ATATÜRK İLE İLGİLİ BAZI GERÇEKLER VE DÜZELTİLMESİ GEREKENLER!
hak ve
adâletle hükmetmeyi emretmiş olan ALLAHın adıyla
Cumhurbaşkanlığı Sarayı olan (Beştepe Külliyesi) için yapılan masrafla ilgili bir tartışma olmuş. Belki bu tartışma kafalarda hâlâ devam etmektedir veya
edebilir diye, tartışmayı sonlandıracak şu gerçekleri göstermek istiyoruz: Atatürk için 1940'lı yıllarda bir
Anıtkabir yapılmış ve bunun için 25-30 milyon
lira harcanmış. Bu miktar şimdinin parasıyla belki 500 milyon eder. Şimdi yeni bir Anıtkabir yapılmak istense acaba kaça yapılır? Bunu
mimarlar hesaplayabilir ve Anıtkabir'in
maddi değeri ortaya çıkar.
Şimdi Anıtkabir için yaklaşık yarım milyar lira harcanmış olmasını israf
saymayanlar, Külliye için 1,3 milyar lira harcanmış olmasını israf sayma hakları olabilir mi? Hem Anıtkabir, değerli fakat ölü bir şahıs için yapılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ise, Türkiye'yi kıyamete kadar yönetecek diri Cumhurbaşkanları için yapılmıştır. Bugün o
Külliye'de Başkan Erdoğan oturuyorsa, yarın başka bir şahıs oturacaktır.
Ölü bir şahıs için yarım milyar harcamak israf sayılmazsa, diri yöneticilerin kullanacağı ve kıyamete kadar ebedî bir Türkiye için yapılmış bir Külliye'ye yapılan masraf
nasıl israf sayılabilir?
Hem Türkiye
süperleşmekte olan ve yakında Asya, Avrupa ve Afrika'ya liderlik
edecek bir ülkedir. Böyle bir ülkenin yönetim sarayının büyük ve
ihtişamlı olması gereksiz olabilir mi? Eğer bunu gereksiz görenler varsa, bu halde
Anıtkabir de küçültülsün, ufak bir mezar haline getirilsin.
Bunu kabul etmeyenlerin Külliye'nin büyüklüğüne ve ona yapılan masrafa ses çıkarma hakları kalır mı?
Kalmamalıdır! Zira
öldüğünde onun için bir anıtkabir yapılması için vasiyette bulunmamış olan Atatürk için Anıtkabir'i yaptıran CHP'liler, hata ve haksızlık etmişlerdir. Çünkü Atatürk yaptığı inkılâplarla ve onların kanunlaştırılmasıyla türbeler yasaklanmıştır. Anıtkabir ise, belki dünyanın en büyük türbesidir. Böyle bir büyük
türbe, Peygamberler için bile yapılmamıştır. Şimdi sormak gerekir: Atatürk için yapılmış olan Anıtkabir türbesi,
Atatürk'ün yaptığı inkılâplarla ve onların yasalarıyla örtüşüyor mu? Örtüşmüyorsa, Anıtkabir'in küçültülmesi ve türbe olmaktan çıkarılması gerekmez mi? Eğer "gerekmez" deniliyorsa, bu
takdirde tekke ve türbeler ile ilgili yasakların Türkiye yasalarından çıkarılması şart olmaz mı? O halde bu şart yerine getirilmeli ve CHP'liler
harekete geçerek o
Cumhuriyet'le uyuşmayan ve geçerliliği kalmamış yasakların kaldırılması için kanun teklifi vermelidir. Eğer buna taraftar değillerse, o zaman da Anıtkabir'in küçültülmesi için harekete geçmelidirler. Çünkü Atatürk, dünyanın en büyük türbesinin onun için yapılmasını vasiyet
etmemiştir. Eğer vasiyet ettiyse ve buna dair bir kanıt varsa, o kanıt ortaya serilmelidir.
İkinci önemli husus:
Atatürk'ün inkılâplarının Türkiye
yasalarından çıkarılması gerektiğidir. Çünkü bu yasalar Cumhuriyet'in özüyle uyuşmamaktadır. Uyuşmadığını da şu sualin cevabında görebiliriz: Cumhuriyet nedir?
Cevap: Ülke
ve millet yönetiminin bir krala, bir padişaha, bir
diktatöre değil, millet çoğunluğunun râzı olduğu vekillerden birine dayanmasıdır. Millet çoğunluğunun seçtiği kişi de, çoğunluğun râzı olmadığı kanunlar çıkaramaz, yapamaz. İsterse, istifa edebilir, ama çoğunluğun istemediği bir yasayı onlara dayatamaz. Dayattığı takdirde Cumhuriyet'in varlık ve anlamına tecavüz etmiş olur. Tecavüz olmaması için millet çoğunluğunun seçtiği kişi ancak hak ve adâlete uygun yasalar çıkarabilir ve bu yasaları çoğunluğa dayatmakta özgür ve hak sahibidir.
Şimdi eğer Atatürk'ün millet çoğunluğunun rızâsına uymayan bazı inkılâpları hâlâ Türkiye yasalarında tutulacak olursa, Atatürk o yasalarla
Cumhuriyet'e tecavüz ettirilmiş olur ve
olmaktadır. Bu tecavüz
ettiricilik artık son bulmalı değil mi? Bunun için de kendini demokrasi ve cumhuriyet aşığı gören ve gösteren CHP'lilerin harekete
geçmesi gerekmez mi? O
halde haydi CHP'liler! Demokrasi ve Cumhuriyet'in gereklerini ifa ediniz. Aksi
halde demokrasi ve Cumhuriyet tecavüzcüsü sayılacaksınız. Bu sayılma ile de millet çoğunluğuna zıt olmaktasınız. Bu zıtlıkla
milletten iktidar talep edemezsiniz, hakkınız yoktur! Hak ve Adâlet yoluna girmeniz
gerekmez mi? Ve bilmeniz gerekmez mi?: Hak ve Adâlet ve bunlara uygun Özgürlük,
Cumhuriyet'in tacıdır. Bu taç yoksa, Cumhuriyet yoktur!
(Şu da iyi bilinmelidir: İnkılâp denen şey, millet çoğunluğuyla birlikte yapılır. Millet çoğunluğuna karşı inkılâp ve devrim yapılmaz. Dini olmayan bir şahsın dinli
millet çoğunluğuna karşı yaptığı devrim ve inkılâba, "inkılâp" değil, "zorbalık" denir! "Peki, bir lider inkılâp yapamaz mı?" Yapabilir. Fakat millet çoğunluğu râzıysa veya karşı çıkmazsa. "Tamam ama, millet çoğunluğu azınlığa karşı devrim yaparsa ne
olacak?" Çoğunluk da azınlığa karşı devrim yapamaz. Devrimi
kabul edip etmemede azınlık özgür bırakılır. Fakat bu
özgürlüğün, hak ve adâleti çiğneme hakkı yoktur. Hak ve adâleti reddeden bir azınlık ülkeyi
terketmek zorundadır. Eğer isyana kalkışırsa, onlara savaş açılır, yok
edilirler. Yani: Haksızlık ve adâletsizlik
içinde olan azınlığa karşı inkılâp yapmak meşrudur.)
Üçüncü önemli husus: Câmilerde Atatürk'e
dua edilmesi için CHP'liler tarafından müslüman millete ve onların mânevî hizmetlerini gören Diyanet İşleri'ne baskı yapıldığını görüyoruz. Fakat
bu baskı bir hak değil, haksızlıktır. Bunu anlamak için de şu suali sormak gerekiyor: Atatürk kimdir?
Cevap:
Atatürk, Türkiye'nin düşman işgalinden kurtuluşunda komutanlık etmiş bir asker, millet çoğunluğunun talep etmediği ve taraftar olmadığı inkılâpları yapmış bir inkılâpçı ve Cumhuriyet'in kurucusudur. Atatürk
Cumhuriyet'i kurmuş ama, yaptığı inkılâplarla da kurduğu Cumhuriyet'i çiğnemiştir. Yani millet çoğunluğunun talep etmediği ve taraftar olmadığı devrimler yapmıştır. Bu
devrimler ise hakka ve adâlete dayanmamaktadır. Şimdi böyle
bir kişi için müslüman milletten dua beklenir mi?
Hem
müslüman milletin Atatürk'e dua edebilmesi için, dua edilecek kişinin müslüman olması gerekir. Şimdi sormak gerekir: Atatürk müslüman mıydı?
Cevap: Eğer Atatürk "ben müslümanım" demişse, bunun isbatı olarak
da eğer o müslümanca bir hayat yaşamışsa, yani namazını kılan,
orucunu tutan, zekâtını veren ve Allah'ın varlığını birleyen
kişi olmuşsa, o kişi müslümandır. Bu sayılanların olmadığı bir kişinin müslümanlıkla ilgisi yoktur. Ve bu sayılanların Atatürk'te görülmediği ve aksine bunların zıtlarının görüldüğü de çok açıktır.
Şimdi böyle bir kişi için müslüman millete ona dua etmesi için baskıda ve dayatmada bulunmak hak olur mu?
Madem olmaz, o halde bu baskı ve dayatma
son bulmalıdır.
Müslüman
millet, Atatürk için, Türkiye'nin düşman işgalinden kurtuluşunda yaptığı komutanlık sebebiyle isterse ona saygı gösterebilir. Müslüman milletten bundan
fazlası beklenemez ve
beklenmemelidir. Çünkü müslümanlığı olmayan ve olmamış bir kişi için rahmet okumak, müslümanların görevi değildir! Atatürk'ü sevenler istedikleri
kadar rahmet okuyabilirler. Fakat rahmeti haketmemiş kişi için yapılan duaların kabul olmayacağını da
bilmeliler!
İmza: Mehdiyet ve
Hilâfet Makamı.
Not 1: Ölmüş bir müslümana rahmet okunabilmesi için o kişinin "iyi işler yapmış" olması gerekir. Eğer o kişi kötü işler yapmışsa, onun için "Allah onun günahlarını
affetsin" denir. İyi işler yapmış müslüman için de: "Allah rahmet etsin"
denir. Müslüman olmayanlar için bir dua sorumluluğu yoktur.
(Atatürk'ün müslüman olup olmadığını Vikipedia'da
görebilirsiniz.)
Not 2:
Atatürk'ün müslüman olup olmadığıyla ilgili bir rüya. Allah'ın Mehdisi
Mehmed Nur'an, Atatürk'le ilgili bir rüyâsını şöyle anlatıyor: "Allah'tan ışık almaya başladığım günlerde bir gece rüyâmda Atatürk'ü gördüm. Atatürk'le mezarında buluştuk. Mezar odası dar ve karanlıktı. Fakat
birbirimizin yüzünü görebiliyorduk. Atatürk kırk yaşlarındaki
haliyleydi ve Allah'a inançsızlığından dolayı çok büyük bir üzüntü içindeydi."
(Ara not:
Peygamberlerin ve Evliyanın Allah'tan
ışık aldığı dönemde ve kalbi temiz sıradan halkın gördüğü rüyâlar, "doğru rüyâ"dır. Yani rüyâ aynen göründüğü gibi çıkar.)
Not 3:
Atatürk âhirette kurtulanlardan olabilir mi?
Cevap: Eğer Atatürk'e Allah'ın dinine dâvet eden bir uyarıcı geldiyse
ve Atatürk de uyarıcının dâvetini
kabul ettiyse, bu takdirde Atatürk kurtulanlardan olabilir. Ona bir uyarıcı
gelmediyse, Atatürk yine kurtulanlardan olabilir. Fakat Kur'an da bir uyarıcıdır. Acaba Atatürk Kur'anın içindekileri kabul mü etmiştir, yoksa "bu Arabın dinidir" veya "Arabın yaveleri" deyip, red mi etmiştir? Bütün mesele buradadır. Eğer Atatürk Kur'anın içindekileri kabul ettiyse ve kabul
ettiklerine uygun bir hayat yaşadıysa, bu halde o, kurtulmuş olanlardan olacaktır. Aksi halde kaybetmiş olur ve cezâlandırılır. Hiçbir Atatürkçü de onu, alacağı cezâdan kurtaramaz.
Not 4:
Atatürkçülerin Atatürk'le
ilgili alacağı ders şudur: Türkiye'nin düşman işgalinden kurtulmasında hizmet etmiş olmak, mutlak iyilik değildir. Mutlak iyilik: Evrenin Sahibi
Allah'a, âhiretine, meleklerine, elçilerine, kitaplarına
inanmakta ve Allah'a teslim olup teslim oluş şartları olan haklıca, adâletlice, namusluca, ibadetlice,
ahlâklıca ve iyiliklice
bir hayat yaşamaktır. Bu yaşama sahip olmayanların Allah'a inançsız ve O'na
teslim oluşsuz dünyevi ve
seküler iyilikleri, Allah katında iyilik
sayılmıyor, "geçersiz" kabul ediliyor.
Ötedünyada
ebedî bir hayat ve cennet isteyenler ve sonsuz bir cezâdan kurtulmak
dileyenler, gerçek iyiliğin ne olduğunu öğrenmeliler ve buna uygun bir yaşam seçmeliler. Ama bu seçim, ölüm gelmeden önce yapılmalı ve öldürülemeyen ölümün de her an gelebileceği unutulmamalıdır.
Not 5:
Kemalistler ve Atatürkçüler şunu da çok iyi bellemelidirler: Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı tek başına yapmadı. Onun arkasında dinden soyutlanmış bir lâikler ordusu değil, "Müslüman Ordu" vardı. Atatürk sevilir ve yüceltilirken bu
Müslüman Ordu da sevilmeli ve yüceltilmelidir. Çünkü Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı, bu ordudaki İslâmlı askerlerin kanlarının ve canlarının fedâ
edilmesiyle kazanıldı. Gerçek böyle olduğuna göre, bu ordunun hakkı yenmemelidir. Adâlet bunu gerektirir.
Not 6:
Sorulabilir: "İslâmiyet Arabın dini midir?
Cevap:
Allah ırklara göre din
göndermez. Bu sebeple Allah'ın dininin ırkı yoktur.
Yani Allah ırkçı değildir.
Allah, 'insana' ve 'insanlığa' din
indirir. Allah ancak milletlerin şartlarına göre farklı yasalar buyurabilir. Bunlar da hak ve
adâlete uygun olur. Din ile yasa birbirine karıştırılmamalıdır.
Not 7:
Atatürk'ün yaptığı lisan ve libas
devrimi doğru mu?
Cevap:
Müslüman millet çoğunluğunun rızâsı olmadan ve
onlara karşı küçük bir azınlığın yaptığı bu devrimlerin doğru olup olmadığını,
kemalistler şu aynada
seyredebilirler: Avrupa ve Amerika Türkiye'ye savaş açmış ve ülkeyi işgal etmiş olsun. Bu işgalin ortasında da Afganistan'daki Taliban gibi bir
Türk Talibanı ortaya çıksın ve yaptıkları mücâdelelerle düşman ordusunu mağlup etsin ve ülkeyi işgalden kurtarmış olsun. Bu kurtarıcılığın ardından da yönetimi ele geçirmiş olan Türk Talibanı devrimler yapmaya başlasın ve desin:
"Bundan sonra latin harfleriyle okuma-yazma yasaklanmıştır. Latin
harfleri yerine Arapça harfler kullanılacaktır. Kadınlar başörtüsü veya çarşaf takmak zorundadır. Erkekler ise pantolon yerine şalvar giyecek, sakal bırakacak, fes takacak veya sarık kullanacaktır. Okullarda kız ve erkek öğrenciler ayrı sınıflarda ders alacaklardır. Türk dili terkedilecek, onun yerine
Arapça dili kullanılacaktır. Yabancı müzik yasaklanmıştır. İlahî dinlemek serbesttir. Bu emirlere
uymayanlar şiddetle cezâlandırılacak, başkaldıranlar ise idam edilecektir."
Acaba bu
hayalî Türk Talibanı'nın devrim ve inkılâplarına solcular, kemalistler ve CHP'liler
tahammül edebilir mi? Elbette tahammül edemezler! İşte müslüman millet de Atatürk'ün onların inançlarına zıt yaptığı bazı inkılâp ve devrimlerine
tahammül edememişler ve etmeleri de
beklenmemelidir.
Not 8: Dindarlar
şu ölçüyü bilmelidir: Devletin sarayının mütevazi
olması gerekmez. Çünkü devlet, Peygamberlik müessesesi değil, yönetim teşkilâtıdır. Eğer devlet sarayının mütevazi
olması gerekseydi, Allah
önce Hz. Süleyman'ın sarayındaki ihtişama karşı çıkardı. Fakat Allah buna karşı çıkmamış, bir itirazda bulunmamıştır. Bu
sebeple eğer ülkede zenginlik
varsa ve millet çoğunluğu da fakirlikten kırılmıyorsa, devletin ihtişamlı bir sarayı olabilir. Anıtkabir, millet çoğunluğu fakirlik içindeyken yapılmıştır. Beştepe Külliyesi ise, millet çoğunluğu iyi durumdayken yapılmıştır. Bu farkı görmek gerekir.
Not 9:
Atatürk'ün ilkeleri eğer hak ve adâlete
uygunsa kabul edilir, uygun değilse
reddetmek gerekir. Yönetimin temelinin; hak ve adâlet ve bunlara uygun özgürlük
olduğu unutulmamalıdır. Türkiye,
yönetimi ele geçirmiş şahısların ilkeleriyle değil, ancak hak ve adâlet ile ve millet çoğunluğunun rızâsıyla
yönetilebilir. Hak ve adâlete uymayan bir yönetimi reddetmek, milletin hakkıdır. Fakat
hak ve adâletin ne olduğunu ancak insanların Yaratıcısı belirler. Yani insanlar kendi keyf ve çıkarlarına göre hak ve adâlet belirlemesi yapamaz.
Milletin ve yönetimi ele geçirenlerin çıkarları, inanç ve ideolojileri hak ve adâletin üstüne çıkarılamaz. Çıkara göre yönetim yapılmaz. Yönetim ancak hak ve adâlete göre
yapılır. Ancak böyle bir yönetim barışı sağlar.
Türkiye'yi
yönetenlerin ve yönetecek olanların,
Türkiye'deki milletin çoğunluğunun müslüman olduğunu ve İslâmiyet'in de adâleti emrettiğini unutmamaları gerekir.
Adâlet ise:
Haklıya hakkını vermek,
onun hakkını çiğnememek ve
suçluları da hak ettiği kadar cezâlandırmaktır.
Dokuzuncu
Not'un uzantısı: Madem adâlet haklıya hakkının
verilmesini emrediyor, o halde müslüman milletin hakları ödensin. Laiklik ve Atatürkçülük sebebiyle onların hakları çiğnenmesin.
Müslümanlar Atatürk'e secde etmeye mecbur bırakılmasın. Çünkü müslümanları Atatürk yaratmamıştır. Atatürk,
Türkiye'nin kurtuluşunda çalışmış bir komutandır. Fakat Türkiye'nin kurtuluşu sadece onun komutanlığıyla değil, müslüman ordunun onbinlerce
yüzbinlerce askerinin canları ve kanlarıyla gerçekleşmiştir. Bu
sebeple Atatürk'ün yüceltilme hakkı yüzde yüz
değil, yüzde elli
olabilir.
Atatürk'ün
inkılâpları ise, müslüman milletin aleyhine yapıldığı için, millet çoğunluğunun rızâsı alınmadığı için, "Cumhuriyet'i çiğneme"dir.
Bu çiğneme ise, Atatürk'ü "Cumhuriyet'in
ilk Cumhurbaşkanı" değil, "ilk Padişahı" yapmıştır.
Türkiye'nin yönetim biçimi Cumhuriyet olacaksa, Atatürk'ün padişahlığı reddedilmelidir. Bu red için de, onun müslüman çoğunluğun bünyesine uymayan inkılâpları Türkiye yasalarından çıkarılmalıdır. Bu çıkarımı yapmayanlar, müslümanların yani millet çoğunluğunun haklarını çiğnemiş olur. Bu da adâleti reddetmektir. Adâleti
reddetmek ise, Cumhuriyet'i yok etmektir. O zaman Atatürk'ün Cumhuriyet'i kurmuş olmasının ne anlamı kalır?!
Ne anlamı kalıyor?!
Cumhuriyet'in
anlam kazanabilmesi için müslüman milletin müslümanca yaşama hakkının çiğnenmemesi
ve gasbedilmemesi gerekir. Fakat ne yazık ki,
laiklik ve Atatürk âlet edilerek ve onlara dayanılarak bu gasp yapılmaktadır. Bu gasp artık son bulmalıdır. Bu son için de, müslümanların Atatürk türbesinde Atatürk'e secde ve kıyam ettirilmesi bitirilmeli ve müslüman
siyasetçilerin üzerindeki
Atatürkçülük baskıları kalkmalıdır. Bunun için de siyasetçilerin her resmî bayramda Anıtkabir'i ziyaret mecburiyeti sona ermeli.
Bu ziyaretler isteğe bağlı olmalı, Atatürkçülük zorbalığıyla değil! Yani müslüman bir siyasetçi Anıtkabir ziyaretini terkettiğinde kıyamet kopmamalı. Kıyamet
koparanlar ise, Cumhuriyet'i yıktıklarını
bilmelidir. İşte bu da Atatürk'e
en büyük hakarettir. Bu hakareti yapanların cezâlandırılması gerekir. Bu cezâlandırma "adâletin gereği"dir. Adâlete boyun eğmeyenlerin ise Cumhuriyet'i yoktur!
Adâlete
boyun eğenler ise,
müslümanların müslümanca yaşama hakkını çiğnemez. "Bir general namaz kılarken başına sarık sardı" diye, laikliğe sarılıp onun din
ve ibadet özgürlüğüne saldırmaz, onu görevinden attırmaz. Kadınların başörtüsünü dert etmez. Bir öğrenci okulun bir köşesinde namaz kıldığında bunun bir haksızlık olmadığını, hak olduğunu, hak ve adâletin de laiklikten üstün
olduğunu kabullenir.
(Ve bir
uyarı!: Türkiye'de
müslüman millet çoğunluğunun dinini ve seçim iradesini hazmedemeyen halkçı, laikçi, kemalist, sözde solcu, ateist, din düşmanı ve pkk'lı azınlıklar ve onlara destek veren dinli aldanmışlar ancak sahtekârlıkla, gayrimeşru yollarla ve Avrupa-Amerika'nın zorbalığıyla iktidara gelebilirler. 1946 yılında da CHP,
"açık oy, gizli sayım" sahtekârlığıyla iktidara gelmişti. Ama sahtekâlıkla gelenlerin, milletin darbesiyle
gidecekleri unutulmamalı ve gayrimeşru yollar terkedilmelidir. Avrupa ve
ABD'ye de güvenilmemelidir. Çünkü onların demokrasi anlayışı şudur: Çıkarlarına uyuyorsa, demokrasiyi yaşatırlar. Çıkarlarına uymayan demokrasiye de darbe vururlar.
Onların bu darbesine yol
verilmemelidir. Buna yol verenler hain ve millet düşmanıdır. Millet çoğunluğuna ve iradesine düşmanlık ise Cumhuriyet'e ihanettir!
Cumhuriyet'e ihanet, onun kurucusu Atatürk'e de ihanet olur.
İkinci uyarı!:
Pkk terör örgütünün siyasal kolu HDP'nin Türkiye'de '23 Seçimleri'ne katılma hakkı yoktur. Onun hakkı kapatılmaktır. HDP ancak Pkk'nın şeflerini
Türkiye Ordusu'na teslim etmekle veya onların yerlerini bildirmekle seçime katılabilir. HDP bunu yapamayacaksa, kendini
kapatmalıdır. Türkiye demokrasisinde bir terör
örgütü partisi barınamaz. Onu barındıranlar ve onunla ittifak
kuranlar ihanet içindedir! Türkiye'de hainleri safdışı edecek bir hukuk yok mu? Türkiye hukuku
nerede?
Üçüncü uyarı!: Türkiye demokrasisine darbe vuran
Avrupa ve Amerika, yaptırdıkları darbeler ile demokrasinin değerini katletmektedirler. Bu katliam karşısında Türkiye
yeni bir siyasal sistem aramak zorunda kalabilir. Bu yeni sistemle ilgili bir
teklifimiz şudur: Önce
Türkiye'yi yönetebilecek Başkan adaylarını
belirleyecek bir kurul oluşturulsun.
Bu seçici kurul, siyaset
profesörleri, dinî önderler ve Türkiye'ye iyi hizmette bulunmuş siyasetçilerden meydana gelsin. Bu kurulun en çok oyunu alan iki veya üç Başkan adayı seçime katılsın. Millet
de bu üç adaydan birini seçsin ve en çok oy alan aday seçimi kazanmış olsun. Bu sistemde siyasal partiler
olmayacak, Türkiye'yi bölen siyasetçilik ortadan kalkacaktır. Seçici kurul da; sahtekâr, ahlâksız, çapsız ve
liyakatsız adayları eleyecek, sadece doğru, dürüst, adâletli, Türkiye'yi ve
milletini tanıyan, ülkeyi kalkındıracak ve
ilerletecek, siyasetten iyi anlayan şahsiyetleri
seçecektir. Seçici kurulda zengin iş adamları bulunmayacaktır. Daha iyi bir önerisi olan varsa, açıklasın. Türkiye artık çok partili demokratik sistemden kurtulmalıdır.
Şu da akılda tutulmalıdır: ABD eğer Türkiye'deki seçimlere müdahil olmaktan vazgeçmezse, HDP kapatılmazsa ve Rusya ile Avrupa arasında savaş çıkarsa, bu takdirde Türkiye'yi yönetenler,
önümüzdeki '23 seçimi'ni iptal etme
hakkı kazanır. Ayrıca; ABD yönetimi eğer Türkiye siyasetine tecavüzden vazgeçmezse, bu durumda Türkiye yönetimi,
ABD'de Trump'ı iktidara getirme
hakkı kazanır. Türkiye Başkanı Erdoğan da isterse bu hakkı kullanır. CHP, ABD'nin Türkiye siyasetine
tecavüzünü reddetmek zorundadır. Bu red
yapılmazsa, Türkiye'de
herşey değişir!
CHP
yönetimi şunu da aklında bulundursun: Terör örgütünün siyasal
koluyla ittifak kurma ve Pkk'yı meşrulaştırma çalışmaları, Fetö'yü aklama
girişimleri, iktidara
gelindiğinde teröristleri
salıverme vaadleri ve
yabancı ülkeleri Türkiye
siyasetine tecavüze dâvet etmeler ve buna engel olmama durumları hep birer suçtur. Bu suçları terketmediğinde CHP, kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. CHP gerçekten demokrasi istiyorsa, gayri meşru yollara sapmaktan vazgeçmelidir. Aksi halde Türkiyeli çoğunluğun siyasal iradesi, CHP'nin siyasal sapıklığına son verir! CHP ortadan kalkar!
Siyasal sapıklık içinde bulunan CHP yönetimi iyi düşünsün!)
İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.
Allah'tan başka
tapılacak yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın
kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni
Çağ'ın yirmiikisi, Nisan ortası.
Mekan:
Avrupa.
Makam:
Hakka dâvet ve uyarı.
Boyut:
Muranizm.
Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.
*
* *