Samstag, 25. Dezember 2010

İSRAİL HÜKÜMETİNE UYARI!

İSRAİL HÜKÜMETİNE UYARI!

İsrail deniz komandolarının 2010 yılının Mayıs ayında "Mavi Marmara"
yardım gemisine yaptığı baskının ardından 7 ay geçmesine rağmen
İsrail hükümeti, katledilen 9 Türkiye vatandaşı için hâlâ ne bir özür,
ne de bir tazminat ödemiştir

İsrail hükümeti, borcunu ne zaman ödeyecektir?

İsrail hükümeti: "Borcumuz yok" diyemez. Çünkü gemiye yapılan
baskın, Israil kara sularının sınırlarının dışında yapılmıştır. Eğer bu
yardım gemisi, içi silahlı askerlerle dolu ve İsrail'i vurmak için giden
bir gemi olsaydı, İsrailli askerlerin baskını haklı olurdu. Ama olay,
tam bunun tersi olarak gerçekleşmiştir. Bunun için de İsrail asker-
leri cinayet işlemiş durumdadır. Bu durum da, İsrail'i Türkiye'ye
karşı borçlu yapmıştır. Şimdi İsrail hükümeti bu borcunu ödemek
zorundadır.

Evet! İsrail, borcunu ne zaman ödeyecektir? İsrail hükümeti: "Türkiye-
İsrail ilişkileri düzelmezse düzelmesin" deyip, kulağının üstüne ya-
tamaz. Çünkü ortada işlenmiş bir suç vardır. Ve bu suçun bedelinin
ödenmesi gerekiyor. Zamanında ödenmeyen bir borç ve bedel ise,
onun katlanmasını gerektirir. Eğer İsrail hükümeti, 2011 yılının Mayıs
ayına kadar borcunu ödemezse, ödeyeceği borç iki katına çıkacak
ve erteleme sürdükçe de bu borç her yıl katlanacaktır. Bu katlanma
da en fazla 6 yıl sürebilir.

Eğer İsrail hükümeti, 2017 yılının Ocak ayına kadar borcunu 7 katıyla
ve 7 özrüyle ödemezse, bu durumda artık Türkiye'nin İsrail'e savaş
açma hakkı doğacaktır. İsrail'in: "Ben, ne borç öderim, ne de özür di-
lerim!" demesi ise, Türkiye'ye karşı yapılmış açıkça bir harp ilânı olur.

Türkiye de, bu ilân karşısında elbette ki gereken savaşı açmak zorun-
da kalacaktır. Amerika ise bu savaşa karışamayacaktır. Eğer karışır-
sa, bütün dünya karışacaktır. Bu da: "Üçüncü Dünya Savaşı" demek-
tir.

Amerikan hükümeti, bu konunun hassasiyetini görüp, İsrail'e gere-
ken notayı vermeli ve bu borç derhal ödenmelidir. Bu borcun ödenme-
si savsaklandığı takdirde, Türk halkının öfkesi kabarmaya devam ede-
cektir. Bu öfke karşısında hiç bir Türk hükümeti bu konuyu sümen al-
tı edemez, unutturamaz.

İsrail'in: "AKP iktidarı gitsin de, o zaman bir daha düşünürüz" gibi po-
litik hesapları, onu kurtarmaz. Çünkü bu konunun birinci takipçisi,
Türk halkı olacaktır. Bu durumda İsrail hükümetinin, kurnazca politik
hesaplar yapmak yerine, ortada işlenmiş bir suçun olduğunu ve bu-
nun karşılığının ödenmesinin çok daha ahlâkî olacağını kabul ederek,
dürüstlüğünü göstermesinin isabetliliğini görmesi gerekir.

Eğer İsrail hükümeti; ne borç öderim, ne de özür dilerim demeye de-
vam ederse, Türk ordusu, İsrail'in açmış olduğu bu savaşa gereken
karşılığı verecektir. İsrail'in nükleer bombaları olsa da! Ve Türkiye'nin
nükleer bombaları olmasa da! Çünkü Türkiye, bir Filistin değildir. Filis-
tinliler gibi çaresiz kalmaz. Türkiye bir Amerika da değildir. Çünkü A-
merika, otuzbeş askerinin İsrail tarafından öldürülmesini sineye çeke-
bilir. Ama Türkiye çekemez. Çünkü Türkiye'de, Yahudi lobisi yoktur.

Demek, Türkiye'nin reaksiyonunu ölçmek ve yoklamakta olan Israil:
"Türkiye ne ki!" diyemez. Dediği takdirde, kendi kuyusunu kazmış o-
lur.

İsrail hükümeti unutmamalıdır: Eğer gerekli borcunu 2011 Mayıs ayı-
nın sonuna kadar ödemezse, borcu ve özrü ikiye katlanmış olacaktır.
Eğer bu katlanmayı kabul etmezse, bu kabulsüzlüğü de Türkiye'ye
karşı açılmış bir harp sayılacaktır. Ama Türkiye, 2017 yılına kadar
"İsrail belki geri adım atar, düzelır" diye bekleyecektir, bekleyebilir.

Not 1: Türk ordusu, 2017 yılında çıkması muhtemel bir İsrail-Türkiye
savaşı için bütün hazırlıklarını başlatmalıdır.

Not 2: Bir borç ödeme şekli de şudur: Eğer özür dilemek ve tazminat
ödemek İsrail'e zor geliyorsa, İsrail bunun yerine, 9 Türk'ün katline
katılmış 9 askerini Türkiye'ye versin. Türkiye de bunları idam etsin,
borç kapansın.

Not 3: İsrail, ödeyeceği borcu kabul etmesini, "bileğinin bükülmesi"
olarak değil; "haksızlığın giderilmesi" olarak görmelidir. Haksızlığı
gidermek ise, insanî bir görevdir.

Not 4: Şimdi 9 canın bedelini ödemeyen bir İsrail, yarın 9 milyon insa-
nın ölmesine sebep olacaktır. Bu 9 milyonun yarısının da İsrailliler
olacağı unutulmamalıdır.

Not 5: Bu bildiri, tehdit değil, uyarıdır.

Not 6: Bu bildiriyi ve içindeki tarihleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme-
si, Birleşmiş Mlletler Komiserliği ve Nato; defterlerine not etmelidir.

Not 7: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşılmıştır.

İSRAİL!
BORCUNU KÜÇÜKKEN ÖDE.
BORÇ BÜYÜYÜNCE ÖDENMESI ZORDUR...

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Aralık sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Nitelik: Özel mesaj 5.
Mesajı veren makam: Mehdilik Makamı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 9. Dezember 2010

ISI MI HAREKETİ HAREKET Mİ ISIYI DOĞURUR?

ISI MI HAREKETİ HAREKET Mİ ISIYI DOĞURUR?

Bu sual de, "tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuk-
tan çıkar" gibi çetrefilli konulardan biridir. Ancak bilimsel çalışma-
lar netice verdi ki, tavuk olmadan yumurta çıkamıyor. Yani: Yu-
murtanın çıkabilmesi için bir tavuğun bulunması şarttır. Esas kay-
nak olmadan, o kaynaktan çıkmış şeylerden bahsedemeyiz.

(Konuyla ilgili olarak bakiniz:

http://kuranisthaber.blogspot.com/2010/07/bilim-nihayet-dogruyu-
buldu.html

http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/tavuk-mu-yumurtadan-
cikar-yumurta-mi.html

Bunun gibi, ısı ve hareketin durumu da böyledir. Görünüşte ikisi de
birbirinden doğabilir ve doğduğu görünüyor. Fakat esas başlangıç
olmadan bu birbirinden doğuş olamaz. Yani ısının da bir kaynağı
var. O da: "Hareket"tir. Hareket olmadan ısı doğamaz. Madde ol-
madan hareket olamaz. Enerji olmadan da maddeden bahsedile-
mez. Emir veya etki olmadan da enerji maddeye dönüşemez. So-
nuçta emir ve etki de bir harekete geçirme eylemi olduğundan,
herşeyin başı "hareket"e gelip dayanıyor. Dolayısıyla, ısıyı hareket
doğurur. Hareket de, bir emir veya etki edici olmadan oluşamaz.
Hareketin doğabilmesi için de, emir veya etki edicide bir enerjinin
bulunması gerekir. Hareket ettiricideki enerjiye, "kuvvet" denir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Aralık başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 5. Dezember 2010

ATEŞ İÇİNDE HAYAT MÜMKÜN MÜ?

ATEŞ İÇİNDE HAYAT MÜMKÜN MÜ?

(Yazarımız Hüseyin Avdıç cevaplıyor.)

Bu sualin cevabını verebilmek için önce, 2010 Aralık ayında gaze-
telerde yayınlanan şu haberi okuyalım:

"Amerikan Jeofizik Enstitüsü Astrobiyoloji profesörü Felisa Wolfe-
Simon, Mono Gölü’nden çıkardığı tortul çekirdeği örneklerini ince-
lemeyi sürdürürken ortaya çıkardığı bakterinin arsenikle hem bes-
lendiği, hem de DNA’sında fosfor yerine bu zehirli maddeyi yapı-
taşı olarak kullandığını saptadı.

Bu keşif, dünyadaki yaşamın altı elemente bağlı olduğu kuralını yı-
karak, zenginleştiriyor... Tüm canlıların DNA’sının sadece karbon,
hidrojen, azot, oksijen, fosfor ve kükürt olduğuna dair “bilimsel i-
nanç” yıkıldı... Buna arsenik de eklendi... Diğer gezegenlerde ha-
yat olasılığı güçlendi.

Şimdi Mars’ın keşfi planı bile yeniden gözden geçirilecek. Çünkü
bu keşif, dünya dışındaki yaşamla ilgili araştırmalara yeni bir ivme
kazandıracak."

Bazı bakterilerin zehir içinde yaşamasının mümkün olmasından baş-
ka, asitli sularda bazı balık türlerinin veya onlara benzer canlıların
da yaşayabildiği daha önce tesbit edilmişti.

Buradan şu sonuca varabiliriz: Zehir ve asit içinde yaşam mümkün-
se, ateş içinde de yaşam olabilir. Nitekim Kur'an da, tâ onbeş asır
öncesinden "cehennemliklerin ateşte ebediyen yaşayacaklarını ve
cehennemin dibinden çıkan bir bitkiyle besleneceklerini" söyliyerek,
"ateşte hayat bulunduğunu" bize haber vermiş bulunuyor. Asitin de
bir nevi "yakıcı ve kaynar su" olduğunu düşünürsek, yakıcı ateşin
içinde de yaşamın mümkün olabileceğini çıkartabiliriz.

Eğer zehir ve asit içinde hayat mümkünse, ateş içinde de hayat pek-
âlâ mümkündür. Çünkü Kur'an, "ateşten yaratılmış varlıklar olan
cinler"den de haber vermiştir. Bu ateşten yaratılmış varlıklar, yerkü-
re henüz ateş halinde iken Dünya'nın halifesi yapılmışlar. Kötülükçü
varlıklar olmaya başlayınca da halifelikten düşürülmüşler.

Peki, cinler şimdi nerededirler? -Onların yeri, ancak ateş olabilir.
Halifelikten düşürülenler de ancak yerin dibine atılır. Yerin dibi de,
yerkürenin merkezi olan "mağma tabakası"dır. Yani cinler şu anda
yerkürenin göbeğindeki ateş tabakasında yaşamaktadırlar. Tabi
onlar "canlı varlık" oldukları için, yeryüzüne kadar çıkmaları ve ı-
sılarıyla vücudumuza nüfuz edip yerleşmeleri mümkündür.

Demek; şu dünyada balıklar suda, cinler ve şeytanlar ateşte, insan-
lar da hava (oksijen) içinde yaşatılırken; âhirette de zalim, günah-
kâr ve Allah inkârcısı insanlar, cehennem ateşi içinde yaşatılacak-
lardır.

Bunlardan da anlaşılıyor ki: Bilim ilerledikçe, Kur'anın verdiği ha-
berler bir bir çıkıyor ve Kur'an tasdiklenmiş oluyor. Bu tasdikle
de, Kur'anın; "bilim üstünde çok büyük bir bilim olduğu" açıkca
görülüyor.

Kur'anı bize gönderen yüce Allah'a hamdolsun!

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Aralık başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 3. Dezember 2010

İTME VE ÇEKME KUVVETİ TEK KUVVETTİR

İTME VE ÇEKME KUVVETİ TEK KUVVETTİR

Dört kuvvet, bir kuvvettir.

(Yazarımız Hüseyin Avdıç, bu bildiride; atom içindeki dört kuv-
vetle ilgili bir hipotezini açıklıyor.)

İtme kuvveti, maddenin harekete geçirilmesidir. İtilen maddenin
geri döndürülmesi ve sınırlanması ise, çekim kuvveti'dir. Dolayı-
sıyla itme ve çekmenin aynı kuvvet olduğunu söyleyebiliriz.

Atom içindeki nükleer ve elektromanyetik kuvvetler ise, "sınırlan-
dırılmış çekim kuvveti"dir. Dört kuvvetin de bir tek kuvvet oldu-
ğunu söyleyebiliriz. Bu dört kuvvet, bir tek itme kuvvetinin için-
dedirler.

Emir (veya X etki), hareketi; hareket, ısıyı; ısı, itme kuvvetini; itme
kuvveti de, çekim kuvvetini doğurur.

Bu tabloya göre: Hareket, ısı, itme ve çekme kuvveti bir tek emir
veya etki içinde bulunmakta ve bir tek kaynaktan çıkmaktadır.
Yani: "Bir şeyden herşey"dir.

Bunun gibi "dört kuvvet" olan nükleer, elektromanyetik, zayıf ve
çekim kuvvetleri de bir tek itme kuvveti içindedirler ve o kuvvet-
ten doğarlar. Yani bu da yine: "Bir şeyden herşey"dir.

Madde, hareket, uzay, zaman da bir tek enerji içinden çıkmakta-
dır. Yani: Enerji olmazsa, madde; madde olmazsa, hareket; hare-
ket olmazsa, uzay ve zaman da olamaz. Bu dört unsurun da kay-
nağı birdir ve o da "enerji"dir. Bu da bize yine "her şeyin birşey-
den çıktığını" gösteriyor. Bu göstergeye göre evrenin formülünün
de: "Bir şeyden herşey, herşeyden birşey" olduğunu söyleyebiliriz.
(Konuyla ilgili olarak Google'de ara: Evrenin Formülü Nedir? Kur-
anisthaber.)

Şimdi "hareket"e dönüp, "dört kuvvet"in nasıl doğduğuna bakabili-
riz.

Atom içindeki proton, enerji neşreden bir çekirdektir. Bu çekirde-
ğin yaydığı enerji, etrafına bir basınç uygular. Bu basınç, "itme kuv-
veti"ni meydana getirir. Meydana gelen kuvvet de, iten kuvvet ka-
dar, elektronu belirli bir uzağa iter. İtilen elektron, atom içinden fır-
layıp çıkamaz. Çünkü atomun bir sınırı vardır. Çekirdeğin meyda-
na getirdiği itme kuvveti, atomun sınırına çarparak geri döner. Geri
dönen itme kuvveti, elektronu ittiği aynı anda geri iter. Bu geri itme,
"çekim kuvveti"dir. Bu itme ve çekme arasında kalan elektron, çe-
kirdek etrafında dönmeye başlar. Demek, "çekim kuvveti", itme
kuvveti'nin "geri dönüşümü"dür. Elektronla ilgili çekim kuvvetine de:
"Elektromanyetik kuvvet" denmektedir. O halde: "Bütün kuvvetler,
'itme kuvveti'nden doğar" diyebiliriz.

Eğer atomun bir sınırı ve çerçevesi olmasaydı, çekirdekteki enerji
ile birlikte nötron ve elektronlar da dağılıp gidecekler ve atomun
oluşması mümkün olmayacaktı.

Dünya'nın yedi katlı bir tavanı ve çerçevesi var. Atomun bir çer-
çevesi niye olmasın? Atomun boşlukları, çekirdekten neşredilen
enerjiyle doludur. Atomun içindekileri dağılıp gitmekten koruyan
enerjiden yapılmış ince bir çerçevenin bulunması gerektiğini düşü-
nüyorum. Bu çerçeve, elektronun çekirdek etrafında dönmesin-
den meydana gelen "elektromanyetik bir tavan" da olabilir.

Şimdi "nükleer kuvvet"in nasıl doğduğunu sorabiliriz:

Atom içindeki proton sayısı arttıkça, itme kuvveti de artar ve bü-
tün protonlar birbirini şiddetle iterler. Birbirlerini ittikleri oranda
bir kuvvet atomun sınırına çarparak geri döner. Bu geri dönüşteki
kuvvetle de protonlar birbirine itilirler. Yani birbirini ittikleri aynı
kuvvetin geri dönüşümüyle atomun merkezinde kalırlar, dağılıp
gitmezler. Atomun merkezindeki proton ve nötronlarla ilgili itme
ve geri dönüş kuvvetine: "Nükleer kuvvet" denmektedir.

Atomun merkezindeki protonlar, birbirlerini ittikleri aynı anda
nötronları da iterler. Fakat iten kuvvetin geri dönüşümü onları da
geri çeker ve böylece mukavemetsiz olan nötronlar da atomun
merkezinden dışarı çıkamazlar. Nötronların kütlesi, protonun
kütlesinden biraz daha büyük olduğu ve itme kuvvetine sahip ol-
madıkları için, nötronlara isabet eden geri dönüş kuvveti, protona
isabet eden geri dönüş kuvvetinden daha fazladır. Bunun için mer-
kezdeki nötronlar, protonlardan birazcık altta kalırlar. Nötronlara
isabet eden geri dönüş kuvvetine; (nötronlar itme kuvvetine sahip
olmadıkları için) "zayıf kuvvet" diyebiliriz.

Elektronların durumu ise; protonlar onları da şiddetle iterler. Fa-
kat elektronların kütlesi, protonların kütlesinden 1836 defa küçük
olduğu için, geri dönüş kuvveti, onların küçük kütlesi üzerinde pro-
ton ve nötronların büyük kütlelerine isabet eden kuvvet kadar etki
yapmaz. Elektronlara isabet eden geri dönüş kuvveti az olduğu
için, elektronlar çekirdekten uzakta kalır ve çekirdekten aldıkları
enerjinin miktarına göre de yörüngelere, yani zarflarına yerleşirler.

Eğer bu hipotezim doğruysa, atom içinde dört ayrı kuvvetin bulun-
duğu değil, bir tek itme kuvvetinin geri dönüşümünden üç ayrı kuv-
vetin meydana geldiği görülecektir ve görülmektedir. O halde itme
kuvvetinin geri dönüşümünden meydana gelen nükleer, zayıf ve e-
lektromanyetik kuvvetlere: "Sınırlandırılmış çekim kuvveti" diyebi-
liriz.

Bu hipotezimin çürütülmesi veya tasdiklenmesi tabii ki mümkündür.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 22. November 2010

RECM KONUSU

RECM KONUSU

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde bir kısım tartışmacıya verdiği cevapları bulacaksınız.)

Türkiye'deki müslümanlar, kendi rejimlerini kurabilecekleri bir
özgürlüğe kavuştuklarında, Kur'anda olmayan "recm cezası"nı
uygulamak zorunda değillerdir. Ancak Kur'anın emrettiği "sopa
cezası"nı tatbik edebilirler. Bu cezanın şeklinin de eski çağlardaki
gibi olması gerekmez. Çünkü Allah, yalnız geçmiş zamanın değil,
gelmiş ve gelecek zamanın da Allah'ıdır. Burada önemli olan, "hak'
a ve adalete uygun" bir cezanın verilmesidir. İslâm toplumu, bu ce-
zanın şeklinin nasıl olması gerektiğini kendi aralarında kararlaştıra-
bilir. Bu cezayı başka şekilde vermek mümkünse, o şekil uygula-
nır. Meselâ bu şekil, "hapis cezası" olabilir. Eğer zina suçunda hak-
sızlığa ugrayan eş veya aile dâvâcı olmazsa, suçluya ceza da veril-
meyebilir, suçlunun cezası Allah'a havale edilir. Ancak devlet, top-
lumun ahlâkını korumak adına suçluya bir ceza verilmesini kanun-
laştırabilir. Kanunlaştırdığı takdirde de, vereceği cezanın hak'a ve
adalet'e uygun olması gerekir.

İkinci mesele: "Kur'anda recm cezası varmış da, ilgili ayetler sonra-
dan yok edilmiş" gibi belirsizlik ve şüphe bataklarına düşmemek
gerekir. Çünkü biz, şimdiki Kur'anda ne varsa ona bakarız. Allah
yeni bir ayet göndermedikçe de bu bakışımızdan şaşmayız. Ancak
Hazret-i Peygamber'in bu konudaki uygulamasından yararlanırız.
Eğer o: "Zina edenler her zaman recmedilmelidir" şeklinde bir emir
bıraktıysa, onun emrine uyulur. Bırakmadıysa, Kur'andakine uyula-
cak demektir. Kur'andakine uyulurken de, hak ve adaletten şaşma-
mak gerekir. Yani: Kur'andaki ceza şekil ve miktarları haksızlık ve
adaletsizliğe sebep oluyorsa, o şekil ve miktarların bırakılması ve
haksızlık ve adaletsizliğe meydan vermeyecek şekil ve miktara ge-
çilmesi farz olur. Çünkü, esas olan: "Adalet"tir. Hak ve Adalet ilke-
sine göre de: Şartların değismesiyle hükümler de değişir. Hükümler-
in değiştiği bir yer ve zamanda da, cezanın şekil ve miktarının değiş-
mesi şart olur.

Allah, adalet ve merhameti emreder. Vahşeti emretmez. Din de in-
sanlara, (Yaratan'a ibadetten sonra) onları vahşet ve ilkellikten çı-
karmak için gönderilir. Yoksa din göndermenin bir anlamı kalmaz.
Vahşet ve ilkellikten çıkarmanın yolu da, insanları hakka, adalete ve
dürüstlüğe sokmaktır. Eğer bir kısım müslümanlar, dinlerini vahşete
dönüştürmüşse, onların uygulamasına uyulmaz. Aksine, onların uya-
rılması gerekir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 20. November 2010

ATEİST-MÜSLÜMAN TARTIŞMASINDA SONUÇ

ATEİST-MÜSLÜMAN TARTIŞMASINDA SONUÇ

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Müslüman-ateist tartışmasının sonucu şudur ki: Ateistler müslü-
manları bâtıl(!) dinlerinden, müslümanlar da ateistleri gerçekdışı
dinsizliklerinden kurtarmaya çalışır. Ama nafile! Çünkü herkes
kendi dininden, inancından memnundur, kurtulmak istemez. Çün-
kü inanç, insanın dayanağıdır. Dayanaksız insan yaşayamaz. Bâ-
tıl da olsa, ineğe-sineğe tapmak da olsa, insanın bir inancı olmalı-
dır ve olur. Bunun için inanç, evrenin en kıymetli gerçeğidir. Ev-
renin en büyük gerçeği ise, Allah'a inançtır. Fakat ateistlere göre
evrenin bir Sahibi, yani Tanrısı yoktur. Müslümanlara göre ise ev-
ren sahipsiz değildir ve onun sahibi de "Allah"tır. Buna dair delille-
ri de, Allah'tan gelen sözler, Kitaplar ve Kâinat'dır. Ama ateistle-
re göre Allah bir Kitap indirmemiştir. Ve, kâinatın da bir Yaratıcı'
ya, Yaşatıcı'ya ve Yönetici'ye ihtiyacı yoktur. Çünkü tesadüf ve
kendikendinelik bu işi halleder. Bu durumda gerçeği ortaya çıkar-
mada bilim ve mûcizelerin hâkemliğine müracaat etmekten başka
çare kalmıyor. Fakat bilim bu konuda hâkemlik yapacak durum-
da değildir. Çünkü herşeyin üzerinde bir hâkimiyeti yoktur. Çün-
kü değişken ve dinamiktir. Yani bir kararlığa oturmuş değildir, ka-
rarsızdır. Geriye kalıyor, Peygamberlerin sahip olduğu mûcizelerin
hâkemliği. Ama ateistler bunları da kabul etmiyor. Hattâ bir Evli-
ya gözlerinin önünde bir mûcize gösterse, ona da inanmayacaklar;
"bir sihirdir, ilizyondur, gözboyamadır" diyecekler. Bu durumda
onların gerçeğe ulaşmaları muhaldir. Ve gerçekdışılık üzerinde
oturmakta ve mücâdele vermektedirler. Tabii bu halde müslü-
manların da, onları dinsizlikleri içinde bırakmaktan başka çareleri
kalmaz, kalmıyor. Din de zaten bir "dâvet"tir. Müslüman da dâ-
vetini yapar, gerekli mücâdelesini verir, gerisine karışmaz.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 14. November 2010

EVREN NASIL YARATILDI?

EVREN NASIL YARATILDI?

"BÜYÜK PATLAMA"YLA MI YOKSA
"BÜYÜK BUHARLAŞMA"YLA MI?

Evrenin yaratılışı kabaca ve kısaca şöyledir:

Herşeyden önce Allah ve O'nun serveti olarak su bulunuyordu.
Allah'ın "yönetim tahtı"nın altındaki suya Allah, evren olması için
emir ve enerji verince, su okyanusu buharlaşmaya başladı. Yük-
selen buharlar gaz bulutuna dönüştü. Bulutlaşan gazlar, sıcaklığın
etkisiyle sıkışmaya ve içinde bulunan zıt kutuplarla çarpışmaya
başladı. Bu sıkışma ve çarpışmalardan yıldızlar oluşmaya başladı.
Yıldızların kümelenmesiyle galaksiler meydana geldi. Galaksilerin
kümelenmesiyle ve çoğalmasıyla da evren oluştu. Güneşten kopa-
rılan bir parçayla veya söndürülen yıldızlardan biriyle de yeryüzü
ve dünya meydana getirildi. Evrenin oluşumu Allah'a göre iki gün
sürdü. Dünya'nın meydana getirilmesi de iki gün ve iki gün de o-
nun döşenmesi için harcandı. Böylece dört günde yeryüzü ve iki
günde de evren ve toplam olarak altı günde hepsi yaratılmış oldu.
Allah'ın sonsuz kudretine göre evrenin altı günde yaratılması zor
ve imkânsız değildir. Ama biz aciz insanlara göre böyle kısa bir
müddette bir evren yaratmak mümkün değildir!

Sonuç: Evren, "büyük patlama"yla değil, "büyük buharlaşma"yla
yaratılmıştır. Bilim de yakında bu gerçeğe ulaşacaktır. Az kaldı!

Allah'ın denklemi nedir?

Allah'ın denklemi: "Lâ ilâhe illâllah"tır. Yani: Allah'tan başka ilah
olmaz. Yani: Kâinatın yaratıcısı, yaşatıcısı ve yöneticisi "tek"tir.

Evrenin denklemi nedir?

Evrenin denklemi: "Bir şeyden herşey, herşeyden birşeydir".
Yani: Bir sudan bir evren, bir evrenden bir su. Veya: Bir "ol" em-
riyle bir evren ve bir "yıkıl" emriyle de bir kıyamet.

Konuyla ilgili olarak Google'de ara: Evrenin Formülü Nedir-
Kur'anisthaber.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 13. November 2010

TARKAN'IN KURBANLIKLARA ÜZÜLMESİ DOĞRU MU?

TARKAN'IN KURBANLIKLARA ÜZÜLMESİ DOĞRU MU?

Pop müzik şarkıcısı Tarkan'ın, "kurbanlıklara üzüldüğünü", gazete-
lerden öğrendik. Tarkan gibi pek çok hayvansever ve onlardan
baska etyemezler ve İslâm karşıtları da kurbanlıklara ve Kurban
Bayramı'nda kesilen hayvanlara üzülmektedirler. Fakat biz şunu
sormalıyız: Bu üzülme doğru mu?

Bu üzülmenin doğru olabilmesi için bir haklılık gerekçesinin bulun-
ması gerekir. Fakat böyle bir gerekçe yoktur. Çünkü hayvanların
gerçek sahibi yüce Yaratıcı, hayvanların kesimini ve kurban edil-
mesini insanlara helâl kılmıştır. Bu helal kılma ile verilen izin saye-
sinde biz insanlar hayvanları kesip yiyebiliyor ve onlarla önemli bir
besin ihtiyacımızı karşılıyoruz.

Yüce Yaratıcı'nın merhameti, hayvanların kurban edilmesine izin
verdikten sonra, insanların merhameti, Yaratan'ın merhametini ge-
çemez. Yaratan'ın merhametini geçen bir merhamet de, insana za-
rar vermekten başka bir ise yaramaz.

Şimdi düşünelim: Senede 364 günün her günü yeryüzünde milyon-
larca hayvan, insanlara kurban edilmektedir. Eğer bazı insanların
merhametini nazara alıp hayvan kesimini yasaklasak, insanlık etsiz
kalacak ve bu gıda noksanlığından da sıhhati bozulacak. Fakat
hergün mezbahalarda kesilen milyonlarca hayvanı, kasap ve mez-
bahacılardan başka kimse görmediği için, et yiyenlerin üzüleceği
tutmuyor. Ama Kurban Bayramı geldiğinde bazılarının üzüleceği
tutuyor!

Fakat bu üzülmenin bir doğruluğu yoktur. Çünkü bir haklılığı yok-
tur. Haklılığı olmadığı için de insanlar, 364 gün boyunca hergün
milyonlarca hayvanı kendilerine kurban etmektedirler. Senenin bir
günü de bu kurban, zengin müslümanlar tarafından hayvanların ya-
ratıcısı ve gerçek sahibi "Allah için" yapılmaktadır. 364 gün boyun-
ca insanlığa kurban edilen milyarlarca hayvan için üzülmek aklına
gelmeyenler, Kurban Bayramı'nda senenin sadece bir gününde Al-
lah'a kurban edilen hayvanlar için de üzülmesinler. Çünkü, Allah'a
kurban edilen hayvan sayısı, insanlara kurban edilen hayvan sayısı
yanında devede kulak gibidir! Hem, hayvanların gerçek sahibi Al-
lah'ın merhametinden fazla merhamet de, merhamet değildir.

Hayvanlara acımak, insaniyetliktir, güzelliktir. Fakat bu insaniyet-
lik, ölçülü ve meşru olmak zorundadır. Allah'ın acımasını aşan bir
acıma, gayri meşrudur.

Merhameti Allah'ın merhametinden fazla olanların merhametine kur-
ban olamayız...

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 12. November 2010

SATILIK BESTELER-HÜSEYİN AVDIÇ’A AİT BU BESTELER SATILIKTIR

SATILIK BESTELER
HÜSEYİN AVDIÇ’A AİT BU BESTELER SATILIKTIR

Bestelere şu adreslerden ulaşabilirsiniz:

Birinci sayfa:
http://www.youtube.com/results?search_query=avdikiko&aq=f

İkinci sayfa:
http://www.youtube.com/results?search_filter=1&suggested_categories=10&search_query=avdikiko&page=2

Üçüncü sayfa:
http://www.youtube.com/results?search_filter=1&suggested_categories=10&search_query=avdikiko&page=3

Dördüncü sayfa:
http://www.youtube.com/results?search_filter=1&suggested_categories=10&search_query=avdikiko&page=4

Veya şu adresten:
http://huseyinavdicbesteleri.blogcu.com/


Besteleri satın almak için müracaat adresi:

yenibesteler@yahoo.de

ALLAH'IN ELİ NEDİR?

ALLAH'IN ELİ NEDİR?

"Âdem Allah'a karşı gelmeseydi cennette mi kalacaktı?" isimli
bildirimizde: "Allah'ın Âdem'i iki eliyle yarattığı"ndan bahsetmiştik
ve bu ifade Kur'anda geçmektedir. Acaba "Allah'ın eli" nedir?
Bundan ne anlamalıyız?

Cevap: "Allah'ın eli"nin ne olduğunu anlayabilmemiz için, güneşe
ve onun yeryüzündeki varlıklar üzerinde yaptığı etkiye bakmamız
yeterli olacaktır. Çünkü; güneşin ısısı, ışığı ve ışınları, onun "eli"
hükmündedir. Ve güneş, bu ısı, ışık ve ışından olan elleriyle can-
lıların ve bizim vücudumuzun içinde ve üzerinde binler iş ve işlem
yapmaktadır. Ve bu iş ve işlemler, vücudumuzdaki bütün hücre
ve atomlara ve moleküllere nüfuz etmektedir. Bu itibarla "güneşin
eli" daima üzerimizdedir. Ve onun çok ince elleri vücudumuzda
devamlı olarak iş görmekte ve bize hayat kazandırmaktadır.

Şimdi güneşin Allah'a ait bir varlık olduğunu düşünürsek, Allah'ın
ışığının, "O'nun eli" olduğunu görebiliriz. Ve, ışık ve ışınla yaratış
yapmanın da mümkün olduğunu anlayabiliriz. Demek, Allah Ken-
di ışığını "el" olarak kullanmış ve bu elle Âdem'i yaratmıştır. "Allah'
ın eli"nin, bizim elimiz gibi olması gerekmez. Çünkü bir kuş da ga-
gasını el olarak kullanır. Fil de hortumunu el olarak kullanmaktadır.

O halde: "Allah'ın eli, O'nun ışığıdır" dememizde bir kusur yoktur.
Ve ışıkla yaratış yapmak, yaratıcılığın en nihai noktasıdır.

İlim ve teknik ilerledikçe, Kur'anı daha iyi anlamaktayız.

Öğreten Allah'a hamdolsun!

Not: Alış-veriş merkezlerindeki kasalarda kullanılmakta olan eti-
ket okuyucu skannerler de bize gösteriyor ki, ışığı bir "göz" olarak
da kullanmak mümkündür. Buradan da, Allah'ın herşeye nüfuz e-
dici ışığıyla, "nasıl gördüğü"nü de çıkartabiliriz.

Evet. Güneşin sahibi olan ve heryerde melekleri bulunan bir Allah'
ın görmesinden ve duymasından kimse kaçamaz!

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 11. November 2010

İNSANLIK GÖREVLERİN

İNSANLIK GÖREVLERİN

İlk insanlık görevlerin şunlardır:

1- Allah'ın kâinattaki yönetim saltanatını tasdik edip, bu yönetimin
iyilik ve güzelliklerine hayretle, takdirle bakmaktır.

2- İlâhî kudsî isimlerin eşsiz nakışlarını birbirine gösterip, ilâncılık
etmektir.

3- Gizli hazine olan İlâhî isimlerin cevherlerini idrak terazisiyle tart-
mak ve kıymet vermektir.

4- Kudret Kalemi'nin mektuplarını düşünerek okumaktır.
(Bütün yaratılmış varlıklar, Allah'ın "Kudret Kalemi"yle yazılmış
mektuplarıdır.)

5- Yaratılışın süslü, hoş güzelliğini seyretmekle, Yaratan'ı bilmeye
ve güzelliğini seyretmeye arzu duymaktır.

6- Celâlli Yaratan'ın sanatının mûcizeleriyle kendini tanıttırmasına
ve bildirmesine karşılık, inanç ve bilinçle karşılık vermektir.

7- İkram sahibi çok acıyıcı Rabb'in süslü rahmet ürünleriyle kendi-
ni sevdirmesine karşılık, muhabbetini O'na verip, O'nu ibadetle
sevmektir.

8- Hakiki Nimetlendirici'nin, maddî ve mânevî nimetlerin lezzetle-
riyle insanı beslemesine karşılık, hal ve hareket ve söz ile hatta e-
linden gelse bütün his ve duygularıyla o Hakiki Nimetlendirici'ye
teşekkür etmektir.

9- Mutlak celâl ve cemâl sahibi Rabb'in kâinatın yüzünde ve var-
lıkların aynalarında ululuk ve olgunluğunu, hiddetlik ve güzelliğini
göstermesine karşılık; tekbir ve tesbih ile ve mahviyet içinde kul-
luk ile ve hayret ve muhabbet içinde secde ile karşılık vermektir.

10-O merhametli Rabb'in rahmetinin genişlik derecesini ve serveti-
nin çokluk derecesini ve düzen ve sağlamlık içinde mutlak cömert-
liğini göstermesine karşılık, övme ve yüceltme içinde fakirliğiyle su-
al etmektir ve O'ndan istemektir.

11-Hem, sanatının hoşluk ve antikalarını yeryüzünde sergilemesine
karşılık, takdir, övgü ve beğeni ile karşılık vermektir.

12- Hem, şu kâinat sarayında, taklid edilmez mühürleriyle ve O'na
özgü damgalarıyla ve O'na has bildirileriyle bütün varlıklara birlik
damgası basmasına ve tevhid ayetlerini nakşetmesine ve ufkun çev-
resinde İlâhî tekliğin bayrağını dalgalandırmasına karşılık, tasdik ile,
iman ve tevhid ile, anlayış ve şahitlik ve kulluk ile karşılık vermek-
tir.

İşte bunlar gibi ibadet ve teşekkür yönleriyle insan, hakiki insan o-
lur. "En güzel sûrette" yaratıldığını gösterir. İmanın bereketiyle ema-
nete sahip, güvenilir bir yeryüzü halifesi olur.

(Risale-i Nur'dan aktarma)

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Bildirme.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 24. Oktober 2010

ONİKİ ŞEYİ HERŞEYDEN ÖNCE BİLMELİSİN

ONİKİ ŞEYİ HERŞEYDEN ÖNCE BİLMELİSİN

1- Kâinatın bir Sahibi vardır. Herşeyin ve herkesin yaratıcısı, ya-
şatıcısı ve yöneticisi olan o Sahib'e, "Tanrı" denir. Kur'anlılar o
Tanrı'ya "Allah" der. Evrenin varlığı, Allah'ın varlığına apaçık ve
koskocaman bir delildir. Ateistlerin bu delile göz yummalarında
ve Allah'ı inkâr etmelerinde bir kıymet, bir kanıt ve bir gerçeklik
yoktur. Çünkü ateistlerin, kâinatı kimin yarattığına veya yaratma-
dığına dair kesin bir bilgileri yoktur. Çünkü onlar, kâinat yaratılır-
ken, yaratılışın başında değillerdi. Ama inançlıların, Allah'tan indi-
rilmiş bir Kitap'ları veya Allah'ı hisseden bir kalpleri vardır.

2- Tanrı bir'dir. İkinci bir Tanrı olamaz. Çünkü ikinci bir Tanrı,
kâinatın denge ve düzenini bozar. Kâinattaki denge ve düzen de,
Tanrı'nın birliğini gösterir.

3- Tanrı tektir. Çünkü; bu kâinatı ve içindekileri yaratıp yaşatacak
ve onları işletip yönetecek bilgi, irade, güç ve kudret; tek Tanrı'
dan başkasında yoktur.

4- Tanrı ortaksızdır. Kâinat ve kâinatlıları yaratıp yönetecek bir
sıfat ve vasfa sahip olmayan şey ve kişiler, tek Tanrı olan Allah'a
ortak olamazlar. Hem, kâinatı iki günde yaratma gücüne sahip bir
Allah'ın acizliği yoktur ve acizliği olana "Allah" denemez ki, O'nun
bir yardımcıya ihtiyacı olsun! Demek; Allah, ortaksızdır.

5- Mülk Tanrı'nındır. Bu kâinat ve kâinatlıları kim yaratıp yöneti-
yorsa, kâinat mülkü de yalnız O'nundur. Demek, mülk tamamen
Allah'ındır. Dünyaya hiçbirşeysiz gelip ve oradan hiçbirşeysiz git-
mesinden anlasılır ki, insan da Allah'ın mülküdür ve mülkte bir his-
sesi ve gerçek sahipliği yoktur.

6- Sonuç ve teşekkürler de Tanrı'nındır. Mülk, tek Tanrı olan Al-
lah'ın olduğundan, bu mülkten çıkan bütün ürünler ve sonuçlar da
Allah'a aittir. Ürünler ve sonuçlar kime aitse, teşekkürler de O'
nundur, O'na yapılmalıdır.

7- Tek Tanrı olan Allah, dirilten ve hayat verendir. Yeryüzü ve
gökyüzündeki bütün hayat sahiplerinin hayatı, Allah'tandır.

8- Allah, öldürendir. Hayatları O verdiği gibi, o hayatları geri alan
da O'dur.

9- Ölümleri ve doğumları veren Allah, ölümsüz bir hayata sahiptir.
Ölümsüz bir hayata sahip olanın, ebediyeti sağlama aracı olan ço-
cuğa ihtiyacı yoktur. Demek, ne insanlar, ne de Hz. İsa; Allah'ın
çocuğu olamaz.

10- Her iyilik Allah'tandır. İnsanlara ve diğer canlılara verilmiş
hayatlar ve yaşamaklar, hep Allah'tan yapılmış ve yapılmakta
olan iyiliklerdir. Bu iyilikleri teşekkür ve ibadetle karşılayanlar,
cennetle ödüllendirileceklerdir.

11- Allah her şeye gücü yetendir. Bu kâinatın yaratılmışlığı ve
yönetilişte oluşu da bunun delilidir. Bu kâinatı yaratmaya ve
yönetmeye gücü yeten bir Allah'ın, cenneti ve cehennemi
yaratmaya ve insanları ölümlerinden sonra toplu halde diriltip,
onları lâyık oldukları yere yerleştirmeye de gücü yeter.

12-Dönüş, Allah'adır. Bütün gelişler Allah'tan olduğu gibi, bütün
dönüşler de O'nadır. O'ndan gelenler, yok olmazlar, yokluğa git-
mezler. Yokluğa gitmezler ve buna izin verilmez ki, herkes yaptığı
iyilik ve kötülüğün karşılığını görsün.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Bildirme.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Dienstag, 19. Oktober 2010

ÂDEM ALLAH'A KARŞI GELMESEYDİ CENNETTE Mİ KALACAKTI?

ÂDEM ALLAH'A KARŞI GELMESEYDİ
CENNETTE Mİ KALACAKTI?

Bir internet sitesinde ateistler sormuş ve sormaktadır: "Âdem,
Allah'a karşı gelmeseydi cennet te mi kalacaktı?"

Taha Sûresi'nin 116'dan 118'e kadar olan ayetlerine bakarsak,
bunlardan: Eger Âdem cennetteki yasaklı ağaca yaklaşmamış
olsaydı, onun ebediyen cennette kalacak olduğunu anlarız. Fakat
Âdem Aleyhisselâm, yasaklı ağacın meyvesinden yiyerek, cennet-
ten kovulmayı haketmiş ve kovulmuş.

Burada, Bakara 30'uncu ayette geçen: "Ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım" sözüne bakarak: "Âdem, yasaklı ağactan yememiş
olsaydı dahi cennetten çıkarılacaktı" diyemeyiz. Çünkü Bakara
Sûresi, Taha Sûresi'nden sonra indirilmiştir.

Bunun için kesinlikle şunu söyleyebiliriz: Eger Âdem Aleyhisselâm
o yasaklı ağaçtan yememiş olsaydı, ebediyen cennette kalacaktı.

Bu sonuç karşısında ateistler şöyle diyor: "Madem ki Adem cen-
nette yaşayacak, neden dünya yaratıldı?"

Yukarıda dediğimiz gibi: Bakara Sûresi, Taha Sûresi'nden sonra
indirilmiştir. Yani Taha Sûresi'ndeki olaylar cereyan ettikten sonra
Allah: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" diyor. Demiyor:
"Ben yeryüzünde bir Âdem yaratacağım." Yani bu ayette yeryü-
zünde yaratılacak olanın "rütbesi"nden haber veriyor. Taha Sûre-
sinde cereyan eden olaylardan sonra Allah bu karara varmış ve
yeryüzüne indireceği Âdem'i ve soyunu "halifelik"le görevlendir-
miştir.

"Dünya neden yaratildi?"nın cevabı olarak da şunlar söylenebilir:
Allah, cennette Âdem'i yaratacağını, iblisin ona secde etmeyece-
gini, Âdem'in yasaklı ağaçtan yiyerek cennetten çıkmak zorunda
kalacağını önceden biliyordu. Âdem'in ceza çekeceği ve onun so-
yunun imtihan edileceği yer olarak da dünyanın yaratılması gerekli
olmuş.

Burada denebilir: "Allah'ın bütün bunları önceden bilmesi, Âdem'i
felâkete uğratmıştır. Bunlar Âdem'e zulüm değil mi?"

Cevap: Zulüm değil! Çünkü, bilmek, yaptırım değildir. Çünkü Â-
dem, yasaklı ağacın meyvesinden kendi isteğiyle yemiştir. Seçme
ve iradesini, o meyveden yememek şeklinde de kullanabilirdi. Fa-
kat o, seçim ve iradesini bunun zıddına olarak kullanmıştır, zalim
olmuştur. Dolayısıyla, zalim olan (asla!) Allah değil, Âdem'dir.

Ateistler şunu da sormuş: "Ayrıca 'ol' deyince her şeyi olduran
Tanrı, neden insanı yaratmak için (toprak gibi) bir madde kullan-
mıştır. Maddesiz yaratsaydı ya?"

Çünkü Allah, hokuspokuzcu değildir! Allah, yarattıklarını sebep-
ler vasıtasıyla yaratıyor. Evreni de sebepsiz değil, su'dan yarat-
miştir. Su, "Allah'ın serveti"dir.

Yüce Allah'ın iki türlü yaratması vardır. Birincisi, bizzat dokuna-
rak; ikincisi de, emirle'dir. Meselâ; Allah, Âdem'i bizzat kendi el-
leriyle yaratmıştır. Onun topraktan yaratılışı tamamlandıktan sonra
da "ol" emriyle onu ruhlandırmış, programlamıştır. Bu programlan-
ma ile de Âdem, can ve hareket kazanmıştır.

Allah'ın verdiği "ol" emrini yanlış anlamamak lâzımdır. Bir madde
veya enerji olmadan "ol" emri verilemez. Meselâ; Allah, ancak Â-
dem'in cesedini topraktan yarattıktan sonra "ol" emrini vermiştir.
Bu emirle de o cesed, "insan" olmuştur. Eğer Allah, Âdem'in top-
raktan cesedine "insan ol" emrini vermeseydi, o cesed bir heykel
olarak kalacaktı.

Bir kumandanın emir verebilmesi için, bir ordunun bulunması ge-
rekir. Yoksa emir vermenin anlamı olmaz. Hem bir kitap önce el-
le yazılır. Bunun çoğaltılması ise, matbaada "emirle" olur. Makina-
nın düğmesine basmak; "ol" demektir. Matbaanın patronu, işçile-
rine emreder, kitaplar basılır. Yani: Patron emretmiştir, kitaplar
"olmuş"tur. Patronun emri de, bir "ol" demektir. Allah da evrenin
patronudur. O'nun emirleriyle bu evren işlemekte ve yönetilmek-
tedir. Bu yönetim içinde insanlar da anarahmi tezgahında üretil-
mekte ve yeryüzünde yaşatılmaktadırlar. İnsanların anarahmi tez-
gahında üretilmeleri, Allah'ın "ol" emriyle olmaktadır.

Allah'ın "yoktan yaratması"nı da yanlış anlamamalıyız. "Yoktan ya-
ratma", hiçbirşeysiz yaratma veya mutlak yokluktan çıkarma değil-
dir. Meselâ; insan, altıbin veya otuzbin veya üçyüzbin yıl önce bir
"yok"tu. Ama Allah, onu "yok" iken topraktan "var" etti. Evren de
on-onbeşmilyar yıl önce bir "yok"tu. Allah onu da "yok" iken su'
dan "var" etti. Bu var ediş de; ilimle, istekle, kudretle ve sanatkâr-
lıkla olmuştur.

Allah, istediğini istediği gibi yaratır. Onun isteğini sorgulayamayız.
Eger Allah, Âdem'i topraksız yaratsaydı, onu bir "ruh" olarak ya-
ratırdı. Veya meleklerinki gibi ışından ve ışıktan yaratırdı. O za-
man biz de başka bir âlemde; ruhlar dünyasında veya yıldızlarda
olurduk.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

BÜTÜN TERÖRİSTLER MÜSLÜMAN MIDIR?

BÜTÜN TERÖRİSTLER MÜSLÜMAN MIDIR?

Bir müslüman, terörizme adım attığı an İslâmiyet'ten çıkar. İslâ-
miyetten çıkmış bir kimsenin de müslümanlığından bahsedemeyiz.
Bir müslüman dolandırıcılığa başlasa dahi İslâmiyet'ten çıkar. Bir
kimseyi haksız yere öldüren bir müslüman da "müslüman" olarak
kalamaz. Müslümanlıktan çıkmış kimseler, Allah'a inanıyor olabilir-
ler. Fakat onların Allah'a inanıyor olmaları, onları "müslüman" et-
mez. Müslümanlık, "Allah'a teslim olmak"tır. Allah'a teslim olmuş
bir insan da, büyük günahları işleyemez. Büyük günahlardan birini
işlediği an, İslâmiyet'ten çıkar. Bunun için müslüman terörist, terö-
rist müslüman olmaz.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 19

ATEİSTLER SORUYOR
KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 19

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)


Emre demiş:

"Anladim… Yuzyillar boyunca Eski Yakin Dogun dinlerin etkisi
altinda cesitli insanlar tarafindan yazilan Tevrat ve Incil’i, ve
bunlarin turevi olup kimin yazdigi belli olmayan Kuran’i."

Cevap: Allah Kur'anda diyor: "Biz her kavme elçi gönderdik",
"Her milletin bir elçisi vardır." Yani: Allah'ın Kitabı; Tevrat, İncil
ve Kur'andan ibaret değildir. Onlardan öncekiler de vardır. Bu
öncelik de ilk insana kadar gider. Kur'an, Allah'ın indirmesi bir
Kitap olmasaydı, şimdi Emre'nin Kur'andan üstün bir kitabı o-
lurdu ve biz de o kitabı okuyor olurduk! Acaba ateist Emre'nin
Kur'andan üstün kitabı nerede? Bir Kitap, Allah'tan indirilme-
dikçe "üstünlük" vasfını kazanamaz. Allah'tan indirilmiş bir Kitap,
insanları Allah'a götürür, onları "evrenin Sahibi"ne çağırır ve on-
ların ahlâkını düzeltir.

***

Ateist Emre'miz demiş: "Bir de su kuyruk kemigi meselesine
donmek istiyorum. Sizce bu kemigin anlami ne? Bu soru butun
muteddeyin okuyuculara aciktir."

Cevap: Sen kuyruk sokumu kemiği etrafında dönmene devam et.
Ama bu dönüşler seni Hacı yapmaz.

Bizim yaratıcımız Allah demiş: "Biz Âdem'i çamurdan yarattık."
Dememiş: "Maymundan veya pirimattan türettik."

Sen, Kur'ana "masal" diye dur. Yakında özlediğin kemikleri
göreceksin!

***

Ateist Emre'miz demiş: "Âdem ve Havva'nın kemikleri nerede?"

Sanırsınız ki, Âdem'in kemiklerini gördüğünde hemen Allah'a
secde edecek... Onun derdi, "Allah'a inanmak" değil ki; sadece
gerçeklerin üstünün örtülmesi! Kemikler ona gösterildiği gün
diyecek: "Ben Allah'a inanmak istemiyorum!"

Ey ateist! Madem Allah'a inanmaya niyetin yok, öyleyse kemik-
leri görme sevdasından vazgeç. Bu sevda seni, gerçekler karşısın-
da "yalancı" çıkarır! "Ben, doğrucuyum" deme. Çünkü ateistin ah-
lâkı olmaz. Olursa, onun ahlâkı, gerçeği görünceye kadardır! Yani:
Gerçekler onun ahlâkını sıfıra indirir.

"Şimdi de niyet okumaya mı başladın" da deme. Çünkü niyetin
inanmak olsa, derdin: "Kur'anın dediği yanlış olabileceği gibi, doğ-
ru da olabilir. Bunun için de hemen inkâra kalkışmamak gerekir."

"Yok!" diyorsan, sen de önce "pirimattan insana evrilme"nin ara
formlarını göster! Madem gösteremiyorsun ve hiç bir zaman da
gösteremiyeceksin, o halde haddini bil!

Demiştim: "Senin işin çoktan bitmiş Emre. Sür eşeğini kemikli
köye!"

Gel Emre, sen sözümü dinle. Eğer: "Benim niyetim, gerçeği bul-
mak. Onu buldugum gün de Allah'a inanacağım" diyorsan, ben de
sözümü geri alırım.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Montag, 18. Oktober 2010

HAYATIN ON EMRİ

HAYATIN ON EMRİ

Hayatın insana on emri vardır. Onlar da şunlardır:

1- Yaratıcı'na inanmalısın. Çünkü sen bir "yaratık"sın. Senin Ya-
ratıcın ise, bu evreni işletebilecek olandır. O da: ALLAH'tır.

2- Allah'tan başka ilahlar uydurmamalısın. Çünkü Allah tektir.
O'ndan başkalarının ilah olabilecek bir durumu yoktur.

3- Allah'a teslim olmalısın. Senin istikbâlin ve saadetin de bu tes-
lim oluştadır.

4- Ateizmi ve inançsızlığı kabul etmemeli ve tek Allah'a teslim o-
luş dışındaki bâtıl inançları da reddetmelisin.

5- Allah'a teslim olduktan sonra iyilikçi olmalısın. İyilikçiliği olma-
yanın dini yoktur. Ancak, kötülüğünü terketmek de bir iyiliktir.

6- Allah'a itaat ettiğin gibi, yaratılışın yasalarına da itaat etmelisin.
Yaratılışın yasalarını sana, "bilim" bildirir. Bilimsiz din, yarım dindir.
Yarım dini terketmelisin.

7- Sevdiklerini Allah için sev. Nefretin de yine O'nun için olsun.
Allah için olmayan sevgi ve nefretler, gayri meşrudur.

8- Hayattaki birinci görevin; Allah'ı anmak ve O'nu yüceltmektir.
Sen de bu görevi yerine getirerek, yücelik kazanmalısın.

9- Sen, kendikendine kalmış ve kendine ait bir varlık değilsin.
Sen, seni Yaratan ve Yaşatan'ınsın. Kime aitsen, hizmetin de O'
na ve O'nun için olmalı.

10-Hayat, Allah'a ait olduğu için, bu emirlerin de O'ndan geldiğini
kabul etmeli ve bu kabul çerçevesinde yaşam sürmelisin. Bu çer-
çeve dışındaki hayat ise, "hayat hırsızlığı"dır. Bu hırsızlık da başka
bir dünyada cezayı gerektirecektir. Cennet isteyen, bu hırsızlığı ve
soygunculuğu terk etmelidir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Bildirme.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 16. Oktober 2010

YENİ ANAYASA İÇİN TEKLİF

YENİ ANAYASA İÇİN TEKLİF

evrenin hâkimi ALLAHın adıyla

Bu maddeler, Türkiye vatandaşlarının bütün toplum kesim-
lerinin kendi aralarında, birlikte ve barış içinde yaşamak
için yaptığı bir anlaşma, uzlaşma ve sözleşmedir.


Madde 1: Türkiye Devleti laik ve demokratik bir Cumhuriyet'tir.
Laiklik ve Demokrasi'nin tanımı, Avrupa ve Amerika'dakilere gö-
re yapılır ve buna göre uygulanır. Fakat bu uygulama, toplumsal
hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı ve iptâl edici olamaz. Toplumsal ke-
simlerin hak ve adalete uygun dinsel özgürlüklerini kısıtlayan uy-
gulamalar kabul edilemez.

Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî ve mânevî
ve toplumsal dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına
saygılı, evrensel değerlere bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Madde 3: Türkiye Devleti, ülkesi ve içinde barındırdığı çeşitli ırk,
din, kültür mezhep ve tarikatlarıyla özgür bir birlikteliktir. Resmî
dili: "Türkçe"dir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıl-
dızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’
dır.

Madde 4: Şartlar gerektirdiğinde anayasanın her maddesi değişti-
rilebilir.

Madde 5: Devletin temel amaç ve görevleri, Türkiye halkının ya-
sal bağımsızlığını ve ülkenin özgür birlikteliğini ve demokrasiyi ko-
rumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;
kişinin temel hak ve hürriyetlerini, evrensel değerler çercevesinde
sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette
sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama-
ya çalışmaktır.

Madde 6: Siyasal egemenlik, hak ve adalette olduğu müddetçe
milletin yani "Toplumsal kesimler"indir. Egemenliğin kullanılması,
hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiç
bir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet
yetkisi kullanamaz. Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile
bağlı olan herkes vatandaştır. Bu vatandaslar topluluğuna da:
"Türkiye halkı" veya "Türkiye milleti" denir. Bu millet de; "Top-
lumsal kesimler"den oluşur.

Madde 7: Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Dev-
letin ülkesi ve halklararası özgür birlikteliğini bozmayı ve hak ve a-
dalete dayanan ve vatandaşların hak ve özgürlüklerini korumayı a-
maç edinmiş demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı
hedefleyen faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Ancak laik ve de-
mokratik cumhuriyeti ilerletecek çalışmalar da engellenemez.
Halk çoğunluğu istediği takdirde daha iyi bir yönetim sistemine
geçmekte özgürdür.

Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla
tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada
belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir
faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.


Bu maddelere eklenecek diğer anayasa maddelerinin de, bu yedi
temel maddeyle uyuşması gerekir. Temel maddelerle uyuşmayan
maddeler reddedilir.

***

Türkiye'deki Bütün Toplumsal Kesimlere Duyurulur!

Yeni bir anayasa için hazırlanmış bu yedi maddelik sözleşmeyi,
Türkiye'deki bütün toplumsal kesimler okusun ve imzalasın. Eksik
gördükleri bir şey varsa, bildirsinler, tamamlayalım. Eğer daha iyi-
sini yazabilecek olanlar varsa, yazsınlar, eksiksiz görürsek biz im-
zalayalım ve bunu hepbirlikte parlamentoya sunalım. Önümüzdeki
seçimlerden sonra iktidara gelecek olan parti de hemen yeni ana-
yasa için çalışmalarına başlasın ve bitirsin.

Toplumsal Kesimlerin Dikkatine!

Türkiye: Bir Kürdistan değildir; Türkistan değildir; Alevistan değil-
dir; İslâmistan değildir; Kemalistan değildir. Türkiye, bütün bu par-
çaları bünyesinde barındıran bir ülkedir. Dolayısıyla hiç bir toplum-
sal kesim, sadece kendi istekleri doğrultusunda bir anayasayı veya
yalnızca kendi inancını, ideolojisini, ırkını, kültürünü esas alan bir
yönetim biçimini başka kesimlere dayatamaz. Demek oluyor ki,
yeni yapılacak anayasa, bütün toplum kesimlerinin ihtiyacını karşı-
lamak zorundadır. Bu zorunluk gereği olarak meselâ Kürt halkına
(onların çoğunluk olduğu bölgelerde) "anadilde eğitim" verilmesin-
den korkulmamalıdır. Meselâ; homoseksüellerin resmî nikâh is-
temlerinden kaçılmamalıdır. Siz bunun, gençlerinize "kötü örnek"
olacağından korkabilirsiniz. Ama onların çocuklari da sizin inancı-
nızdan veya ideolojinizden etkileneceklerdir ve etkilenmektedirler.
Bunun için onların da kendi inançlarını veya inançsızlıklarını yaşa-
ma hakkı vardır. Demek, hiç bir toplum kesimi hiç bir toplum ke-
simine kendi inanç ve ideolojisini dayatamaz ve buna göre yapıla-
cak bir anayasa geçerli olamaz. Geçerli olabilecek bir anayasa,
ancak bütün toplumsal kesimlerin hak ve özgürlüklerini tanıyan ve
onların birlikte yaşamasını sağlayan bir anayasa olabilir. Eğer siz,
kemalist bir milliyetçiliği ve ideolojiyi diğer toplum kesimlerine da-
yatırsanız, bu durumda o kesimlere de kendi inanç ve ideolojilerini
size dayatma hakkı kazandırmış olursunuz. Fakat böyle bir hak
verilemez ve kabul edilemez.

Dolayısıyla yeni yapılacak anayasada; Kürt halkı anadilde eğitim-
lerine, dindarlar kamusal alanda dinsel özgürlüklerine, Aleviler zo-
runlu din dersinden azadlığa ve ibadethanelerinin kabulüne, homo-
seksüeller resmî nikâhlanma hakkına, laikler ve kemalistler dinsel
yönetim ve yaşam dayatmalarından korunmuşluğa ve diğerleri di-
ğerlerine kavuşabilmelidir.

Eğer yeni demokratik bir anayasa için uzlaşmaya varılamazsa, bu
halde her toplum kesimini kendi anayasalarıyla yönetmeyi sağla-
yacak yeni bir sisteme geçmek veya bu da olmazsa, Türkiye'yi
dörde, beşe bölme gerekliği doğacaktır.


HÜKÜMETE YOL HARITASI

İktidardaki parti ve yönetim, üç anayasa örneği hazırlasın. Bun-
ların birincisi, azınlığın çoğunluğa; ikincisi, çoğunluğun azınlığa ve
üçüncüsü de, hiç kimsenin hiç kimseye tahakküm edemeyeceği
(yani bizim teklif ettiğimiz normal anayasa) örneği olsun. Bu üç
örnek bütün toplumsal kesim önderlerinin önüne seçim için kon-
sun. Hangisi çoğunluk oyunu alırsa, o anayasamız olsun. Tabii
çoğunluk oyunu alacak olan anayasa örneğinin, normal demok-
ratik anayasa örneği olacağına süphemiz yoktur. Hükümet, tek
bir normal demokratik anayasa örneğiyle de toplumsal kesimle-
rin karşısına çıkabilir ve teklifini yapabilir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Teklıf.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 3. Oktober 2010

ÂDEM YERYÜZÜNDE YARATILIP CENNETE Mİ ÇIKARILDI, YOKSA CENNETTE YARATILIP YERYÜZÜNE Mİ İNDİRİLDİ?

ÂDEM YERYÜZÜNDE YARATILIP CENNETE Mİ
ÇIKARILDI, YOKSA CENNETTE YARATILIP
YERYÜZÜNE Mİ İNDİRİLDİ?

gerçekleri gösteren ALLAHın adıyla

Bakara Sûresinin 30'uncu ayetinde yüce Allah'ın: "Ben yeryüzün-
de bir halife yaratacağım" demiş olması, Âdemin yeryüzünde ya-
ratıldığının delili olmaz. Çünkü bu ayet: "Ben yeryüzünde bir 'insan'
yaratacağım" demiyor, "halife yaratacağım" diyor. Yani ayet, yara-
tılacak olanın "rütbe"sini nazara veriyor. O zaman bu ayet; "yaratı-
lacak olanın yeryüzü için olduğunu" haber verir, yoksa "Âdem'in
yeryüzünde yaratılacağı"nı değil. Taha Sûresinin 116'dan 123'e
kadar olan ayetleri de bu iddiamızı destekler ve tasdikler. Çünkü
hem Taha Sûresi, Bakara Sûresi'nden önce indirilmiştir.

Taha Sûresin'nde geçen; şeytanın ve meleklerin Âdem'e secdeye
dâvet edilmesi, şeytanın buna karşı gelmesi ve Âdem'in şeytana
aldanıp "cennetten çıkarılma"sı olayları da gösteriyor ki, Âdem
yeryüzüne indirilene kadar hep cennette bulunuyordu. Bu da, o-
nun cennette yaratıldığını gösterir.

Âdem'in cennette yaratılmış olması, insanın doğasına daha uygun-
dur. Çünkü bir bebek dünyaya geldiği zaman, anne-babasının ya-
nında olması ve ona sahip çıkmaları gerekir. Yoksa o çocuk ölür
gider. İlk insan olan Âdem de, yaratıldıktan sonra bilgisiz ve sa-
hipsiz bir şekilde ortada bırakılamazdı. Ona en iyi sahiplik de,
Yaratan'ın, onun yanında olmasıyla olabilirdi.

Ayrıca Sad Sûresi'nin 75'inci ayetinde geçen: "Ey iblis! İki elimle
yarattığıma neden secde etmedin?" sözleri de bildiriyor ki; Allah,
Âdem'i bizzat Kendisi yaratmıştır. Bu yaratış için de Allah herhal-
de yeryüzüne inecek değildi. Âdem'i cennette veya İlâhî Saltanat
Dairesi'ndeki "İlâhî laboratuvar"da yaratması daha uygun olurdu.
Çünkü yeni bir icad önce atölyede veya laboratuvarda geliştirirlir.
Ondan sonra fabrikada üretim safhasına geçilir.

Bir de: "Allah'ın Cebrail'i Âdem'in yaratılışı için yeryüzünün her
yerinden toprak toplaması için göndermesi"yle ilgili Peygamber
Hadîsi de, "Âdem'in ve Eşi'nin cennette yaratıldığını" isbat eder.
Bunlar da bize gösterir ki; Darwinizm'in iddia ettiği gibi ilk insan
ve insanlar maymundan veya şempanzeden veya pirimattan tü-
rememiştir: İnsan müstakil olarak Allah tarafından yaratılmış, ilk
insandan sonrakiler de Âdem ve Havva'dan türetilmiştir.

Ayrıca: "Biz insanı en güzel sûrette yarattık" ayeti de; insanın ev-
rim geçirip, ondan sonra ondan daha mükemmel bir varlık türe-
meyeceğini isbat eder. Çünkü insan, "varlıkların en mükemmeli"
dir.

Bakara 30 ayetinde geçen; "Ben yeryüzünde bir halife yarataca-
ğım" sözü, Âdem ve Havva'dan sonra yeryüzünde yaratılacak
"insanlık" çoğulunu ve "rütbesi"ni bildirir. Ama bu ayet, "istisna"
olan Âdem'in, "yeryüzünde yaratıldığı"na delil olmaz ve değildir.
Niçin olamayacağını da yukarıda açıkladık.

Yeryüzü, cennette yaratılmış olan Âdem ve Havva'dan türetile-
cek insanlık soyu için bir "fabrika" olmuştur. "Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım" sözü, daha çok buna bakar, yani yeryü-
zünde üretilecek insanlık soyuna işaret eder; Âdemin dünyada
yaratılacağına delâlet etmez. Zaten; "Biz Âdem'i dünyada yara-
tıp cennete çıkardık" şeklinde bir ayet yoktur. Ama "Âdem'in
cennetten çıkarıldığı"na dair ayet vardır. Bakara 36 ve Araf 24'
üncü ayetleri de bunu açıkça gösterir.

Sonuç: İlk insan olan Âdem, yeryüzünde yaratılıp cennete çıka-
rılmamış; tam aksine, cennette yaratılıp yeryüzüne indirilmiştir.
Âdem ve Havva'dan sonraki insanların çoğalması da yeryüzünde
olmuştur.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Ekim başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Mittwoch, 29. September 2010

MELEKLER GÖZLE GÖRÜLÜR MÜ?

(Yazarımız Hüseyin Avdıç cevaplıyor)

MELEKLER GÖZLE GÖRÜLÜR MÜ?

Cevap: Melekler, ışından yaratılmış varlıklardır. Işınları göreme-
diğimiz gibi, ışından yaratılmış melekleri de gözle göremeyiz. An-
cak bu ışından yaratılmış varlıklar, ışından ışık haline dönüşüp gö-
ze görünür hale gelebiliyorlar. (Ruhuna selam olsun) Peygamberi-
mizin gördüğü Cebrail isimli melek de, ışık haline dönüşmüs bir
melektir. Yoksa bu dönüşümleri olmasaydı, onları gözle görmek
mümkün olmaz ve Peygamberimiz de Cebrail'i göremezdi.

Aşağıda linkini verdiğim video, söylediklerimin anlaşılmasını kolay-
laştıracaktır sanırım...

http://webtv.sabah.com.tr/webtv/videoizle/kabe_uzerinde_esrarengiz_goruntuler

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 26. September 2010

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 18

ATEISTLER SORUYOR
KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 18

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Allah'ı İnkârın Geçerliği Yoktur

Ateistlerin Allah'ı inkârı geçersizdir. Onların inkârının geçerli ola-
bilmesi için, bütün kâinatı tarayıp elekten geçirmeleri, hattâ kâina-
tın mânevî ötesine de geçip, orayı da taradıktan sonra: "Biz hiç
bir yerde Allah isimli bir Tanrı'ya rastlamadık" demeleri gerekir.
Ama böyle bir işlemi ateistler hiç bir zaman yapamayacaklardır.
Çünkü onlar daha Mars'a bile çıkabilmiş değillerdir. Oraya çık-
salar bile, onları daha her birinde yüz milyar yıldız bulunan yüz
milyar galaksi beklemektedir! Çok güvendikleri "Bilim"in de bu
konuda eli kısa, gücü sınırlıdır. Yani bilim bücüründen de onla-
ra fayda yoktur. Bu durumda onların yapabileceği en kârlı şey,
"agnostik" olmaktır. Agnostikliğe razı olmayıp inkârcılıkta diretir-
lerse, gerçekliği ezip geçmiş olacaklardır. Böyle kural tanımaz
ateistlerin ise, ciddiye alınacak bir tarafı kalmaz.

Ey ateist bay ve bayanlar!

Siz önce on milyar trilyon yildızı tarayın, eğer Allah ile karşılaşmaz-
sanız, o zaman "Kur'anın indirilmediği"nden dem vurabilirsiniz. Hay-
di bakalım, on milyar trilyon yıldız taranmak için sizi bekliyor! Önce
onları tarayın, ondan sonra "Kur'anın uydurma olduğu" iddianızı in-
celeme altına alabiliriz...

***

"Kıyameti durduracak bir gücünüz olmadığına göre, bu gerçek
geçerli kalacaktır" şeklindeki sözüme karşı ateist demiş:

"Bu sacmasapan cumleleri nereden buluyorsunuz ayiptir sormasi?
Kiyameti durdurmak, dogumlari engellemek, ayi ikiye bolmek
vs. vs."

Sana açıklayayım, mustafaakyol sitesinin ateist komedyeni:

Doğmamaya gücün olmamış olduğu gibi, tekrar diriltilmemeye de
karşı koyacak gücün yoktur. Kıyameti durduracak gücün yoksa,
ölüme mahkûmsun demektir. Böyle çok büyük bir mahkûmiyet
içinde bulunan bir insancığın Allah'ı inkâr etmesi, dünyanın en bü-
yük komikliği olmuyor mu? Bu komedyenliğe ne zaman son vere-
ceksin? İstersen son verme de, kahkahasız kalmayalım, eğlen-
meye devam edelim!..

***

Emre demiş:

"Olumu bir mahkumiyet olarak gormuyorum ki; hayatin bir parcasi.
Olumlu olmasak yasayacak ve yiyecek kitligindan birbirimizi oldu-
rurduk. Bunu hic dusundunuz mu? Dunyanin belli bir kapasitesi var.
Sizlerde olmayan bir yetenegim varmis bak: mantikli dusunmek."

Cevap: Sizdeki bu zekâya ve mantıklı düşünme(!)ye maymunlar
kurban olsun! Keşke bu mantıklı düşüncenizi ve zekânızı, ölümsüz-
lük peşinde koşan ve ölümü öldürmeye çalışan bilim adamları da
görseydi!...

Ey bilim adamları! Emre'nin zekâsını kafanıza geçirin, sorunlarınız
hemen çözülür!

***

Emre demiş:

"(Kur'ani) inceledik ve sonuc ortada: masallar bunlar. Siz de Eski
Yakin Dogu dinlerini inceleyin, ayni sonuca varin. Yahudilik yuzyil-
lar suren bir caba sonucunda ortaya cikmistir. Sozde ayni tanrinin
eseri… Incil de oyle; bir cok kisi tarafindan yazilmistir. Bunlar
batinca Kuran da ne yazarsa yazsin batiyor."

Cevap: Daha önce de söylemiştim: Bu inceleme geçerli olamaz.
Çünkü önce Allah'ın var olup olmadığını anlaman için bütün evre-
ni taraman gerekir. Eğer "Allah" diye bir İlah'a rastlamazsan, zaten
Kur'an diye bir Kitap olamaz. Bunun için Kur'anı incelemen bey-
hudedir. Sen önce evreni elekten geçir. Allah'ı mutlaka göreceksin.
Hadi sana kolaylık olsun: Evreni elekten geçirmek yerine, 7 milyar
ışık yılı evrenin merkezine doğru git. Eğer oraya kadar gidebilirsen,
bir melek gelip seni alacak ve Allah'ın saltanat dairesine çıkaracak.
Ve sen Allah'ı göreceksin...

Eğer bu yolu "çok uzun" bulursanız, sizi Allah'a çıkaracak çok
kısa bir yol vardır. O da: Kalbinizi Allah'a açmaktır. Fakat siz bu
yolu bilimsel(!) bulmazsınız. Bu yüzden de önceki gösterdiğim
yola girmeniz gerekir. Eğer "Allah mutlaka yoktur" varsayımını a
priori yaparsanız, bilimde namussuzluk yapmış olursunuz. Bilimde
namuslu olabilmeniz icin de önce; deney, gözlem, araştırma, ince-
leme ve bütün kâinatı tarama gibi işlemleri yapmanız gerekir. Bu
işlemleri yapmadıkça, "bilimin namusu"na uymamış olursunuz.
Bilimin namusuna uymadıkça da, "Kur'anı inceleme" ameliyesine
başlayamazsınız.

Sizin için şimdi iki çıkış yolu vardır: Ya "Allah'ın varlığı mümkün
olabilir" diyeceksiniz, ya da bilimin namusuna uyup, evreni süzgeç-
ten geçirdikten sonra (eğer O'nunla karşılaşmazsanız) "Allah isimli
bir İlah'a rastlamadım" diyeceksiniz. Eğer bilim adamları da sizin
araştırmanızı tekrarlayıp tasdik ederlerse, artık bize de "Kur'anın
bir masal olduğu"na inanmak kalır... Aksi halde; "Kur'an bir ma-
saldır" demeniz, bir "masal" olacaktır. Ve şu anda siz bir "masal"
okumaktasınız.

Okuyun, minimini birler, okuyun! Yakında ortaya, liseye, üniversi-
teye geçersiniz... Kur'an da "okuyun" diyor: "Yükselirsiniz"!

***

Emre; “evreni elekten geçirmek yerine, 7 milyar ışık yılı evrenin
merkezine doğru git. Eğer oraya kadar gidebilirsen, bir melek
gelip seni alacak ve Allah’ın saltanat dairesine çıkaracak” şek-
lindeki sözlerime karşı demiş:

"Bu masalla kimi kandirabileceginizi saniyorsunuz? Bir cocuk
sakasi sanki."

Cevap: Şaka değil, gerçek! Ama siz bu gerçeğin gerektirdiği iş-
lemi yapabilecek kudrete sahip olmadığınız için, sözlerime "masal"
damgası basıp, kendinizi kurtarmaya çalışıyorsunuz. Ama kurtu-
lamazsınız. Ya acizliğinizi görüp Allah'ı inkârdan vazgeçeceksiniz,
ya da kâinatı elekten geçirip iddiamın "masal" olduğunu isbatlaya-
caksınız. İsbatlayamıyorsanız, "masal" demeyi bırakacaksınız. Bı-
rakmadığınız takdirde, bilimsel bir namussuzluk yapmış olacaksı-
nız ve yapmaktasınız.

Emre; "çünkü önce Allah’ın var olup olmadığını anlaman için bü-
tün evreni taraman gerekir. Eğer 'Allah' diye bir İlah’a rastlamaz-
san, zaten Kur’an diye bir Kitap olamaz" şeklindeki sözlerime
karşı demiş:

"Mantiginiz curuk.. Bir kere Kuran’in varligi kesin. Ama Tanri
yoksa Kuran uydurmadir. Tanri varsa yine de uydurma olabilir
(ki oyledir, cunku Yahudilik uydurmadir)."

Cevap: Kur'an varsa, Allah da vardır. Ama Allah olduğu halde
Kur'an bir "uydurma" olamaz. Çünkü Allah'ın olduğu bir evrende
uydurma bir Kitap barınamaz. Bunun için Allah, Kur'anıyla Tev-
rat ve İncil'in uydurmalarını imha etmiştir. Ama, Kur'anın "uydur-
ma" olduğunu kanıtlayacak bir "Kitap" ortada yoktur.

Bakın, Kur'anda 6 bin ikiyüz küsur ayet vardır. Ben sizden bun-
ların hepsinin teker teker "masal"(!) olduğunu isbatlamanızı iste-
miyorum. Sadece "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünün bir "ma-
sal"(!) olduğunu bana isbatlayın, yeter. Bunu isbatlamanız için de,
uzayda, dünyamızdan ayrı başka bir dünya yaratın. Eğer bu yarat-
mayı başarırsanız, "Allah'tan başka ilahlar olabileceği"ni isbatlamış
olursunuz. Bu da, Kur'anın bir "masal" olduğunu göstermiş olur...

Aksi halde, sizin bir "masal" okumakta olduğunuz ve "bilimsel na-
mussuzluk" içinde bulunduğunuz belirgin hale gelecektir, belki de
gelmiştir! Bu gelmişlikten de ancak Allah'ı inkârdan vazgeçmekle
kurtulabilirsiniz. Tabii kurtulmak isterseniz... Kurtulmak istemez-
seniz, bu sitede artık ancak bir "komedyen" olarak kalabilirsiniz.
Tabii tartışmacı arkadaşlar sizin komedyenliginizi kabul ederlerse...
İsterseniz bir "referandum" da yaptırabilirsiniz. Bakalım; "Emre bir
komedyen olarak kalsın mi, gitsin mi?"

Senin işin çoktan bitmiş Emre. Sür eşeğini kemikli köye!

Pardon! Pardon! Pardon! Yeni söylemim şöyle olacaktı: Bin ışık-
tan eşeğine; sür onu evrenin merkezine veya en yakın kâinat sını-
rına. Orada Allah'ı göreceksin. Eğer görmezsen, bana istediğin
hakareti edebilirsin...

Emre'ye not: "Uzayda yeni bir Dünya yaratma" çalışmasında,
Hawking de dahil bütün bilim adam ve kadınlarını ve bunlarla
birlikte tesadüf, kendikendinelik, tabiat ve seleksiyon tanrılarınızı
da yardıma çağırabilirsiniz...

***

Ateist Emre demiş:

"Kuran varsa niye Allah da var olmak zorundadir? Kuran’in
uydurma ise Allah niye var olsun ki?"

Cevap: Allah'tan başka ilah olmadığı için Kur'an vardır. Eğer
Allah'tan başka ilah olsaydı, Kur'an olamazdı. Önce sen uzayda
bir dünya yarat, Allah'tan başka ilah olabileceğini isbatla; bu isba-
tın da Kur'anın "masal" olduğunu kanıtlasın. Bu kanıtlamayı yap-
madığın müddetce, "beyninin yikanmış olduğu"nu isbatlamış ola-
caksın!

Sen önce kendi beynini yıkanmışlıktan kurtar! Bak, bilimsel yeni
bir bulgu; Kur'anda geçen "Hz. Musa'nin denizi yarma olayı"nın
"masal" olmadığını gösteriyor:

http://www.hurriyet.com.tr/planet/15837993.asp?gid=286

Daha bunun gibi onlarca "bilimsel" desteğin bulunduğunu da
unutma!

Sen önce evreni tara; kâinatı yöneten bir Allah'ın bulunmadığını
isbatla, ondan sonra "Kur'an masal mı, değil mi" onu tartışalım.
Yoksa 1 buçuk milyar insan bu "masal"(!)a inanmaya devam
edecek ve yakında bu 1 buçuk milyara bir 1 buçuk milyar daha
eklenecek! Durdur, durdurabilirsen...

Senin işin çoktan bitmiş Emre. Bin ışıktan eşeğine, sür onu evrenin
merkezine. O merkezde de Allah'ını bulacaksın.

***

Emre demiş:

"Dogustan sakat veya hasta bir cocugun ailesi ne yapsin peki?
Bu neyin sinavidir? Bir cocuk bunu nasil haketmis olabilir?"

Cevap: Gereken cevabı "Candaroğlu" vermiş. Ben de şunları
ekleyebilirim:

Doğuştan sakat bir çocuk, onu "hakettiği" için değil, anne-baba-
sının kullandığı içki ve sigara veya yanlış beslenme, yanlış ilaç ve-
ya radyoaktif etkilenme sonucu sakatlanmış olabilir. Dolayısıyla
bu sakat doğmanın günahı Allah'a yüklenemez. Allah isteseydi
her halukârda çocukların sağlam doğacağı bir sistem kurabilirdi.
Ama şimdiki durumdaki gibisini tercih etmiş. O'nun bu tecihine
itiraz etme hakkımız yok. Çünkü bu dünyada sakatlık ve noksan-
lıkları olanların sorumlulukları da azalmakta ve ötedünyada da
alacakları bir mükâfât bulunmaktadır. Hem bu durum "istisnaî" bir
durumdur. Siz, genel durum olan sağlam doğuşlara bakın! Onlar,
"sağlam doğma"yı haketmişler miydi? Dolayısıyla bunda bir "ada-
letsizlik" de yoktur. Sizin meseleniz; "inançsızlık"tır. İnançsızlıkta
kaldığınız müddetçe, sakat doğan çocuğunuz size acı verecek ve
isyan ettirecektir. Ama inançlı insan bu durumda kadere teslim
olup, alacağı mükâfâtla teselli bulacaktır. Hangisi daha iyi durum?

Tıp bilginleri de, "o çocuğu nasıl sağlamlaştırabilirim" diye, kafa
yoracak, bilimde ilerleme ve ustalık kazanacaktır. Fena mı? Sakat
doğumlar, hastalıklar ve sakatlanmalar olmasaydı bilim nasıl ilerle-
yecekti? Cennet gibi bir dünyada yaşamaya ne hakkımız var?
Böyle bir hakkı nereden kazandık ki? İnsan, "kazanarak" haket-
meli değil mi? Dünya da tam buna uygun bir yer değil mi? Elbette
ki öyle! O halde Allah "hata" etmemiştir ve hiç hata etmez. Çünkü
O, "mutlak kusursuz"dur, "kusurdan arınmış"tır. O'nda kusur bu-
labilmeniz icin önce kusursuz bir dünya yaratmalı, sonra da işte
"O'nun kusuru budur" diyebilmelisiniz. Ama bunu hiç bir zaman
diyemeyeceksiniz! Bunlar da netice verir ki: Allah'tan başka ilah
yoktur.

Dolayısıyla kurtuluş, ancak Allah'a inançta ve O'na teslim olmak-
tadır.

Not I: Bunlardan anlaşılmalıdır ki; eğer dünya bir cennet gibi, ya-
ni herşey mükemmel, noksansiz olsaydı; "bilim" diye birşey olma-
yacaktı.

Not II: Bana verdiğiniz cevabın başında: Verdiğim cevapların
"mantıksız" olduğunu iddia etmişsiniz. Cevaplarımda bir mantık
bulamayışınızın sebebi, mantığınızın tersinden işlemesindendir.
Şeytan tarafından ele geçirilmiş olduğu için de mantığınız tersin-
den işlemektedir. Bu sebeple, sözlerimizdeki mantığı görebilme-
niz için önce içinizdeki seytanı çıkarmanız gerekmektedir. Bunun
için de: "Allah yoktur" önyargısını veya "peşin inkâr"ı bırakmanız
ve niyetinizin de "gerçeği bulmak" olması gerekiyor. Bizim hata-
miz ise: Sizi ciddiye almamızdır. Sizi ciddiye alıp cevap veriyoruz
ki, şeytanî zekânız karşısında inançlılar apışıp kalmasın...

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 17

ATEISTLER SORUYOR KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 17

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.org
sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Sol südur demiş:

"Evet, İslam da pagan, Yahudi/Hıristiyan ve ateist inanç ile
homoseksüele saygı duymak zorunda idi ama öyle yapmadı..
önce kendi dininizi eleştirin!"

Cevap: Bu ateist tartışmacı, İslâm'ı, insan uydurması din ve yasa-
larla karıştırmış! İslâm, zulüm ve kötülüğe ve haksızlığa saygı gös-
termez, onları mahkûm eder. Çünkü İslâm, insan uydurması bir
din değildir. Bunun için o, dinsizliğe ve dinsizliklere saygı göstere-
mez. Cehennemlik olmak istemiyorsanız, siz ona saygı göstere-
ceksiniz. Kıyameti durduracak bir gücünüz olmadığına göre, bu
gerçek geçerli kalacaktır.

***

Eğer Islâmiyet, Hz. Muhammed'in uydurması olsaydı; Hz. Mu-
hammed, "Muhammed" olmaz ancak bir "Firavun" olurdu. Bu
Firavun da, inkârcıları görünmez bir âlemdeki görünmez bir ceza-
ya ve görünmez bir İlah'a havale etmek yerine: "Ben Firavun, bu
Arabistan topraklarının Tanrısıyım. Kim benim Tanrılığımı redde-
derse ve yasalarıma boyun eğmezse, onun vücudunu ateşte kebap
yapip yiyeceğim; fazlasını da kölelerime dağıtacağım. Ama onları
kebap yapmadan önce çeşit çeşit işkencelerden geçireceğim. On-
lar işkence görürken de kadeh kadeh şarap içecek, büyük bir eğ-
lenceyle de acı çekişlerini seyredeceğim. Homoseksüelleri, cinsel
organlarından astıracağım. Vergi vermeyenleri zindanda çürütece-
ğim." Vesare... Görünen ve peşin bir ceza, görünmez ve cok u-
zaktaki belirsiz bir cezadan daha etkili olurdu. Ateistlerin de inkâ-
ra mecali kalmazdı. Mecburen Firavun'a kul olurlardı. İyi ki İslâ-
miyet uydurulmamış! Eğer o uydurma bir din olsaydı, ateistlerin
çekeceği vardı... Ama şimdi onlar çok rahat. Onlar yine de cehen-
neme atılacaklar ama, cehennem "varsa" atılacaklar. Yani: Rahat
rahat kâfirlik yapabilirler... Bu rahatlık onlara, "uydurulmuş" dedik-
leri "indirilmiş din"in bir armağanıdır!

***

Sol Südur demiş:

"Atıyor muyum? Kuran’da yüzlerce ayet Tanrı’ya inanmazsan
derilerinin nasıl cayır cayır ve döne döne yakılacağını anlatıyor…"

Cevap: Siz Kur'ana hem "masal"(!) diyorsunuz, hem de bu
"masal"(!)lara inanarak Kur'anlılardan hesap soruyorsunuz! Kur'
ana inanıyorsanız, hesap sormanız saçmalık. İnanmıyorsanız,
sorduğunuz hesap anlamsızdır!

Siz bu anlamsız ve saçma işleri bırakın da, daha anlamlısı olan
"evreni taramak" işini halledin! Bu halledişle de: "Allah'ı göreme-
dik"; o halde "Kur'an bir masaldır" deme hakkını kazanmış olur-
sunuz... Ama siz bu hakkı henüz kazanmış değilsiniz. Bunun için
de sorduğunuz bütün hesaplar, sizin zulüm ve haksızlığınız olarak
size geri dönmektedir. Dikkat edin, bu haksızlıklar size mezar
olabilir. Mezardaki bakteriler de büyük bir iştahla sizi bekliyor:
"Gelseler de, Nilgün'le Emre'yi bir güzel mideye indirsek" diye
sabırsızlanıyorlar!..

Az kaldı, açlıktan ölmek üzere olan Afrikalı bakteriler, az kaldı.
Çok yakında açlıktan kurtulacak, bayram yapacaksınız, bayram!

***

"Sol südur" lâkaplı Nilgün demiş:

"Hermes daha vicdan nedir bile bilmiyorsunuz. Vicdan rölatiftir.
Siz koyun boğazlayıp ibadet ederken bir Hıristiyan’ın vicdanı
sızlıyor. Buna hemen ‘sen et yemez misin?’ diye itiraz ederler.
Evet yerim, ve başka bir canlıyı – bitki ya da hayvan – öldür-
meden beslenememem.Tanrı’yı inkar etmemin temel nedenlerin
birisi zaten…. Bu ne vahşettir ki, hayatta kalmak için bir başka
canlıyı öldürmek zorundayım! Böyle bir zorunluluk ancak iyi bir
Tanrı yerine kendi başına bırakılmış bir doğa açıklamasıyla
mantıki temele oturtulabilir."

Cevap: Siz, Allah'tan daha merhametli olamazsınız. Eğer O'ndan
daha merhametli olduğunuzu düşünüyorsanız, O'ndan "daha üstün"
sünüz demektir. Bu da sizin bir "Yaratıcı" olabileceğinizi gösterir...
O halde uzayda başka bir dünya yaratın ve orada bitki ve hayvan-
larla beslenmeyen insanlar var edin. Böylece herkesi "vahşî" ol-
maktan kurtarmış olursunuz!...

"Kurban Bayramı" yaklaşıyor! Yeni dünyanızı hemen kurup, o
"vahşet(!)"i önlemelisiniz...

Ah! Allah'ı inkâr etmekle ne büyük bir vahşet içinde olduğunuzu
bir bilseniz... Bilseydiniz, o vahşet içinde debelenmezdiniz.

***

Nilgün demiş:

"Ben Tanrı’yı inkar ederek çevreme vahşet ve zulum saçmıyorum;
yalnızca bir görüş benimki; kimseye zararı yok ama Tanrı, o bunu
yapıyor! Minicik bedenler nasıl oluyor da kansere yakalanıyor,
bacakları kopuyor? Nasıl bir Tanrı bu? ...Yalnız biliniz ki Allah’ı
inkar etmek asla vahşet değildir; düşünce vahşet olamaz; vahşet
eylemdir ve eylemi gerçekleştiren Tanrı’dır!"

Cevap: Allah'ı inkâr eden bir ateist, Allah'ın insanları imtihan edi-
şini de kabul edemez. İmtihanı kabul etmeyen, dünyadaki kötü-
lüklerin de "başıbozuk olaylar" olduğunu kabul etmek zorunda
kalır.

Allah'ı inkâr etmek ise, dünyadaki en büyük vahşettir! Çünkü in-
kâr, sadece bir "düşünce" değil, aynı zamanda bir "hüküm"dür.
Hüküm ise, "eylem" doğurur. Zaten inkârcı ateist de Allah'a kar-
şı mücâdelesini, verdiği hüküm üzerinden yürütüyor. Allah'a karşı
savaşıyor. Bu savaşına da; "bu bir eylem değildir, bu bir vahşet
değildir" diyor! Savaştaki bir askerin, düşmanını öldürürken; "ben
savaşmıyorum, savaş oyunu oynuyorum" demesi gibi bir şey bu!
Eğer ateistin verdiği bir hüküm ve kabüllendiği bir inanç olmasay-
dı, Allah'a karşı bu savaşı sürdüremezdi. En azından "agnostik"
kalırdı. Ama agnostikliğe bile razı olamıyorlar. Sanki ellerinde, bu
evrenin bir Sahibi olmadığına dair kesin bir delilleri varmış gibi!

Fakat inkârda diretmeleri onlara saadet vermiyor. Saadet bula-
madıkları da şu sözlerinde gizlidir: "Minicik bedenler nasıl oluyor
da kansere yakalanıyor, bacakları kopuyor? Nasıl bir Tanrı bu?"
İşte onların bu sözleri, "şefkâtin acizlik yüzünden acıya dönüşü"
dür. Bu tedavi edilemez acının acısını da, Tanrı'ya çatarak çıkarı-
yorlar! İnkârcılıktan çıkmadıkları müddetce de onlar bu acıların
girdabında kıvranmaya mahkûmdurlar.

Çünkü bir inkârcıda akıl; geçmişin acıları ve geleceğin korkuları
yüzünden bir "azap âleti"ne dönüşür. Sevgi ve aşk ise, ölümün e-
bedî ayırıcılığından, sonsuz bir hasret ve yanışa inkilâp eder. Şef-
kât de, acizlik yüzünden acılı bir belâ olur.

Fakat Allah'a inanan bir inançlıda durum farklıdır ve tam tersidir.
Çünkü Allah'a inanç ve teslim, geçmişin acılarını sevaba, gelece-
ğin korkularını da, "her şeyin Allah'ın elinde olması" güvencine dö-
nüştürdüğünden, inançlıdaki akıl bir azap âleti olmaktan çıkar,
rahmet âleti olur.

İnançlıdaki sevgi ve aşk ise, ölüm, ebediyete göçmüş dostlara ve
Allah'a kavuşma olduğundan, sonsuz bir aşk ve sevgiye dönüşür.

Ondaki şefkât de, Allah'ın, yarattıklarına daha merhametli olma-
sından ve O herkesin ve herşeyin "Sahibi" olmasından, acılı bir
belâ olmaktan çıkar, tatlı bir hüzne inkilâp eder.

Nilgün demiş:

"…Dinlerdeki hep aynı safsata; döndürülüp önümüze sürülüyor.
İyilikler hep öteki dünyaya, bilinmeyene havale ediliyor…Zavallı
insana yalnızca emirleri yerine getirmek karşılığında öteki dünya
rüşveti sunuluyor…Sonsuz mutluluk.. ama burada, şimdi değil…
bilinmeyen hayali bir dünyada.."

Cevap: Allah'ı inkâr eden, O'nun ötedünyasını da kabul edemez.
Ama doğmamaya gücü yetmemiş ve ölmemeye de karşı koyacak
bir gücü olmayan bu inkârcıların, âhiretin olmayacağını isbatlaya-
cak delilleri de yoktur. Delilsiz oldukları halde inkârda diretmeleri,
onların ne büyük bir vahşet içinde olduklarını gösteriyor!

Bu dünya bir "imtihan" yurdudur. İmtihanda kazanılacak sonuçla-
rın karşılığı bu dünyada verilemez. Çünkü dünya ve hayatı bunun
için yeterli bir yer ve vakit değildir. Sonuçların karşılığı için çok
büyük ve ebedî bir mekân lâzımdır. Evrenin Sahibi ise, ateistlerin
keyfine göre hareket edemez; onların hatırı için dünyayı cennete
döndüremez!

Nilgün demiş:

…Semavi dinlerin sembolü ise Tanrı karşısında şeytan zaten….
Eğer sizce şeytan Tanrı gücünde değilse, o takdirde dünyadaki
ikilemi reddediyor olmalısınız…dikkatli olun fena halde bir çeliş-
kiden diğerine savruluyorsunuz…ikilem ya vardır ve şeytan ile
Tanrı eşit güçtedir ya da ikilem yoktur…"

Cevap: Allah, iktidarını göstermek ve insanı imtihan etmek için
şeytanı yaratmış ve onu Kendine "muhalif" yapmıştır. Ama şey-
tandaki bu muhalefet gücü, onun kendi gücü değil, Allah'a ait kü-
çük bir kuvvettir. Bir robot ancak Robotçunun verdiği güç kadar
kuvvetli olabilir ve o da Robotçunun elindedir. Şeytanın Allah'a
muhalefeti ise; bir halk ve devlet düşmanı isyankârın, Padişaha
isyanı gibidir. Padişah ise, o isyankârı istediği zaman yok edebi-
lecek güçtedir. Fakat kalp ve kafaları vahşetle dolu inkârcı ate-
istler bunu da kabul edemezler ve şeytanı Allah'ın karşısına, Tan-
ri gücünde bir Tanrı olarak dikerler. Âdeta Allah'tan intikam al-
maya çalışırlar. Hem O'na inanmazlar, hem de O'na karşı sava-
şırlar! Bu savaşlarına da: "Mâsûm düşünce" derler!

Vahşetin böylesi ancak inkârcı ateistlerde görülür...

Allah ise, ikileme uymak zorunda değildir. O, ikilemin üzerindedir.
Çünkü zıtları yaratan ve sınama için onları dövüştüren O'dur.

İslâmiyetin (mânevî) sembolü ise: Tevhid, Teslim, Tevekkül'dür.
Veya: Adalet, İbadet, Merhamet ve İyilikçilik'tir. (Bunlar aynı
zamanda İslâmiyet'in temel ve şartlarıdır.) Maddî sembolleri ise;
sarık, sakal, çarşaf'tır. Mânevî gözleri kör olan ateistler de bu
maddî sembollere takılır kalırlar. İslâmiyeti onlardan ibaret sanır-
lar. Veya gözleri recm ve el kesme'den başka bir şeyi görmez.
Halbuki Kur'anda recm yoktur. Hırsızın elini kesmek cezası ise,
şartlara göre değişebilir ve kaldırılabilir hukukî bir meseledir.
Çünkü İslâmiyette asıl olan, ceza vermek değil, "adalet" etmektir.
Müslümanlar da bunu yerine getirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla,
şartlar değişmişse, hükümleri de değiştirmek zorundadırlar. Bu
zorunluğu yerine getirmeyenler de, "zalim" olurlar.

Eğer "müslümanım" diyenler bu (mânevî) sembollerin gereğini ye-
rine getirmiyorlarsa, onlar İslâmiyet'ten çıkmış veya uzaklaşmış
demektir. Onların bu aykırı haliyle de o semboller varlığını ve hak-
kaniyetini yitirmez, kaybetmez. Onların ışığına sadece perde olur-
lar. Işık isteyen de bu perdeyi kaldırmayı bilir. Kaldır perdeyi, ka-
vuş ışığına! Işığa gözünü kapatan, yalnız kendini karanlıkta bırakır.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 25. September 2010

RİSALE-İ NUR ALLAH TARAFINDAN MI YAZDIRILDI?

RİSALE-İ NUR ALLAH TARAFINDAN MI YAZDIRILDI?

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, mustafaakyol.org
sitesinde bir kaç tartışmacıya verdiği cevapları okuyacaksınız.)

Merhaba Cengiz Bey,

Dediniz ki: "...Çok ama çok önemli bir eser olduğuna inandığım
Risale-i Nur Külliyatı’nı Çok değerli üstad Said Nursi’nin söyle-
diği-yazdığı gibi kendisine yazdırılmadığına inanıyorum. Bunun
böyle olması ne Risaleleri küçültür ne de Said Nursi’yi. Allah’ın
doğrudan veya dolaylı olarak bir kulla irtibatının Resulullah ile
birlike kapandığına inanıyorum. Risaleye Kur-ani bir değer
yükleyen düşüncenin İslamın temel değerleriyle çeliştiğine
inanıyorum ve bu yüzden bu hareketten uzak durdum, ..."

Ben de diyorum ki: Risale-i Nur külliyatının, Bediüzzaman Haz-
retleri'ne "yazdırılmış" olduğuna inanmalısınız. Çünkü yüce Allah'
in sözleri Kur'andan ibaret değildir. Çünkü yüce Allah yalnız Pey-
gamberlere değil, gerekli gördüğü zaman Hz. Musa'nın annesine
(Kasas 7) de, bal arısına (Nahl 68) da, yeryüzüne (Zilzal 5) de
"vahy"eder. Ve Allah(cc), bazı kimselere "ilim" vermistir (Anke-
but 49 ve diğer ayetler).

Allah(cc)in ilim vermesi ise, çoğunlukla "ilham etmek" suretiyle ol-
maktadır. İnsanlığa verilmiş ilmin çoğunluğu da Allah'ın ilhamıdır.
Allah'ın ilhamı ise, O'nun, yarattıklarıyla bir "genel konuşma"sıdır,
iletişim vasıtasıdır. Allah bu vasıtayla insan aklının elinden tutmak-
ta, ona yol göstermekte ve onu "bilgilendirme"ktedir. Bu bilgilen-
dirme ile de "Âlimler", "Evliyalar" ve "İmamlar" ortaya çıkmakta-
dir. Bediüzzaman da onlardan biridir. Bediüzzaman öncesinde de
her yüzyılın başında bulunmuş Ahmed İsferanî, İmam Ebu'l-Hasan
el-Eş'arî, İmam Şâfiî, Ömer b. Abdulaziz, Imam-iGazalî, Fahrud-
dîn Razî, Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd, Mevlâna Halid, Celâleddin-i
Rumî, Imam-i Rabbânî, İmam Bulkînî (Bulukkînî) gibi kimseler
vardır. Bu kimselerin ellerindeki çok yüksek eserler ise, onların
kendi zihinlerinin mahsülü değil, Allah ilhamıdır. Allah ilhamıdır,
çünkü o kimselerden bazılarının (meselâ Bediüzzaman gibi) çok
kısa bir tahsil hayatı olmuştur. Bu durumda meselâ ilkokuldan
başka okul yüzü görmemiş, binlerce kitap okumamış bir kimse
bir gün bilim dünyasını şaşkınlıkta bırakan bir eser yazıp ortaya
koysa, diyebilir miyiz ki; "o eser, onun kendi zihninin ürünüdür"?
Diyemeyiz! Çünkü o kimsenin o eseri yazacak bilgisi yoktur. Bu
halde o eser ancak "Allah'in ilhamı" olabilir.

İste her asrın başında bulunmuş İmamlarin da eserleri böyledir.
Kendi zihinlerinin ürünleri değildir. Allah, onlara ilham ettiği Kur'
anî eserlerle Kur'anını korumaktadır. Bu koruma olmasaydı, bu-
gün belki elimizde "Kur'an" diye bir kitap olmayacaktı. Çünkü sa-
hip çıkılmayan bir Kitap, varlığını kaybeder. Cahillerin eline düşen
bir Kitap ise, bozulmaya uğrar. En iyi koruma ise, ancak İmam ve
Âlimlere ilham edilen bilgiler ile mümkündür. Kur'anın bugüne ka-
dar bozulmadan gelmiş olması, o İmamların bilgileriyle mümkün
olmuştur. Yoksa herkes, kendi keyfine göre yorumunu "Kur'an"
yapar, ortada "Kur'an" diye bir Kitap kalmazdı. İncil'in başına
gelen, Kur'anın da başına gelirdi.

Bugüne kadar hiç bir Âlim, hiç bir Evliya, hiç bir Asfiya ve hiç bir
İmam; "Kur'an, Allah'ın sözü olamaz" dememiştir. Tam aksine:
"Bu Kitap, Allah'tan başkasının sözü olamaz" demiştir. Acaba bu-
nu nasıl diyebilmişlerdir? Elbette ki kendilerine ilham edilen ilim
sayesinde! Bu ilim ve ilham olmasaydı, Kur'an bir tasdikçi bula-
mazdı. Bakın, yüce Allah Kitabında ne diyor: "Kur'an kendileri-
ne ilim verilen insanların kalplerinde parıldayan apaşikâr
âyetlerdir." (Ankebut: 49) Acaba Kur'an o kimselerin kalplerin-
de nasil parıldamaktadır? Elbette onların kalplerine nakşedilmiş
Kur'an özetleriyle. Bu nakış ise ancak "Allah'ın vahyetmesi"yle
yani "kalbe indirme"siyle olabilir. Ve bazı özel kimselerin ilham-
dan ayrı olarak vahye mazhar olması imkânsız değildir ve Kur'
ana zıt olmaz. Çünkü Allah gerektiğinde (Kasas 7, Nahl 68, Zil-
zal 5) ayetlerinin gereğince yalnız Peygamberlere değil, onların
dışında bazı özel kimselere de vahyeder. Bu özel kimselerin için-
de Âlim ve Evliyalar da bulunmaktadır. Bir bal arısının bile vahye
mazhar olması düşünülürse, bazi Âlim ve Evliyanın vahye mazhar
olması imkânsız değildir ve inkâr edilemez. Bu yüzden Mevlâna,
Mesnevi'sinin, "vahiy" olduğunu açıkça söylemiştir.

Bu Âlim ve Evliyaların eserlerindeki çok yüksek ve derin bilgiler,
üniversitelerde tahsil edilerek veya binlerce kitap okuyarak elde
edilemez. Bunun için Bediüzzaman'ın, Mevlâna'nın ve diğerlerinin
eserlerinin "Allah ilhamı" olduğunu, yani "O'nun tarafından yazdırıl-
dığı"nı ve bazı kimselerin kalblerinde de (Allah'ın nakşetmesiyle)
Kur'anın "parildamakta olduğu" (Ankebut 49) nu kabul etmeliyiz.

Bunu kabul etmediğimiz takdirde, Allah'ın sözlerinin sadece Kur'
anla sınırlı olduğunu ve O'nun sadece ondört buçuk asır öncesin-
deki Araplar'a hitap ettiğini ve ondan sonraki asır insanlarını ilgisi
dışında bıraktığını ve bu gelmiş asrın insanlarına ilgi göstermediğini
kabul etmek zorunda kalırız. Böyle bir Allah, "Allah" olarak kabul
edilebilir mi? Elbette edilemez! İşte bunun icin Allah, bu asrın muh-
taç olduğu bilgiyi de indirecek ve onu "Mehdi" ve "Mesih"inin eline
verecektir, belki de vermiştir... Çünkü Allah, bütün çağların Allah'ı
ve bütün insanların İlahıdır. Ve O'ndan başka İlah yoktur. O'ndan
başka İlah olsaydı, Kur'andan üstün başka bir Kitap ortalıkta do-
laşacaktı. Var mı Kur'andan üstün bir Kitap? Asla yoktur ve ol-
mayacaktır!

Ateistlerin ona "masal" demesi ise, Allah'ı kabul etmediklerindendir.
Bu kabulsüzlükleriyle de onlar kendilerini bir masal haline getirmek-
tedir! Dolayısıyla, onların Kur'ana "masal" demeleri, masal olmak-
tan öteye gidemez. Çünkü dünyada, Kur'andan üstün bir Kitap ge-
tirecek bir kimse yoktur ve olmayacaktır.

***

Bay Erdem,

Diyorsunuz ki:

"...Cengiz Han da yaptıklarını Tanrı’nın isteği ile olduğunu, ken-
disinin bir cezalandırıcı olduğuna inanıyordu."

Cevap: Cengiz Han'la Bediüzzaman'ı bir tutamazsınız. Çünkü
Bediüzzaman, Allah'ın bir hizmetkârı; Cengiz Han ise, nefis ve
benliğinin kulu olmuş bir Firavun'dur. Bunun için onun inanışının
bir geçerliği yoktur.

Demişsiniz: "Yarın bir gün bir bilim adamı labda kafayı sıyırıp
tüm insanlığın soyuna kibrit suyu dökecek bir virüs yaratsa ve
bunu bana tanrı emretti dese, eyvallah mı diyeceğiz."

Cevap: Hakk'ın yolunda olanların sözü dinlenir. Şeytanın yolunda
olanların sözü dinlenmez.

Demişsiniz: "Onun için yeryüzünde kendinize yeni putlar yaratma-
yın zaten yeterince put var."

Cevap: Put yaratmıyoruz. Sadece Hakkı görmeye ve göstermeye
çalışıyoruz. Allah'tan başkasını "Rab" yapmayız. Fakat Allah da
"elçi"siz olmaz. ("Peygamber" denilsin, denilmesin) her asrın bir
elçisi vardır. Çünkü Allah, bütün zamanların Allah'ıdır. Dinin bo-
zulduğu ve öldürülmeğe çalışıldığı bir yerde bunu kim durduracak
ve düzeltecektir? Elbette ki Allah'ın görevlendirdiği İmamlar! Be-
diüzzaman da işte o İmamlar'ın sonuncusudur. Ama "en sonuncu-
su" değildir. Onun boş kalan yerini de "Mehdi" ve Mesih" doldu-
rur.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 18. September 2010

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 16

ATEISTLER SORUYOR KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 16

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.org
sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Emre dedi:

"Curuk aksiyom şöyle olur:

Aksiyom: Insanoglu Adem ve Havva ile baslamistir, ve bunlarin
cocuklari ensest yoluyla cogalmistir. Allah ensesti secmistir.

Emir: Allah ensesti yasaklar.

Ya emirde bir hata var, ya aksiyom yanlis. Bunun gibi bir cok
tutarsizlik var. Oradan buradan araklayip bir de kendi kafana
gore vahiy uydurursan varacagin nokta budur."

Emre'ye Cevap:

Sağlam aksiyom şöyledir: İnsanoğlu Âdem ve Havva ile başlamış-
tir. Ve bunların çocukları yakın kardeş evliliğiyle değil, uzak kar-
deş evliliğiyle çoğalmıştır. (Yani: İlk senenin ikizleri birbiriyle değil,
kız ve oğlan olan bu ikizler ancak ikinci senenin ikizleriyle evlene-
biliyorlardı.) Allah bu evliliğe "İZİN" vermiştir. O'nun izin vermesiy-
le de bu evlilik "HELÂL" olmuştur.

Emir: Allah, ensesti dilediği zaman helâl, dilediği zaman da haram
yapar. Allah, ensesti Âdem'e helâl, ondan sonrakilere de haram
yapmıştır.

Allah, ateistlerin keyfine göre hareket etmez. Allah'ın yasasını ka-
bul etmeyen ateistler, kendi kafalarına göre din ve yasa uydurmak
zorunda kalır. Uydurulan yasalar ise, Allah katında "geçersiz"dir.

***

Emre demiş:

"Ustelik bunlar kendi anne ve babalari (Adem ve Havva) ile bile
cinsel iliski kurmus olabilirler. Bu kesinlikle helal degildir!"

Cevap: Delilin nedir? Delilin olmadığından, iddian boştur! Ayrıca
Tanrı mısın ki, helâllik-haramlık getiriyorsun? Hem Tanrı'yı kabul
etmiyorsun, hem de Tanrı'ya ait izin ve yasaklarla konuya müdahil
oluyorsun!? Yani: İşine gelmeyince red, işine gelince kabul... Güya
meseleleri kendine yontuyorsun. Ama yontulduğunun farkında de-
ğilsin. Şeytanın sahasında top koşturan, kazansa da kayıptadır.

Emre demiş:

"Bu kadar akla zarar bir ahlak yaklasimi olabilir mi? Bir gun en-
sest helal, ertesi gun haram. Bir gun soykirim helal, ertesi gun ha-
ram. Asil ahlaksizlik budur iste; sabit bir kural tanimayip gerek
gordukce kurallari cignemek. Bu yapan bir tanrinin kullarindan
ahlak beklenir mi?"

Cevap: Tanrı senin keyfine göre hareket etmez. Fakat kendini
Tanrı yerine koyduğun için bu gerçeği kabul edemezsin.

Emre demiş:

"Adem ve Havva’nın yasadigini ispatlamadikca, bu iddia daya-
naksizdir, inanmak enayiliktir. Dayanaksiz iddialara cocuklar ve
bunaklar inanir."

Cevap: Allah'a inanmayana delil göstermek gerekmez.

Emre demiş:

"Âdem'in kemiklerini göster."

Cevap: Âdem'in kemikleri, senin kemiklerindir. Bunu kabul etmez-
sen, "maymun soylu" olduğunu kabul etmiş olursun. Biz Kur'anlılar
ise, "Âdem soylu"yuz. Siz Darwinistler ve ateistler, Âdem'in çocuk-
larından üremeyi "ensest" yani "haram ilişki" kabul ettiğiniz için, siz;
haram ilişki ürünüsünüz veya maymun soylusunuz. Biz ise, bu ço-
ğalmayı "helâl" kabul ettiğimiz (daha doğrusu Allah işin başında bir
haramlık koymadığı) için, "helâl ilişki" ürünüyüz ve Âdem soyluyuz.

Helâli haram, haramı helâl yapma hakkınız olmadığına ve yapsanız
da geçersiz kalacağına göre, Kur'anın sözü hak, sizinki de gerçek
dışıdır!

Ve sonuçta siz de Âdem'in soyundansınız. Kabul etmek istemese-
niz de! Çünkü buna karşı koyacak kesin bir deliliniz yoktur. Ama
"maymun soylu" olduğunuzu inanmaya devam etmek de hakkınız-
dır...

Emre demis:

"Bir anne ve babanin yakin ve uzak cocuklari olur mu ? Hepsi ayni
derecede yakinliktadir."

Cevap: Sen Tanrı mısın ki, senin "olmaz" dediğin şey olsun? Tanrı
yerine oturmuş bir şeytancık olmaktan kurtulmalısın. Senin vazifen,
yaratılmışlığını bilmek ve Yaratan'ı tanımaktır. Yaratan'ı inkâr edeni
de, Tanrı'nın kodesi beklemektedir. Tanrı'nın cennetini isteyen, cen-
netlik bir inanç getirmelidir. Gerçek Tanrı; bu evreni ve evrenlileri
yaratacak, yaşatacak ve yönetebilecek olandır. Beş, on, onbeş yıl
içinde bu dünyayı terkedeceksin. Gerçeği görmek ve kabul etmek
için bundan fazla vaktin yok.

Emre demiş:

"Hakki beye de soyledigimi size de soyluyorum: cikarin su kemik-
leri de gorelim; masallarla karin doymuyor."

Cevap: Kendi kemiklerine bak, görürsün. Âdem olmasaydı, senin
kemiklerin de olmazdı. Yoksa sen kemiklerini "Pirimat"tan mı mi-
ras aldın? Âdem'i inkâr eden, "pirimat soylu" olmayı kabul etmiş
demektir... Senin soyunu senin elinden kim alır!

Emre demiş:

"Iki kisiden bir milyar kisinin ciktigina inaniyorsan haliyle herkes
herkesle yatti. Bunun baska bir yolu yok. Insanogluna ensesti
yakistirmis bir Allaha tapiyorsunuz."

Cevap: Neye inanıyorsan, sen osundur. İnsan, inandığıdır. Dola-
yısıyla; sen, "ensest ilişki" ürünüsün. Biz de, "helâl ilişki" ürünüyüz.
Çünkü Allah, Âdem'in çocukları birbirleriyle evlenirlerken, onla-
ra "yasaktır" demedi. Biz, bize "helâl ilişki"yi yakıştırmış bir Allah'
a tapıyoruz.

***

Emre'ye,

Eğer yarınki güneşi batıdan doğdurabilecek olsaydın, laflarına
değer verirdim. Güneşi batıdan doğduramayacağından anlaşılıyor
ki, bir evrende iki ilah olmaz. Yani: "Allah'tan başka ilah yoktur."

Madem Allah'tan başka ilah yoktur; benim nazarımda senin lafları-
nın da bir değeri yoktur. Bu halde ben, ancak Kur'anı dinlerim.

Allah'ın huzuruna getirildiğiniz ve Âdem'in kemiklerini gördüğünüz
gün, inkâra çareniz kalmayacaktır. Sizin "O GÜN"kü perişanlığı-
nızı şimdiden görebiliyorum.

Ey yakında masal olacak olan inkârcı ateistler! Siz bu sözlerimi
"masal" olarak okumaya devam edin.

Ey ölümü öldüremeyen, doğumları durduramayan aciz inkârcılar!
Dünyadaki misafirliğiniz bitmek üzere. İsterseniz başka bir dünya-
ya hazırlanın, isterseniz mezardaki böceklere.

***

Ey inançlı insan!

Sen, ateistlerin inkârına üzülme. Onlar, gözlerin dehşetten donup
kalacağı bir günün gelmesini bekliyorlar. O gün geldiğinde veya
azrailin tırpanını yediklerinde, inkâra çareleri kalmaz. Onların ne
kıyameti engellemeye, ne de tekrar diriltilmemeye güçleri vardır.
Onların durumu, anne karnındaki çocuğun durumuna benzer.
Anne karnındaki çocuk dünyadan habersiz olduğu gibi, inkârcı
ateistler de âhiretten habersizdirler. Dünya karnındaki bu bebele-
rin tek yapabileceği şey, "inkâr"dır. Fakat inkâr, gerçeği yok et-
mez. Şimdi sen onları, dünya karnında, taptıkları hayalleriyle baş-
başa bırak. Nasıl olsa dünya karnından çıktıklarında kesin gerçe-
ği göreceklerdir. Anne karnından çıkan çocukların anne-babasını
görmeleri gibi... Onlar da karşılarında Allah ve Âhireti bulacaklar-
dır! Anne karnında, anne-babalarını inkâr edecek bebelerin inkâ-
rından ne çıkar? Hiç! Onların talihsizliği, Allah'ın gönderdiği elçile-
ri dinlememeleridir. Çünkü; onlar "var"dır. Ama Allah "yok"tur!
Çünkü; eser ustayı gerektirmez... Çünkü; şeytan onların mantığını
tersine çevirmiştir. Bunun için doğru düşünemezler! Dolayısıyla,
onlar istemedikçe, siz onları doğrultamazsınız. Mantık ve felsefe de
onları kurtaramaz! Çünkü akıl ve mantıkları şeytan tarafından tecâ-
vüze uğramıştır...

***

Emre demiş:

"Âdem'in kemiklerini göster."

Biz onun kemiklerinin varlığından eminiz. Kur'an da delilimiz. Eğer
o kemikleri görmek seni tatmin edecekse, Arabistan'ı kaz. Mutla-
ka bulursun. Eğer senin ömrün yetmezse, çocuğun bulabilir. Onun
da ömrü yetmezse, torunun mutlaka o kemikleri bulacaktır. Haydi
Emre! Başla kazmaya. Kaz Emre, kaz! Yakında bulacaksın. Ara-
yan bulurmuş... Ha, kazılarını Kudüs'de, Mina'da, Arafat'da baş-
layabilirsin.

Yalnız bir hatırlatma: O kemikleri bulduğun gün, peygamberin Dar-
win'in Kur'amı çok büyük bir darbe daha yiyecektir. Eğer o dar-
beye katlanabileceksen, kazmaya devam et. Kaz Emre, kaz. Ke-
mikler seni bekliyor. Hem de oniki milyar gözle!

***

Emre demiş:

"...Yuce Rabbimiz popomuza bir kuyruk kemigi koyarak ne
demek istemistir? Bizim bir kuyrugumuz yok ki …"

(Yani, ateist tartışmacı demek istiyor ki: "İnsanda kuyruksokumu
kemiği varsa, bu, maymundan türediğimizi; kuyruksuz oluşumuz
da, evrimleştiğimizi gösterir.)

Cevap: İnsanda kuyruksokumu kemiğinin bulunması, maymundan
(veya primattan) türediğimizi göstermez. Çünkü bir radyonun da
haporleri vardır, bir televizyonun da. Şimdi bu demek olur mu ki;
televizyon, radyodan türetilmiştir? Olmaz! Çünkü televizyonu icad
eden tekniker ve mühendis, televizyonu mustakil olarak yapabile-
cek bir ilim ve sanatkârlığa sahiptir. Bunun için televizyon, "radyo-
dan türetilme" değil, "radyodan sonra" yapılmış olandır.

Aynen bunun gibi; herşeyin bilgisine sahip olan Allah da, insanı
primattan, maymundan veya gorilden türetmiş değil, "onlardan
sonra" mustakilen yaratmıştır. Yani: Pirimat, maymun ve goril;
"insan" eserine geçişte bir "müsvedde" olarak kullanılmıştır.

Tabii, sanatkârı dışlayıp "kendikendine oluşum"(?)u Tanrı haline
getirirse ateistler, bununla "maymunsoylu"luğa varacaklardır.
Onlar istedikleri yere varmakta serbesttirler!... Ama biz; "Âdem
soylu"yuz. Bizim soyumuza karışmasın ateistler, Darwinistler!

Şair demiş: "Beşer ben-i Âdem'den türemiştir ezelî. / Buna itiraz
eden, olur maymundan biri!"

***

Emre demiş:

"Tanri isini bilmiyor mu ki musveddelere ihtiyac duyuyor?"

Cevap: Tanrı işini elbette ki çok iyi biliyor. Çok iyi bildiği için de
önce müsveddeleri yapıyor. Müsveddeler olmasaydı insanın mü-
kemmelliğini görebilecek miydin? Her bir sanatkâr işe basitten
baslar. Allah da böyle yapıyor. Ama bu, acizlik ve noksanlıktan
değil, güttüğü amaç sebebiyledir.

Emre demiş:

"Ustelik 'mukemmel' eserinde ise yaramayan cisimler birakiyor…"

Cevap: Sen bu itirazını, ancak O'nun yarattığından daha mükem-
melini yapıp ortaya koyduğun zaman yapabilirsin. Hani daha mü-
kemmel eserin?

Senin işin çoktan bitti Emre! Sür eşeğini kemikli köye...

***

Kemikli köyden size selam getirdim dostlar! Kemikli köydeki
dostlar diyor ki: "Biz Emre'yi çok özledik. Gelsin artık. Kemiksiz
kentte o ne yapıyor? Gelsin de biraz da bize komedyenlik yapsın.
Bize evrim masalını anlatsın, biz de ona Âdem'in kemiklerini gös-
terelim. Kemiksiz kentte göremedigi gerçeği, kemikli köyde mut-
laka bulacaktır. Gel artık Emre! Gel de, hem aradığın gerçegi gör,
hem de bizi hasretlikten kurtar. Seni cok özledik. Buraları sensiz
çok neşesiz. Gel de bizi neş'elendir, sevindir; karanlık köyümüze
aydınlık ol."

***

Nilgün demiş:

"Onlar Atatürk’ü Tanrılaştırmışlar ama Tanrı yok ki Olmayan
Tanrı peşinde ne komik bir yarış…"

Cevap: Tanrı yok. Çünki Nilgün O'nu gözüyle görmüyor. Ben de
Nilgün'ü görmüyorum. O halde Nilgün de "yok"tur!

"Ya Mustafaakyol sitesindeki yazıları ne olacak?"

Ne olursa olsun! Onun yazıları, onun varlığını bildirmez. Çünkü
ben onu gözümle görmüyorum! Gözümle görmediğim bir şeye
niye inanayım? Nilgün seni inkâr ediyorum! "Nilgün" diye bir
kimse bu dünyada "yok"tur!

Tanrı "yok"sa, Nilgün de "yok"tur.

Ama ben "var"ım. Ben varsam, Tanrı da "var"dır. Ben "yok"sam,
evren "var"dır. Evren "var"sa, Tanrı da "var"dır. Evren "yok"ken,
Tanrı yine "var"dı. Çünkü, Tanrı olmasaydı, evren olmazdı.

Ey inkârcılar! Tanrı bir gün yüzünü size gösterince ne yapacaksı-
nız?

***

Senyör Grand,

Sözlerimin devamını da okuyun: "Ben “yok”sam, evren “var”dır.
Evren “var”sa, Tanrı da “var”dır. Evren “yok”ken, Tanrı yine
“var”dı. Çünkü, Tanrı olmasaydı, evren olmazdı.

Hermes,

"Ey inkârcılar! Tanrı bir gün yüzünü size gösterince ne yapacak-
sınız?"

Bu sözden kastım; âhiretteki karşılaşmadır. Uyarınız için yine de
teşekkür ederim.

Nilgün demişti:

"Tanrı yok!"

Cevap: Tanrı yoksa, Nilgün de yoktur. Çünkü ben onu gözümle
görmüyorum.

"Sitedeki yazıları ne olacak?"

O yazılar belki "tesadüfen" oluşmuştur. Belki de "uzaylılar" yazmış-
tır. Veya, bilgisayarın tuşları yazıvermiştir. Gözümle görmedikçe
ne onun yazdığına, ne de onun varlığına inanırım. Gözümle görme-
diğim için, "Nilgün" diye birisi "var" olamaz...

Eğer "var"sanız, bu aynada kendinize iyi bakın, Nilgün Hanım!

***

Senyör Grand demiş:

"Yavv Hakperest! sen icinde “akl” kelimesi gecen cumleler kur-
madan once soyle Kur’an’i bir gozden gecirsen ve gorsen Allah
bu kelimeyi hangi ayetlerde nasil kullanmis – insanlara ornek
olsun diye – ola ki aklederler…nasil olur? Ha nasil olur?
“ilm” kelimesi gecen ayetleri her aksam yatmadan once bir kere
olsun okuyor musun? Okumuyorsan yuff olsun sana;-"

Cevap: Söz, "hâle göre" söylenir. Bir ilim adamı ilmiyle cehâlet
üretiyorsa, ona karşı "ilim" ile "cehâlet" kelimelerinin bir arada
kullanılması gayet doğaldır ve bir araya gelmeleri mümkündür.
(Bu durum, "akl" kelimesi için de geçerlidir.)

Allah da hâle göre söz eder. Geçmiş hâl ile şimdiki hâl bir değil-
dir. Geçmiş hâldeki hüküm, gelmiş hâle ancak her iki hâl aynıysa
hüküm olabilir. İki hâl birbirine uymuyorsa, hüküm de farklı ola-
caktır.

Hem Allah'ın sözleri de Kur'andan ibaret değildir. Allah, âlimleri-
nin ağzıyla da dilediğini söyler, söyletir. Yani: Allah, geçmiş hale
mahkûm kalmış bir İlah değildir.

Oku Senyör'üm oku. Senin okuman daha yetmemiş. 30 milyon ki-
tap daha okursan, belki âlim olursun. Bunun için oku, oku, oku!
Bunu Kur'anımız da söylemiş. Ama kendi hesabına değil, Allah he-
sabına oku. Allah hesabına olmayan okumaklar ve düşünmekler,
cehâlet üretir. Hawking ki gibi...

Şu da aklında bulunsun: Allah'ın öğrettigi kimsenin ilmiyle, kitaplar-
dan ögrenmiş kimsenin ilmi bir değildir.

***

"Allah'tan başka yoktur ilah"tır, ateiste cevabım. Bu cevaba inan-
mak lâzım. Sen inanmayabilirsin, ama ben inanırım. Çünkü ben
bir "insan"ım. Çünkü beni ben yaratmadım. Beni Yaratan'ı bilmek,
tanımak isterim. Çünkü "akıl" sahibiyim. Aklım ise kısadır. Kendi
başıma gerçeği bilemem. Aklımın elinden tutulması lâzım. Aklımın
elinden tutacak olan da ancak Tanrısal Kitap'tır. Madde ve tesa-
düf gibi şeyler Kitap indirmediğine ve indiremeyeceğine göre,
Kur'ana inanmak lâzım. Kur'ana inanmazsan, aklın uydurduklarını
din yapman lâzım. Sen de işte uydurduklarına inanmaktasın! Ama
o uydurduklarının "gerçek" olduğunu nasıl kanıtlarsın? Bilimle mi?
Bilim de aklın bir ürünüdür. Bugün doğruyu buldum sanırsın, yarın
"öyle değilmiş böyleymiş" dersin, yeni bir teori doğurursun. Yarın
bir başka bilgin gelir, senin doğurduğunu öldürüverir! Ve bizim
"gerçek" dedigimiz şey, buhar olmuştur! Siz, buharlarınızın peşinde
koşmaya devam edin... Ama karşınızda "ölüm canavarı" var, dik-
kat edin! Bu canavarın eliyle yok edilmek istemiyorsanız, "yoktur
Allah'tan başka ilah" deyin, kurtulun. Bu kâinatın Sahib'i de, size
ebedî bir cennet versin. Aksi halde, eğer bana ebedî bir hayat,
yani ölümsüzlük ve ölümsüzlükle beraber bütün evreni yönetecek
nihayetsiz bir güç ve bunlarla da beraber karşıma hesap soracak
bir Tanrı çıktığında O'nu altedecek bir çare gösterirsiniz, ben de
ateist olurum... Eğer bunu gösteremiyor ve garanti edemiyorsanız,
sizin de ateistliği terketmeniz gerekir. Yoksa, haliniz duman! Çün-
kü sizi tekrar diriltip hesap soracak bir Allah sizi bekliyor. Sizin
inkârınız O'nu yok edemez, edemedi ve edemiyecek! Demek:
ALLAH'TAN BAŞKA İLAH YOKTUR!

***

AKLedersen görürsün; Allah var'dır, bir'dir, eşsiz'dir.

MANTIKlıysan, iyi düşünür anlarsın; Allah'tan başkası olamaz ilah.

BİLİMliysen; kendini ve seni sen Eden'i bilir, kurtulursun en büyük
cehâletten.

VİCDANlıysan; Allah'tan başkalarını Rab yapmaz, teslim olursun
O'na hemen.

TESLİM'e ulaşmamışsan, demektir ki: Yoktur sende henüz; AKIL,
MANTIK, BİLİM ve VİCDAN!

İnanmadığın halde Allah'a, "onların hepsi bende vardır" diyorsan;
demektir ki; sen onları tersinden işletiyorsun o zaman!

Akıl, mantık, bilim ve vicdanını düzünden işletmelisin, eğer insansan.

Hakkı Hakperest

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *