Montag, 13. Oktober 2008

D Ü Z E N N A M E

(Dünyanın düzelmesini isteyenler için)

D Ü Z E N N A M E

düzeltenleri seven Allahın adıyla


Ey başında "akıl" taşıyan varlık! Sen, "İNSAN"sın. Ya-
ni "herhangi bir varlık" değilsin. Sana hiç kimse önem
vermeyebilir. Veya kendini önemsiz ve vazifesiz sana-
bilirsin. Fakat sen, kendi kendinin veya şunun bunun
malı, mülkü ve kölesi değilsin. Senin bir Sahibin var.
Senin gerçek Sahibin, seni Yaratan'dır. Öyle ise sen
kendini, senin veya senin gibilerin ölçüsüyle değil,
seni Yaratan'ın ölçüsüyle ölç, tart. O zaman göreceksin
ki, sen bir "hiç" değilsin. Yaradılmışların en güzeli
ve en güzel yaratılmışı olan sen, görev ve sorumluluk-
ca ve en üst rütbede şu görkemli kâinat kitabının an-
layışlı bir okuyucusu, yeryüzü ve gökyüzü sayfalarının
hayretli bir seyircisi, kendilerine özgü dilleriyle
Yaratan'ı anıp yücelten varlıkların uzdilli ve bela-
gatlı bir sözcüsü, yaratılmışların usta bir bakanı,
yerkürelilerin adil bir yöneteni ve Yaratan'ın çok
saygın ve onurlu bir misafirisin. Bütün varlıkları sa-
na boyun eğdirmiş olduğundan anlaşılıyor ki, herşeye
gücü yeten o Yaratıcı, sana çok önem vermektedir.
Çünkü sen O'nun en kıymetli eseri ve aynasısın. Bunun
için O'nun nazarında senin pek büyük bir önemin var.
Bu önem gereği olarak sana bir akıl verilmiş. Ta ki,
sahipliğini yaptığın biliş ve anlayış ışığı olan o akıl
ile Yaratıcına hitap edebilesin ve O'nun tarafından
sana hitap olunabilsin. Tâ ilk insandan bu yana Yara-
tıcın sana çok hitaplar etmiş, pek çok kitaplar gönder-
miş. Şimdi o hitaplar ve kitapların bu zaman insanla-
rına da ışıklanan yorumsal bir özetini okuyacaksın.

Okumalısın! Zira sen bilgisiz olarak dünyaya geldiğin-
den ilk vazifen: "Okumak"tır. Ama neyi okuyacaksın?
Önce Yaratan'ın bildirdiklerini okuyacaksın. Bu oku-
maktaki ilk ve esas amacın da, gerçek insanlığa ulaş-
mak olacaktır. Bu ulaşma için de herşeyden önce doğru
bir yol'a muhtaçsın. Bu yola erişebilmek de ancak Ya-
tatıcını dinlemen ve O'nun Düzeni'ne uymanla mümkün-
dür. Unutma! Sen, doğumlu ve ölümlü bir varlıksın. Yani
Yaratıcı gibi öncesiz ve sonrasız değilsin. Yeryüzünde
süreli bir yaşatıksın. Doğmuşluğun için bir kimliğe ve
kiminliğe, yaşamın için doğru yola ve düzenliğe ve ö-
lümlülüğün için de saadetli bir ebediyete muhtaçsın.
Bunları bilmeden, bulmadan ve kazanmadan yaşıyamaz-
sın. İnançsızca ve bilinçsizce bir yaşam sürmek sana ya-
kışmaz. Çünkü sen hayvan değil, şeytan değil, "İNSAN"
sın! İnsan oluşun gereği olarak, insanlığa ve insanlaşma-
ya muhtaçsın. Yaratan'a ve Ötedünyasına inanç ile insan-
lığa girersin. Onun Düzeni'ne uymak ve doğru yolunda
yürüyüp iyilikçi olmakla da insanlaşırsın. İnsanlığı ve
insanlaşmayı kazanmadan önce sen nötr haldesin ve
sıfır derecedesin. Nötr halden kurtulup derecenin yük-
selmesini istersen, yani "insanlaşmaya evet" diyorsan,
şimdi gelecek sözleri dinle.

Eğer senin çocuğun: "Bana karışmayın, ben kendi key-
fimce yasiyacagim, kimse bana karisamaz!" dese, ne
dersin? Herhalde onun haddini, hududunu bildirirsin,
değil mi?

İşte ey insan! Sen de o çocuk gibi: "Ben kendi keyfim-
ce yaşıyacağım, kimse bana karışamaz!" diyemezsin.
Çünkü sen, bu dünyada tek başına yaşamıyorsun. Bu
dünya mülkü de, senin mülkün değildir. Sen, toplumsal
bir varlık olduğun gibi, bu mülkün sahibi de ancak seni
Yaratan'dır. Madem sen toplumsal bir varlıksın ve ma-
dem bu mülk, senin mülkün değildir; o halde, başkaları-
na karşı sorumluluğunu takınıp, gerçek mülk sahibini
tanıyarak, O'nun izni dairesinde yaşamak senin insan-
lık borcundur. Eğer herkes kendi keyfince yaşamaya
kalkarsa ne olur, bu dünya ne hale gelir! Dünya hiç,
bir düzene girer mi? Hak bir düzeni varsa, bu dünyanın
düzeni bozulmaz mı? Düzeni bozuk bir dünyaya ise ka-
rışıklık, anarşi ve terör hakim olacağını biliyorsun.
Netice ve sonuçta bunlar da senin huzurunu bozmaz,
güzel yaşamını cehenneme çevirmez mi, çevirmiyor mu?

-2-
Eğer anarşi ve karışıklık içinde değil de barış, güven,
huzur içinde yaşamak istersen, kendi keyfini bırakıp,
Yaratıcı'nın emir ve istekleri dairesinde yaşamayı ka-
bul etmeli ve O'nun Düzeni'ne uymalısın. Gerçi senin
devletin de dünyanın düzenini sağlamaya çalışır. Fakat
senin devletinin, herkesin başına bir polis dikecek ve
herkesin evine veya tepesine bir kamera yerleştirecek
durumu yoktur. Bu durumu olmadığından herkes istedi-
ği suçu rahatlıkla işleyebilir, dünyanın düzenini bozabi-
lir. Ama sen, Yaratan'ın yaşam yasasına uyarak ve O'
nun, senin bütün yaptıklarını bildiğini ve kaydettirdiğini
ve kötülüklerine de ceza keseceğini bilerek kalbine ve
kafana bir gizli polis koyabilir, tepene de görünmez
bir kamera yerleştirebilirsin. Madem bu mümkündür,
öyle ise kendi keyfini bırakıp, Yaratan'ın yasasına uy-
malı ve O'nun ceza vericiliğine inanmalısın. Bu uyma
ve inanma ile hem devletine yardım etmiş hem de top-
lumsal barış ve güvenliği sağlamış olursun. Bu olumlu
hareketin de seni küçük bir devlet haline getirir, mâ-
nevî ve içsel bir büyüklük kazanırsın. Madem büyüklük,
insana yakışan bir olgu ve olumluluktur, o halde Yara-
tan'ın cezasına inanmalı, Düzeni'ne uymalısın. Uymalı-
sın ki, dünyamız yeni ve güzel bir düzene kavuşsun,
toplumsal barış sağlansın. Çağımız, "Mutluluk Çağı"
olsun.

Uyman gereken düzen'in esası ise: HAK ve ADALET ve
NAMUS'tan ibarettir. Şimdi bunların ne olduğunu birer
birer görelim.

H A K K nedir?
-Yaratan'ın indirdiği ve bildirdiği gerçek olan ve ge-
rekeni gereken yere koymak olan Hakk; Yaratan'ın, ya-
ratılışın ve yaratılmışların yasasına uymak ve hakla-
rını vermektir. Onların haklarını vermeyen, haklı ola-
maz, hak isteyemez.

YARATAN'ın sende olan ilk ve esas hakkı, O'na inan-
mak ve bağlanmaktır. O'na inanıp bağlanan, gerçek sahi-
bini bulmuş olur, öksüzlük ve sahisizlikten kurtulur. U-
nutma! Ölümlü ve zulümlü insanlar senin gerçek sahibin
olamaz. Ölümü ve zulmü olmayan bir sahibi arayıp bul-
mak senin ilk işin olmalı. Yeryüzü ve gökyüzündeki var-
lıkların kime ait olduğunu sormak ve onlar içindeki sa-
natlı yapıların ustasız olamayacağını düşünmek, seni
gerçek sahibine götürecektir. Sahibini bulmadan, ge-
rekli inancı kazanmadan dünyada el atacağın herşey te-
melsiz, değersiz, anlamsız ve ebediyetsiz kalacaktır.
Bunun için Yaratan'a ve Ötedünyasına inancı olmayanlar
her an kayıptadır.

YARATILIŞ'ın sende olan hakkı, bilim ve tekniğe hâkim
olup, dünyanın denge ve düzenini sağlamak ve korumak-
tir. Denge ve düzeni korumak ise; Hakk'a, Adalet'e ve
Namus'a uymakla birlikte israfçılığı, kirletiliciliği,
bozgunculuk ve yıkıcılığı, ezme ve sömürmeyi terket-
mekle mümkündür. Unutma! Senin isleyeceğin en kücük
bir suç ve günah, dünyanın denge ve düzeninde bozulma
ve sarsılmalar meydana getirir. Bazen bazılarının iş-
lediği zulümler yüzünden de koskoca bir şehir, deprem
gibi bir felâketle yok edilir. Demek senin küçük bir
yıkıcılığın, büyük yıkılışlar meydana getirir. Eğer bu
yıkılışlara meydan açmamak istersen zulüm ve kötülüğe,
azgınlık ve bozgunculuğa yanaşmamalı, eğer onların i-
çindeysen hemen onlardan çıkmalı ve uzaklaşmalısın.
Sonra sigara, alkol ve uyuşturucu gibi zehirli yıkıcı-
lari da bırakmalısın. Zira bir sigara dumanının -kapa-
li bir yerde- onlarca kişiye zararı vardır. Alkol ve uyuş-
turucunun zararları ise bütün topluma ulaşır. Havayı
ve çevreyi kirletmek de sigara ile başlar. Allah ise,
bozguncuları sevmediği gibi, pisletici ve kirleticileri de
sevmez. Eğer sevilmek istiyorsan şu ölçüyü bilmeli ve
ona uymalısın: Sana, faydası zararından fazla olan
şeyler serbesttir; zararı faydasından çok olan şeyler de
Yaratanca ve yaratılışça yasaklanmıştır. Zararı fayda-
sından çok olan şeylerden ancak hayatı bir tehlikeden
kurtulmak veya çok önemli bir şeyi elde etmek için
yararlanabilirsin. Bu ölçünün dışına çıkmak senin de
ve senin dışındakilerin de aleyhine olacaktır

Dünyanın denge ve düzenini bozan en büyük israfçılık,
kirletilicilik, bozgunculuk ve yıkıcılık, ezme ve sömürme
ise; inançsızca ve ötedünyasızca bir yaşam sürmektir.

-3-
İnançsızca ve ötedünyasızca bir yaşam sürmek; dünya
ile uyuşturulmuş olmaktır ki, böyle bir uyuşturulmanın
yanında esrar, eroin gibi uyuşturucular çok küçük ve
zararsız kalır! Zira, beyaz uyuşturucu, altmış yıllık
bir ömrü mahveder. Dünya ile uyuşturulmak olan kara
uyuşturucu ise, ebedî bir hayatı mahveder. Bunu için
beyaz uyuşturucudan çekinmen gerektiği gibi, kara u-
yuşturucudan da daha çok çekinmeli ve ona mahkûmi-
yetten kendini kurtarmalısın. Dünyanın denge ve düzen
bozukluklarının asıl sebebi de bu kara uyuşturucudur.
Bu uyuşturucudan kurtulmak istersen, kendine "kim"
olduğunu, "kimin" olduğunu ve dünyaya "nereden" gelip
"nereye" gideceğini sor; cevabını da Kur'anizm'den al ve
iste. Sonra kendine yepyeni Kur'anist bir yaşam kur. U-
yanık bir yaşam, kara uyuşturucudan kurtulmakla müm-
kündür. Kara uyuşturucudan kurtulmak demek, inanç ve
bilinçle dünyaya hâkim olmak ve ona mahkûm olmamak
demektir.

YARATILMIŞLAR'ın, bilhassa ve özellikle insanlık dün-
yasının ve uygarlığının sende olan hakkı ise; Hak ve
Adalet ve Namus ölçüleriyle medeniyet ve uygarlığın
iyi yönlerini almak ve korumak ve kötü taraflarını da
düzeltmek veya atmak. Sonra haklı devlete itaat edip
insan haklarını çiğnememek ve çiğnetmemek, insanların
hak olan haklarını haksızlıkla kısmamak ve örtmemek
ve zararlı olacak olması dışında hak olan iyiyi, güzeli,
doğru, temiz ve faydalıyı yasaklamamak; haramı helâl,
helâli haram yapmamak ve iyiliği emredip kötülükten
çekindirmek ve haksızlıklara karşı mücadele etmektir.
Allah ve insan haklarını çiğnemek ve çiğnetmek çok bü-
yük bir haksızlık ve zulümdür. Haksızlıklarla mücadele
ancak Hak Elçisi'nin kontrolü altında yapılabilir. Hak'
in Elçisi ise, Kur'anizm'dir. Kur'anizm, Allah ve insan
haklarından sonra bitki ve hayvan haklarını da ko-
ruma altına alır.

A D A L E T nedir?
-Bir şeyi dengede tutmak ve ortalamak olan Adalet; hak-
kı kadar haklının hakkını ve haksızın cezasını vermek-
tir. Meselâ birisi sana haksız yere bir tokat atsa, se-
nin de ona bir tokat atmak hakkındır. Kavgayı kesmek
icin istersen bu hakkını bağışlayabilirsin. Eğer iki
tokat veya onun attığından daha şiddetli bir tokat a-
tarsan, haksızlık etmiş olursun. Haksız yere bir insa-
ni öldüren, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Yani
haksız öldürme çok büyük bir zulüm ve yıkıcılıktır.
Hem Hakk nazarında bir insan ile bin insan birdir. Hak-
sızca bir kimseyi öldürmemiş veya bozgunculuk ve te-
cavüzcülük yapmamış bir insanı öldürmenin cezası, öl-
dürülmektir. Fakat adalet işini devlete bırakmalısın.
Kimin haklı, kimin haksız olduğunu ancak devlet ve a-
dalet karar verir. Çünkü çoğu insan, haksızlığını hak
yapabilir. Haksızlığa ve anarşiye meydan açmamak için
dâvâyı, adaletli Kur'anist devletin adaletine götürmen
gerekir. Allah'a ve haklı devlete başkaldırmanın ceza-
sı ise, idam veya ebedî hapistir. Eğer yakalanmadan
önce af diler, tövbe edersen cezan hafifler veya affe-
dilirsin, -şayet bir cinayet işlememişsen-.

Bunlar, bireysel ve hukuksal adalettir. Bir de, "top-
lumsal" ve "sosyal adalet" vardır. Sosyal adalet ise;
haksız kazanç ve faizciliği terketmek ve her yıl ihti-
yaç fazlası veya ticarette olan malından yüzde üç veya
daha fazlasını devlet eliyle fakirlere ulaştırmaktır.
Eğer işsizlik varsa, iş saatlerini paylaşmak gerekekir
İş sahibi olanlardan herkes -ilk çare olarak- iş saati
nin sekizde veya onda birini işsizlere verse, işsizlik
ortadan kalkar. İş saatini paylaşmak istemeyenlerden
de, paylaşılması gereken iş saatinin geliri kadar bir
ücret alınıp işsizlere dağıtılmalıdır. Bu paylaşıma
razı olmanın dünyadaki karşılığı, sosyal barış ve ada-
lettir. Paylaşmamanın karşılığı ise, sosyal savaş ve
çatışmadır. Paylaşmanın ötedünyadaki mükâfatı, ebedî
bir cennettir. Paylaşmamanın cezası ise, cehenneme git
mektir. Demek paylaşmak da, paylaşmamak da her iki
dün yada karşılıksız kalmıyor. Çünkü dünyanın dönüşü,
insanın yaratılış ve yaşatılışı boşuna değildir.

-4-
N A M U S nedir?
-Irz, iffet, haya, edep gibi sır ve değerlerin genel
adı olan Namus ve Namus'tan maksat; kısaca aile ve
neslin korunmasıdır. Yani nikâhsız birleşimlere girme-
mek ve eşcinselliğe yanaşmamaktır. Sonra gençleri e-
gitmek ve çocukları öldürmemektir. Namus'un korunma-
sında kadın ve erkeğe büyük görevler düşüyor. Buna
göre namuslulugu secen kadinlar, acik saçıklığı terketme-
lıdır. Çünkü dünyanın bozulması, kadının soyunmasıyla
(yani açık saçıklığıyla) başlar. Kadının açık saçıklığı
ise nikâh yolunu kapatır, fuhuşhane yolunu açar ve
erkekleri ahlâksız ve tecavüzcü yapar. Bundan da yine
en çok kadınlar zarar görür. Bu zarara uğramamanın ve
tecavüzcülükten korunmanın ve kurtulmanın çaresi, er-
kekleri veya kadınları evlere hapsetmek değil, sadece
açık saçık giyim kuşam tarzını terketmektir. O halde
namuslu olmak ve tecavüzden korunmak ve toplumsal
barışa katkıda bulunmak isteyen kadınlar, cinsel arzula-
ri tahrik eden kiyafet anarşisine son vermelidir. Na-
musluluğu seçen erkekler de, eşlerinin açık saçıklığı-
na izin vermemeli ve çıblak giyimli kadınlardan yüz
çevirmelidir. Sonra nikâhlanması yasak olan ve nikâh-
lamak istemedikleri kadın ve kızları "seviyorum" deyip
kandırmamalıdır. Namusta en büyük tecavüzcülük işte
bu kandırmadır. Bu kandırmayı yapan ve ona bilinçlice
razı olan, çok büyük bir cinayet işlemiş olur. Kadın hak
larını savunanlar ise, erkeklerin haklarını da düşünmeli
ve Yaratan'ın haklarını da unutmamalıdır. Yaratan'ın
haklarını çiğneyenlerin hakçılığına itibar edilmez.

İşte ey insan! Senin birinci vazifen: Okumak, ikinci
vazifen; HAKLI, ADALETLİ ve NAMUSLU olmaktır.
Yani cahil ve inançsız kalmamalı; haksız, adaletsiz ve na-
mussuz olmamalısın. İşte senin doğruluğun ve dosdoğru
yolun budur! Öyle ise eğriliğe ve eğri yollara sapmama-
lısın. Yani keyfinin ardından veya haksız, adaletsiz
ve namussuz ataların izinden değil; Haklı, Adaletli ve
Namuslu önderlerin peşinden gitmelisin. O kutsal ön-
derlerin bu zamandaki mânevî şahsı ise, Kur'anizm'dir.
Kur'anizm'in gösterdiği doğru yolun içsel ve ahlâksal
ve toplumsal boyutunda ise şunlar vardır:

AKLın gereği; aldanmamak ve aldatmamak, doğru ve
gerçekçi olmaktır. Bu da, bilgili ve inançlı olmayı ge-
rektirir. Bilgi ile aldanmaktan kurtulur, inanç ile de
aldatmaktan sakınırsın. Şeytana ve şeytanlaşmışlığa
aldanan cennetten olur. İnsanları aldatan da cehenneme
gider, -eğer tövbe edip düzelmezse-. Cennete götürecek
doğruluk ise; özünde, sözünde, fiil ve niyetindeki
doğruluğun birliğiyledir. "Her sözün doğru olmalı, fakat
her doğruyu söylemek doğru değildir ve senin hakkın
olamaz". Buna göre ferdi ve toplumu hakarete uğra-
tacak, incitecek veya tehlikeye düşürecek haksız doğ-
ruları saklamalısın. Aile, devlet ve kurumların haksızlığa
varmayan sırları da gizlenir. Bir hakkı korumak ve kurtar-
mak için haksızlığa varmayacak oranda yalan kullanabilir-
sin. -Meselâ doğruyu söylediğinde hak olan hakkın yana-
caksa veya haklı bir kimseyi ölüm ve tehlikeden kurtar-
mak için-. Haksızların, yalan kullanmaya hakları yoktur.
Onların ilk yapacağı iş, haksızlıktan çıkmaktır. Kim yalan-
cılıkla hakkı olmayan bir hakkı elde ederse, Ötedünyada
kendini cehennemde bulur. Tabii dünyada da neticesi
hapistir. Savaşta düşmana karşı doğru olmak zorunda
değilsin. Çünkü harp, hile iledir. Bunların dışında sözün-
de, özünde, fiil ve niyetinde ve işinde doğru olmak şart-
tır. Doğruluğun da Hak ve Adalet ve Namus'a uygun ol-
malıdır. Sözde doğruluk, sözünde durmayı da gerektirir.
Sözünde durmak, emanete hıyanet etmemeyi de gerekti-
rir. İşde doğruluk, işi sağlam, temiz ve vaktinde yapmayı,
ölçü ve tartıda aldatmamayı gerektirir. Ayrıca iş ve çalış-
mada doğruluk, işi uzmanına bırakmayı ve danışmayı da
gerektirir. İşi uzmanına bırakmak, herkese kabiliyetine
göre iş vermeyi ve kaldıramayacağı yükü yüklememeyi
de gerektirir. Danışmak da; amir ve üstlere, Elçiye ve
ebeveyne ve Yaratan'a ve haklı kocaya itaati gerektirir.
Yani büyüklerden izinsiz iş yapılmamalı, büyükler de
küçüklerin görüşünü almalı, bilmeyenler bilene sormalı,
siyasetçilerin de bir meclisi olmalı.

-5-
ÖFKEnin gereği; kötülerle ve kötülüklerle savaşmak,
zalimlere karşı sert ve katı, iyiler ve mazlumlara
karşı ise yumuşak ve affedici olmaktır. Bu da; adalet-
li, merhametli ve cesur olmayı gerektirir. Adalet ile
zulme düşmekten, merhamet ile de vicdansız olmaktan
kurtulursun. Cesaret ise seni, kahramanlığa götürür;
zalimler karşısında savaşmaktan korkmaz ve kaçmazsın.
Sana saldırmayana saldırmaz, saldırana karşı kendini
korur ve savunursun. Düşmanlığa sevgi, sevgiye düş-
manlık göstermezsin ve göstermemelisin. Daima barış-
tan yana olmalı ve barışı korumalısın. Haksız savaşlara
katılmamalı, onlara karşı çıkıp engel olmalısın. Unut-
ma! Bütün kavga ve savaşların asıl sebep ve kaynağı;
haksızlık, adaletsizlik ve namussuzluktur. Barış ister
sen; Haklı, Adaletli ve Namuslu olmalı, onlara sahip
çıkıp korumalısın.

Siyasetçilikte Öfke'nin gereği ise; diktatör değil,
demokrat; aciz değil, muktedir olmalısın. Yani yöne-
timde Hakk'a dayanıp güçlü olmakla birlikte insanca
bir yönetim ve yönetilmeden yana olmalısın. Hak ve A-
dalet ve Namus ışıklı Kur'anist Demokrasi'ye sahip
çıkmalı, aczibratörlük ve diktatörlükten kaçınmalısın.
Yaratan'ı dışlayan yönetimleri, sen de kendinden dış-
lamalısın. (Aczibratörlük: Acizlik Yönetimi'dir.)

ŞEHVETin gereği; nikâhlı olmaya özen göstermek ve ev-
lenmek, fuhuş ve eşcinsellikten çekinmektir. Bununla da
neslini bozulmaktan, devletini yıkılmaktan, kendini ve
toplumunu da AİDS gibi pis ve tehlikeli hastalıklardan
korumuş ve kurtarmış olursun. (Eğer; Namus ilkesine
uymayan ülkeler neden batmadı dersen, bunun cevabı şu-
dur: Ülkeler iki şekilde batar. Ya içten, ya da dıştan
Ahlâksızlığa, anarşi ve uyusturucuya mahkûm olmuş ül-
keler, içten batmış ülkelerdir. Bunların dıştan ayakta
duruyor olmaları, onların batmadıklarına delil olmaz.)

Ey elbise giyen varlık! Sen, dünyaya bilgisiz olarak
geldiğin gibi, ölçüsüz olarak da gelmiş olduğundan, i-
kinci vazifen; ilkesi, Hak ve Adalet ve Namus olan
"doğruluk"tur ve "doğru yolu bulmak" tır. Bunun için
hayatta en muhtaç olduğun şey, "doğruluk"tur ve "doğru
yol"dur. Eğer, Sen olan fertte doğruluk olmazsa, top-
lumda düzensizlik ve kaos olur. Bunun için sosyal so-
runların çözümü ilk başta doğrulukla mümkündür. Doğru-
luğun esası ise: Hak ve Adalet ve Namus'tur. Hak ve A-
dalet ve Namus ve onlara ait ilke ve gerçekler, yara-
dılışın gereği olduğu gibi, Yaratan'ın da emir ve is-
tekleridir. Öyle ise şimdi de Hak ve Adalet ve Namus'
taki doğruluğun ne olduğunu görelim:

Hakk'ın esasından olan İnançta Doğruluk; Tanrıyı birle-
mektir. Yani Tanrı bir tektir; eşi ve ortağı, oğlu ve
kızı yoktur. Eşsiz ve ortaksız, kızsız ve oğulsuz Tan-
rıya, Teslimciler, "Allah" der. Allah'a inanmış ve
teslim olmuş kimselere de "Teslimci" denir.

Ey yaradılışı Teslimci olan, fakat kalp ve aklı Tes-
limcilikten uzak olan insan! Bu dünyada bir tane Sen
olduğun gibi, bu kâinatta da bir tek Allah vardır. E-
ğer iki tane Sen olsaydın, senin dünyan karmakarışık
olurdu. İşte bu kâinatın düzenliği de, Tanrı'nın tekli-
ğini gerektiriyor. Koca bir ülkenin bir tek Başbakan
tarafından yönetilmesi mümkün olduğu gibi, bir tek
Tanrı'nın da bu koca kâinatı yaratıp yönetmesi zor ve
imkânsız değildir. Hem Tanrılık, ezelî ve ebedî, yani
öncesiz ve sonrasız olmayı gerektirir. Bunun için Tan-
rı'nın eşi, ortağı; oğlu, kızı olmaz. O'na eş, ortak;
oğul, kız isnad etmek, bilgisizliktir veya bilgide ya-
nılma ve noksanlıktır. Bu noksanlıkta israr edenler i-
çin Ötedünyada ebedî bir azap vardır. Ebedî saadet ise
yalnız Tanrı'yı birleyenlerin ve O'na hiçbir şeyi ve
hiçbir kimseyi ortak koşmayanların, denk tutmayanların
olacaktır.

Hakk'ın esasından olan Bilim ve Bilinçte Doğruluk;
dinsel ve dünyasal bilgileri birlikte okumak ve okut-
maktır, onları birbirinden ayırmamaktır.Gerçek din ve
gerçek bilim birbiriyle barışıktır, çatışmaz. Çatışmayı
çıkaran, insanların bozuk anlayışıdır. Dinsel bilimlerle,
yaratış ve yaşatışın niçini ve kime aitliği bilinir, öğrenilir.
Ayrıca madde ve kâinat ötesi bilgiler de, dinsel bilimlerle
elde edilir. Dünyasal bilgilerle de, yaratış ve yaşatışın
nasıl yapılıp işletildiği öğrenilir. Bu iki bilginin birleştiril-
mesiyle gerçek bilim ortaya çıkar. Öğrencinin kalp ve
kafasını doyurup aydınlatacak, onu şüphe ve saplantılar-
dan kurtaracak ve onu yükseltip ilerletecek inançsal bilgi
ve bilgisel inanç da işte bu birleşik bilimdedir. Bunun
için dinsel ve dünyasal bilimleri birbirinden ayıran
eğitim sistemlerine "hayır" demelisin.

-6-
Adalette Doğruluk; yapılan kötülük ve haksızlığı mis-
liyle cezalandırmadır. Veya misliyle cezalandırmanın
mümkün olmadığı ve olmayacağı hal ve vakitlerde de
cezanın şeklini çevirmek ve değiştirmek veya haklı tara-
fı uğradığı zarar miktarınca mükâfatlandırmaktır. Buna
göre meselâ; ırza tecavüz edenin ırzına tecavüz edil-
meyip, onun cezası hapis veya dayak veya idam cezası-
na çevrilir veya çevrilebilir. Hakk'ın hukukunca ırz ve
akıl, can değerindedir. Kim bunlara kasdederse, cana
kasdetmiş gibi olur. Cezası da, cana kasdetmenin ceza-
si kadardır. (Yalnız Yaratan'ın yasalarına itaat edil-
meyip açık saçıklığın terkedilmediği bir ortamda teca-
vüzcüye idam cezası verilemez.) Bu çevirmeler gibi, ay-
ni şekilde Kur'anist Düzen'de de hırsızın eli kesilmez
cezası, hapis cezasına çevrilir. Çünkü bakkaldan bir-
sey çalan kimse ile devletin milyarlarını çalan bir
memura aynı ceza verilemeyeceğinden, hırsızın elini
kesmek adaletsizlik olur. Allah ise, adaletsizlik is-
temez. Hırsız ancak çaldığı değer nisbetinde cezalan-
dırılabilir. -Eğer o yerde aclik kıtlık gibi bir durum
yoksa ve sosyal yardım kurumları faaliyetteyse-. Hak-
siz öldürmelerde ise, "haksız yere can alanın canı a-
lınır". Bu da idamı gerektirir. İdam cezasını ebedî
hapse çevirmek, hem devlete ağır bir yüktür hem de öl-
dürülenin hakkına ihanettir. Fakat sen bu ihanete ka-
tılmamalısın; idama değil, haksız öldürmeğe karşı çık-
malısın. Çünkü zalime merhamet edilmez. Zalime acımak,
merhamette eğrilik ve sapmadır, hakkı çiğnenene zulüm-
dür. Merhamette doğruluk, Hakk'ın merhametinden fazla
merhamet etmemektir. Bunun için zalim cezasını bulur.
Savaşta düşman öldürülür. Eti yenmek için hayvan kesi-
lir. Canın kurtulması için kangren olmuş kol ve bacak
kesilir.

Ey insan! Doğru Adalet'te en önemli bir ilke de şudur:
Rızası olmadıkça toplum için fert, fert için toplum
feda edilemez. Fakat fert ve toplum, haklı toplum ve
fert için kendini fedaya hazır olmalıdır. Fert ve top-
lumun kıymeti de bu fedakârlıktadır. Şehitlik olan bu
fedakârlığın Tanrısal ve Ötedünyasal ücreti ise, ebedî
bir cennettir.

Bundan başka bilmen gereken bir ilke de şudur: Hakk'ın
hatırı yücedir, halkların hatırına feda edilemez. Buna
göre, yakınlığın olan kimselerin yakınlığı, adalet et-
mede taviz verici sebep olamazlar. Bunun için, suç iş-
leyen baban dahi olsa, hak ettiği cezayı almada adale-
te engel değil, yardımcı olmalısın. Sonra bir kimsenin
islediği suçun cezasını, onun bir yakınına yüklememeli
ve çektirmemelisin. Sonra adaletin öngördüğü cezadan
fazla veya eksik ceza talep etmemelisin. Sonra işledi-
ğin veya işlenmiş bir suçu, suçsuz birinin veya biri-
lerin üzerine atmamalısın. Sonra ihtimallere göre ceza
kesmemelisin, -ancak tedbir alabilirsin-. Sonra ve hep-
sinin başında ise, kanun koymadan ve uyarı yapmadan
kimseye ceza verilemez ve vermemelisin. Fakat devletin
olmadığı yerde Yaratan'ın hükmünün kanun olduğunu
bilmelisin. Adalette yapacağın eğriliklerin dünyada ceza-
siz kalan karşılığının Ötedünyada sana mutlaka verile-
ceğini de hiç unutmamalısın.

Adalete ait bir görevin de, şahitliği doğru yapmalı ve
gizlememelisin. Çünkü senin doğru şahitliğinle hak or-
taya çıkar; suçlu cezasını bulur, zulme uğrayan da
hakkına kavuşur.

Namus'ta Doğruluk; bekâr kalmayıp evlenmek ve nikâh-
lanıp zina etmemektir. Evlenmeye hali, vakti ve fırsatı
olmayanlar, zina etmemek ve escinselliğe yanaşmamak
şartıyla bekâr kalabilir. Kadınların çoğalıp erkekle-
rin azaldığı bir yer ve vakitte erkekler birden fazla
kadın alabilir. Bundan başka eğer bir kadının, kadın-
lığını yapamayacak veya doğuramayacak bir arızası o-
lursa, bu halde de erkek -karısını boşamak yerine-
ikinci bir kadın alabilir. Eğer erkek her iki kadına da
gereken ilgi ve sevgiyi gösteremeyecekse, yani sevgide
adalet edemiyecekse, ikinci kadını almaktan vazgeçer.

-7-
Hakta, Adalette ve Namusta doğruluk,"sevgide doğru-
luk"u da gerektirir. Sevgi'de Doğruluk; Hak ve Adalet
ve Namus ölçüsüyle sevmektir. Buna göre sevdiğini,
Yaratan hesabına sevmelisin. Allah hesabına olmayan
sevgiler, meselâ Allah dışındakileri Allah gibi veya Allah'
tan çok sevmek, haksız sevgidir. Sonra sevgide "Ada-
letli" olmalısın. Meselâ namuslu ve itaatli karısını
veya dindar ve dürüst kocasını bırakıp onların aşağı-
şında olanlara yönelmek veya iki sevilmesi gerekenden
birisini askıda bırakmak, sevgide adaletsizliktir. Son-
ra sevgide "Namuslu" olmalısın. Mesalâ nikâhlanması
yasak olan kimselere cinsel birleşimli sevgi beslemek,
gayri meşru bir sevgidir, sevgide namussuzluktur.

Doğru sevgiye ait bir ölçü de şudur: İyiliği, güzelli-
gi, masumiyet ve mükemmelliği olanların, sevilmek hak-
larıdır. Kötüleri sevmeye mecbur değilsin. Çirkinlik
ve beğenilmezlikleri de Yaratan'dan ötürü hoş görebi-
lirsin. Gerçek sevgi, karşılıksız sevmek değil; Haklı-
ca, Adaletlice ve Namusluca sevmektir. En üstün sevgi
ise, acımaktır. Veya acımak, sevmekten üstündür.

Şimdi doğruluğun ve doğru yolun ne olduğunu öğren-
dikten sonra HÜRRIYET'in ne olduğunu da sorabilirsin.
Özgürlük ve hürriyet; seni yaşatan Yaratıcı'nın, iyilikçi
olman için sana verdiği, fakat kötülük yapmana da açık
olan bir "serbestlik hakkı"dır. O halde Hürriyet; Haklı,
Adaletli ve Namuslu olmaktır. Öyle ise Özgürlük; hak-
sizlik, adaletsizlik ve namussuzluk etmemektir. Demek
Hak ve Adalet ve Namus, senin özğürlügünün sınırıdır.
Eğer bu sınırı çiğnersen, özgürlüğün elinden alınır, hür-
riyetini kaybedersin. Eğer bu sınırı korursan, o zaman
sana Tanrısal taraftan evrensel ve kâinat ötesi mânevî
bir özgürlük daha verilir, hürriyetinin alanı genişler. Bu
genişliğe sahip olabilmek için "sakınmacı" ve "korunma-
cı" olmalısın. Hak ve Adalet ve Namus'un sınırlarını,
Yaratan'ın azabından korkup koruyanlara "korunmacı"
denir. Bu sınırları çiğnemekten sakınanlara da "sakınma-
cı" denir. Cennet de, Korunmacılar ve Sakınmacılar için-
dir.

Eğer Hak'tan, siyasetçilikte uyman gereken yolu veya
hangi partiyi tutman gerektiğini sorarsan, alacağın
cevap şudur: Hak ve Adalet ve Namus'a sahip çıkan,
Kur'anizm'in gösterdiği sosyal barış ve adaleti yer-
leştirmek isteyen siyaset, senin siyasetindir. O halde
"hangi partiyi tutmalıyım" değil, "hangi politikadan
yana olmalıyım" demelisin. İnanç ve düşüncede birlik
meydana geldiği zaman particiliğe gerek kalmaz. Parti-
ler, siyaset için bir araçtır. Bu araç faydalı olduğu
zaman kullanılır. Zararlı olmaya başladığı zaman da a-
tılır. Sen, araçların aracı ve oyuncağı olmamalısın.
Öyle ise senin üçüncü vazifen; Birlik'tir, birliği
sağlamak'tır. Hem demokrasi demek, farklılık ve çeşit-
liliklerin katılımı demektir, fakat insanları partilere
bölmek, onları birbirine düşürmek demek değildir.
Öyle ise, siyasal gücü zayıflatan ve halkı birbirine
düşman eden particiliğe son vermelisin.

Unutma! Demokrasi demek, insanca yönetmek ve yöne-
tilmek demektir. Bu da, Hakk'ın halka hâkimiyeti ve hal-
kın da Hakk'a itaatiyle olur. Tam ve gerçek demokrasi
de budur. Yani ne halk, haklı devlete başkaldıracak,
ne de devlet, haklı halka tahakküm edecek; halk kendi-
ni, Hakk'ın egemenliğiyle yönetecek. Bu yönetimde dev-
let sadece bir aracı ve düzenleyici olacak. Yoksa su-
nun bunun keyfine, falan atanın ilkesi, filan devletin
ideolojisine göre yönetim yapılmayacak.Yalnız onların,
Hakk'ın ilkesine ve evrensel değerlere ters düşmeyen
yönleri kalabilir, alınabilir. Şunu da unutma! İdeolo-
jisiz devlet ve demokrasi olmaz. İdeolojisiz devlet ve
demokrasi, akılsız bir başa benzer. Dinsiz devlet de,
kalbsiz bir beden gibidir. Bunun için senin devletinin
ve demokrasisinin bir din ve ideolojisi olmalı. Fakat
bu din, Teslimciliğe; ideolojisi de mutlaka Hakk'a, A-
dalete ve Namus'a dayanmalı. Bu da ancak Kur'anizm
olabilir. Bazı kimseler Kur'anizm'in elçiliğini inkâr
edebilir. Fakat Kur'anizm, Hak'tan aldığı ışığı inkâr
edemez, dâvâsından vaz geçemez. Onun görevi, Hak'
tan aldığı ışığı insanlığa duyurmak ve yansıtmaktır.
Kur'anizm bir akıl'dır. Fakat onun Hak'tan aldığı ışık,
akıl üstüdür. Bu ışık, Yaratan'a aittir.

-8-
Ey yeni bir düzen arayan ve isteyen insan!
Eğer sosyal barış ve adalet içinde yaşamak istersen,
doğrulukta ve doğru yolda olmakta birlikte şu ilkele-
ri de kendine rehber etmeli ve onları toplumsal yaşan-
tına hâkim kılmalısın.

Birinci İlke: Ekmek, emek edenindir. Yemek, çalışanın-
dır. Fakat işsizin ve çaresizin de yemekte bir hakkı
vardır.

İkinci İlke: Ben tok iken baskası aç kalmamalı. Veya
başkası aç iken ben tok olmamalıyım. Yani hemen fakir
ve muhtacın yardımına koşmalıyım.

Birinci ilkenin ilk basamağı ile çalışmayı esas yapıp
bütün haksız kazanç kapılarını kapatmalısın. Bu kapat-
ma ile hayat çarpışma ve çatışma olmaktan çıkar.

İkinci ilke ve birinci ilkenin ikinci basamağı ile de
yardımlaşma kapısını açarsın ve açmalısın. Bu açma ile
de hayat bir yardımlaşma olur. (Demek senin dördüncü
vazifen: "Yardımlaşma"dır.

İşte bu ilkeleri toplumsal yaşantına hâkim kılmak ve
egemen yapmakla sosyal barış ve adaleti kazanmış olur-
sun.

Ey insanlar! Yaratan'ı bilip birleyerek Haklı, Adaletli
ve Namuslu insanlar olunuz. Doğruluğun esası budur.
Gerçek yolunuz da budur. Ne zaman gelip çatacağı belli
olmayan ölüm vakti gelmeden önce Yaratan'ın bu sap-
maz ve saptırmaz yoluna uyunuz. Çünkü çok yakın bir
zamanda hesaba çekileceksiniz. Size göre uzak olan, Ya-
ratan'a göre çok yakındır. Gerçekte de bu böyledir. Şim-
diki yaşınız yıl kadar önce dünyada yok iken nasıl -dolaylı
olarak- sudan ve topraktan yaratıldıysanız, ölüp vücudu-
nuz toprak olduktan sonra da bu yaratılış tekrarlanacak
ve sizler, kışta ölüp baharda dirilen bitkiler gibi diriltilip
Yaratan'a hesap vereceksiniz. Hesabınız sorulurken
"bugünümüzle karşılaşacağımızı bildiren bir haberci gel-
medi" demeyiniz. İşte o günün haberini şimdiden öğreni-
yorsunuz. Büyük Yaratıcı, cin ve insan topluluklarını
dünya ve Ötedünyadan habersiz bırakmaz. Onlardan
haberdar edebilmek için de Elçiler yollar. Çünkü Yaratan,
sizi ve dünyanızı boşuna yaratmamıştır. Elçi gönderme-
mekle bu yaratılışı boşa çıkarmaz. Çünkü Yaratan, amaç-
lık sahibidir, amaçsız değildir. Bu amaçlığını göstermek
için Yeni Çağlılara elçi olarak Hak'tan ışık alan Kur'anizm'
i göndermiştir. Bu gönderme ile yasa ve buyruklarını
tazelemek istiyor.

Ey insanlar! Sabitmiş gibi görünen dünyanın şu yanıltı-
cı görüntüsü sakın sizi aldatmasın. Bu dünyada temelli
kalamazsınız. Bir müddet sonra süreniz dolup başka bir
âleme gideceksiniz. Madem bu dünyada kalış yoktur, o
halde burada bulunuş amacınızı bilmelisiniz. Çünkü si-
zi yaşatan Yaratıcı, sizi boşu boşuna yaratmamış ve
sizi başıboş bırakmamıştır. Burada bir bulunuş amacı-
nız vardır. O amacınız ise; Yaratıcınızı bilmek, inan-
mak ve O'na bağlanıp O'nun yolunda yürümek ve yaşa-
maktır. O'nun yolu ise: Hak ve Adalet ve Namus'tur.
Hakk'ın gereği; inançlı ve bilinçli olmaktır. Adaletin ge-
reği, haksızlığı kesmektir; keyfe ve kuvvete değil,
Hakk'a dayanmak ve azınlık da olsa haklılara uymaktır.
Namus'un gereği, nikâhsızlığı ve fuhşu bırakmaktır.
Kadın ise, örtünmek ve erkekler de kadınları aldatma-
mak ve onları haksız yere boşamamaktır.

+ + +

-9-
DÜZENNAME'NİN EK VE TAMAMLAMASI

Ey insan!
Sen, ölçüsüz olarak dünyaya gelmiş olduğundan, hayatta
en muhtaç olduğun şey, "doğru yol" dur. Fakat doğru
yolu nasıl bulacaksın, kimden ve nasıl isteyeceksin?
Şaşkınlıktan kurtulmak istersin değil mi? Öyle ise de:
Allahım! Biz ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yar-
dım isteriz. Bizi doğru yola ilet. Kendilerine ışık verdiğin
Kur'anistlerin yoluna. Sapmış ve öfkene uğramış inkârcı
ve ortakçıların yoluna değil. Allahım! Doğru yolu bulduk-
tan sonra bizi saptırma, bizi doğrulukta sabit kıl. Allahım!
Bu duamızı kabul et.

Ey insan!
Senin birinci vazifen: "Okumak" tır.
ikinci vazifen : "Doğru olmak" tır.
üçüncü vazifen de: "Birliği sağlamak" tır.
dördüncü vazifen ise: "Yardımlaşmak" tır.

Demek Birinci vazife : Okumak.
İkinci vazife : Doğruluk.
Üçüncü vazife : Birlik.
Dördüncü vazife : Yardımlaşmak.
Öyle ise;

OKU, DOĞRU OL, BİRLİK OL, YARDIMLAŞ.

İşte senin en önemli iş ve çalışman budur.
Hedefin ise, insanlaşmak ve yirmibirinci asrı
bir "Mutluluk Cağı" yapmaktır.

Artık karanlıklar yok, Kur'anizm var (ışık olarak).
ırklar yok, Kur'anist kardeşlik var.
dinler ve tarikatlar yok, Teslimcilik var.
partiler ve mezhep yok, birlik ve sevmek var.
şiddet ve kuvvetçilik yok, hakçılık ve Hakk'a
itaatçilik var.
çıkarcılık yok, iyilikçilik var.
bencillik yok, bizcillik ve Allah rızası var.
çarpışmacılık yok, yardımlaşmacılık var.
ezme ve sömürme yok, kucaklamak ve paylaşmak var.
nefse taparlık yok, Hakk'a taparlık var.
şeriat yok, KUR'ANİST DÜZEN var.
tanrılar yok, ALLAH var.
peygamberler ve mehdiler yok, Hz. İsa ve Mehdi-i
Azam var. Mehdi-i Azam ise, KUR'ANİZM'dir. Kur'
anizm, Hz. Muhammed'in sözcüsü ve Gerçek Din'in
son yenileyicisidir.

Not: "Dünya bozulmuş mu ki düzeltilsin" diye sorulabi-
lir. Cevap: Eğer dünya ülkelerine ahlâksızlık, anarşi
ve uyuşturucu hâkim olmuşsa; eğer o ülkeler halkı iş-
sizliğe düşmüşse; her yıl milyonlarca insan açlıktan
ölüyorsa; bir avuç insan refah içinde yüzüyorken büyük
bir kısmı açlık ve fakirliğe gömülmüşse; siyaset çık-
maza girmiş, politika insanları yönetemez hale gelmiş-
se; hak ve hürriyetler ayaklar altında kalmışsa; dün-
yanın tavanı delinmiş, tabanı da tahrip edilmişse; ha-
va teneffüs edilemez ve gıda maddeleri de yenilip içi-
lemez hale gelmişse, ve herkes kendi bildiğini okuyor
kimse kimseyi dinlemiyorsa, evet o dünya "bozulmuş"
demektir! Dünyanın bozulmuşluğu, insanın bozulmuşlu-
ğundandır. Dünyanın düzelmesi ise ancak insanın düzel-
mesiyledir. Ey İnsan! Kendini düzelt ki, dünyamız da
düzelsin. Fakat bu düzelim için yalnız senin düzelmen
yeterli değildir. Hep birlikte bir düzelim gereklidir. Bu
da, Kur'anist bir inkilâp ile olur. Öyle ise haydi Kur'anist
İnkilâb'a! Bu inkilâpta birinci düşmanın: İnançsızlık,
inkârcılık ve ortaçılık'tır. İkinci düşmanın: Irkçılık, ez-
mecilik ve sömürmecilik'tir. Bu düşmanlara karşı silahın
ise: İnançta; birlemecilik ve Teslimcilik, düşüncede;
birlik ve birleşmecilik, ve yaşamda; doğruluk ve yardım-
laşma'dır. Önce iç dünyandaki düşmanı vurmalı, sonra
dış dünyadaki düşmanı devirmelisin. İnkilâbın kutlu
olsun.

Zaman: Yeni Çağ'a üç kala Ekim'i.
Mekan: Avrupa.
Makam: Düzeltme.
Boyut: Kur'anizm.
YAYINLAYAN
AVRUPA KUR'ANİSTLERİ
* * *

Keine Kommentare: