Mittwoch, 15. Oktober 2008

İNANÇ VE BİLİNÇ REHBERİ

YENİ ÇAĞLILAR İÇİN İNANÇ VE BİLİNÇ REHBERİ

(Her iyi işe Allah'ın İsmiyle başlanır ve O'
nun İsmiyle başlamak lâzımdır. Çünkü, büyük-
lerin izni olmadan bir iş yapılmaz. Mülk sa-
hibinden habersiz tasarrufta bulunulmaz. Hem,
bir devlet olmadan veya bir devlete bağlanıp
dayanmadan haklılık kazanılmaz ve büyük iş-
ler başarılmaz. Öyle ise işimize; asıl büyük,
asıl mülk sahibi, asıl devlet olan Allah'ın
Adıyla, yani oğlu ve ortağı olmayan Gerçek
Tanrı'mızın İsmiyle başlayalım. Gurur ve ben-
liğimizi bırakıp, kendimize güvenmek ve da-
yanmaktan vazgeçerek O'nun İsmi'ni alalım ve
o İsimle O'na bağlanalım ki, içsel yapısı ni-
hayetsiz bir acizlik ve fakirlikle yoğrulmuş
olan ve bu haliyle hadsiz bir kudret ve rah-
mete aç ve muhtaç bulunan, şu koca yeryüzün-
de madden ve nefsen küçücük ve hiçlik icinde
birer varlık olan biz çaresiz insanlar, o İsimle
tükenmez bir kudret ve rahmete, hem çok
büyük sönmez bir devlet ve medeniyete erelim.
Bu medeniyete erebilmek ise ancak alçak gö-
nüllülükle, yani yüce Yaratan'a inanmak, bağ-
lanmak ve O'na teslim olmakla mümkündür. Öyle
ise; Yaratan'ı inkâr etmek veya inanmamak ve-
ya O'na bağlanmamak şeklinde bize hükmeden
gaflet ve gururumuzun, bizi gerçek devlet ve
medeniyetten mahrum edeceğini görüp bilip,
hemen yaşatan Yaratıcımızın İsmine yapışalım,
mahrumiyetten kurtulalım. Hem unutmayalım:
Bir eve izinsiz veya selâmsız girilmez. Biz
de, yepyeni bir Çağ'a girmek üzereyiz (veya
girmiş bulunuyoruz). Bu Çağ'a destursuz giril-
mez. Giriş adabını şimdiden öğrenmek ve onu
kazanmak zorundayız. Tabii, çağ içi olmak ve
çağdışı kalmamak istiyorsak! Öyle ise, Hakk'a
bağlanıp iyilikçi olmaktan ibaret olan Çağ'ın
Anahtarı'nı elimize alalım, çağ kapısının ki-
lidine sokalım: Haydi Bismillah-Lailaheillal-
lah-YokturAllahtanbaşkailah. Teslim oldum o-
ğulsuz ve ortaksız Allah'a deyip, devam ede-
lim okumaya): merhametliAllahınadıyla

Bir İhtar
(Yaşamakta oldugumuz hayat, nihayetsiz bir rahmet ve
merhametin neticesidir. Yoksa bu hayat, akılsız ve a-
cımasız olan madde ve tabiatın eseri değildir,olamaz.)

Ey insanlar! Uyanık mısınız, yoksa uykuda mı? Bakın
bakalım şu aynaya: Hayat ve yaşamın üç önemli gerçeği
vardır. Bunlar da: Doğmak, yaşamak ve ölmek'tir. Bu üç
gerçek, insana şu üç beş ana suali sordurur ve sordur-
malıdır. Çünkü hayatın anlam ve amacı, bu suallerin
sorulmasında ve cevaplanmasında yatmaktadır. Onlar
da şunlardır: "Beni kim yarattı, niçin yaşatıyor, neden
öldürüyor, ölüm son mu, yoksa sonrası da mı var, nasıl
ve kimin için yaşamalıyım, ve son olarak benim aklımı
aşan suallerimi kim cevaplıyacaktır?"

Evet, bu sualleri daha sormamış ve gerekli ve geçerli
cevabı bulmamış ve almamış olanlar henüz "hayat uyku-
sunda"dırlar ve onlar henüz uyanmamış, dirilmemiş
"yaşayan ölüler" dir. Artık bu sözler, onların uyanış
ve diriliş saatinin zili ve borazanı olsun ve olabilir.
Yalnız, insan aklını aşan o suallerin cevabını, ancak
evrensel boyutta yaratma, yaşatma, öldürme ve yönetme
fiilerini Yapan'dan alabiliriz. Yoksa yaşam gerçeğinin
cevabı, geçmiş ve geleceğin bilgisi falcıdan öğrenil-
mez. -Ya kimden öğrenilir? -Ancak Yaratan'ın Elçisi'n-
den! Unutmayalım: Bilgi, Bilgine sorulur. İş, Uzmanına
yaptırılır. Eser, Ustasından öğrenilir. Öyle ise dik-
kat edelim: "Kimsin? Kiminsin? Nereden gelip nereye
gitmektesin? Ve niçin yaşıyorsun?" şeklinde formüle e-
dilen yaşam bilgisinin sırrını cinciden, falcıdan,
medyum veya uzaycıdan değil, ancak Tanrı Elçisi'nden
öğrenelim. Bu zamanın Tanrı Elçisi ise, ancak Kur'a-
nizm'dir. Âhirzaman Elçisi olan Kur'anizm diyor ki:
Zaman, inkilâp zamanıdır. -Neden inkilâp zamanıdır?
-Çünkü iç ve dış dünyamızda yıkılması gereken pek
çok gerçekdışılıklar, zulüm ve haksızlıklar, ilkellik ve
çağdışılıklar vardır. İç ve dış dünyamızı kaplamış ve
karartmış olan bu kara varlardan en önemlisi ve en bi-
rincisi ise; Yaratan'ı bilmeyiş, inanmayıştır; sonra
O'na bağlanmayış, dayanmayıştır; sonra O'na güven-
meyiş ve teslim olmayıştır.

Kendinin doğumlu ve ölümlü olduğunu bilen her insan,
kendinin ezelî, yani öncesiz ve ebedî bir varlık olma-
dığını da görür, bilir. Kendinin Yaratıcı değil, bir
yaratık olduğunu gören ve bilen bir insan, Yaratıcısı-
nı da bilmek ister ve bilmelidir. Yaratıcısını bilme-
yen bir insan, anne babası olduğu halde onlardan habe-
ri olmayan öksüz bir çocuğa benzer. İşte bu öksüzlük
ve sahipsizlikten kurtulmak için Yaratan'ı bilmek ge-
rekiyor. Bu gereği ve gerçeği Hakk'ın Kitabı, günümüz
insanına şu şekilde telkin eder:

-2-

"Evet, ey insan! Yaratanını bilmelisin. Çünkü, senin
çevrendeki senin gibi insanlar, senin gerçek sahibin
olamaz. Çünkü onlar, aciz ve zayıf, fakir ve muhtaç-
tırlar; ölümlü ve geçicidirler. Bu eksi ve eksik sı-
fatlarla vasıflı olanlar, elbette senin ve senin gibi-
lerin sahibi olamaz. Çünkü onlar, senin, nihayetsizlik
içindeki acizliğine kudret, zayıflığına kuvvet, fakir-
liğine zenginlik, muhtaçlığına nimet verici ve ihsan
edici olamazlar. Çünkü onların, bu kâinatı döndürecek
kuvvet ve kudret, bilim ve kabiliyetleri yoktur. Bun-
lara sahip olmayanların ellerinde bulunanlar ise, baş-
ka Biri'nin elinde olduğundan, onlar sizin için yeter-
li ve kurtarıcı olamaz.

Öyle ise ey insanlar! Güneşi doğduramayan, dünyayı
döndüremiyen, yağmuru yağdıramayan, rüzgârı estire-
miyen, bitkileri açtıramayan, hayvanları size boyun eğ-
diremiyen nasıl sizin sahibiniz olabilir? Öyle ise,
Yaratan'ı bilmelisiniz. Bilmelisiniz ki, öksüzlük ve
sahipsizlikten, yetimlik ve kimsesizlikten kurtulup,
ölümsüz gerçek Sahibiniz'e kavuşasınız. O halde 'sizin
Yaratıcınız kimdir? Sizi kim yarattı? Sizden ne isti-
yor?' sormalı ve düşünmelisiniz. Bu sorgunuz ve düşün-
ceniz olmazsa, var olamazsınız. Varlık istiyorsanız,
soracak ve düşüneceksiniz. Yoksa, siz birer "YOK" su-
nuz! Öyle ise haydin VARLIĞA!..

Evet, sizin sahibiniz, sizin gibiler olmadığı gibi,
sizin Yaratıcınız, madde ve tabiat da değildir. Çünkü
onlar; görmesiz, duymasız, söylemesiz, bilmesiz, akıl-
siz, acımasız, kuvvetsiz hem kudretsiz, cansız ve ha-
yatsız şeyler'dir. Bu eksi sıfatlarla kayıtlı olanlar
hiç sizin Yaratıcınız ve Yaşatıcınız olabilir mi? Si-
zin Yaratıcınız ve Yaşatıcınız olabilecek Zat, öyle
biri olmalı ki; yaratıcılık ve yaşatıcılık ve yöneti-
cilikle ilgili nitelik ve sıfatları olsun ve bulunsun,
ve bu sıfatları bütün evren ve kâinatı kuşatsın. İşte,
bu sıfatları kendinde bulunduran doğmamış ve doğur-
mamış, varlığı kendinden ve herşeyden önce olan ve
bulunan, ölmez ve ebedî, madde ve tabiat ötesi, ruh
ve ışık sahibi, gözle görülmez, fakat akılla anlaşılır ha-
yat sahibi kusursuz Zat'a, tektanrı olan 'Allah' denir.

Evet, gerçek tanrınız olan Allah tektir. Çünkü dünya
ve kâinatta gözle görünen veya gözle görülmese de il-
men bilinen bir denge ve düzen var ve hâkimdir. Bu
denge ve düzen ise, birlik ve tekliği gösterir ve ge-
rektirir. Acizlik ve zayıflık olan ikilik ve ortaklık
ise, kâinatın denge ve düzenini bozar. Hem, bir ülke
iki başbakan ile yönetilmez. Bir evde iki baba olmaz
ve bulunmaz. Öyle ise, sizin Yaratıcınız olan Allah i-
isimli Zat, aciz ve zayıf olamaz ve O, birden fazla
değildir. O, sadece bir tektir. O'ndan başka tanrı
yoktur ve olamaz. Olsaydı, evrendeki denge ve düzen
bozulur, hem oluşamaz, yok olurdu. Milyarlarca yıldır
bir bozukluk görülmediğine göre, sizin Yaratıcınız,
birtektir. Zaten Kendisi de şimdiye kadar Elçilik ve
Kitaplarıyla hep 'tek' olduğunu haber vermiş ve veri-
yor. Öyle ise, siz de O'nu 'bir' ve 'tek' bilin ve
bilmelisiniz. Yani ikinci bir Allah olamayacağı gibi,
Allah'ın ortağı da yoktur ve olamaz.

Bu bilgiden sonra O'nun, 'doğmamış' ve 'doğurmamış'
olduğunu da bilmelisiniz. Yani O, öncesiz ve sonrasız-
dir. Yani O'nun varlığı, her şeyden ve herkesten önce-
dir ve onlardan sonra da varlığı ebedî ve süreklidir.
Nasıl, bir kitabı yazabilmek için Yazar'ın kitaptan
önce var olması gerekiyorsa, sizin Yaratıcınızın da
varlığı bu kâinat ve kâinatlılardan öncedir. Hiç birşey
ve hiç bir kimse O'ndan önce var olamaz; kitabın, Ya-
zar'dan önce var olması mümkün olmadığı gibi. Ve hiç
biri de, Yaratıcıyı yaratamaz ve doğuramaz; kitap, Ya-
zarını yaratamayacağı ve doğuramayacağı gibi.

Sizin Yaratıcınız, doğurulmadığı gibi, doğurmamıştır
da. Yani O'nun oğlu ve kızı yoktur. Yani meselâ; in-
sanlar robot yaparlar. Robot, insanın oğlu mudur, kı-
zı mıdır! Aynı şekilde, insanlar da Yaratan'ın ne oğ-
ludur ne kızı!.. Hepsi O'nun birer yaratığıdır. İsa ve
Musa ve Muhammed hazretleri, Allah'ın oğulları değil,
sadece birer kulu ve elçisidirler. Fakat onlar ve on-
ların yolunda olan Kutsal Önderler, diğer bütün insan-
lardan vazife ve rütbece üstündürler ve üstün tutulur-
lar. Fakat tapılmaya hakları yoktur."

Evet ey insanlar ve ey medya izlerler! Sizin Yaratıcı-
nız ve Yaşatıcınız olan Allah, işte budur. Sizler ise
bir yaratık ve yaşatıksınız. Kendi kendinize yaratıl-
mış olmadığınız gibi, kendi kendinize de yaşatılmıyor-
sunuz. Çünkü yaşamak için lâzım olan güneşi, havayı,
suyu, toprağı siz yaratmadınız. Yaşamak için onları
yaratmaya da mecbur değilsiniz. Onların hepsi, herşeye
gücü Yeten tarafından size boyun eğdirilmiş durumdadır.
Onlardan faydalanmak için sadece ağzınızı, gözünüzü,
burnunuz ve kulağınızı açmanız yeterlidir. Demek ki,
ısınmak ve aydınlanmak, güneş yaratmak değildir.
Hava almak, su içmek; rüzgâr estirmek, yağmur yağdır-
mak değildir. Öyle ise, yaşatıldığımızı ve bizi kimin
yaşattığını ve kimin yaşatabileceğini bilelim. Ayrıca
"niçin" yaşatmakta olduğunu da soralım ve öğrenelim.

-3-
Fakat bu öğrenimi kazanabilmek için yüce Yaşatıcımızın
Kitap ve Elçisine muhtacız. Yaratıcıya ait bilgileri
biz kendi aklımızla bulamaz ve devşiremeyiz. Öğretil-
meyen birşeyi çocuk kendi başına nasıl bilebilsin? İş-
te bunun için Yaratıcımız tarafından gönderilecek bir
Elçi, bir öğretici ve bir Kitap olmazsa, muhtaç oldu-
ğumuz bilgi ve öğretiden mahrum kalırız. Dünyaya nere-
den gelip nereye gideceğimizi, kim ve kimin olduğumuzu
nasıl ve niçin yaşıyacağımızı bilemeyiz, bulamayız. Bu
da, bizim için en büyük izdırap, şaşkınlık ve perişan-
lıktır. İşte bu karanlık ve çaresizliklerin kaynağı o-
lan bilemezlik ve bulamazlıktan kurtarmak için Yaratı-
cımız, insanlara kendi cinslerinden bir Elçi ve anlı-
yabilecekleri bir Kitap göndermiş. Sonra bu kitabını
büyük Peygamberlerden sonraki insanlara miras bırakmış
Sonra bu mirası koruyacak ve yenileyecek önderler gön-
dermiş. İşte her yüzyılda bir gönderilen bu önderlerin
son mânevî şahsı: Kur'anizm'dir. Kur'anizm, Allah'ın,
O'nun dâvâsını insanlığa duyuracak ve öğretecek bilim
ve ideolojisi, bilgin ve ideolojistidir. Çünkü öğrenim
için sadece kitap yeterli değildir. Çünkü öğretmensiz
bir kitap, anlaşılmaz bir hitap ve sözdür. Çünkü her-
kes, âlim ve bilgin değildir ve olamaz. Ve Allah, her-
kese elçilik vermez. Bunun için halk çoğunluğu bir öğ-
reticiye muhtaçtır. Bu ihtiyacı da bu zamanda Kur'a-
nizm gibi mânevî ve küresel bir fert karşılayabilir.

Ey medyaya kulak verenler! Zaman, hakgörü zamanıdır.
Hakkı görmeyenin başka görüşleri ancak boşgörü olur.
Öyle ise önce Hakk'ı görelim. Peki, Hakk nedir? -Hakk,
ancak ve ancak yüce Yaratan'ın indirdiği ve bildirdiği-
dir. -Yaratan neyi indirmiştir? -Yaratan; -esas olarak-
Hakk'ı indirmiştir, Adalet'i indirmiştir, Namus'u in-
dirmiştir. Sonra bu üç indiriyi devletlere ruh yapmış,
insanları da devletler eliyle yönetmektedir. Fakat bu
yönetimin şeklini belirlemeyi insanların seçkisine bı-
rakmış. Öyle ise biz de, insanca yaşamak istiyorsak,
bu üç indiriyi kendimizden sonra devletimize de ruh ve
temel, ışık ve esas yapalım ki, insanca idaremiz müm-
kün olsun.

İşte böyle bir düzen ve idareyi ancak Hakk'a dayanmak-
la kazanabiliriz. Hakk'a dayanabilmek için de, haklı
olmamız gerekir. Bu gerek için de, Hakk'ın hakkını ver-
memiz ve ödememiz lâzımdır. Bu ödeme için ise, önce
Yaratıcımızı bilmemiz ve tanımamız, sonra da O'na bağ-
lanmamız gerekiyor. Eğer bu bilme ve tanıma ve bağlan-
ma olmazsa; yaratıcılık ve yaşatıcılık ve yöneticilik-
le üzerimizde sonsuz hakları oluşan ve bulunan Allah
isimli Tektanrımızın, gerçek Sahibimizin haklarını ö-
dememiş olmak zulmünden başka, hayatın ve yaşamın,
kâinat ve kâinatlıların da anlamı yıkılmış ve yokedilmiş,
hem hakları çiğnenmiş ve gasbedilmiş olur. Böyle yıkı-
cı ve şiddete dönük kötülükçü bir fiil ise, insanı mâ-
nen bir anarşist ve terörist seviyesine düşürür. Bu
dehşetli ve korkunç seviyeyi ise hicbir akıllı ve vic-
dan sahibi insan kazanmak istemez. Öyle ise, Tektanrı
ve gerçek Sahip olan Allahımızı bilelim, tanıyalım ve
O'na bağlanıp teslim olalım ki, mânevî bir anarşistlik
ve teröristlikten kurtulalım, hakiki insan mertebesine
çıkalım. İnsanın asıl insanlık vazifesi de, bu merte-
beyi kazanmaya çalışmaktan başka birşey değildir.

Aksi durumda ise, nasıl bir ülkede yaşadığı halde o
ülkenin devletini ve yasalarını ve Başbakanını tanıma-
yip inkâr eden veya hiçe sayan bir kimse, anarşist ve
terörist ilân edilirse, öyle de bu kâinat ülkesinin
"Dünya" denen güzel yeryüzü şehrinde yaşadığı halde,
yaşam sürdüğü bu muhteşem ülke ve memleketin gerçek
ve kutsal Başbakanı olan Allah'ı bilmek ve tanımak ve O'
na bağlanıp teslim olmak istemeyen kimse de, bir terö-
rist hükmünü alacaktır.

Demek insanın yapacağı ilk iş, isteyerek veya isteme-
yerek içinde olduğu veya içine düşmüş bulunduğu gizli
ve mânevî bir teröristlikten kurtulmaya çalışmaktır.
Demek, neticesi kâinatın anlamını yıkmak ve yok etmek
olan Yaratan'ı bilmemek, tanımamak ve O'na bağlanıp
teslim olmamak gibi çok büyük zulümlü ve karanlıkta
bırakıcı kusurlar dururken başka iş ve kurtarıcılıkla-
ra dalmak ve yönelmek, hakçılık ve hakikatçilik değil-
dir. Hakçılığı ve hakikatçiliği olmayan bir dâvâ ve
yaşam ise, dâvâ ve yaşam olamaz; anlamı yok, boş ve
zulümdür. Evet, Yaratan'ı bilmemek, tanımamak ve O'na
bağlanıp teslim olmamak, çok büyük bir zulüm ve hak-
sızlıktır. Bu zulüm ve haksızlıktan çıkmadıkça insan,
haklı bir insan olamayacağı gibi, yaşamı da artı bir
anlam bulmayacaktır. Haklı bir insan olmak ve yaşamı-
nin da tam bir anlam kazanmasını isteyenler, önce ev-
ren ve kâinatın çalıştırılmasındaki neticeleri bozan
ve yıkan Yaratan'ı bilmezlik, Tanrı tanımazlık ve O'na
bağlanıp teslim olmazlık zulmünden çıkmalı ve kurtul-
malıdır.

-4-
Ey kurtuluş isteyen insanlar! Sakın sakın! Gözle gör-
mediğinizden dolayı Yaratan'ı inkâra kalkışmayın. Çün-
kü, ruhsallık ve ışıksallığı ile varlığı bütün kâinatı
kaplamış ve kuşatmış bulunan, hem maddesel olmayan
ruh ve ışık sahibi kutsal bir Zat, göz ile görülmeye çalı-
şılmaz. Hem, var olmak için illâ görünür olmak şart
değildir. Yaratan'ı, eserlerine bakmak suretiyle, kalb
ve akıl gözüyle görmek de mümkündür. Yeryüzü ve gök-
yüzündeki canlı cansız bütün varlıklar, Sanatkâr Yaratı-
cı'nın "eserleri"dir. Bu eserlere bakarken: Bunlar,
kendi kendine olmadı ve olamaz. Çünkü "eser ustasız
olmaz, eser usta olamaz" ilkesiyle bakmalı ve bu ilke-
yi mutlaka kafanıza kazımalısınız. Çünkü, Yaratan'ın
varlığı hakkında akla gelebilecek bütün şüpheleri an-
cak bu ilke ile imha edebilirsiniz. Buna göre: Kitap,
Yazarsız olmaz. Öyle ise; bitki, çicek, hayvan.. ay,
yıldız, güneş.. dağ, deniz, orman da Allahsız olmaz.
Öyle ise; kâinat ve kâinatlılar ve kâinattakiler de İ-
lah olamaz. Kitabın harfleri, Yazar olamayacağı gibi;
kâinatın atomları da Allah olamaz. Hem Allah, maddeden
değildir. Maddeden olmayan yüce bir Varlık, maddede a-
ranmayacağı gibi, herhangi bir şekle de sokulmaz. Bir
Başbakanı bir sinek şeklinde göstermek ne kadar çirkin
ve yanlış ve tutarsız ise, Allah'ı da bir insan sure-
tinde görmek ve göstermek o kadar yanlış, çirkin ve
tutarsızdır. Fakat Yaratan'ın iş ve fiil ve icraatla-
rını anlayıp anlatabilmek için O'nu bir Başbakana ben-
zetmek hata olmaz, kusur değildir.

Ey sönmez bir gelecek isteyen ve geleceğini düşünen
insanlar! Bu hayat hep böyle sürüp gitmeyecek. Birgün
yolu ölümle kesilecek. Evet, ölüm, "hayatın sınırı"
dir. Hayat, ölümle sınırlıdır. Fakat ölüm de yepyeni
bir hayat ve dirilişle sınırlıdır. Yani ölümün de bir
"ötesi" vardır. Eğer ölümün bir ötesi olmazsa, o zaman
hayatın da hiçbir anlamı kalmaz. Hayatı anlamsız ede-
cek bir inancın ise hiçbir gerçeği olamaz. O halde in-
san için bir ötedünya vardır. Eğer öte bir dünya ol-
mazsa bu, Yaratan'ın boş işlerle uğraştığına, hem ni-
hayetsiz bir zulüm ve adaletsizliğine delil olur ki,
bu halde; herşeye meyve verdirip bir netice takmakla
amaçlılığını gösteren, hem her canlıya lâyık olduğu
rızkı vermek ve suçlulara çesitli felâketlerle ceza
kesmek şeklinde adaletini gösteren mutlak bir adalet
ve amaclılık sahibi Yaratıcı için böyle bir zıtlığın
ve saçmalığın asla ve asla gerçeklerle hiçbir ilgisi
yoktur ve olamaz. O halde ölümden sonra bir Ötedünya
vardır ve mutlaka olacaktır ve olmalıdır. Hayat ve ya-
sam ancak bu olacaklık ile anlam bulur, değer kazanır.
Madem anlamsızlık ve değersizliğe yaratılışça razı de-
ğiliz ve razı olamayız; öyle ise siz de, biz de, biz-
den öncekiler de, bizden sonrakiler de Ötedünyanın bi-
rer namzediyiz. Buradaki vazifemiz ise, Ötedünyanın i-
yi birer işçisi, memuru, bakan ve Başbakanı olmaktır.
Madem gerçekler, Ötedünyanın gelecekliğini gerekli kı-
lıyor ve haber veriyor, o halde hiç kimsenin zulüm ve
kötülüğü yanına kâr kalmayacak ve hiç kimsenin yaptığı
iyilik boşa gitmiş olmayacak; herkes karşılığını bula-
cak, hakettiği ödülünü alacaktır. İyi ödül isteyenler
ise, istediklerini ancak Allah'a inanç ve bağlançta,
kötülükçülüğü terkedip "İyilikçi" olmakta bulabilirler
Bu zamanın geçerli ve gerçek iyilikçiliği ise,Yaratan'
ın ve yaratılışın yasalarına itaatle sosyal barış ve
adaleti sağlamaktır; kendini insan edip, insanlığa in-
sanlık getirmeye çalışmaktır.

Zaman: Yeni Çağ'a üç kala.
Mekan: Avrupa.
Makam: Aydınlatma.
Boyut: Kur'anizm.


YAYINLAYAN
AVRUPA KUR'ANİSTLERİ
* * *

Keine Kommentare: