Montag, 25. April 2022

KUR'AN YAKTIRTAN İSVEÇ YÖNETİMİNE VE ONU BÜNYESİNDE BARINDIRAN AVRUPA BİRLİĞİ'NE UYARI!

KUR'AN YAKTIRTAN İSVEÇ YÖNETİMİNE VE ONU BÜNYESİNDE BARINDIRAN AVRUPA BİRLİĞİ'NE UYARI!

 

Kur'an yakan ve yaktırtanları cezâlandıracak olan tekTANRInın adıyla

 

İsveç yönetimine ve Avrupa Birliği'ne uyarı,

Geçtiğimiz günlerde, ülkenizde bir siyasetçiye, polis koruması altında Kur'an yakma izni verdiniz. Verdiğiniz bu izinle Kur'anı yakan ve yaktıran ülke oldunuz. Kur'anı yaktırmakla birbuçuk milyar müslümana hakaret ettiğinizin farkında mısınız? Bu hakarete ne hakkınız var? Müslümanlara hakaret etmek fikir özgürlüğü değil, ancak "fikir barbarlığı" olabilir. Bu barbarlığa izin vermekle uygarlıktan vazgeçtiğinizi mi bildirmek istiyorsunuz? Uygarlıktan vazgeçmiş değilseniz bu barbarlığı durdurmanız, onu engellemeniz gerekmez mi? Yoksa müslümanlara hakaret etmek bir insan hakkı mıdır? Eğer insan hakkıysa, bir müslüman da sizin Başbakanınıza, kralınıza, kraliçenize hakaret etme hakkına sahip midir? Eğer sahip değilse, siz müslümanlara hakaret etme ve ettirme hakkını kimden alıyorsunuz? Lütfen, kaynağınızı açıklayınız.

Şunu iyi bilmelisiniz: Kur'an bütün insanlık için çok kıymetli bir kitaptır. Çünkü Kur'an, insanlığı ebedî bir hayata dâvet eder ve bu hayatı kazanmanın şartlarını açıklar ve verdiği emirlerle de insan hayatını düzene sokar. Bu düzen ile de barışı sağlar. Barışı bozanlar ise, Kur'anı dinlemeyenler ve onu yaktıranlardır.

Kur'anı yaktırarak barışı niçin bozuyorsunuz? İyi insanlar barış için çalışır. Kötü insanlar ise barışı bozmak için uğraşır. Bu bozgunculuk size fayda değil, zarar getirir. Bu zarardan dönmeniz gerekmez mi?

Eğer bu zarardan dönmezseniz, yüce Tanrı sizin birliğinizi bozar, gücünüzü yok eder ve ekonomik felâkete uğratır. Bu olumsuzluklara râzı değilseniz, Tanrı'nın kitabına saygılı olursunuz ve müslümanlara hakaretten vazgeçersiniz.

"Biz Kur'an yaktırmıyoruz" dememelisiniz. Çünkü Kur'an yakanlara engel olmadığınız ve onları koruduğunuz için, "Kur'an yaktıran" oluyorsunuz. Kur'an yakanların da bunu, düşmanlıkla ve müslümanlara hakaret etmek için yaptıklarını unutmamalısınız.

Kur'an yaktırmaya son vererek müslümanlara hakaret etmekten vazgeçeceğinizi umuyoruz.

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Not 1: Eğer ölümü öldürdüyseniz, kıyameti durdurabilecekseniz veya başka bir evren yaratıp Tanrı'ya ait bu evreni terkedebilecekseniz, bu takdirde Kur'ana ihtiyacınız kalmaz. Fakat Tanrı'ya ait bir varlık olduğunuzu da unutmamalısınız. Tanrı'ya ait bir varlık, kendini Tanrı'dan ayıramaz. Tanrı'dan ayrılabilmeniz için önce kendinizi yok etmeniz ve sonra da kendinizi yeniden yaratmanız gerekir. Bunları yapmanız mümkün değilse, Tanrı'ya inanıp O'na teslim olmaktan başka çıkar yol kalmaz. Tanrı'yı tanımanın ve O'na teslim olmanın yolu da Kur'andan geçer. Kur'ana sahip çıkanlar da öte dünyada mükâfatlandırılır, cenneti yani mutluluk içinde ebedî bir hayatı kazanır.

Bu kazancı reddetmemelisiniz. Çünkü dünyada ölümlüsünüz. Bedensel ölümü öldürseniz bile kıyameti durduracak gücünüz yoktur. Yüce Tanrı ise ölümünüzden sonra sizi tekrar diriltip hesap soracak ve cezâlandıracak güce sahiptir. Evreni yaratabilmiş ve onu yönetebilmekte olan bir Tanrı, sizi ölümden sonra tekrar diriltemez mi? Dünyada hergün 300 binden fazla bebek dirilten ve her yıl kışta ölmüş bitkiler âlemini bahar ile hayatlandıran bir Tanrı, sizi de tekrar diriltemez mi? Diriltebilir ve diriltecektir. Bu diriltme için de dolaylı dolaysız binlerce defa vaadde bulunmuştur. Tanrı vaadettiyse, doğrudur. Yani bütün geleceğiniz Tanrı'nın elindedir. Tanrı'nın elinden kaçmanız mümkün değildir. Madem mümkün değildir, O'na teslim olmalısınız. Ancak bu teslim oluşla geleceğiniz garanti kazanır. Gelmişiniz de, ölüm ve yokoluş korkularından kurtulur. Kurtuluş istemez misiniz? Kalbiniz "ben ebedî bir hayat istiyorum" demiyor mu? Madem diyor, işte kurtuluş kitabınız Kur'an sizi bekliyor! Kur'anı yakan ve yaktırtanlar ancak kendilerini yakmış ve yaktırmış olur. Çünkü Kur'anı yakan ve yaktırtanlar için ölümden ve kıyametten sonra ebedî bir cehennem var! Akıllı insanlar bu cehenneme girmemek için çalışır. Yüce Tanrı diyor: "Aklınızı iyi kullanın! Akılsızlık etmeyin!"

Not 2: Kur'anı yaktırarak ne kadar büyük bir kötülük içinde olduğunuzu şu hesabı yaparak görebilirsiniz: İsveç kanunlarında bir şahsa hakarete verilen cezanın 3 ay olduğunu farzedelim. Dünyada ise 1,7 milyar müslüman yaşamaktadır. Şimdi bu rakamı 3 ay cezâ ile çarpınız. Çıkan sonuç, Kur'anı yaktırarak bütün müslümanlara hakaret etmekte olan İsveç yönetimindekilerin alacağı cezâyı gösterir. Bu kadar büyük bir cezânın altından kalkabilir misiniz? Madem kalkamazsınız, o halde Kur'an yaktırarak müslümanlara kötülük etmekten uzak durmanız gerekmez mi?

Hani sizin adâletiniz? Bir devlet ve yönetim adâletsiz olabilir mi? Adâleti olmayan bir devlete devlet denebilir mi? Yoksa adâletin ne olduğunu bilmiyor musunuz? Eğer bilmiyorsanız söyleyelim. Adâlet: Haklıya hakkını vermek, onun hakkını çiğnememektir. Adâletin arka yüzü ise: Suçluları hakettikleri kadar cezâlandırmaktır.

Halkınıza vereceğiniz fikir özgürlüğünün, hak ve adâleti çiğnememesi gerekmez mi? O halde fikir özgürlüğünü kötüye kullananları niçin cezâlandırmıyorsunuz? Onlara neden fırsat veriyorsunuz? Yoksa fikir özgürlüğünü adâletten üstün mü tutuyorsunuz? ABD de çıkarlarını adâletten üstün tutarak bütün insanlığa kötülük etmektedir. Siz de Kur'an yaktırarak bütün müslümanlara kötülük etmektesiniz. Yoksa siz de ABD ile "adâleti çiğneme yarışı"na mı girdiniz? Bu kötülükçü spor sizin ülkenizin vücudununa fayda verir mi? Barış getirir mi?

İşte dünya barışını bozan en birinci sebep budur: "Çıkarları adâletin üzerine çıkarmak." Çıkarlarınızı ve özgürlüğünüzü adâletin altına indirmeniz gerekmiyor mu? 

Not 3: Kur'an her şeyden önce dünya ve kâinatın tek sahibi olan yüce Tanrı'ya ait bir kitaptır. Bu sebeple yüce Tanrı: "Benim kitabımı yakan ve yaktıranları Ben de yakarım" dese ve üzerinize bir meteor fırlatsa, ne yaparsınız? Yapacağınız hiç birşey yok! Mahvolur gidersiniz. Mahvolmamak isterseniz, haddinizi bilirsiniz ve bilmelisiniz!

O halde şimdi size düşen görev: Önce Tanrı'dan, sonra da bütün müslümanlardan özür dilemektir. Bu özrü dilemek, medeniyetin ve insan oluşun gereğidir. Ne kadar medenî ve insan olduğunuzu göstermelisiniz!

Artık Kur'anın basit bir kitap olmadığını anlamalısınız. O kitabın Sahibi yüce Tanrı'yı öfkelendirmekten uzak durmalısınız ve uzak durunuz. Çünkü O'na ait bir Dünya ve Evrende yaşamaktasınız. Yüce Tanrı, Dünya ve Evren'in sahipsiz olmadığını da Kur'anla bildirmiştir. Bu güne kadar da başka bir Sahip ortaya çıkmamıştır. Yani Dünya ve Evren'in Sahibi tektir. Kur'anlı müslümanlar da O Tek Sahib'e (en yüce ve gerçek Tanrı) anlamında ALLAH der.

Not 4: Bedensel ölümü öldürmekle ölümsüzlüğü kazanacağını zannedenlere uyarı! İnsan organlarını yenileyerek bedensel ölümü öldürmek, mutlak anlamda ölümsüzlüğü kazanmış olmak değildir. Ölümsüzlüğü tam kazanabilmek için kıyameti durdurabilmek gerekir. Kıyameti durduramayanlar, ölümsüzlüğü kazanmış olmaz. Bu sebeple ölümsüzlüğü tam kazanabilmek için öte dünya inancına sahip olmak gerekir. Bu dünyada ölümü öldürmenin faydaları varsa da, insanlığa zararları daha çoktur. Bu zararlara düşmemek gerekir. Çünkü ölüm olmazsa, insanlık dünyaya sığmayacak kadar çoğalır. Bu çoğalma karşısında da azınlıkta olan çok akıllı dinsiz zenginler, çoğunlukta olan fakirleri yok etmek zorunda kalır. (Bu konuda çok güzel bir film de yapılabilir.)

Şu da unutulmamalıdır: 101 yıl sonra kıyamet kopacaktır. Yani bugün ölümü öldürebilecek olanlar ancak bir asır yaşayabilecektir. Yani bütün insanlığın sadece 101 yıllık ömrü kalmıştır. Çünkü 2123 yılında kıyamet başlayacaktır. Yüce Tanrı tarafından bunun bilgisi bize öğretilmiştir.

Not 5: Bu bildiri uluslararası diplomatik platformda paylaşılmıştır.

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Tanrı tektir. İsa, Musa ve Muhammed tekTanrı'nın elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmiikisi, Nisan sonu.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

(Muranist: Modern Kur'anlı)

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *

 

 

Sonntag, 24. April 2022

ATATÜRK İLE İLGİLİ BAZI GERÇEKLER VE DÜZELTİLMESİ GEREKENLER!

ATATÜRK İLE İLGİLİ BAZI GERÇEKLER VE DÜZELTİLMESİ GEREKENLER!

 

hak ve adâletle hükmetmeyi emretmiş olan ALLAHın adıyla

 

Cumhurbaşkanlığı Sarayı olan (Beştepe Külliyesi) için yapılan masrafla ilgili bir tartışma olmuş. Belki bu tartışma kafalarda hâlâ devam etmektedir veya edebilir diye, tartışmayı sonlandıracak şu gerçekleri göstermek istiyoruz: Atatürk için 1940'lı yıllarda bir Anıtkabir yapılmış ve bunun için 25-30 milyon lira harcanmış. Bu miktar şimdinin parasıyla belki 500 milyon eder. Şimdi yeni bir Anıtkabir yapılmak istense acaba kaça yapılır? Bunu mimarlar hesaplayabilir ve Anıtkabir'in maddi değeri ortaya çıkar.

Şimdi Anıtkabir için yaklaşık yarım milyar lira harcanmış olmasını israf saymayanlar, Külliye için 1,3 milyar lira harcanmış olmasını israf sayma hakları olabilir mi? Hem Anıtkabir, değerli fakat ölü bir şahıs için yapılmıştır. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ise, Türkiye'yi kıyamete kadar yönetecek diri Cumhurbaşkanları için yapılmıştır. Bugün o Külliye'de Başkan Erdoğan oturuyorsa, yarın başka bir şahıs oturacaktır.

Ölü bir şahıs için yarım milyar harcamak israf sayılmazsa, diri yöneticilerin kullanacağı ve kıyamete kadar ebedî bir Türkiye için yapılmış bir Külliye'ye yapılan masraf nasıl israf sayılabilir?

Hem Türkiye süperleşmekte olan ve yakında Asya, Avrupa ve Afrika'ya liderlik edecek bir ülkedir. Böyle bir ülkenin yönetim sarayının büyük ve ihtişamlı olması gereksiz olabilir mi? Eğer bunu gereksiz görenler varsa, bu halde Anıtkabir de küçültülsün, ufak bir mezar haline getirilsin. Bunu kabul etmeyenlerin Külliye'nin büyüklüğüne ve ona yapılan masrafa ses çıkarma hakları kalır mı?

Kalmamalıdır! Zira öldüğünde onun için bir anıtkabir yapılması için vasiyette bulunmamış olan Atatürk için Anıtkabir'i yaptıran CHP'liler, hata ve haksızlık etmişlerdir. Çünkü Atatürk yaptığı inkılâplarla ve onların kanunlaştırılmasıyla türbeler yasaklanmıştır. Anıtkabir ise, belki dünyanın en büyük türbesidir. Böyle bir büyük türbe, Peygamberler için bile yapılmamıştır. Şimdi sormak gerekir: Atatürk için yapılmış olan Anıtkabir türbesi, Atatürk'ün yaptığı inkılâplarla ve onların yasalarıyla örtüşüyor mu? Örtüşmüyorsa, Anıtkabir'in küçültülmesi ve türbe olmaktan çıkarılması gerekmez mi? Eğer "gerekmez" deniliyorsa, bu takdirde tekke ve türbeler ile ilgili yasakların Türkiye yasalarından çıkarılması şart olmaz mı? O halde bu şart yerine getirilmeli ve CHP'liler harekete geçerek o Cumhuriyet'le uyuşmayan ve geçerliliği kalmamış yasakların kaldırılması için kanun teklifi vermelidir. Eğer buna taraftar değillerse, o zaman da Anıtkabir'in küçültülmesi için harekete geçmelidirler. Çünkü Atatürk, dünyanın en büyük türbesinin onun için yapılmasını vasiyet etmemiştir. Eğer vasiyet ettiyse ve buna dair bir kanıt varsa, o kanıt ortaya serilmelidir. 

İkinci önemli husus: Atatürk'ün inkılâplarının Türkiye yasalarından çıkarılması gerektiğidir. Çünkü bu yasalar Cumhuriyet'in özüyle uyuşmamaktadır. Uyuşmadığını da şu sualin cevabında görebiliriz: Cumhuriyet nedir?

Cevap: Ülke ve millet yönetiminin bir krala, bir padişaha, bir diktatöre değil, millet çoğunluğunun râzı olduğu vekillerden birine dayanmasıdır. Millet çoğunluğunun seçtiği kişi de, çoğunluğun râzı olmadığı kanunlar çıkaramaz, yapamaz. İsterse, istifa edebilir, ama çoğunluğun istemediği bir yasayı onlara dayatamaz. Dayattığı takdirde Cumhuriyet'in varlık ve anlamına tecavüz etmiş olur. Tecavüz olmaması için millet çoğunluğunun seçtiği kişi ancak hak ve adâlete uygun yasalar çıkarabilir ve bu yasaları çoğunluğa dayatmakta özgür ve hak sahibidir.   

Şimdi eğer Atatürk'ün millet çoğunluğunun rızâsına uymayan bazı inkılâpları hâlâ Türkiye yasalarında tutulacak olursa, Atatürk o yasalarla Cumhuriyet'e tecavüz ettirilmiş olur ve olmaktadır. Bu tecavüz ettiricilik artık son bulmalı değil mi? Bunun için de kendini demokrasi ve cumhuriyet aşığı gören ve gösteren CHP'lilerin harekete geçmesi gerekmez mi? O halde haydi CHP'liler! Demokrasi ve Cumhuriyet'in gereklerini ifa ediniz. Aksi halde demokrasi ve Cumhuriyet tecavüzcüsü sayılacaksınız. Bu sayılma ile de millet çoğunluğuna zıt olmaktasınız. Bu zıtlıkla milletten iktidar talep edemezsiniz, hakkınız yoktur! Hak ve Adâlet yoluna girmeniz gerekmez mi? Ve bilmeniz gerekmez mi?: Hak ve Adâlet ve bunlara uygun Özgürlük, Cumhuriyet'in tacıdır. Bu taç yoksa, Cumhuriyet yoktur!

(Şu da iyi bilinmelidir: İnkılâp denen şey, millet çoğunluğuyla birlikte yapılır. Millet çoğunluğuna karşı inkılâp ve devrim yapılmaz. Dini olmayan bir şahsın dinli millet çoğunluğuna karşı yaptığı devrim ve inkılâba, "inkılâp" değil, "zorbalık" denir! "Peki, bir lider inkılâp yapamaz mı?" Yapabilir. Fakat millet çoğunluğu râzıysa veya karşı çıkmazsa. "Tamam ama, millet çoğunluğu azınlığa karşı devrim yaparsa ne olacak?" Çoğunluk da azınlığa karşı devrim yapamaz. Devrimi kabul edip etmemede azınlık özgür bırakılır. Fakat bu özgürlüğün, hak ve adâleti çiğneme hakkı yoktur. Hak ve adâleti reddeden bir azınlık ülkeyi terketmek zorundadır. Eğer isyana kalkışırsa, onlara savaş açılır, yok edilirler. Yani: Haksızlık ve adâletsizlik içinde olan azınlığa karşı inkılâp yapmak meşrudur.)

Üçüncü önemli husus: Câmilerde Atatürk'e dua edilmesi için CHP'liler tarafından müslüman millete ve onların mânevî hizmetlerini gören Diyanet İşleri'ne baskı yapıldığını görüyoruz. Fakat bu baskı bir hak değil, haksızlıktır. Bunu anlamak için de şu suali sormak gerekiyor: Atatürk kimdir?

Cevap: Atatürk, Türkiye'nin düşman işgalinden kurtuluşunda komutanlık etmiş bir asker, millet çoğunluğunun talep etmediği ve taraftar olmadığı inkılâpları yapmış bir inkılâpçı ve Cumhuriyet'in kurucusudur. Atatürk Cumhuriyet'i kurmuş ama, yaptığı inkılâplarla da kurduğu Cumhuriyet'i çiğnemiştir. Yani millet çoğunluğunun talep etmediği ve taraftar olmadığı devrimler yapmıştır. Bu devrimler ise hakka ve adâlete dayanmamaktadır. Şimdi böyle bir kişi için müslüman milletten dua beklenir mi?

Hem müslüman milletin Atatürk'e dua edebilmesi için, dua edilecek kişinin müslüman olması gerekir. Şimdi sormak gerekir: Atatürk müslüman mıydı?

Cevap: Eğer Atatürk "ben müslümanım" demişse, bunun isbatı olarak da eğer o müslümanca bir hayat yaşamışsa, yani namazını kılan, orucunu tutan, zekâtını veren ve Allah'ın varlığını birleyen kişi olmuşsa, o kişi müslümandır. Bu sayılanların olmadığı bir kişinin müslümanlıkla ilgisi yoktur. Ve bu sayılanların Atatürk'te görülmediği ve aksine bunların zıtlarının görüldüğü de çok açıktır.

Şimdi böyle bir kişi için müslüman millete ona dua etmesi için baskıda ve dayatmada bulunmak hak olur mu? Madem olmaz, o halde bu baskı ve dayatma son bulmalıdır.

Müslüman millet, Atatürk için, Türkiye'nin düşman işgalinden kurtuluşunda yaptığı komutanlık sebebiyle isterse ona saygı gösterebilir. Müslüman milletten bundan fazlası beklenemez ve beklenmemelidir. Çünkü müslümanlığı olmayan ve olmamış bir kişi için rahmet okumak, müslümanların görevi değildir! Atatürk'ü sevenler istedikleri kadar rahmet okuyabilirler. Fakat rahmeti haketmemiş kişi için yapılan duaların kabul olmayacağını da bilmeliler!

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Not 1: Ölmüş bir müslümana rahmet okunabilmesi için o kişinin "iyi işler yapmış" olması gerekir. Eğer o kişi kötü işler yapmışsa, onun için "Allah onun günahlarını affetsin" denir. İyi işler yapmış müslüman için de: "Allah rahmet etsin" denir. Müslüman olmayanlar için bir dua sorumluluğu yoktur. (Atatürk'ün müslüman olup olmadığını Vikipedia'da görebilirsiniz.)

Not 2: Atatürk'ün müslüman olup olmadığıyla ilgili bir rüya. Allah'ın Mehdisi Mehmed Nur'an, Atatürk'le ilgili bir rüyâsını şöyle anlatıyor: "Allah'tan ışık almaya başladığım günlerde bir gece rüyâmda Atatürk'ü gördüm. Atatürk'le mezarında buluştuk. Mezar odası dar ve karanlıktı. Fakat birbirimizin yüzünü görebiliyorduk. Atatürk kırk yaşlarındaki haliyleydi ve Allah'a inançsızlığından dolayı çok büyük bir üzüntü içindeydi."

(Ara not: Peygamberlerin ve Evliyanın Allah'tan ışık aldığı dönemde ve kalbi temiz sıradan halkın gördüğü rüyâlar, "doğru rüyâ"dır. Yani rüyâ aynen göründüğü gibi çıkar.)

Not 3: Atatürk âhirette kurtulanlardan olabilir mi?

Cevap: Eğer Atatürk'e Allah'ın dinine dâvet eden bir uyarıcı geldiyse ve Atatürk de uyarıcının dâvetini kabul ettiyse, bu takdirde Atatürk kurtulanlardan olabilir. Ona bir uyarıcı gelmediyse, Atatürk yine kurtulanlardan olabilir. Fakat Kur'an da bir uyarıcıdır. Acaba Atatürk Kur'anın içindekileri kabul mü etmiştir, yoksa "bu Arabın dinidir" veya "Arabın yaveleri" deyip, red mi etmiştir? Bütün mesele buradadır. Eğer Atatürk Kur'anın içindekileri kabul ettiyse ve kabul ettiklerine uygun bir hayat yaşadıysa, bu halde o, kurtulmuş olanlardan olacaktır. Aksi halde kaybetmiş olur ve cezâlandırılır. Hiçbir Atatürkçü de onu, alacağı cezâdan kurtaramaz.

Not 4: Atatürkçülerin Atatürk'le ilgili alacağı ders şudur: Türkiye'nin düşman işgalinden kurtulmasında hizmet etmiş olmak, mutlak iyilik değildir. Mutlak iyilik: Evrenin Sahibi Allah'a, âhiretine, meleklerine, elçilerine, kitaplarına inanmakta ve Allah'a teslim olup teslim oluş şartları olan haklıca, adâletlice, namusluca, ibadetlice, ahlâklıca ve iyiliklice bir hayat yaşamaktır. Bu yaşama sahip olmayanların Allah'a inançsız ve O'na teslim oluşsuz dünyevi ve seküler iyilikleri, Allah katında iyilik sayılmıyor, "geçersiz" kabul ediliyor.

Ötedünyada ebedî bir hayat ve cennet isteyenler ve sonsuz bir cezâdan kurtulmak dileyenler, gerçek iyiliğin ne olduğunu öğrenmeliler ve buna uygun bir yaşam seçmeliler. Ama bu seçim, ölüm gelmeden önce yapılmalı ve öldürülemeyen ölümün de her an gelebileceği unutulmamalıdır.

Not 5: Kemalistler ve Atatürkçüler şunu da çok iyi bellemelidirler: Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı tek başına yapmadı. Onun arkasında dinden soyutlanmış bir lâikler ordusu değil, "Müslüman Ordu" vardı. Atatürk sevilir ve yüceltilirken bu Müslüman Ordu da sevilmeli ve yüceltilmelidir. Çünkü Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı, bu ordudaki İslâmlı askerlerin kanlarının ve canlarının fedâ edilmesiyle kazanıldı. Gerçek böyle olduğuna göre, bu ordunun hakkı yenmemelidir. Adâlet bunu gerektirir.

Not 6: Sorulabilir: "İslâmiyet Arabın dini midir?

Cevap: Allah ırklara göre din göndermez. Bu sebeple Allah'ın dininin ırkı yoktur. Yani Allah ırkçı değildir. Allah, 'insana' ve 'insanlığa' din indirir. Allah ancak milletlerin şartlarına göre farklı yasalar buyurabilir. Bunlar da hak ve adâlete uygun olur. Din ile yasa birbirine karıştırılmamalıdır.

Not 7: Atatürk'ün yaptığı lisan ve libas devrimi doğru mu?

Cevap: Müslüman millet çoğunluğunun rızâsı olmadan ve onlara karşıçük bir azınlığın yaptığı bu devrimlerin doğru olup olmadığını, kemalistler şu aynada seyredebilirler: Avrupa ve Amerika Türkiye'ye savaş açmış ve ülkeyi işgal etmiş olsun. Bu işgalin ortasında da Afganistan'daki Taliban gibi bir Türk Talibanı ortaya çıksın ve yaptıkları mücâdelelerle düşman ordusunu mağlup etsin ve ülkeyi işgalden kurtarmış olsun. Bu kurtarıcılığın ardından da yönetimi ele geçirmiş olan Türk Talibanı devrimler yapmaya başlasın ve desin: "Bundan sonra latin harfleriyle okuma-yazma yasaklanmıştır. Latin harfleri yerine Arapça harfler kullanılacaktır. Kadınlar başörtüsü veya çarşaf takmak zorundadır. Erkekler ise pantolon yerine şalvar giyecek, sakal bırakacak, fes takacak veya sarık kullanacaktır. Okullarda kız ve erkek öğrenciler ayrı sınıflarda ders alacaklardır. Türk dili terkedilecek, onun yerine Arapça dili kullanılacaktır. Yabancı müzik yasaklanmıştır. İlahî dinlemek serbesttir. Bu emirlere uymayanlar şiddetle cezâlandırılacak, başkaldıranlar ise idam edilecektir."

Acaba bu hayalî Türk Talibanı'nın devrim ve inkılâplarına solcular, kemalistler ve CHP'liler tahammül edebilir mi? Elbette tahammül edemezler! İşte müslüman millet de Atatürk'ün onların inançlarına zıt yaptığı bazı inkılâp ve devrimlerine tahammül edememişler ve etmeleri de beklenmemelidir.  

Not 8: Dindarlar şu ölçüyü bilmelidir: Devletin sarayının mütevazi olması gerekmez. Çünkü devlet, Peygamberlik müessesesi değil, yönetim teşkilâtıdır. Eğer devlet sarayının mütevazi olması gerekseydi, Allah önce Hz. Süleyman'ın sarayındaki ihtişama karşı çıkardı. Fakat Allah buna karşı çıkmamış, bir itirazda bulunmamıştır. Bu sebeple eğer ülkede zenginlik varsa ve millet çoğunluğu da fakirlikten kırılmıyorsa, devletin ihtişamlı bir sarayı olabilir. Anıtkabir, millet çoğunluğu fakirlik içindeyken yapılmıştır. Beştepe Külliyesi ise, millet çoğunluğu iyi durumdayken yapılmıştır. Bu farkı görmek gerekir.

Not 9: Atatürk'ün ilkeleri eğer hak ve adâlete uygunsa kabul edilir, uygun değilse reddetmek gerekir. Yönetimin temelinin; hak ve adâlet ve bunlara uygun özgürlük olduğu unutulmamalıdır. Türkiye, yönetimi ele geçirmiş şahısların ilkeleriyle değil, ancak hak ve adâlet ile ve millet çoğunluğunun rızâsıyla yönetilebilir. Hak ve adâlete uymayan bir yönetimi reddetmek, milletin hakkıdır. Fakat hak ve adâletin ne olduğunu ancak insanların Yaratıcısı belirler. Yani insanlar kendi keyf ve çıkarlarına göre hak ve adâlet belirlemesi yapamaz. Milletin ve yönetimi ele geçirenlerin çıkarları, inanç ve ideolojileri hak ve adâletin üstüne çıkarılamaz. Çıkara göre yönetim yapılmaz. Yönetim ancak hak ve adâlete göre yapılır. Ancak böyle bir yönetim barışı sağlar.

Türkiye'yi yönetenlerin ve yönetecek olanların, Türkiye'deki milletin çoğunluğunun müslüman olduğunu ve İslâmiyet'in de adâleti emrettiğini unutmamaları gerekir.

Adâlet ise: Haklıya hakkını vermek, onun hakkını çiğnememek ve suçluları da hak ettiği kadar cezâlandırmaktır.

Dokuzuncu Not'un uzantısı: Madem adâlet haklıya hakkının verilmesini emrediyor, o halde müslüman milletin hakları ödensin. Laiklik ve Atatürkçülük sebebiyle onların hakları çiğnenmesin. Müslümanlar Atatürk'e secde etmeye mecbur bırakılmasın. Çünkü müslümanları Atatürk yaratmamıştır. Atatürk, Türkiye'nin kurtuluşunda çalışmış bir komutandır. Fakat Türkiye'nin kurtuluşu sadece onun komutanlığıyla değil, müslüman ordunun onbinlerce yüzbinlerce askerinin canları ve kanlarıyla gerçekleşmiştir. Bu sebeple Atatürk'ün yüceltilme hakkı yüzde yüz değil, yüzde elli olabilir.

Atatürk'ün inkılâpları ise, müslüman milletin aleyhine yapıldığı için, millet çoğunluğunun rızâsı alınmadığı için, "Cumhuriyet'i çiğneme"dir. Bu çiğneme ise, Atatürk'ü "Cumhuriyet'in ilk Cumhurbaşkanı" değil, "ilk Padişahı" yapmıştır. Türkiye'nin yönetim biçimi Cumhuriyet olacaksa, Atatürk'ün padişahlığı reddedilmelidir. Bu red için de, onun müslüman çoğunluğun bünyesine uymayan inkılâpları Türkiye yasalarından çıkarılmalıdır. Bu çıkarımı yapmayanlar, müslümanların yani millet çoğunluğunun haklarını çiğnemiş olur. Bu da adâleti reddetmektir. Adâleti reddetmek ise, Cumhuriyet'i yok etmektir. O zaman Atatürk'ün Cumhuriyet'i kurmuş olmasının ne anlamı kalır?!  Ne anlamı kalıyor?!

Cumhuriyet'in anlam kazanabilmesi için müslüman milletin müslümanca yaşama hakkının çiğnenmemesi ve gasbedilmemesi gerekir. Fakat ne yazık ki, laiklik ve Atatürk âlet edilerek ve onlara dayanılarak bu gasp yapılmaktadır. Bu gasp artık son bulmalıdır. Bu son için de, müslümanların Atatürk türbesinde Atatürk'e secde ve kıyam ettirilmesi bitirilmeli ve müslüman siyasetçilerin üzerindeki Atatürkçülük baskıları kalkmalıdır. Bunun için de siyasetçilerin her resmî bayramda Anıtkabir'i ziyaret mecburiyeti sona ermeli. Bu ziyaretler isteğe bağlı olmalı, Atatürkçülük zorbalığıyla değil! Yani müslüman bir siyasetçi Anıtkabir ziyaretini terkettiğinde kıyamet kopmamalı. Kıyamet koparanlar ise, Cumhuriyet'i yıktıklarını bilmelidir. İşte bu da Atatürk'e en büyük hakarettir. Bu hakareti yapanların cezâlandırılması gerekir. Bu cezâlandırma "adâletin gereği"dir. Adâlete boyun eğmeyenlerin ise Cumhuriyet'i yoktur!

Adâlete boyun eğenler ise, müslümanların müslümanca yaşama hakkını çiğnemez. "Bir general namaz kılarken başına sarık sardı" diye, laikliğe sarılıp onun din ve ibadet özgürlüğüne saldırmaz, onu görevinden attırmaz. Kadınların başörtüsünü dert etmez. Bir öğrenci okulun bir köşesinde namaz kıldığında bunun bir haksızlık olmadığını, hak olduğunu, hak ve adâletin de laiklikten üstün olduğunu kabullenir.

(Ve bir uyarı!: Türkiye'de müslüman millet çoğunluğunun dinini ve seçim iradesini hazmedemeyen halkçı, laikçi, kemalist, sözde solcu, ateist, din düşmanı ve pkk'lı azınlıklar ve onlara destek veren dinli aldanmışlar ancak sahtekârlıkla, gayrimeşru yollarla ve Avrupa-Amerika'nın zorbalığıyla iktidara gelebilirler. 1946 yılında da CHP, "açık oy, gizli sayım" sahtekârlığıyla iktidara gelmişti. Ama sahtekâlıkla gelenlerin, milletin darbesiyle gidecekleri unutulmamalı ve gayrimeşru yollar terkedilmelidir. Avrupa ve ABD'ye de güvenilmemelidir. Çünkü onların demokrasi anlayışı şudur: Çıkarlarına uyuyorsa, demokrasiyi yaşatırlar. Çıkarlarına uymayan demokrasiye de darbe vururlar. Onların bu darbesine yol verilmemelidir. Buna yol verenler hain ve millet düşmanıdır. Millet çoğunluğuna ve iradesine düşmanlık ise Cumhuriyet'e ihanettir! Cumhuriyet'e ihanet, onun kurucusu Atatürk'e de ihanet olur.

İkinci uyarı!:  Pkk terör örgütünün siyasal kolu HDP'nin Türkiye'de '23 Seçimleri'ne katılma hakkı yoktur. Onun hakkı kapatılmaktır. HDP ancak Pkk'nın şeflerini Türkiye Ordusu'na teslim etmekle veya onların yerlerini bildirmekle seçime katılabilir. HDP bunu yapamayacaksa, kendini kapatmalıdır. Türkiye demokrasisinde bir terör örgütü partisi barınamaz. Onu barındıranlar ve onunla ittifak kuranlar ihanet içindedir! Türkiye'de hainleri safdışı edecek bir hukuk yok mu? Türkiye hukuku nerede?

Üçüncü uyarı!: Türkiye demokrasisine darbe vuran Avrupa ve Amerika, yaptırdıkları darbeler ile demokrasinin değerini katletmektedirler. Bu katliam karşısında Türkiye yeni bir siyasal sistem aramak zorunda kalabilir. Bu yeni sistemle ilgili bir teklifimiz şudur: Önce Türkiye'yi yönetebilecek Başkan adaylarını belirleyecek bir kurul oluşturulsun. Bu seçici kurul, siyaset profesörleri, dinî önderler ve Türkiye'ye iyi hizmette bulunmuş siyasetçilerden meydana gelsin. Bu kurulun en çok oyunu alan iki veya üç Başkan adayı seçime katılsın. Millet de bu üç adaydan birini seçsin ve en çok oy alan aday seçimi kazanmış olsun. Bu sistemde siyasal partiler olmayacak, Türkiye'yi bölen siyasetçilik ortadan kalkacaktır. Seçici kurul da; sahtekâr, ahlâksız, çapsız ve liyakatsız adayları eleyecek, sadece doğru, dürüst, adâletli, Türkiye'yi ve milletini tanıyan, ülkeyi kalkındıracak ve ilerletecek, siyasetten iyi anlayan şahsiyetleri seçecektir. Seçici kurulda zengin iş adamları bulunmayacaktır. Daha iyi bir önerisi olan varsa, açıklasın. Türkiye artık çok partili demokratik sistemden kurtulmalıdır.

Şu da akılda tutulmalıdır: ABD eğer Türkiye'deki seçimlere müdahil olmaktan vazgeçmezse, HDP kapatılmazsa ve Rusya ile Avrupa arasında savaş çıkarsa, bu takdirde Türkiye'yi yönetenler, önümüzdeki '23 seçimi'ni iptal etme hakkı kazanır. Ayrıca; ABD yönetimi eğer Türkiye siyasetine tecavüzden vazgeçmezse, bu durumda Türkiye yönetimi, ABD'de Trump'ı iktidara getirme hakkı kazanır. Türkiye Başkanı Erdoğan da isterse bu hakkı kullanır. CHP, ABD'nin Türkiye siyasetine tecavüzünü reddetmek zorundadır. Bu red yapılmazsa, Türkiye'de herşey değişir!

CHP yönetimi şunu da aklında bulundursun: Terör örgütünün siyasal koluyla ittifak kurma ve Pkk'yı meşrulaştırma çalışmaları, Fetö'yü aklama girişimleri, iktidara gelindiğinde teröristleri salıverme vaadleri ve yabancı ülkeleri Türkiye siyasetine tecavüze dâvet etmeler ve buna engel olmama durumları hep birer suçtur. Bu suçları terketmediğinde CHP, kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. CHP gerçekten demokrasi istiyorsa, gayri meşru yollara sapmaktan vazgeçmelidir. Aksi halde Türkiyeli çoğunluğun siyasal iradesi, CHP'nin siyasal sapıklığına son verir! CHP ortadan kalkar!

Siyasal sapıklık içinde bulunan CHP yönetimi iyi düşünsün!)   

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Allah'tan başka tapılacak yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmiikisi, Nisan ortası.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *

 

 

Samstag, 16. April 2022

EY İNANÇSIZLAR! SİZLERİN DE TUTMANIZ GEREKEN BİR ORUÇ VAR. BUNUN NE OLDUĞUNU BİLMEK İSTER MİSİNİZ?

EY İNANÇSIZLAR! SİZLERİN DE TUTMANIZ GEREKEN BİR ORUÇ VAR. BUNUN NE OLDUĞUNU BİLMEK İSTER MİSİNİZ?

 

inançsızları inanca dâvet eden ALLAHın adıyla

 

Ey inançsız insan! Görüyorsun, müslümanların oruç ayı başladı. Yaratıcılarına inanmış ve teslim olmuş insanlar açlığı yüklendiler. Bu yükü bir ay boyunca hergün 15-16 saat sırtlarında taşıyacaklar, onu tutacaklar. Oruç bu insanların "açlık ibadeti"dir. Yüce Yaratıcı, 11 ay boyunca kendi asıl gerçeklerinden uzaklaşmış olan insanları kendilerine döndürmek için, inanmış insanlara bu ibadeti emretmiştir. Emredildiği için de bütün inanmışlar bu ibadeti yerine getirmeye çalışırlar. Bu çalışmayla da kendi varlıklarının gerçeğine dönmüş olurlar. Çünkü tokluk, insanı kendi asıl gerçekliğinden uzaklaştırıyor. Bu uzaklaşmayla da insan kendini nihayetsiz güçlü, nihayetsiz zengin ve ihtiyaçsız ve ölümsüz görmeye başlıyor. İşte bu hâl, insanın kendi asıl gerçeğinden uzaklaşmadır.

Açlık ibadeti olan oruç ise, insanı uzaklaşmış olduğu asıl gerçeğine geri döndürüyor ve onu; nihayetsiz âciz, nihayetsiz fakir, nihayetsiz muhtaç ve ömrü nihayetli gerçek hâliyle başbaşa getiriyor. Bu başbaşa gelişle de, bir müddet azgınlaşmaktan, firavunlaşmaktan,  tanrılaşmaktan ve kötülükçülükten uzaklaşıyorlar. Bu uzaklaşmayla da "gerçek insan" oluyorlar. Gerçek insanların oluşturduğu millet ve topluluğun şehirleşmesine de, "medeniyet" denir. Sahte insanların oluşturduğu bir milletin şehirleşmesine ise, "alçaklar medeniyeti" demek gerekir.

Ey inaçsızlar! Siz hangi medeniyetin insanları olmak istersiniz? Alçak medeniyetin mi, yoksa yüksek medeniyetin mi? Eğer yüksek medeniyetin insanları olmak isterseniz, sizin de oruca başlamanız, açlığı yüklenmeniz gerekir. Devamlı toklukla yüksek medeniyete ulaşamazsınız. Eğer senede bir ay açlığı yüklenmeye evet derseniz, sizin tutmanız gereken oruç şudur: Evrenin ve içindekilerinin Sahibi'ni bilmek ve O'na inanmak.

Siz ise evrenin ve kendinizin Sahibi'ni bilmemekte veya O'na inanmak istememektesiniz. Neden inanmıyorsunuz? Çünkü kendinizi bir Tanrı gibi nihayetsiz güçlü, nihayetsiz zengin ve ölümsüz görüyorsunuz veya zannediyorsunuz. Ama asıl gerçeğin böyle olmadığını da görmek zorundasınız. Çünkü insan denen kendi asıl varlığınız; nihayetsiz âcizlik, nihayetsiz fakirlik, nihayetsiz muhtaçlık ve ölümlülüğe dayanıyor. Böyle bir insanın kendini tanrılaştırması gerçeklikle bağdaşır mı? Madem bağdaşmaz, o halde insan kendi Sahibi'ni bilmeli ve bulmalıdır. Bu durumda sormalıdır: İnsanı kim yaratmıştır? İnsanın Sahibi kimdir? İnsanı kim yaşatıyor?

Ey inançsız insan ve inançsızlar! Eğer dünya ve evreni siz yaratmış olsaydınız ve âcizlik, fakirlik, muhtaçlık ve ölümlüğünüz olmasaydı, bu takdirde bir Sahip aramanıza gerek kalmazdı. Fakat durum tam bunun zıddı olduğu için Sahibinizi bilmeye ve bulmaya muhtaçsınız. Dünya ve evreni siz yaratmadığınız için yeryüzünde babanızın çiftliğindeymiş gibi yaşayamazsınız. Buna hakkınız yoktur. Çünkü bu dünya ve evrenin bir Sahibi vardır. O Sahip de sahipliğini bildirmek için Peygamber denen elçilerle kitaplar göndermiş. Bu kitaplardan evrenin Sahibi'nin kim olduğunu öğrenebilirsiniz ve öğrenmelisiniz. Sizin bu dünyadaki en birinci göreviniz bu öğrenimi yapmaktır. Bu öğrenimi yapmayanlar ve bundan kaçanlar, dünyanın en büyük cahilleri olurlar. Bu büyük cahillik de en büyük zulmü içermektedir. Bu en büyük zulmü terketmeyenler, yani Yaratıcı'nın bilinmesini reddedenler için de çok büyük bir cezâ vardır. Çünkü Yaratıcı'nın bilinmesini reddetmek çok büyük bir haksızlıktır. Haksızlık da cezâyı gerektirir. Ölümü öldüremeyenler, kıyameti durduramayanlar ve tekrar diriltilişi engelleyemeyecek olanlar bu cezâdan kurtulamazlar ve kurtulamayacaklardır. Kurtuluş isteyenlerin kurtuluşu ancak Yaratan'ı bilmek, O'na inanmak ve teslim olmaktadır.

Eğer "ben haksızlığa, sahipsizliğe, ölümlülüğe, yokoluşa ve cezâya râzı değilim" derseniz, Yaratan'ı bilmeye, inanmaya ve O'na teslim olmaya evet dersiniz ve kurtuluşu kazanırsınız.

Madem sizler bu dünyada doğumlu ve ölümlü varlıklarsınız, bunu değiştirmeniz mümkün değildir, o halde kurtuluşa, yani ebedî bir hayata muhtaçsınız. Madem muhtaçsınız, sizin bütün ihtiyaçlarınızı karşılayacak olan da ancak sizi Yaratan olabilir. Bunun için de O'nu bulmalı ve bilmelisiniz. O'na inanmalı ve teslim olmalısınız. Çünkü Kur'an ve Tevrat'ta ve (elimizde bulunmayan) gerçek İncil'de: "Bu dünyayı ve evreni ve içindekileri Ben yarattım, evreni Ben işletiyorum, herşeyin sahibi Benim, evrenin Benden başka Egemeni yoktur" diyen bir Yaratıcı, Yaşatıcı ve Yönetici var. Siz bu ilâna sağır kalamazsınız ve kalmamalısınız. Eğer hakiki insan olmak isterseniz! Eğer haksızlığa râzı değilseniz. Eğer ebedî bir hayat isterseniz. Eğer ebedî bir cezâ ile karşılaşmak istemezseniz!

Ölümü öldüremediğinize göre, kıyameti durduramayacağınıza göre ve tekrar diriltilişi engellemeniz mümkün olmayacağına göre, başka kurtuluş yolu var mıdır? Varsa, ona gidebilirsiniz. Yoksa, sizin için tek kurtuluş yolu Yaratan'ı bilmek ve O'na inanmaktır. 

Eğer O'na inanmak isterseniz, sizi O'na götürecek doğru yol şu hakikatlerdir: "Eser ustasız, ülke başkansız, evren Tanrısız olmaz". Bir eserin ustası olması gerçeği çok önemlidir. Çünkü bir eser ustasız meydana gelemez. Bir kitap yazarsız yazılamaz. Usta ve yazar inkâr edilince kitap ve eser sahipsiz kalır. Bu sahipsiz kalış onları kıymetsiz eder. Çünkü meselâ kim tarafından çizildiği bilinmeyen bir tablo bit pazarına götürülse, o tablo orada birkaç yüz liraya satılır. Ama o tablo çok ünlü bir ressamın eseri olduğu bilinse, o eser müzayede salonlarında ve antikacılar dükkanında milyonlarca lira eder. Demek bir eserin ustası olduğunu bilmek çok önemlidir.

Bir örnek daha verelim: Paraları geçerli yapan, bir devletin olması ve o paraların üstünde devletin resim ve yazısının, yani mührünün bulunmasıdır. Devletin resim ve yazısı yoksa o para geçersiz, sahte olur. Aynı şekilde insanın da bir Yaratıcı'ya ait olduğunun bilinmesiyle, insanın "Tanrısal bir eser" olduğu ortaya çıkar ve bu aitlikle değer kazanır. Yoksa sahte bir para gibi, insan da değersiz bir varlık olarak ortada kalır.

Bir eserin "ustasız olamayacağı"nı bilmek de önemlidir. Çünkü bir eseri ustasız kabul ettiğinizde o eserin yapılışını kime vereceksiniz? Bilgili, akıllı, sanatkâr; ve gören, duyan, konuşan bir ustayı reddettiğinizde: "O eser kendikendine olmuştur veya tesadüfen oluşmuştur veya onu doğa oluşturmuştur" demeye başlarsınız. Bu deyişle de gerçeklerden saparsınız.

Çünkü kendikendine oluşum yoktur. Çünkü herşey bir üsttekinin etkisi altında olduğundan hiçbir şeye kendikendinelik kalmaz.

Tesadüfen de olamaz. Çünkü tesadüfün bir eseri ortaya çıkarabilmesi için yeterli zamanı yoktur. Tesadüfe bırakılan bir iş ve eser için sonsuz zaman gereklidir. Bu sebeple sonlu ve başlı bir evrende tesadüfe yer yoktur.

Tabiat da bir eser meydana getiremez. Çünkü doğa ve tabiat denen şey; hava, su, toprak, güneş'ten meydana gelir. Bunlar ise tek kaldıklarında hiçbir işe yaramazlar. Ancak biraraya gelmekle bir işe yarayabilirler. Bunun için de onları biraraya getirecek bilgili, herşeye hâkim, herşeye gücü yeten; görmesi, duyması, emretmesi olan Biri'ne ihtiyaç vardır. Yoksa o dört unsur kendi aralarında kendikendilerine bir birlik kuramazlar. Çünkü hepsi birbirine zıttır, hepsi birbirini yok edebilecek iç özelliğe, yapıya sahiptirler. Yani güneş suyu kurutur, su ateşi söndürür, toprak suyu emer, ateş toprağı kurutur. Onlara bir ölçü ve düzen vermek gerekir ki, bir eser ortaya çıkarabilsinler veya hayat üretici olabilsinler. Bunu da ancak herşeyin üstünde olan ve her şeye sözü geçen Tanrı yapabilir.

Demek "eser ustasız olamaz". Ve "bir eserin ustası olduğunu" bilmek çok önemlidir. O halde eser ustasız olamazsa, insan ve evren de ustasız, sahipsiz ve Tanrısız olamaz. Yeryüzündeki bütün bitkiler, hayvanlar, insanlar ve evrendeki bütün yıldızlar, güneşler, aylar, gezegenler bir "eser"dir. Bu eserleri en akıllı varlık olan İnsan yapmamıştır ve yapamaz. En akıllı varlığın yapamadığını onun aşağısındaki madde ve enerji gibi akılsızlar hiç yapamaz. Geriye bir tek ihtimal kalıyor, o da: "Onları ancak Tanrı yapmıştır ve O'ndan başkası yapamaz." Tanrı mesajı Kur'an da bunu söylüyor. Bu mesajı ve hakikatleri kabul edip etmemek de sizin isteğinize kalmıştır. Ama kabul ettiğinizde sizin için ebedî saadetli bir hayat var. Kabul etmediğinizde ise sürekli bir cezâ var. Seçim sizindir!

Fakat karar verirken çok iyi düşünmeli ve karşınızda size yaklaşmakta olan bir ölüm olduğunu ve onu öldürecek bir silahınız bulunmadığını ve tekrar diriltilişi de engellemenizin mümkün olmayacağını çok iyi hesap etmelisiniz. O halde: "Ölümle gelecek bir yokoluşa râzı değilim. Ben ebediyet isterim" diyen kalbinizin sesini dinleyerek karar vermek, sizin için doğru seçim olacaktır. Bu da sizi, "inancı tutmaya" yani "inanç orucu"na götürür ve götürmelidir.        

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Not 1: Yaratan'ı bilip O'na inandıktan sonra insanın görevi, yaşatma ve yönetme sahibi tek Tanrı'ya teslim olmaktır. Teslim olmanın şartları ise: Haklı olmak, adâletli olmak, namuslu olmak, ibadetli olmak, ahlâklı olmak ve iyi işler yapıp iyilikçi olmaktır.

Bu teslim oluş şartları, dünyaya bilgisizce ve ölçüsüzce gelen insanların ölçü, düzen ve sorumluluklarıdır. İnsanların bu sorumlulukları reddedip keyfince bir hayat sürme hakları yoktur. Keyfince bir hayat yaşama hakkı ancak kendini yeniden yaratıp yeni bir evren kurarak kazanılabilir ki, bunu da hiç bir insan başarabilecek değildir. Bu durumda insana kalan tek şey: Yaratan'ı bilip, inanıp O'na teslim olmaktır. İşte bu Yaratan'ı bilme, inanma ve O'na teslim olmaya "din" denir. Bu dini reddedenler en büyük zulüm ve haksızlığı kazanmış olurlar. Bu kazancın sahiplerine "zâlim" veya "kâfir" denir. Zâlim ve kâfirlerin hakettigi cezâ da ebedî cehennemdir. Kıyameti durdurmaya ve tekrar diriltilişi engellemeye gücü olmayan insanların tek kurtuluş yolu; İsa, Musa ve Muhammed'in getirdiği dini kabullenmektir. Bu dini kabullenenlerin hakkı da ebediyen cennetlik olmaktır. Cennetlik olmak isteyenler için işte biricik YOL! Doğru yol!

Not 2: İsa ve Musa'nın bozulmamış dinini ancak Kur'anda bulabilirsiniz. Kur'anla, Hz. Muhammed'in ölçüsüyle ve Allah'ın Mehdisi'nin yenilemesiyle uyuşmayan bütün dinler, tarikatlar, mezhep ve ekoller Tanrı katında geçersizdir.

Not 3: Kur'andan üstün bir kitap getirip ortaya koymayanın Kur'anı reddetme hakkı yoktur. Kur'an "son kitap" olduğundan da, İncil ve Tevrat'ı Kur'anın kontrolü altında okumak gerekiyor. Kur'anın özüyle uyuşmayan sözler bir kenara bırakılır, uyuşanlar ise kabul edilir.

Not 4: Ey inançsızlar! Niçin uyarılmakta olduğunuzu merak edebilirsiniz. Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren İslâmiyet daima engellenen bir din oldu. Müslümanlar da ancak sağ iktidarlar döneminde kısıtlı olarak nefes alabildi. Bu yüzden sizler, "babaları uyarılamamış" kimseler oldunuz. Babalarınız uyarılamadığı için de inançsız kaldınız. Bu sebeple şimdi sizin uyarılma zamanınızdır.

İmza: Mehdiyet ve Hilâfet Makamı.

 

Tanrı tektir. İsa, Musa ve Muhammed tek Tanrı'nın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmiikisi, Nisan başı.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka davet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

* * *