile gerçek çoğunluk oluşur ve sistem doğruluk kazanır. Bu doğrulukla yapılan seçim meşrudur. Dolayısıyla çok partili sistem kaldırılmalı, bir kurul tarafından belirlenmiş ve testten geçirilmiş 3-4 başkan adayı milletin seçimine sunulmalıdır. En çok oyu alan da başkan ilân edilir.

Gerçek çoğunluğun hakkını yiyen ittifaklı ve koalisyonlu adâletsiz sistem mutlaka kaldırılmalıdır.

Ayrıca, Türkiye çok partili sisteme mahkûm edilmemeli. Daha iyi sistemler aramak Türkiyelilerin hakkıdır.

Not 7: ABD'li bir Başkan'ın Türkiye siyasetine el uzatması ve gayrimeşru yollarla yönetimi değiştirmeye çalışması, milletin iradesine tecavüz etmesi kabul edilemez! Türkiye siyasetçileri, Türkiye siyasetine uzatılan yabancı elleri kırmalı, kesmeli ve koparmalıdır. Koparmayıp kabul edenler haindir!

Milletin iradesine güvenmeyen siyasetçiler siyasetten çekilmeli, gayrimeşru yollardan iktidara gelmek isteyenler de siyasetten atılmalıdır.

Not 8: Ey "müslümanım" diyenler! Mehdiyet dönemi artık başlamıştır. Bundan sonra mânevî reisiniz, Allah'ın Mehdisi Mehmed Nur'an'dır. Mehdi'yi Allah seçer. Siyasal reisiniz, sizin seçtiklerinizdir. Allah'ın râzı olacağı kimseyi seçmek ve müslüman milletin yönetimini şeytana ve şeytanlaşmış siyasetçilere bırakmamak görevinizdir. Seçiminizi dikkatli yapınız. Allah'ın Mehdisi'ne muhalefet edenler, Allah'ın rahmetinden mahrum kalır.

Gökleri ve yeri yaratan Allah büyüktür! Evreni işleten ve yöneten Allah büyüktür! Kendinden başka ilah olmayan Allah büyüktür!

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı. 

  

Allah'tan başka ilah yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmiikisi, Mayıs'ın ilk haftası.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *