Donnerstag, 7. Juni 2012

KÜRTAJ CİNAYET MİDİR?


                           KÜRTAJ CİNAYET MİDİR?

     gerçeği ortaya çıkaran, gerçekdışıyı batıran ALLAHın adıyla

(Türkiye'de kürtajla ilgili bir tartışma başlamıştır. Bu tartışmanın i-
çeriği bütün dünya devletlerini ilgilendirmektedir. Cevabı aranan
soru şudur: Kürtaj, cinayet midir?)

Bu sualin cevabını verebilmek için önce cinayetin ne olduğunu ve
kime cani denildiğini bilmemiz ve belirlememiz gerekiyor.

"Cinayet"in, "insan öldürme" olduğunu biliyoruz. Bu fiili işleyene
de "cani" diyoruz. Yani; biyolojik yapısı bulunan, ruh ve akıl sahibi
olan ve insan denen canlıyı haksız yere öldüren kimseye "cani" de-
nir.

Şimdi kürtajın cinayet olup olmadığını sorabiliriz.

Kürtaj, anne rahminde büyümekte olan ceninin, fazla büyümeden
ve doğmadan önce kazınıp atılması eylemidir.

Peki, bir ceninin dokuz aylık oluncaya kadar geçirdiği aşamaları bu-
lunduğuna göre, hangi aşamada o cenin "insan" kabul edilecektir?

Bir ceninin insan kabul edilebilmesi için her şeyden önce onun ruh
sonra da akıl sahibi olması gerekir. O halde bir ceninin hangi aşa-
mada ruhlandığını nasıl bileceğiz?

Bunu bilebilmek için din ve bilimden yardım alabiliriz. Son Peygam-
ber Hz. Muhammed, anne karnındaki cenine, dördüncü ayında ruh
üflendiğini bildirmiştir. Tıp bilimi ise, ceninin, üçüncü ayın sonunda
hareket etmeye başladığını tesbit etmiştir. Hareket edebilmek için
irade gerekir. İrade için de, ruhlanmış olmak gerekiyor. Ruhsuz bir
varlık, iradî hareketler sergileyemez. Meselâ bitkiler yürüyemez,
dallarını oynatamaz.

O halde tıp biliminin kesin tesbitine dayanarak, bir ceninin, üçüncü
ayının sonunda "insan" vasfı kazandığını söyleyebiliriz. Tabii bu
durumda ceninin, o vasfı kazanmadan önceki haline de ancak "bit-
kisel varlık" diyebiliriz.

Bir bitkiyi koparıp atmanın cinayet olduğunu kimse söyleyemez.
Ancak birisinin ağacını izinsiz kesen bir kimse de, suç işlemiş olur.

Aynı şekilde ruhlanmamış bir cenini keyfî olarak vücuttan kopar-
mak da bir israftır. İsraf ise, İslâmiyeten haramdır. İsrafın da, az
zararlısı, çok zararlısı vardır. Keyfî israf, her iki halde de kötüdür.
Ancak kaçınılmaz hallerde yerine göre bunlardan birine göz yum-
mak zorunda kalınabilir.

Hiç bir kadın keyfî olarak kürtaj yaptırmaz. Bunun için haklı ve ö-
nemli bir sebebi bulunabilir. Haklı ve önemli bir sebebi varsa, cenin
daha ruhlanmadan gerekli operasyonu yaptırabilir. Gerektiğinde an-
ne hayatını kurtarmak için ruhlanmış cenini de kürtaj etmek, bir hak-
tır. Çünkü, annenin hayatı, doğmamış bir bebeğe feda edilemez.
Ancak anne, hayatını bebeğine feda etmek isterse, o başka.

Kürtaj meselesinde ceninin "vesayeti", (yani sahipliği), anne-baba e-
lindedir. Onlar da önce Yaratıcı'ya karşı sorumludurlar. Sonra da
devletin hukukuna karşı sorumlulukları vardır.

Buraya kadar söylenenlerden görüyoruz ki; cenin, döllendiği (zigot
hali) andan itibaren bir canlıdır. Ama, üçüncü ayının sonuna kadar
iradî hareket sahibi (ruhlu) değildir. O cenin bu döneminde bir "bit-
kisel canlı"dır. Yani hukuken "insan" kabul edilemez. Hukukçular
bu noktayı nazara almak durumundadır. Cenin ancak üçüncü ayının
son haftasında hareket etmeye başladığına göre, bu vakitten itiba-
ren onun ruhlandığını kabul edebiliriz.

Bu konuda dinî yasakları öne sürerken, bilimin ne dediğini de naza-
ra almalı ve ona göre hüküm çıkarmalıyız. Çünkü bilim, yaratılış ya-
salarının elçisi ve sözcüsüdür. Bilimin hükmünü ihmal etmek, yaratı-
lışın yasasına isyandır. Bu yasa da yüce Allah'a ait olduğundan, ya-
pılan isyan, büyük bir hatadır. Bu hata da dini, yarım hale getirir.
Böyle bir din ise, eksik dindir. Eksik din ise, insanı şüphede bırakır
ve yobazlığa düşürür. Bunlar da o insanı mutsuzluğa mahkûm eder.

İnsanları şüphede, korku ve baskı altında bırakmamak için (buna
zaten hakkımız yoktur), konulacak yasakların ve yapılacak yasala-
rın ölçüsünü de belirlemek zorundayız. Ölçüsüz bir yasaklama,
haksızlık ve adaletsizliktir. Bunları din de kabul edemez. Çünkü
dinin (inanç şartlarından sonra) en önemli iki direği Hak ve Adalet'
tir.

Dolayısıyla Hıristiyan dünyasında Vatikan'ın ve Katoliklerin kürtaji
külliyen yasaklaması ve başkaların da külliyen serbest bırakması,
bir adaletsizliktir. Bu adaletsizliğin ortadan kalkması gerekiyor. Bu-
nun için de, bilim ve gerçek dinin uyuşturulmasıyla çıkarılacak hük-
me göre, yasakları ölçülendirmek durumundayız.

Ortaya çıkacak ölçülendirme de, eğer din ve bilimin ortak hükmüne
göre ise, bu hüküm, bütün halka uygulanabilir. Bilimsiz dinin bir
hükmü ise, o hüküm ancak dindarlara uygulanır. O hükmü bütün
halka dayatmak zorbalık olur.

Türkiye'de Erdoğan Hükümeti, laik ve demokratik bir rejime sahip
olduğundan, İslâmî yasaları bütün halka dayatamaz. Ancak onu
kabul eden kesime uygulayabilir. Kabul etmeyen kesim için de, de-
mokrasinin ilkelerine göre hareket edilir.

Nüfus oranını normal sayıda tutmak, devletin ve yönetici tabakanın
bir hakkı olarak kabul edilebilir. Çünkü nüfusun çok azalması veya
haddinden fazla çoğalması, devlet ve millet için bir felâkettir. Bu fe-
lâkete uğramamak için devletler, nüfusu normal sayıda tutma hakkı-
na sahiptir. Ancak bu hak kullanılırken, insan hakları çiğnenmemeli-
dir. Meselâ Almanya'da nüfus azalmasını durdurmak için, çocuk
doğurma, para ile ödüllendirilerek teşvik edilmektedir. Çin'de ise,
fazla nüfusu azaltmak için birden fazla çocuk doğurma yasaklanmış-
tır. Getirilecek yasaklar, insan haklarını ihlal etmemelidir. Doğru öl-
çüyü yakalayabilmek için de, din ve bilimin ne dediğine bakmak ge-
rekiyor. Çıkacak ortak hükmün uygulanmasını da zorbalıkla değil,
halkla anlaşarak yapmak, insanlığa uygun olandır. Anlaşmanın
mümkün olmadığı yerlerde halk çoğunluğunun seçimi kabul edilir.

İnsanlığın dünyanın kaldıramayacağı kadar çoğalması, insanlığa
bir azaptır. Eğer haddinden fazla çoğalmayı devletler önlemezse,
bu önlemeyi, felâket ve hastalık göndererek Allah yapar. Bu bakım-
dan bazı doğal felâketler, insanlık için bir yer açma ve rahatlama o-
lur. Bunun için bütün felâketler azap veya mutlak kötü değildir.

Haddinden fazla çoğalmış ülkeler, doğum kontrolüne olumlu bak-
malıdırlar. Çünkü yeni doğan insanların çoğunu açlık, fakirlik ve
borçluluk beklemektedir. Çünkü dünya paylaşılmış durumdadır;
yeni doğacak olanların büyük kısmına mülk ve miras kalmamıştır
ve yeryüzü servetinin çoğunluğu da çok az bir azınlığın elindedir.
Bu azınlığın elindeki zenginlik ise, adaletli bir şekilde paylaştırıla-
madığından, yeni doğanların çoğunluğu açlığa, fakirliğe ve borçlu-
luğa doğmaktadır. Bu büyük adaletsizliği ortadan kaldırmak zorun-
dayız. Bunun için de hem haklı bir doğum kontrolü yapılmalı ve
hem de azınlığın elindeki büyük zengiliğin küçük bir kısmını fakir-
lere aktarmanın bir yolunu bulmalıyız. Bunun yolu da, bütün dünya
devletlerinin, zenginlerden alınacak bir servet vergisini yasalaştırma-
larıdır.

Not 1: Kur'anda Allah, cinsiyeti yüzünden veya fakirlik korkusuyla
çocukların öldürülmesini yasaklamıştır. Dolayısıyla anne karnında-
ki bir cenin de ruhlandıktan sonra (yani onbeşinci haftadan itibaren)
cinsiyeti veya fakirlik korkusu yüzünden aldırılamaz, aldırılması
haramdır. Ancak anne hayatını kurtarmak gibi bir sebep, bu haram-
lığı ortadan kaldırır.

Not 2: Kur'an'da Allah, hiç bir kadına çocuk doğurma mecburiyeti
getirmemiştir. Bunun için bir kadın isterse doğurur, istemezse do-
ğurmaz. Yani bir kadın, gerektiğinde (kocası da razı olduğu takdir-
de) ruhlanmamış bir cenini aldırma hakkına sahiptir. Ancak insan-
lar, nesillerini sürdürmek ve yalnızlıktan kurtulmak için bu işi ken-
dilerine görev yapmış, çocuk doğurmayı kendiliklerinden istemişler
ve istemektedirler. Eğer kadınlar çocuk doğurmazsa, dünya insan-
sız kalır. Bu yüzden kadınların çocuk doğurması, Tanrı'ya hizmet-
tir. Bu hizmetin mükâfatı da büyük olacaktır. Bu sebeple doğum ve
lohusa esnasında ölen dindar bir kadın, şehidlik makamını kazanır.

Not 3: Bir kadın, tecavüzcünün çocuğunu doğurmama ve sakat do-
ğacağı belli olan bir cenini de aldırma hakkına sahiptir. Bu hakları
kadının elinden almak, kadına zulümdür!

Not 4: Karar: Din, bilim ve hukukun gösterdigi gerçeklerin uyuştu-
rulmasıyla ortaya çıkan sonuca göre; cenini, onbeşinci haftasından
itibaren bir can karşılığı veya buna denk gelecek bir neden olma-
dan aldırmak, cinayettir.

Not 5: (Buraya kadar gösterilen gerçeklerden anlıyoruz ki: Bir dev-
let, ceninin onbeşinci haftasından itibaren yapılacak kürtajları kont-
rol altına alabilir. Bu vakitten önce yapılacak kürtajlar için ise, ülke-
deki doğum oranlarının azlığına veya çokluğuna göre hafif önleme-
ler veya teşvikler yapma hakkına bir devlet sahiptir. Fakat bu hak,
meşru kürtaj hakkını örtmemelidir. Devlet bunun yerine [kürtajla il-
gisi olmayan] başka kadınlara çocuk doğurmaları için -Almanya gi-
bi teşvikte bulunabilir.)

Not 6: Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı, kürtaj hakkında verdiği
hüküm ve kararları, burada zikredilen bilgiler ışığında yeniden göz-
den geçirmelidir.

Not 7: Vatikan, Avrupa ve Afrika halkları üzerinde din adına uygu-
ladığı bilim ve insanlık dışı ölçüsüz yasakları kaldırmalıdır. Kal-
dırmadığı takdirde, Avrupa İnsan Hakları Örgütü devreye girip,
gerekli uyarıyı yapmalıdır.

Not 8: Türkiye, 2020'den sonra yalnız Ortadoğu'nun değil, Avrupa'
daki müslümanların da lideri olacaktır. Bu sebeple şimdiki AK Par-
ti hükümeti, kürtajla ilgili çıkaracağı yasalarda geniş olmayı bilmeli,
insanların hayatını zorlaştırıcı yasa çıkarmalardan uzak durmalıdır.
Zira yüce Allah Kur'anda: "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dile-
mez" diyor. Hz. Muhammed de, bunun gibi ayetlerin verdiği ilham-
la: "Kolaylastırın, zorlaştırmayın" demiştir. Bu Peygamber ve Tanrı
sözleri de, müslüman siyasetçilere ışık olabilir.

Not 9: Ruh: Ruh, bilinçli ve ışıklı bir kanun ve bedene fiil ve hare-
ket kazandıran gözle görülmez ışınsal bir enerjidir. Ayrıntılı bilgi i-
çin bakınız:


Not 10: Gerçek din: Gerçek Din'in ne olduğunu ancak Allah'ın
Mehdisi gösterir. Gerçek Din; Tanrı'nın tekliğine, meleklerine, pey-
gamberlerine, kitaplarına, kaderine ve öte dünyasına inanıp teslim
olmaktır. O'na teslim olmanın en önemli şartları ise: Doğru olmak,
ibadet etmek, oruç tutmak ve fakirlere yardımda bulunmaktır. Bu
şartları yerine getirenler; akılda, öfkede, sevgide ve şehvette doğru-
luğa erdikleri takdirde, Gerçek Din'i kazanmış olurlar. Akılda doğ-
ruluk; Tanrı'nın ve elçisinin gösterdiği gerçeği kabul edip gerçekdı-
şıyı reddetmektir. Öfkede doğruluk; adaletli olmaktır. Sevgide
doğruluk; Tanrı hesabına ve O'nun sevdiklerini sevmektir. Şehvette
doğruluk; nikâhlanmak ve gayri meşru cinsel ilişkilere girmemektir.

Not 11: Cenin, üçüncü ayının sonunda kendi kendine hareket etme-
ye başlar. Bakınız: Yaratılış Mucizesi, Bahri Dayıoğlu, Yeni Asya
Yayınları, İlim Teknik Serisi, İlk Basım, Sayfa 81.

Not 12: Türk Adalet Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Örgütü ve
Mahkemesi, bu bildiriyi incelemelidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onikisi, Haziran başı.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hükmetme.
Boyut:   Muranizm.

                                                                  YAYINLAYAN
                                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                                *   *   *

































Keine Kommentare: