Freitag, 31. Mai 2013

SURİYE'DEKI MUHALEFETİN MÜCÂDELESİ HZ. MUSA'NIN FİRAVUN'A KARŞI MÜCÂDELE GİBİ KUTSAL VE MÜBÂREKTİR


   SURİYE'DEKI MUHALEFETİN MÜCÂDELESİ
    HZ. MUSA'NIN FİRAVUN'A KARŞI VERDİĞİ
   MÜCÂDELE GİBİ KUTSAL VE MÜBÂREKTİR

           diktatörlerin zulmüne seyirci kalmayan
                              ALLAHın adıyla

Suriye'de diktatör Esad ve rejimine karşı verilmekte
olan mücâdele, bu bildirinin başındaki gibidir. Dola-
yısıyla Suriye'deki diktatör muhalifleri, verdikleri mü-
câdele hakkında asla bir şüpheye düşmemeli ve E-
sad'ı ve rejimini devirinceye kadar da mücâdelele-
rine devam etmelidirler. Safevî Hizbullahı'nın, dikta-
törün safına geçtiğini ve onu koruyacağını açıkla-
ması da, bu mücâdeleyi aksatmamalıdır. Çünkü bu
mücâdele; bir mezhep savaşı değil, bir haksızlık
savaşı değil, zulmü devirme savaşıdır.

Hem sizler, mâsum bir Ayetullah Humeyni'yi değil,
zâlim bir diktatörü devirmeye çalışıyorsunuz. Eğer
mücâdeleniz bunun aksi olsaydı, işte o zaman yeni
adı Hizbulesad olan Hizbullah'ın size saldırması
hak olurdu. Durum bunun tersi olduğuna göre, haklı
olan sizlersiniz; haksız olan ise, size saldıran Hiz-
bulesad'dır. Onların aldırısına karşı savunmada
bulunmanız bir haktır.

Zâlimin safına geçen, zâlim olur ve ona göre mua-
mele görür. Zâlimin safına geçenlerin isimlerinin
"müslüman" olması da bu hükmü bozmaz. Ve zâli-
min safında müslümanlara karşı savaşan bir örgüt,
grup ve parti mensuplarının da müslümanlığı tehli-
keye düşer. Müslümanlıklarının tehlikeye düşme-
mesini isteyenler, müslüman halkı katletmekten çe-
kinmeyen zâlim diktatöre verdikleri desteğe derhal
son verirler. Bu mücâdele konusunda Suriye Muha-
lefeti, isme ve cisme değil, yapılan eyleme bakma-
lıdır. Madem isminin "hizbullah" olduğunu söyleyen
bir grup, zâlimin safında yer alıyor; bu durumda Su-
riye Muhalefeti, Hizbullah'ın ismine ve onların söz-
de "müslüman" olduklarına takılıp kalmamalı, devri-
mine devam etmelidir.

Zâlimin safına geçmekle ismini gerçekte "hizbul-
esad" yapmış olan sözde Hizbullah, diktatöre des-
tek vereceğini açıklamakla, gerçek kimliğini ortaya
sermiş oldu. Bununla birlikte zâlimin iktidarını koru-
yan İran yönetiminin de, müslümanlara ve İslâmiye-
te hizmet etmek gibi bir düşüncesi olmadığı anla-
şılmış oluyor.

Eğer İran yönetiminin, müslümanlara ve İslâmiyete
hizmet etmek gibi bir düşünce ve çalışması olsay-
dı, müslümanlara zulmeden bir diktatörün devrilme-
sine engel olmazdı. O halde derdi nedir İran yöne-
timinin? Diktatörlüğün devrilmesinden sonra Suriye'
de müslümanların iktidara gelmesinden mi korku-
yor? Peki, ne olacak? Müslümanların iktidara gel-
mesi onların hakkı değil mi? Ve hakkın hak sahibi-
ne teslim edilmesi gerekmiyor mu? Bu durumda İ-
ran yönetimi, hakkı teslim etmekten niçin kaçıyor?

Acaba İran yönetiminin çekincesi, (Hizbulesad'ın
dediği gibi) "emperyalistlerin Suriye'ye girecek ol-
ması" mı? Bu çekincenin gerekçesi haklı olamaz!
Çünkü İran yönetimi, Esad'ın devrilmesine yardım
etse, zâlim diktatör çok kısa bir zamanda devrilir
gider ve Batılı orduların da Suriye'ye girmelerine
gerek kalmaz. Ama İran yönetimi ne yapıyor? Dik-
tatörün devrilmesine engel olarak Batılı orduların
Suriye'ye dolmasına âdeta yardım ve teşvik edi-
yor!

Madem İran yönetimi diktatörün devrilmesine en-
gel oluyor, bu durumda Batılı orduların Suriye hal-
kına yardım için gelmelerine karşı çıkmanın bir
haklılığı kalmaz. Suriye Muhalefeti'ne yardım için
Batılı ordular değil de Müslüman ordular gelecek
olsa, acaba İran yönetimi bunu kabul mü edecek
ve diktatöre vermekte olduğu desteği hemen kese-
cek midir? Hiç sanmıyoruz! Çünkü İran yönetiminin
derdi daha başkadır. Belki İran yönetimi, Suriye'yi,
"kendine ait bir kale" olarak görüyor ve bu kalenin
düşmesini istemiyor. Fakat bu istek, Hak ve Adâle-
te dayanmıyorsa, gayri meşru bir istektir. Suriye
Muhalefeti ve müslümanlar ise, İran yönetiminin bu
gayri meşru isteğine saygı ve sevgi göstermek zo-
runda değildir.

Çünkü Suriye halkının bir diktatörü devirmek iste-
meleri ve onun zulmünü ortadan kaldırmaya çalış-
maları, onların en doğal ve gerekli bir hakkıdır. Bu
hakka saygı göstermeyen ve üstelik onu çiğneme-
ye çalışan bir yönetim ise, zulüm ve haksızlık için-
dedir! İran yönetimi, içinde bulunduğu zulüm ve
haksızlığa son vermek durumundadır. Son vermez-
se, başına geleceklere râzı demektir. Bu durumda
Suriye diktatörünü devirmeye çalışan müslüman
dünya için bir vebal yok sayılır.

Madem İran yönetimi, Suriye diktatörünün devrilme-
sine yardım etmiyor, aksine engel oluyor, o halde
Suriye Muhalefeti'nin müslüman dünyadan yardım
alması, onların hakkıdır. Müslüman dünyadan ge-
rekli yardımı alamadıkları takdirde, bu sefer Batılı
dünyadan yardım istemeleri, haksızlık olmaz. Çün-
kü aksi halde meşruluğu olmayan zâlim bir rejim ta-
rafından yok edilmeleri söz konusudur. Müslüman
bir halk için, yok edilmeye rızâ göstermek ve zâli-
min iktidarına kul ve köle kalmak düşünülemez!

Madem düşünülemez, öyle ise yaşasın Suriye halk-
larının muhteşem isyanı! Yaşasın onların meşru
devrimi ve özgürlük savaşı! Yaşasın, yaşasın,
yaşasın; Hz. Musa'nın dâvâsı gibi!

Sonuç olarak: Eğer İran yönetimi ve Hizbulesad,
Batılı orduların Suriye'ye girmelerini istemezse,
Suriye diktatörünün devrilmesine engel olmasın-
lar, aksine onun devrilmesine yardım etsinler. Bu
yardım olursa, Batılı orduların Suriye halkına yar-
dıma gelmelerine gerek kalmaz. Eğer İran yöneti-
mi, Suriye diktatörünün devrilmesine yardım et-
mezse, Suriye Muhalefeti de, Batılı orduları yardı-
ma çağırabilir. Batı ülkelerine "emperyalist" dam-
gası basan Hizbulesad ve onun arkasındakiler u-
nutmamalıdır ki, yeni aldıkları pozisyonla, o dam-
galadıkları ülkelerden daha emperyalist konumda-
dırlar. Bu konumdan kurtulmak isterlerse, tutulacak
yol bellidir...

Suriye'de diktatörlüğün devrilmesinden sonra ikti-
darın müslüman halkın eline geçecek olması, İran
yönetimini korkutmamalıdır. Eğer böyle bir korku-
ları varsa, bu takdirde; "acaba İran'ı yönetenler,
kendilerine İslâmiyet'ten ayrı bir din mi buldular, ay-
rı bir din mi buldular ve bu din, düşmanlığı mı em-
rediyor da Suriyeli müslümanlara düşman oldular?"
diye, sormak gerekir.

Suriyeli Muhalifler'e not: Ey Suriye Muhalefeti!
(Eğer müslüman iseniz), sizin dinsel isminiz: "Müs-
lüman"dır. Madem isminiz müslümandır, "sünnî"
denmeyi kabul etmeyiniz. Çünkü Allah'ın dininde
"Alevî"-"Sünnî" diye bir ayrım yoktur. Allah'ın dinin-
de, Allah'a inanmak ve teslim olmak vardır. Allah'a
inanmış ve O'na teslim olmuş kimseler, sizin kar-
deşlerinizdir.

Allah'ın Mehdisi, Alevî-Sünnî ayrımını reddetmek-
tedir. Bu ayrımı siz de reddetmelisiniz. Çünkü Al-
lah'ın dininde olmayan bir ayrımı ona sokmak, dini
bozmaktır. Bu da, çok büyük bir haksızlıktır. Bu
haksızlığı işlemeye kimsenin hakkı yoktur.

Müslümanlar, Hz. Peygamber(sav)in halifesini ve
ev halkını sevebilirler ve sevmeliler. Fakat bu sev-
giyi ayrı bir din haline getirip, onu Allah'ın dini üzeri-
ne çıkaramazlar ve bölücülük yapamazlar. O sevgi,
Allah'ın dini dairesinde kalmak zorundadır ve o dai-
rede kalırsa, o sevgi, sevgi olur. Yoksa o sevgi bir
sahtekârlıktır ve Allah'ın dinine düşmanlıktır. Bunun
için Allah'ın dininde Alevîlik-Sünnîlik diye bir ayrım
olamaz. Öyle ise, bütün müslümanlar bu ayrımı
reddetmeli ve birliklerini korumalıdırlar; Allah'ın di-
nini ikiye bölmemelidirler. Yüce Allah demiştir: "Bir-
lik olun, bölünmeyin!"

Not 2: Türkiye'de yeni yapılacak bir köprüye "Yavuz
Sultan Selim" ismi verilecek olması, bazı Alevî va-
tandaşları rencide ediyormuş... Biz de soruyoruz:
Alevî vatandaşlar Yavuz Sultan Selim'den acaba ne
kötülük gördüler? O Padişah'ın mâsum kırkbin Ale-
vî'yi haksız yere katlettirdiğine dair ellerinde kesin
bir delil mi var? Öyle ise delillerini ortaya sersinler!
Eğer delilleri yoksa, müthiş bir iftira ve haksızlık i-
çinde olduklarını iyi bilsinler! Hem 500 yıl önceki bir
Padişah'ın tarih olmuş ismi -ellerinde onun suçlulu-
ğuna dair kesin bir delil olmadığı halde- onları ren-
cide ediyor da, yanıbaşlarında ve göz önünde ve
canlı olarak cereyan etmekte olan İran Alevî Yöne-
timi'nin zâlim diktatöre verdiği destekle Suriye'de
müslümanlar katledilirken niçin rencide olmuyorlar?
Niçin İran yönetimine karşı bayrak açmıyorlar? E-
ğer bunu yapmıyorlarsa, bir Padişah'ın isminden
rencide olmaları yalan olmaz mı? Eğer Alevî vatan-
daşlar, Yavuz Sultan Selim'in Alevîleri katlettirdiğini
doğrulayacak ve o katledilenlerin de "mâsum" ol-
duklarını belgeleyecek kesin bir delil getirirlerse, o
köprüye, o Padişah'ın ismini vermekten vazgeçile-
bilir. Yoksa, herkes haddini bilmeli, haksızlıktan çe-
kinmelidir... Hem unutulmamalıdır ki, bir İslâm Hali-
fesi'nin zulüm işlemesi mümkün değildir. Çünkü bir
Halife zulüm işlediği an, onun halifeliği biter. Hem
şu da akılda tutulmalıdır ki, geçmişin hesabı Allah'a
bırakılır. Geçmiş üzerinden kin ve düşmanlık üret-
mek, vicdanlı insanlığa yakışmaz.

Ey Rabbimiz! Ey Allahımız! Ey zulmedenlerin Kah-
redicisi! Zâlimlere verdikleri desteği çekmeyen yö-
netimlerin iktidarlarını boz, dağıt, parçala! Onların
zâlimane desteklerini kalplerinde bir sıkıntı yap!
Onların mutluluklarını yok et!

Zaman:  Yeni Çağ'ın onüçü, Mayıs sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hak ve Adâlet.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ

                                      *   *   *

Keine Kommentare: