EY TÜRKİYELİLER! İŞTE SİZİN YENİ VE GERÇEK DÜŞMANINIZ!
insanları şeytanla ve şeytanlıklarla savaşmaya dâvet eden eşsiz ALLAHın adıyla
(Baş not: Yukarıda kullandığımız
"Türkiyeliler" kelimesini, ırkçılığı hatırlatmaması için kullanıyoruz. İsteyenler o kelime yerine "Türkiye
vatandaşları"nı da koyabilir.)
Türkiye
Cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan kovid hastalığına yakalandığını duyurunca
ona hakaretler yeniden başladı. Fakat ona yapılan hakaretler suçtur. Bu suçun terkedilmesi gerekiyor. Çünkü Cumhurun Başı Sayın Erdoğan bulunduğu makamda kendi şahsını değil, 84
milyon Türkiyeliyi temsil ediyor. Ve o, Türkiyeli halkların çoğunluk
oyuyla o makama gelmiştir. Bu durumda ona
düşmanlık, onu oraya getiren millet çoğunluğuna düşmanlıktır. Bu da,
dolayısıyla Cumhuriyet'e ve Demokrasi'ye düşmanlıktır.
Cumhuriyet'e ve Demokrasi'ye düşmanlık edenler hangi siyasal rejimin gelmesini
isterler acaba? Padişahlık ve diktatörlük isteyemeyeceklerine
göre, düşmanlıklarını
terketmeleri gerekmez mi? Elbette gerekir! O halde bu düşmanlık bitmek ve gitmek zorundadır.
Siyasal
muhalefet partilerinin ve partililerinin çoğunluğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a düşmanlık içinde görüyoruz. Fakat o düşmanlık içinde olanlar doğru yolda olmadıklarını bilmek ve
eğri yoldan çıkmak zorundadırlar. Çünkü haksız düşmanlık Türkiye'ye ve Türkiyelilere iyilik
getirmez. İyilik peşinde olmayanlar ise Türkiye siyasetinden çekilmek zorundadırlar. Çünkü Türkiye'ye ve Türkiyelilere iyiliği olmayacak partilerin ve partililerin seçilme ve iktidar olma şansı yoktur. Seçilme ve iktidar olma şansı isteyen
siyasetçiler, millet çoğunluğunun seçtiğine rıza gösterip haksız düşmanlıklarını bırakmalıdırlar.
Ey
Türkiyeliler! 50 yıl önceki toplumsal
düşmanınız;
fakirlik, cahillik ve bölünme idi. Siz bu iki fakirlik ve cahillik düşmanlarını okullaşma ve sanayileşme silahlarıyla yendiniz. Ama "bolünme" düşmanını henüz yenemediniz. Çünkü dini cemaatleriniz ve dünyevi
cemaatleriniz Türkiye için birleşemiyor. Fikir ve
siyaset dünyanız da 100 partiye
bölünmüş. Bu bölünmüşlük Türkiye'ye ve Türkiyelilere zarardır. Çünkü bölünmüşlük, sömürgeci ülkelerin işini kolaylaştırır. Dinen, fikren ve siyaseten 100 parçaya bölünmüş bir Türkiye'yi lokma yapmak onlar için zor değildir. Emperyal güçlerin lokması olmaya razı değilseniz,
bölünmüşlüğünüzü sona erdirmeniz gerekir.
Şimdi sizin, bölünmüşlük düşmanını yenebilmek için bir "ittifak (yani birleşme) silahı"na ihtiyacınız var. Bu
silah, tevhid'dir. Yani "Allah'tan başka ilah yoktur" hakikatidir. Müslümanlar
ve cemaatleri ancak bu hakikat etrafında birleşebilirler. Bu birleşmenin lideri ise Allah'ın Mehdisi'dir.
Denebilir:
"Ortalıkta sahte mehdiler
dolaşırken gerçek Mehdi'yi nasıl bileceğiz?"
Gerçek Mehdi: Allah'tan bilgi, ışık ve elçilik almıştır. Onun aldığı elçilik, yeni bir din ve kitap getirmek için değil, mevcut dini yenilemek içindir. Bu yenileme de asrın şartlarını nazara
alarak, dinin esaslarını iptal etmeden, Kitap'taki âyetleri çıkarmadan hak ve adalete ve ilme dayalı olarak yapılır.
Yüce Allah,
sadece din ve kitap getiren Elçiler göndermemiştir.
Dinine, kitabına ve Elçilerine yardım edecek Elçiler de göndermiştir. İşte Mehdi Hazretleri de o elçilerden biridir. Yani "yardımcı Elçi"dir. Yeni bir Din ve Kitap getiren
Elçi değildir. Meselâ Hz. Musa'nın kardeşi Hz. Harun da bir yardımcı elçidir. Yâsin Sûresi 14'te geçen 2'inci ve 3'üncü elçiler de bir yardımcı elçidir.
Allah'ın görevlendirmesi olmadan kimse kendini
Mehdi ve Peygamber ilân edemez. Allah'ın
görevlendirmesi de "Elçilik vererek" olmaktadır. Gerçek Mehdi de Allah'tan Elçilik almış bir kimsedir. Onun adı: Mehmed Nur'an'dır.
Bediüzzaman
Said Nursi Hazretleri de Allah'tan Elçilik almıştır. Fakat o, bu Elciliği kendi üzerinde göstermemiş, eserlerine bırakmış ve "Resail-en Nur, Risaleten
Nur" demiştir. Allah'tan aldığı ilhamlarla Risale-i Nur'u vücuda getirmiş ve 20. asrın İmamı olmuştur.
21. asrın İmamı ise Hz. Mehdi'dir. 21. asır, insanlığın son asrıdır. 22. asrın ilk çeyreğinin sonlarında da kıyamet başlayacaktır. Dikkat ediniz, "başlayacaktır" diyoruz. Yani kıyamet bir anda patlayıp bitmeyecektir. Bunun safhaları, basamakları ön temizliği vardır. Kıyametin bilgisi de Allah'ın Mehdisi'ne verilmiştir. Yeri ve zamanı geldiğinde de bu bilgiler açıklanacaktır.
Gerçek Mehdi'yi arayanlar bilmelidir: Gerçek Mehdi, müslüman milletten para
toplamaz. Onlara savaş açmaz. Onların siyasal iktidarına darbe vurmaz. Gerçek Mehdi ancak müslüman millete musallat
olmuş diktatörlere,
zâlimleşmiş yönetimlere darbe vurur. Ve gerçek Mehdi, daima müslümanların ve İslâmiyet'in lehine çalışır, onların önünü açmak için uğraşır.
Mehdi, Hz.
Muhammed(sav)den üstün değildir.
Muhammed Hazretleri'nden daha üstün bir insan da dünyaya gelmeyecektir.
Allah'ın Mehdisi'ne gıyaben biat etmeyenler ve onun zıddına
gidenler, onun şefaatinden mahrum
kalacaklardır.
Şimdi tekrar
"birleşme" konusuna
dönelim. Dünyevî cemaatlerin birleşmesi nasıl olur? Neyin etrafında birleşmelidirler? Merkezleri ne olmalıdır?
Dernekler
ve partiler ve sivil toplum kuruluşları ve örgütler birer "dünyevî
cemaat"tir. Bu cemaatler Türkiye'nin "süper güç" olması noktasında birleşebilirler. Hiç bir dünyevî cemaat Türkiye'nin bir
"zayıf güç" olarak kalmasını isteyemez
ve istememelidir. Türkiye'nin süper güç olması için çalışmayan ve çalışmayacak ve bunun için birleşmeyecek cemaatler Türkiye ve halkları için ne anlam ifade eder? Bu birleşmeye katılmayan cemaatlerin ne önemi kalır?
O halde
bölünmüşlük son bulmalı ve Türkiye'nin süperleşmesi için gerekli birlik ve birleşme sağlanmalıdır.
Türkiyelilerin fikir ve düşüncesi ve
vakti boş ve faydasız şeyler için heba edilmemelidir.
"Bölünmüşlük" düşmanını yendikten sonra Türkiyelilerin karşısında dört
yeni düşman daha vardır. Bu dört düşman yenilmediği müddetçe Türkiye ve halkları kurtulmuş olmaz. Kurtuluş için o dört düşmanı yenmek
gerekiyor.
Ey
Türkiyeliler ve ey millet çoğunluğunun seçtiklerine ve iktidar verdiklerine düşmanlık etmekte olan siyasal muhalefet! Sizin
gerçek düşmanınız, millet çoğunluğunun seçtikleri ve iktidar verdikleri değil; haksızlık,
adaletsizlik, namussuzluk ve ahlâksızlıktır. Bu yeni
dört düşmana karşı; hak, adalet, namus ve ahlâk silahlarıyla savaşmak zorundasınız. Bu savaşı vermeyenler kurtulmuş olmaz. Kurtulmuş olmayanlar ise şeytanın esiri olarak yaşarlar. Bu tutsaklık kabul edilemez, edilmemelidir. O halde
savaşmaktan başka çare yoktur. Savaş için de silahlanmak gerekir. Silahlarınız ise; hak,
adalet, namus ve ahlâk'tır.
Bu silahlar
içinde hangi kurşunların bulunduğunu merak ediyor musunuz? Madem merak
edersiniz, o halde biz de açıklayalım, gösterelim.
"Hak"
silahının içinde şu kurşunlar vardır: Yaratan'ın, yaratılış'ın ve yaratılmışlar'ın yasasına itaat. Yaratılmışlar'dan olan "insanlar"ın yasası, Yaratan'ın ve yaratılış'ın yasasıyla uyumlu olmak zorundadır. Bu zorunluk sağlanmazsa, millet çoğunluğu mutsuzluğa uğrar.
Yönetimler ise milletin mutluluğunu,
huzurunu sağlamak için vardır. Bu sağlama için de millet çoğunluğunun inancına zıt yasa yapılamaz. Yapılmışsa, o yasayı kaldırmak veya değiştirmek
gerekir.
"Adâlet"
silahında şu kurşunlar vardır: Haklıya hakkını vermek, suçluyu cezalandırmak. O halde haklıya hakkını verelim,
suçluyu da cezalandıralım.
Suçlu, işlediği suçun dengiyle cezalandırılır. Suçu, para ve hapis cezasına cevirmek veya affetmek de mümkündür.
Kötülüğe uğramış olan sağ olduğu müddetçe ve onun izni olmadan devlet suçluyu affedemez.
Haklıya hakkını vermemek
ve suçluyu cezasız bırakmak
zulümdür, kötülüktür. Bu kötülüğü terketmek
insanı "iyi"leştirir, "barış"tırır. Barış olmazsa, huzur ve mutluluk da olmaz.
"Namus"
silahında şu kurşunlar vardır: Nikâhlanmaya rağbet gösterip gayri meşru cinsel ilişkiden uzak durmak. Ensest ve eşcinsel ilişkiye yaklaşmamak ve tecavüzcülükten de kaçmak. Namus silahında kadınların sokağa ve televizyona çıkarken kollarını, bacaklarını ve göğüslerini örtmesi de vardır. Bu örtünmeyi yapmayan kadınlar erkekleri bozar. Erkeklerin bozulmasıyla aile saadeti mahvolur. Kadınların sokağa çıkarken başlarını örtüp örtmemek onların seçimine bırakılır. Başını örtmek
isteyene de açmak isteyene de
baskı yapmak, onların özgürlüğüne tecavüzdür. Bu tecavüz kabul
edilemez.
En medenî
bir erkek bile, açık bacaklı karısının bir başka erkek tarafından seyredilmesinden hoşlanmaz, rahatsız olur. Bu halde doğru olan, kadınların seksi yerlerini açıkta bırakmamalarıdır. Eğer bütün erkekler şehvetsiz bir melek olsaydı bu takdirde kadınlar çıblak olarak dolaşabilirdi.
Nikâh ise:
Evlenilecek eşin ailesinden ve
Yaratıcı'sından izin
almak ve eşin haklarının korunacağına dair devlet memuru önünde sözveride
bulunmaktır. Devletin
bulunmadığı ve ulaşılamadığı yerlerde gerekli işlemi dini lider yapar. İki erkeğin evlenmesi ise, Tanrı tarafından yasaklanmıştır.
Müslümanların, Hıristiyanların ve Musevilerin çoğunlukta
olduğu bir ülkede bu
yasak çiğnenemez.
"Ahlâk"
silahında şu kurşunlar vardır: Hakareti, saygısızlığı, gurur ve kibiri, yalancılık ve
iftiracılığı, hırs ve hasetçiliği, gıybet ve yalancılığı, cimrilik ve menfaatçiliği terketmek. Onların yerine de; iyilikçilik ve cömertliği, doğruluk ve mertliği, Allah için çalışma ve O'ndan istemeyi, alçak gönüllüğü, saygılı olmayı, güler yüz ve tatlı dilliliği koymaktır.
Şunu unutmayalım: İnsanlarla
iletişimin başı ve sonu saygı ve selamdır, hakaret değildir. Onlarla iyi geçimin yolu da tatlı dil, güler yüz ve doğruluktur, aldatmamaktır. O halde yalancılıktan yüz çevirelim. Yalancılıktan yüz çevirmeyenlere millet inanmaz ve güvenmez.
Bu güvensizlik de birleşmeyi baltalar,
ötekileşmeyi ve ötekileştirmeyi doğurur. Güven için doğruluk, birlik için de güven gereklidir.
Yalanlarla,
iftiralarla iktidar kazanmaya çalışan bir siyasetçi sahtekârdır. Sahtekârlık ise, şeytanın safında durmaktır. Evrenin yüce Sahibi ise, şeytanın safında duranlara lânet etmektedir. Bu lânetlik
durumdan kurtulmak siyasetçilerin en birinci görevidir. Bu görevi yerine getirmeyenlerin siyaset
sahnesinde bulunma hakkı yoktur. Birinci düşman neydi? Haksızlık! O halde
siyasetçiler önce kendi
haksızlıklarını hak silahıyla öldürmelidir. Bu öldürmeyi yapmadan
siyasette bulunmaları millete
kötülüktür. Kötülük içinde olanların ise siyasette
yeri yoktur!
İmza: Mehdiyet ve
Hilâfet Makamı.
Not 1: Sayın Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın ölümünü bekleyen hazımsızlar, sabırsızlar ve
tahammülsüzler şunu iyi bilmelidir:
Recep giderse, onun yolunda giden Şaban gelir.
Şaban da giderse,
onu takip edecek Ramazan gelir. Ramazan'dan sonra ise ne yazık ki bayram değil, kıyamet gelir. Elinizde çok iyi değerlendirilmesi geren 60 yıl var. 60 yıl sonra ise kıyametin ön temizliği başlayacak ve yeryüzünün her yerinde şiddetli depremler olacak ve depremler
sonucunda insanlığın yarıdan fazlası ölecek. Elinizdeki bu son 60 yıllık dönemde
isterseniz bozgunculuk, isterseniz düzgüncülük yaparsınız. Eğer düzgüncülük yapmak isterseniz
Türkiye'nin süperleşmesi için çalışabilirsiniz.
Not 2:
Siyasal ana muhalefetin lideri, Türkiyelilere bedava elektirik vaadinde bulunmuş. Bedava elektriğin süresi de verilmelidir. Bir ay mı, iki ay mı, yoksa iktidarda kaldıkları müddetçe mi? Eğer iktidardan gidinceye kadar
vereceklerse, buna devlet hazinesi dayanır mı? Milleti aldatmış olmamak için bunun cevabı verilmelidir.
Not 3: Bir
müzik sanatçısı hata ederek Hz. Âdem ve Havva'yı "cahillik"le damgalamıştı. Fakat bu
damga kalkmalıdır. Çünkü fizik, kimya, geometri ve kozmoloji
bilgileri önemli ve kıymetlidir. Ama
onlar en üstün bilgi değildir. En üstün
bilgi, "ebediyet bilgisi"dir. Bu bilgiye sahip olmayan insanlar çok bilgili olsalar da cahil sayılırlar. Hz.
Âdem ile Havva ise ebediyet bilgisine sahiptiler. Dolayısıyla onlara
cahil demek hatadır. Dünya ve evrenin
Sahibi'ni tanımayanlar da çok büyük cahillik içerisindedirler.
Ebediyet
bilgisi'ne sahip olmak isteyenler bu bilgiyi ancak "âhirete inanç"ta bulabilirler. Âhiret inancını kazanmak
isteyenler, Bediüzzaman Hazretleri'nin "Onuncu Söz" isimli kitabını okumalıdırlar.
Not 4: Bir İlahiyatçı, Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'i namussuzlukla suçlamış. Eğer o İlahiyatçının buna dair
bir delili varsa, onu ortaya koysun. Delili yoksa, sözünü geri alsın. Delilsiz suçlama iftiradır. İftira ise
suçtur.
İsa Mesih'in mûcize
olarak babasız dünyaya geldiği Kur'anın âyetiyle, yani Yaratan'ın Sözü'yle sabittir. Bu mûcize, İsa'yı meydana getirecek dölün ışınsal soluk olarak Meryem'in anarahmine melegin
üflemesiyle veya meleğin ışınsal eliyle gerekli dölü rahim kanalına yerleştirmesiyle meydana gelmiştir. Meleğin ışınsal eli, insanın vüduna
rahatlıkla girer çıkar. Hiçbir zarar vermez. Güneşin ışınlarının vücudumuza girip çıkması gibi. Bu işlemde cinsel ilişki yaşanmamıştır. Çünkü meleğin cinsiyeti ve şehveti yoktur.
(Erkek
dölünü ışına çevirip kadın rahmine ışınlamak tıpta en üstün tekniktir. Tıp dünyası henüz bu seviyeye ulaşmamıştır. Hz. Meryem'de
meydana getirilen mûcize, tıp dünyasına ders olsun!)
Günümüzde
doktorların cinsel ilişki olmadan kadının rahim
kanalına döl yerleştirmesine ve onu çocuk sahibi yapmasına inananlar, Hz. Meryem'in babasız çocuk sahibi olmasına da inanmalıdırlar.
Vatikanlılar da bu mûciyeyi
kabul edip: "İsa'nın babası Tanrı'dır"
demeyi bırakmalıdırlar. Bu asılsız inancı terketmeyenlerin inançları Tanrı katında geçersiz olacak ve onlar mutlaka cezalandırılacaklardır.
Dinsiz ve
ateist ilahiyatçıların ilahiyat fakültesinde ne işi var! Kendilerine daha başka bir meslek arasalar daha iyi olmaz mı?
Not 5:
Bundan önceki bildirimizin ikinci basımında: "Müslümanlar ile Atatürkçüler arasında tam barış sağlanmamıştır. Tam barış sağlanıncaya kadar Atatürk'e hakareti suç sayan kanun maddesi kalabilir" demiştik. Bu satırları okuyan bozguncular: "Hah,
bulduk!" dediler: "Madem tam barış sağlanmamış, biz de Müslümanlarla Kemalistleri çatıştıralım." Bu çatışmayı sağlamak için de Samsun'da bir Atatürk heykelini yıktırmaya çalıştılar.
Çatışma çıkarmak isteyen bozguncular şunu iyi bilsin: Müslümanların Atatürk'ten alacakları bir intikam yoktur. Eğer Atatürk onların dedelerine bir kötülük yapmışsa, bunun hesabını sormak,
Allah'a düşer. Bunun için Atatürk'ün iyiliklerini mükâfatlandırmak veya kötülüklerini cezalandırmak onu yaratan Yaratıcı'ya bırakılır. Müslümanların tek istedikleri şudur: Atatürk'le ilgili bütün gerçekler ortaya serilsin, gizlenmesin ve onu
eleştirmek suç olmaktan çıkarılsın. Hakaret suçtur, ama eleştiri, fikir özgürlüğüdür. Bu özgürlük, müslümanların elinden alınmamalıdır. Müslümanları Atatürk'e taptırma zorbalığı da son bulmalıdır.
Not 6: Ey İslâm karşıtlığına soyunmuş olan solcular,
kemalistler ve ateistler! Eğer siyaset
hesabına çalışıyorsanız, yüzde doksanı müslüman olan bir ülkede İslâm karşıtlığı yapma hakkınız yoktur. Bu haksızlığı sürdürdüğünüzde kimden oy
isteyecek ve alacaksınız? Bu konuda AB ve ABD'den alacağınız ve
almakta olduğunuz yardımlar size iktidar kazandırır mı? Yoksa zorbalık ve sahtekârlıkla mı iktidar olmayı umuyorsunuz? AB ve ABD'ye güvenip de
müslümanlara çatmamalısınız. Çünkü o dayandığınız zâlim güçlerin gücü yakında müslümanların Sahibi yüce Allah tarafından kırılacaktır ve kırılmaktadır. Size düşen, müslümanlarla barış içinde yaşamaktır. Aksi halde kaybeden olursunuz! AB ve
ABD'nin Afganistan'daki yenilgisini de unutmamalısınız!
Not 7: Dinî
Cemaatlere, "birleşmenin hedefinin ne
olacağını" söylemeyi unutmuşuz. Birlik ve birleşmenin merkezi tevhid, lideri Mehdi'dir
dedik. Bu birliğin hedefi ise: Hak,
adalet, namus ve ahlâkı ve bunlara dayalı özgürlüğü önce kendi dünyamıza sonra da dışımızdaki
dünyaya egemen kılmaktır.
Dünyevî
Cemaatlere de "Türkiye'nin süper güç olması" hedefini göstermiştik. Fakat biz: Haklı, adâletli, namuslu, ahlâklı ve bunlara dayalı özgürlüğü bulunan bir Süper Güç istiyor ve hedefliyoruz. Haksız, adâletsiz, namussuz, ahlâksız ve özgürlüğü bozuk bir süper gücü reddediyoruz.
İstediğimiz birlik ve birleşmede esas amacımız önce
kendimizi sonra da çevremizi iyileştirmektir. Bu birlik ve birleşmemiz; hiçbir şahsın ve hiçbir devlet ve ülkenin aleyhine değildir. "Aleyhine" derken,
"birliğimiz haksızlığa dayanmaz" demek istiyoruz. Bu istek ile de belki zâlimleşmiş güçlerin kötülüğünden kendimizi korumak istiyoruz. Bu
birliğimize (yani Dinî
Cemaatler'in birliğine), isterlerse,
Allah'ın tekliğini kabul etmiş Hıristiyan ve
Musevi cemaatleri de katılabilir.
Bu konunun
uzmanı olan kardeşlerimiz kalemlerini harekete geçirsinler.
Not 8: Ey
Türkiyeliler ve ey "insanım"
diyen insanlar! Evinizin ve dükkanınızın ve vatanınızın nasıl bir sahibi varsa, bu Dünya ve Evren'in
de bir Sahibi vardır. Bu Sahip hiç boş
durmayarak, uyumayarak ve boş iş yapmayarak devamlı surette evreni işletmekte ve yönetmektedir. Bu yönetim ve
işletimle de
yeryüzünde hergün 24 saatlik bir "hayat" üretmektedir. Bu üretimin
karşılığı olarak da sizlerden teşekkür istemektedir. Siz de bu teşekkürü etmelisiniz. Bu teşekkürünüz olmazsa, hayat size helâl
olmaz. En birinci göreviniz, yaşamakta olduğunuz hayatı "haram" olmaktan çıkarmaktır. Bu çıkarmayı yapmayanlar "insan" olmaktan çıkarlar. İnsanlıktan çıkmış insanlara "medenî" denmez, "uygar" denmez.
Eğer dünya ve evreni insanlar yaratmış olsaydı ve onları işletselerdi
bu takdirde teşekküre gerek
kalmayacaktı. Yükseliş isterseniz, sahipli bir dünyada
sahipsizmiş gibi hareket
etmeye son vermelisiniz.
Ey yaşatılışta ve rızıklandırılışta olan insanlar! Eğer dünyanın sahipli oluşunu kabul ediyorsanız, alışveriş yaptıktan ve yiyip içtikten sonra tek İlâhınız Allah'a: "İhtiyaçları karşılayan, açları doyuran
Rabbimiz, Sana hamdolsun" diyerek teşekkür
ediniz. Bu teşekkür, Yaşatıcı'nızın hakkıdır. Haklıya hakkını vermek ise
"adalet"tir. Adaletli olmak ise sizi gerçek Tanrınız'la barıştırır. Bu barış ise size cenneti kazandırır. Ebediyet
istemez misiniz?
Not 9: Duamız: Ey bizi yaratan ve yaşatan eşsiz Sahibimiz! Türkiye ve Türkiyeliler
aleyhide çalışan bozguncuların ve onlara yardım eden dış güçlerin -eğer kötülüklerine son vermezlerse- belâlarını ver. Güçlerini yok et! Sana inanmış ve teslim olmuş kimseleri onların kötülüğünden koru. Duamızı kabul
buyur.
İmza: Mehdiyet ve
Hilafet Makamı.
Allah'tan
başka ilah yoktur.
Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni
Çağ'ın
yirmiikisi, Şubat'ın ikinci haftası.
Mekan:
Avrupa.
Makam:
Hakka davet ve uyarı.
Boyut:
Muranizm.
Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.
* * *