TÜRKİYE HANGİ İLKELERLE YÖNETİLMELİ: LAİKLİKLE Mİ ADALETLE Mİ?
yönetimin
adaletle yapılmasını isteyen
evren sahibi ALLAHın adıyla
Türkiye'de bir kısım laik görüşlü daha doğrusu laikliği kendi keyflerine, ideoloji ve inançlarına göre
yorumlayan kimse ve kesim, müslüman milletin ibadet hürriyetine tecavüz ederek
haksızlık ve adaletsizlik etmektedir. Bu haksızlık ve
adaletsizliğin sona ermesi
gerekiyor. Çünkü bir yönetim
haksızlık ve adaletsizlik üzerinde duramaz. Bir
millet haksızlık ve adaletsizlikle yönetilemez.
Ama ne yazık ki müslüman milletin ibadet özgürlüğüne tecavüz edilerek dini İslâmiyet olan müslüman çoğunluk haksızlık ve
adaletsizlikle yönetilmektedir. Böyle bir yönetim kabul edilemez. Kabul
edilebilir yönetim ise, müslüman milletin ibadet özgürlüğüne tecavüz etmemek ve ettirmemek
zorundadır. Geçtiğimiz
aylarda bir generalin, "başına sarık sararak namaz kıldı"
diyerek görevine son verilmişti. Eğer Türkiye yönetimde adaletli olmayı kabul ediyorsa, o general görevine iade
edilmek zorundadır.
Eğer "Türkiye Anayasası adaletli olmayı kabul ettiği gibi, laik olmayı da kabul etmiştir" denirse, biz de deriz: Keyfe
göre, küçük bir kesimin ve
azınlığın inanç ve ideolojisine uygun laiklik yorumu yapılamaz. Laikliğin yorumu yapılacaksa, bu yorum -çoğunluğun rejimi olan Cumhuriyet'e uygun olarak-
millet çoğunluğunun kabulüne dayanmalıdır.
Türkiye'de millet çoğunluğunun da bir dini vardır. Bu din, İslâmiyet'tir. Milleti, onun dinini dışlayarak var kabul edemeyiz. Millet,
diniyle, inancıyla vardır. O halde millet çoğunluğunun kabul edebileceği laiklik yorumunun ne olacağını tesbit
edelim.
Ancak bu
tesbiti yaparken "bu tesbiti kim yapacak ve neye göre yapılacak" sualinin cevabını vermek
gerekiyor. Bu tesbiti, adalete göre ve adaletten anlayan biriyle yapabiliriz.
Şimdi Vikipedi'den laikliğin tanımını verelim:
"Laiklik veya laisizm (laïcité Fransızcadan), devlet yönetiminde
dinin veya dinsizliğin referans alınmamasını ve devletin din veya dinsizlik
karşısında tarafsız ve tepkisiz olmasını savunan ilkedir.
Fransızcadan Türkçeye geçmiş olan "laik" sözcüğü, "din
adamı olmayan kimse; din adamı dışında kalan halk" anlamına gelen Latince
"laicus" sözcüğünden gelmektedir.
Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır.
Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin
sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz,
hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini
kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün
dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına
müdahale edemez. Bununla birlikte din adına devlet düzenini bozacak davranışları
önlemekle yükümlüdür.
Atatürk'e göre lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir.
Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir."
Neymiş laiklik?: "Devlet yönetiminde
dinin veya dinsizliğin referans alınmaması ve devletin din veya dinsizlik karşısında
tarafsız ve tepkisiz olması"ymış.
Demek
"devlet yönetimindekiler dini veya dinsizliği referans alamaz"mış. O halde devlet yönetiminde olanlar
milletin inanç ve ibadet özgürlüğüne engel olamazlar. Bu özgürlük onların hakkıdır. Adalet
de zaten en başta: "Haklıya hakkının
verilmesi"dir. O halde yüzde doksanı
"müslüman" olan millete (adaletin gereği olarak) hakkını verelim.
Onun inanç ve ibadet özgürlüğüne tecavüz etmeyelim. Kendilerini
laiklik taraftarı kabul edenler bu
tecavüzden uzak durmak zorundadır. Aksi
halde suç işlemiş olurlar. Bu suçun da cezalandırılması gerekir. Devlet yönetimindekiler de,
keyflerine göre laiklik tanımı yapan bir kısım azınlığın isteğine göre hareket
edemez. Çünkü devlet,
dinsizlerin ve din düşmanlarının referansını kabul
etmemek durumundadır.
Evet,
devletin dini olmaz. Ama milletin dini olur. Dinli millet de devleti oluşturur. Dinli milletin kurduğu devlet nasıl dinsiz olur?! Türkiyeli müslümanların devleti nereye kadar dinsiz olabilir?
Türkiye İslâmiyet'e göre yönetilmiyor.
İslâmiyetsizliğe göre yönetiliyor. Yani dinli millet
dinini devletten dışlıyor. Ama bu dışlama millet çoğunluğunun isteğiyle olmuyor. Küçük bir azınlığın ve değiştirilmesi darbeciler tarafından yasaklanmış bir Anayasa'nın dayatmasıyla oluyor. Türkiyeli müslüman çoğunluğun bu dayatmayı defetmesi gerekiyor. Çünkü bu dayatma, müslüman milletin ibadet
özgürlüğüne tecavüze ruhsat
veriyor. Bu ruhsat kalkmalıdır. Demokrasi ve adaletli özgürlük bunu
gerektirir.
Türkiye'de
müslümanların müslümanca yaşamasından rahatsız olan CHP'liler, HDP'liler, Atatürkçüler ve İslâm düşmanları şu ayrımı yapmasını
bilmelidir: Devleti dine göre yönetmekle, ibadet özgürlüğünü kullanmak ayrı şeylerdir.
Yani bir müslüman devletin bir kurumunda ibadet özgürlüğünü kullandığı zaman devleti İslâmiyet'e göre yönetmiş olmaz. Dine göre yönetim yapmak başka şey, ibadet
özgürlüğünü kullanmak başka şeydir. İkisi eşit değildir. Bunlar aynı şey ve eşit olmadığına göre, bir müslümanın bir devlet kurumunda ibadet etme ve
müslümanca giyim özgürlüğüne karışamazsınız. Karıştığınız zaman onların ibadet özgürlüğüne tecavüz etmiş olursunuz ve oluyorsunuz. Bu tecavüz
kabul edilemez.
Bir
müslüman laiklik ilkesine göre ibadet özgürlüğüne sahip olduğu için devletin Başbakanı, Cumhurbaşkanı veya başka bir Bakanı, dua ile açılış yapabilir. Çünkü dua etmek, devleti İslâmiyet'e
göre yönetmek değil, ibadet özgürlüğünü kullanmaktır. Hak olan bu özgürlük sebebiyle
devletin Başkanı isterse Kur'an'a el basarak yemin de
edebilir. Aynı şekilde isterlerse CHP'liler ve Atatürkçüler de Atatürk'ün resmine veya Nutuk'una
el basarak yemin edebilirler. Ama bir Türkiye düşmanının ve bir teröristin resmine ve kitabına el basarak yemin edilmez. Böyle bir
yemin reddedilir. PKK'nın dostu,
Türkiye'nin düşmanı olan HDP'liler dikkatli olsun. Eğer onlar; "biz Türkiye'nin düşmanı değiliz" diyorlarsa, bunu ancak PKK'yı reddetmekle isbatlayabilirler. Aksi
halde onlar Türkiye'nin ve Türkiyelilerin düşmanıdırlar. Bu düşmanların Türkiye Meclisi'nde bulunma hakkı yoktur. Parti kurma hakları da yoktur.
Partilerinin lağvedilmesi gerekir.
Bunu yapmayan Türkiye Kurumları,
Türkiye'ye ve Türkiyelilere ihanet etmiş olur. Bu
ihanet kabul edilemez!
HDP'den
alacakları destek karşısında kendi
dünyalarında PKK'yı meşrulaştırmış bulunan ve iktidara geldiklerinde PKK'yı Türk Ordusu'na karşı koruma vaadinde bulunmaya hazır olan CHP'liler de Türkiye'ye ve
Türkiyelilere ihanetten sakınsınlar! İhanetle iktidar kazanılmaz. İhanetle elde edilen iktidar, zulüm ve alçaklıktan başka birşey değildir! Türkiyeli Vatanseverler, CHP'nin
ihanetine geçit vermemek
durumundadır!
Bütün bu
sözleri, Türkiye Anayasası'nda
laiklik bulunduğu için ettik. Ama şu soruyu sormak durumundayız: Yüzde doksanı müslüman olan bir milletin Anayasa'sında; başka bir milletin, başka dininin ve başka şartlarına göre icat edilmiş bir ilkesinin bulunması gerekli midir?
"Adalet
İlkesi"ne göre
hüküm çıkarmak ve yönetim
yapmak ve özgürlük vermek daha doğru olmaz mı?
İmza: Mehdiyet ve
Hilafet Makamı.
(Mehdiyet
ve Hilafet Makamı, dünyadaki bütün
müslümanların temsilcisi ve
mânevî haklarının koruyucusudur.)
Not 1:
Laiklik ilkesini Anayasa'ya CHP millet çoğunluğunun rızasını almadan koyma hakkına nasıl sahip olmuşsa, AK Parti hükümeti de bu ilkeyi,
millet çoğunluğunun rızasını alarak Anayasa'dan çıkarma hakkına sahiptir. Eğer CHP'liler ve Atatürkçüler müslüman milletin inanç ve ibadet özgürlüğüne engel olmaya devam ederlerse,
iktidardaki Parti bu hakkını kullanabilir.
Not 2:
Laiklik ilkesine göre bir müslümanın inanç ve ibadet özgürlüğü engellenemez. Bu özgürlük gereği olarak da devlet kurumlarında bir müslüman bayanın başörtüsüyle çalışmak veya memurluk ve milletvekilliği yapmak istemesi onun hakkıdır. Devlet
kurumlarında bir müslümanın ibadet etme hakkı da vardır. Bu hak bir ölçü içine alınarak ödenmelidir. Bir general ibadet
ederken başına isterse sarık sarar, isterse takke takar veya başı açık yapar. Onun hangi kıyafetle ibadet edeciğine devlet karar veremez. Devlet ancak
pislik, ahlâksızlık ve kötülük içeren bir kıyafeti yasaklayabilir.
Not 3:
CHP'yi yönetenler, Cumhuriyet'in gereği olarak
demokrasiyi kabul etmek durumundadırlar.
Demokrasiyi kabul edenler de, darbecilik ve diktatörlüğü reddetmek zorundadır. Bu zorunluk gereği olarak CHP'liler, darbecilerin yaptığı ve değiştirilemez kıldığı bir Anayasa'nın yenilenmesini
kabul etmelidirler. Bunu kabul etmeyenler, demokrasiyi reddetmiş, darbeciligi kabul etmiş olurlar. Bu kabulde olan bir partinin
Millet Meclisi'nde bulunma hakkı olamaz.
CHP'liler kararlarını vermelidirler: Darbeciliğin tarafında mıdırlar,
demokrasinin tarafında mıdırlar? Eğer CHP'liler demokrasinin tarafında olmayı kabul ediyorlarsa, millet çoğunluğunun kabul edebileceği bir yeni Anayasa'nın yapımına taraf
olurlar. Taraf olmadıkları takdirde iktidardaki hükümet, millet çoğunluğuna dayanarak gerekli Anayasa'yı yapar.
Not 4:
Anayasa'da "değiştirilemez" madde olmaz. Çünkü hükümler şartlara göredir. Şartlar değişince
hükümler de değişir. Şartlar değiştiği halde hükümler değiştirilmezse,
adaletsizlik ortaya çıkar. Adaletsizlik
ise kabul edilemez. Bunun için tek "değiştirilemez" veya "atılamaz" madde, Adalet'tir. Çünkü bir devletin ilk temel direği Adalet'tir. Bir Anayasa'da adalet
yoksa, o Anayasa kabul edilemez, reddedilir. Anayasa'daki maddeler adaletle ve
ilkeleriyle zıtlaşamaz.
Not 5:
Türkiye'de CHP'liler, Atatürkçüler ve İslâm düşmanları müslümanların mânevî haklarına tecavüz etmeye son vermezlerse, bu
takdirde müslüman millet çoğunluğu iktidardaki hükümetten "İslâmiyetle yönetim" talebinde
bulunabilir. Eğer çoğunluk tarafından böyle bir talep gelmezse,
demokrasiyle yönetim devam eder.
Not 6: İslâmî Yönetim'den korkulmamalıdır. Çünkü İslâmiyet'in yöneten ve yönetilenlerden
ilk talep ettigi şey,
"Adalet"tir. Adaleti olmayan bir devlet, devlet değildir. Adaletsiz bir devlete ancak
"haydut devlet" denebilir.
Eski
zamanda o zamanın şartlarına göre verilmiş hükümler ise, bu zamanda yeniden
hükümlendirilir. Bu zamanda adaletsizliğe sebep
olabilecek eski hükümleri adaletli hale getirmek Allah'ın Mehdisi'nin görevidir. Eğer Allah bu zamanın insanlarına yeni bir Kur'an gönderecek olsaydı, din değişmemekle
birlikte yönetim hükümleri bu zamanın şartlarına uygun olacaktı. Çünkü Allah, mutlak adil olandır. O, adaletsizlik istemez. Bu sebeple de
Mehdisi'ni görevlendirmiş bulunuyor.
Kıyamet çok çok yaklaşmış olduğu için Allah yeni bir Kitap göndermeyecektir.
Çünkü yeni bir
Kitap'a gerek kalmamıştır. Şartların değişmesiyle meydana
gelen açıkları ise Allah'ın Mehdisi'yle yakında gökten yere indirilecek olan Meryem oğlu Mesih kapatacaktır. Çünkü onlara gerekli bilgi ve ışık verilmiş bulunuyor.
Mehdi'nin
en önemli özelliği; Allah'tan bilgi,
ışık ve elçilik almasıdır. Ona
verilen elçilik, İslâmî anlayışı yenilemek içindir, yoksa yeni bir din getirmek için değildir.
Not 7:
Laiklik ilkesine göre; "devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini
özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, ..."miş.
Laiklikte devletin, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenip mânevî
yönünü sahipsiz bırakması, Hilâfet'in ihyasını gerekli kılıyor. Müslüman bir
milletin mânevî yönü nereye kadar sahipsiz bırakılabilir? Türkiye'yi yönetenler ve yönetmek
isteyenler bunu iyi düşünsün.
Laiklik
gereği olarak Avrupa
devletleri milletin mânevî yönüyle ilgilenmiyor. Ama onların bir Vatikan'ı var. Vatikan, laikliğin boş bıraktığı yeri dolduruyor. Bu sebeple onlar,
"Diyanet İşleri" kurmaya
gerek duymuyor. Bu gerçeklerden dolayı biz de diyoruz ki:
Ya laiklik kaldırılmalı, ya da Hilâfet ihya edilmelidir! Ne dersiniz? Yeni Anayasa yapmak isteyenler, bu
konuları bir kere daha
gözden geçirmelidir.
Not 8: Yazar Resul
Tosun, durduk yerde laiklik konusuna dalmadı. Çünkü laikliği din haline getirmiş ve onu müslümanlar aleyhinde kullananların, müslüman milletin müslümanca yaşayışına saldırıları var. İstiyorlar ki; müslümanca yaşayış devletin hiçbir kurumunda görünür olmasın. Devletin
Başkanı dua etmesin. Diyanet İşleri Başkanı veya câmi
imamı onların keyfine göre Kur'an âyeti okusun. Onları kızdıracak bir âyet okumasın. Başörtüsü kullanılmasın. Namaz kılarken sarık sarılmasın. Eee! Hani laiklikte inanç ve ibadet özgürlüğü vardı? Bu özgürlük nerede? Namazını sarıklı olarak kılan generalin göreve iadesi neden yapılmıyor?
Müslüman millet, İslâm düşmanı ve
Kemalistlerin keyfine göre mi müslümanlığını yaşayacak? O halde ya laikliği kaldırın, ya da
inanç ve ibadet özgürlüğünü koruyan bir tarif getirin! Hem şu sualin cevabı da verilmelidir: Türkiyeli müslümanlar,
Avrupa'nın ilkeleriyle mi
inanç ve ibadet özgürlüğü kazanacak? Bu utanç verici durum mutlaka son bulmalıdır!
Not 9:
Yukarılarda Atatürkçülerin İslâmiyet'e ve müslümanlara düşman olduğunu ima ettik. Fakat Atatürkçüler ikidir. Birincisi: Normal Atatürkçülerdir. Bunlar Atatürk'ü severler, ama
onu müslümanlara karşı kullanmazlar.
Onların müslümanlarla ve İslâmiyet'le bir sorunu yoktur. İkinciler ise: Atatürk'ü sevmezler, ama
onu kullanırlar. Müslümanlara
ve İslâmiyet'e düşmandırlar. Müslümanca yaşayışın karşısındadırlar. Yani bütün Atatürkçüler bir değildir. Normal Atatürkçüler sözlerimizden alınmasın.
İmza: Mehdiyet ve
Hilafet Makamı.
Allah'tan başka ilah yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni Çağ'ın yirmibiri, Eylül ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Hakka dâvet ve uyarı.
Boyut: Muranizm.
Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.
*
* *
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen