Freitag, 14. November 2008

HÜSEYİN AVDIC CEVAPLIYOR: "KÂİNAT BİR ALGI VE HAYAL DEĞİL YARATILMIŞ GERÇEKTİR"

(Bu bildiri, yazarimiz Hüseyin Avdic'in,
turkforum.net'de gectigimiz yillarda
cevap olarak yazdigi bir makaledir.)


HÜSEYIN AVDIC CEVAPLIYOR

KÂINAT BIR ALGI VE HAYAL DEGIL

YARATILMI$ GERCEKTIR

ögreten ALLAHin adiyla

Giri$ Notu: Kâinatin bir "algi" ve "hayal" oldugu
fikrine kar$i turkforum.net/felsefe bölümü'nde Meh-
met Özcelik isimli bir yazar tarafindan Bediüzzaman
Said Nursi'den delil gösterilerek bir cevap yayin-
lanmi$. Fakat bu cevap, ne yazik ki o fikri maglup
etmeyi ba$aramami$. $imdi bu ikinci cevabimizda
Bediüzzaman'dan yapilan nakilleri tekrarlamiyacagim.
Cünkü $imdi bize, Bediüzzaman'i destekleyen yeni fi-
kirler lâzim. Onlari da bana Allah(cc) ihsan etmi$
bulunuyor. Bu cevap, in$aAllah o asilsiz fikri yani
ehl-i felsefe ve mutasavvifenin müfrit kisminin ya-
nilgilari olan "maddenin bir hayal oldugu" iddiasini
maglup edecektir. Bu mektup ayrica yine turkforum.net/
Dinler Bölümü'nde "kâinat bir hayal midir?" $eklinde
bir sual sormu$ bulunan sualciye de cevap olacaktir.

iKINCI CEVAP:
(Hud sûresi, 7. ayetin son cümlesinin yorumu)

Hud 7: Amel bakimindan en güzel kim oldugu husu-
sunda, sizi imtihan etmek icin, gökleri ve yeri
alti günde yaratan O'dur. BUNDAN ÖNCE AR$I "SU
ÜSTÜNDE" iDi.

Yorum: Bu ayetin son cümlesi, acikca yarati$in
"su'ya" dayandigini göstermektedir. Ayni zamanda
kâinatin harci olacak su maddesinin de Allah ile
birlikte "var" bulundugunu bildirmektedir.

Peki, su maddesinin Allah ile birlikte var bulun-
masi, Allah'a bir noksanlik getirmez mi?

Bu soru sorulurken, "mülksüz ve servetsiz bir Allah
olur mu?" suali de sorulmalidir. Bu soru soruldugu
zaman, öteki sualin sorulmasina ve cevaplanmasina
gerek kalmaz. Cünkü mülksüz ve servetsiz, tamtakir,
zügürd bir Allah, bu kâinati yaratamaz, ortaya ci-
karamaz. Bir saray veya gökdelen in$a etmek iste-
yen bir kimsenin mülkü ve serveti bulunmasi, zen-
gin olmasi $art ve zorunludur. Fakir bir mimar ise,
bir zenginin yardimini almadan gökdelen sahibi o-
lamaz. Allah icin ise, ba$kasindan yardim almak
söz konusu degildir. Ba$kasindan yardim alan bir
Tanri, Tanri olamaz. Öyle ise Allah'in, zenginlige
bizzat Kendisinin sahip olmasi gerekir.

Eger denirse: "Asil servet ve zenginlik, bilgide ve
yaraticilik kabiliyetindedir. Allah'a da bunlar ye-
ter. Su gibi bir madde ve malzemeye ne gerek var?"

Cok harika saraylar ve gökdelenler in$a etmeyi bi-
len e$siz bir mimar, eger bu eserleri yapip ortaya
cikaracak bir kudreti ve zenginligi yoksa, onun
bilgi ve kabiliyeti kuvvede kalir, fiile cikamaz.
Böyle bir mimara, "fakir ve zayif mimar" denir.
Bir zenginin veya bir devletin yardimini almadan da
kabiliyetini sergileyemez.

Eger "Allah, insanin yapamadigini yapabilir. Dola-
yisiyla O, suyu da yoktan yaratmi$tir" denirse:

Eger Allah suyu da yoktan yarattiysa, böyle bir
yaratma, O'nun ilim ve kudretine ve isimlerine
dayanir. Böyle bir dayani$ ise, Allah'in bize ha-
yal göstermesi olur. Veya "bu kâinat O'nun bir
parcasidir" anlamini dogurur. Halbuki Allah,
(bütün varligi avuclami$ olarak) kâinatin ötesin-
dedir. Yani kâinat ve Allah ayni $eyler degil,
ayri ayri $eylerdir. Birisi eser, birisi Usta'
dir. O halde kâinatin yapi ve yaratili$ malzeme-
si olan su'yu, biz, "Allah'in mülk ve serveti"
olarak kabul etmek zorundayiz. Yani Allah'in;
"mülksüz ve servetsiz, kupkuru ve tamtakir, zü-
gürd bir varlik olmadigini" bilmeli ve kabul et-
meliyiz. Yorumunu yaptigimiz ayetin son cümlesi
de bunu isbat etmektedir.

Demek Allah kâinati "mutlak yokluk"tan (Allah'i
a$an ve O'ndan haric böyle bir $ey olamaz zaten)
degil, ilimde ve görünmezde olan bir yokluktan
yaratmi$tir. Yani kâinat; alti veya oniki veya
onbe$ milyar yil önce bir "eser" olarak "yoktu".
Fakat onun yaratili$i icin gerekli olan bilgi
ve malzeme Allah'ta mevcudtu. Cünkü (bilgi ve
yaraticilik kabiliyetinden ba$ka) hesapsiz ha-
zineleri olmayan fakir bir Allah, bu kâinati
yaratamaz. Demek, bu kâinat yaratilmadan önce
Allah'in (kudret) elinde gerekli servet ve zen-
ginlik bulunuyordu.

Evet, bu kâinati ancak serveti bulunan "zengin"
bir Allah yaratabilir, "fakir" bir Allah yarata-
maz. Bunu kabul ettigimiz zaman, kâinatin bir
"hayal" olmadigini $ip diye anlariz. Yoksa i$in
icinden cikmak mümkün olmaz.

Bu gercekleri kabul ettigimiz takdirde, insanin
aklini kari$tiran: "Kâinat bir hayaldir" veya
"algilar bütünüdür" gibi kapali, muglak filozo-
fik ve tasavvufik sözlerden kurtulmu$ oluruz.
Kâinati algiladigimiz dogrudur. Fakat kâinat
sadece bir "algi" degil, "var" olan, "hayal" ol-
mayan bir "yarati$ eseri"dir.

Biz, Allah'tan daha bilgili olamayiz. Allah'in
ayeti acik: "Kâinat yaratilmadan önce O'nun
yönetim tahti (yani devleti ve hükümranligi),
su üzerinde bulunuyordu." Yani kâinatin yara-
tili$i mutlak yokluga ve hiclige dayanmaz.
Allah'in bilgisine, yaraticilik kabiliyetine
ve elinde bulunan servet ve zenginlige dayanir.

Not:
("Allah sebepsiz yaratandir" derken, $una dikkat et-
meliyiz: Allah bu âlemde her $eyi bir sebebe bagla-
***** yaratiyor. Agaci topraktan, meyveyi agactan
veya yagmuru buluttan, bulutu sudan. O halde biz:
"Allah sebepsiz yaratandir" derken, "her $eyi mi
sebepsiz yaratiyor?" sualini de sormaliyiz. Her
halde bunun da bir SIniri olmalidir. I$te o SInir
da: "Allah'in mülk ve serveti oldugu" hakikatidir.
Yani Allah bulutu yagmurdan yaratir. Ama kâinati
ba$ka bir kâinattan yaratmaz. Onu da, su'dan yara-
tir. Suyu da Kendinden yaratmaz. Su, O'nun elinde
mülk ve servet olarak bulunur.

Eger: "Allah, suyu da, kâinati da Kendinden türet-
mi$tir" derseniz, haddinizi a$mi$ olursunuz. Cünkü
Allah böyle bir aciklama yapmami$tir. Öyle ise, SI-
nirlari bilmek ve korumak zorundayiz.

"Allah sebepsiz yaratandir" sözünden, "Allah, yarat-
tiklarini ba$ka kaynaklardan yaratmaz. Meselâ, kâi-
nati ba$ka bir kâinattan yaratmami$tir" $eklinde
anlamaliyiz. Veya "Allah ilk insani, ilk hayvani ve
ilk bitki ve agaci annesiz-babasiz, tohumsuz ve ce-
kirdeksiz yaratmi$tir. Bunlari da dogrudan dogruya
su ve topraktan yaratmaktadir" diye bilmeliyiz.
Böyle bir yaratma, O'nun sanatkârligidir. Yoksa
"her$ey Allah'tir" anlamini doguran "her$ey Allah'
tan türemi$tir" $eklinde bir anlam yükleyemeyiz.)

Hem Allah, hokus pokus yapmaz. Yani olmayan $ey-
leri varmi$ gibi göstermekten münezzehtir, arin-
mi$tir O.

Demek bu kâinat, Allah nazarinda ve O'nun naza-
riyla bakanlar icin (yaratik oldugundan) bir
"hayal gibi" görünse de, gercekte hayal veya
algilar bütünü degil, gercektir. Cünkü Allah
onu "Hak" ile yaratmi$tir, "hayal" ile degil.
(Bak: Zümer 5)

Evet, göz ve beyin vasitasiyla ruhumuz bu kâi-
nati "algilar". Fakat bu algi, sadece bir algi
ve hayal degil, gercektir. Cünkü Allah'in bil-
dirisi ve bildirmesi olan Kur'an, kâinatin ger-
cekligini bize bildirmektedir. Bu bildiri kar-
$isinda "kâinat var midir, yok mudur" veya
"madde gercek midir, degil midir" $eklinde bir
$üpheye dü$emeyiz. Cünkü ruh ve bilinc sahibi-
yiz ve kar$imizda da apacik Kur'an ve Kâinat
duruyor. Biz bu "gerceg"e ancak "iman" ederiz.

Biz, "sinemada oynatilan bir film" degil, bi-
lâkis âhiretin sinamalarinda oynatilacak "bir
filmin cekiminde bulunan oyuncular" gibiyiz.
Bu filmin seneryosu ve $irketi ise Allah'a ait.
$imdi siz, "bu kâinat bir algilar bütünüdür"
dediginiz zaman, her $eyi, oynatilmakta olan
bir film seviyesine dü$ürmü$ olursunuz. Gercek
ise, "her$ey film cekiminde bulunan sahne ve
oyuncular" seviyesindedir. Demek biz, kâinatin
gercekligine bu $ekilde inanmaliyiz.

O halde "kâinat bir algilar bütünüdür" veya
"hayaldir" degil, "Allah'in yarattigi bir ger-
cektir" demeliyiz.

"Allah'tan ba$ka ilah yoktur" diyebilirsiniz.
Fakat "Allah'tan ba$ka hic bir$ey yoktur" veya
"O'ndan ba$kasi hayaldir" denilmez.

Evet, hem Allah bu kâinati yalniz ba$ina sey-
retmez. Hem Kendisi seyreder, hem de insana
seyrettirir. Insan ile birlikte cin ve $eytan-
lar, ruh ve melekler de bu kâinati seyirdedir.
Kâinatin ve Allah'in varligina ve gercekligine
$ahit pek coktur. Buna biz de $ahidiz.

Allah, "kendinden ba$ka ilah olmayan bir Allah"
tir. Fakat O, "mülkü ve serveti olmayan bir Allah"
degildir. "Kupkuru ve tamtakir bir Allah" faraziye-
sinden uzakla$maliyiz.

ÜCÜNCÜ CEVAP:

Kâinati "algiladigimiz" ve her $eyi "beynimizde
seyrettigimiz-duyumladigimiz", "bilimsel bir
gercek"tir. Fakat "kâinat bir algilar bütünüdür"
demek, "kâinat bir hayalden ibarettir" demekten
ba$ka bir anlam ta$imiyor. Bu anlam ise, felsefe
ve tasavvufa girer ve onlarin konusu olur ve on-
larin dairesinde kalmalidir. Öyle ise bu söz,
bilimsel alana sokulmamalidir. Bazi filozoflarin
ve mutasavviflarin kâinati "hayal" görmeleri ve
bu görmenin "kâinat bir algilar bütünüdür" cüm-
lesiyle sloganla$tirilmi$ konusu, bilimsel hale
getirilmemelidir. Getirildigi takdirde, insan-
larin kafasini kari$tiran ve akillari cikmaza
sokan zararlari olacaktir. Eger kendi dairesinde
birakilirsa, o zararlara ugramaktan korunulmu$
olur.

Öyle ise, kâinatin "algi" veya "hayal" oldugu
konusu, felsefe ve tasavvuf alaninda kalmalidir.
Dinsel ve bilimsel alana sokulmamalidir. Bu a-
lanlarda o konu gecersizdir, gercekligi yoktur.
Cünkü "Allah'tan ba$ka ilah yoktur" sözü, "Al-
lah'tan ba$ka hic bir$ey yoktur" demek degildir.
Cünkü "kâinat, Allah'in eseri ve yaratmasi"dir.
Bu yaratma ise, "hayal" degil, "gercek"tir.

O halde, "kâinat bir algidir" derken, "kâinat bir
hayaldir" denmek istenmiyorsa, "kâinat bir algi-
dir" yerine, "kâinat, Allah'in yarattigi algilanan
bir gercektir" denmelidir. Evet, kâinat bir algi
ve hayal degil, "yaratilmi$ gercektir". Dinsel ve
bilimsel alanda söylenmesi hak olan söz de bu-
dur: "Kâinat, görünen ve hissedilen yaratilmi$
bir gercektir".

Eger kâinat ve maddenin bir varligi ve gercekligi
olmasa, onlarin algilanmasi da olmaz. Algiladigi-
miza göre, varliklari mevcudtur ve gercektir. Te-
levizyonda seyrettigimiz hayallerin asillari ol-
masa, biz o görüntüleri seyredemeyiz. Durum, in-
san beyninde de aynidir: Algiladiklarimizin asil-
lari olmasa, o algilar da olmayacaktir. Algi var-
sa, algilanan da vardir. Algilananin varligi ise,
bir "gercek"tir. Bu gercek olmasa, algidan da bah-
sedilemezdi!

Sonuc: "Kâinat neden (yani 'ne ile') yaratildi?"
sorusuna: "Kâinat yok iken su'dan yaratildi" de-
meliyiz. "Su neden yaratildi?" sualine ise: "Su,
Allah'in mülk ve servetiydi" cevabini vermeliyiz.
Eger suyun da "yok"tan yaratildigini veya ba$ka
bir sebepten ciktigini söylesek, o sebebin de
sebebi sorulacak. Oysa bu zincirleme sualler son-
suza kadar gidemez. Bir noktaya gelip dayanmasi
veya dayandirilmasi gerekiyor. O nokta ise, (se-
bep olarak) su'dur. Eger kâinatin yaratili$ se-
bebini (maddî olarak) su'ya degil de Allah'a da-
yandirirsak, o zaman "kâinatin, Allah'in bir
parcasi oldugu" safsatasina dü$eriz. Bu safsata-
ya dü$memek icin, kâinatin yok iken su'dan yara-
tildigini, plan ve programinin ise, Allah'in i-
lim ve yaraticilik kabiliyetine (yani isim ve si-
fatlarina) dayandigini kabul etmeliyiz.

Soru: Kâinati, "hayal" olarak mi görmeliyiz?

Kâinatin (eser olarak) yok'tan yaratildigi ve
yikili$iyla da yok olacagini nazara alarak,
kâinatin bir "hayal" oldugu sonucuna varamayiz.
Cünkü kâinatin (ve maddenin) gecmi$ine ve gele-
cegine ait bir hal, gelmi$ zamana hüküm olamaz.
Yani o zamanlari, gelmi$e hüküm yapamayiz. O
haller, gelmi$'in gercegi degildir ve gercek o-
larak kabul edilemez. Yüce Rabb'in ihsaniyla
ke$fetmi$ bulundugum bu gercegi ezberlemek zo-
rundayiz. Neydi o?: "KÂINAT VE MADDENIN GECMI-
$INE VE GELECEGINE AIT BIR HAL, GELMI$ ZAMANA
HÜKÜM OLAMAZ". Bu kaideyi bütün filozoflar da
ögrenmeli, kafalarina kazimalidir.

Demek, maddenin derinlerine inildiginde onun
aslinin bir foton, nötrino, kuant veya enerji
dalgalari oldugu gercegi, kâinatin bir "hayal"
oldugunu isbatlamaz. Cünkü bizi, (esas olarak)
gelmi$ zamandaki "hal" ve "görüntü" ilgilendi-
rir.

Bu gercege göre, bizim icin madde; sudur, hava-
dir, ate$tir, topraktir. Ba$ka?: Element ve ma-
denlerdir. Yoksa maddenin derinlerindeki hal
ve keyfiyet degildir. Bunun icin maddeye "hayal"
diyemeyiz. Onun radyosyon veya nötrino hali,
bizim gercegimiz olamaz.

Bir filozofun maddenin derinlerindeki gördükle-
ri veya bir mutasavvifin i$insal boyutta sey-
rettikleri ve bir melegin hologramik boyuttaki
seyri, bizim gercegimiz olamaz. Onlar, "onlar-
in hali" ve onlarin "gercegi"dir. Onlarin ger-
cegi, "normal âlem"e yani bizim dünyamiza tat-
bik edilemez. Cünkü maddî âlem boyutunda ya-
$ayan "bizler", onlarin boyutunda degiliz. Bu-
nun icin "BA$KASININ HALi, BIZIM GERCEGIMIZ
OLAMAZ" yeni kaidesini de iyi belleyip, kabul
etmek zorundayiz.

I$insal boyutta ya$ayan bir mutasavvif veya
bir melek, kâinati bir "hologram" olarak göre-
bilir. Fakat onlar da, -hologramik de olsa-
"var olan" ve "yaratilmi$" bir "gercekle" kar$i
kar$iyadirlar. Bu "gercege", "hayal" denilemez
veya sadece bir "algi" olarak da görülemez. Ya-
ni i$insal boyutta ya$ayan bir varligin gördü-
gü hakikat, maddî boyuta tatbik edilemez. I$in-
sal boyutta ya$ayan bir adam, kâinati bir ho-
logram olarak görse de, "kâinat bir hayaldir"
veya "algidir" diyemez. Derse, hata eder.

I$insal boyuta gecmi$ bulunan ve maddî âlemden
I$insal âleme seyahat eden bir adam, o âlemi bir
hologram olarak görür. Fakat sürekli o âlemde
ya$ayan bir melek, kendi âlemini hologram olarak
görmez, hayal olarak görmez, algi olarak görmez.
Öyle ise kendi âlemimizin gercekliginden $üphe
etmeye son verelim.

Cünkü i$insal boyuttaki bir adamin hali ve gör-
dükleri, onun en katI ve en katî âlemidir. Mad-
dî âlem boyutundaki adamin evreni de onun en
katI ve en katî dünyasidir. I$insal boyuttan
maddî âleme bakan bir kimse, kâinati bir hayal
olarak görebilir. Fakat bu görü$, dogru görü$
degildir. Cünkü "ba$kasinin hali, bizim gercegi-
miz olamaz. Ve "HERKESIN GERCEGI, BA$KASINA
HAYAL OLAMAZ". Bu kaideleri belleyen ve kabul
edenler, sapitmaktan kurtulur.

Rüya olayina gelince: Biz rüyada ya$adiklarimizi
gercek olarak hissederiz. Fakat uyaninca, uya-
niklik âleminin "gercek", rüya âleminin ise "ha-
yal" oldugunu kavrariz. Ayni $ekilde, âhirete
göctügümüz ve diriltildigimiz zaman da dünya ha-
yatinin bir "rüya", âhiret âleminin de bir "ger-
cek" oldugunu anlayacagiz. Fakat biz henüz âhi-
ret âlemine göcmü$ olmadigimizdan, dünyanin bir
rüya oldugunu, madde ve kâinatin bir hayal ol-
dugunu iddia edemeyiz. Bizim icin "$imdi", her-
$ey "gercek"tir ve gercek olarak kabul etmemiz
gerekir. Kaidemiz neydi?: "Gecmi$e ve gelecege
ait bir hal, gelmi$ zamana hüküm olamaz"!

$imdi "madde bir algidir" diyenlerin elinde bir
tek hakikat kaliyor. O da: "Dünyayi algiladigimiz"
dir. Algiladigimiz ise bir "gercek"tir, "hayal"
degildir. Demek, dünya bir "algi" degil, "algi-
lanan gercek"tir. Ama "gecici bir gercek"tir.

Gul huvallahu ahad, yani "Allah bir'dir" demek,
(Allah'tan ba$ka ilah yoktur) da oldugu gibi,
"Allah'tan ba$ka ilah olmaz" demektir. Yoksa
"Allah ile kâinat birle$iktir" demek degildir.

(Burada Allah ile kâinati birle$tiren ve birle$-
tirmeyenleri de kâfirlikle suclayan mutasavvif-
lar dikkatli olmalidir. Cünkü onlar da: "Allah'
tan ba$kasi yoktur" diyerek, Allah'in yaratmasini
ve eserlerini inkâr ettiklerinden, küfre dü$mek-
tedirler. Allah tektir, fakat elcisiz degildir.
Allah birdir, fakat esersiz ve yaratmasiz olmaz.)

Materyalizm der: "maddeden ba$ka ilah yoktur".
Bu, onlarin "tevhidi"dir. Mutasavviflarin müfrit
kismi da der: "Allah'tan ba$ka hic bir$ey yoktur".
Bu da onlarin tevhididir. $eriat ise der: "Allah'
tan ba$ka ilah yoktur. Muhammed O'nun elcisi, kâi-
nat da eseridir". Hakiki tevhid de i$te bu sonun-
cusudur.

Burada materyalizm ve mutasavvufizm ifrattir,
a$iriliktir. $eriat ise, "orta yol"dur. Uyma-
miz gereken yol da, bu yoldur.

$eriat; "Allah'in bildirdigi gercek ve O'nun
koydugu ölcü"dür. Biz elbette felsefe ve ta-
savvufun $eriatina degil, "Allah'in $eriati"na
uyacagiz. Bunun icin de; Allah'tan ba$ka ilah
yoktur, Mehdi O'nun elcisi ve kâinat da eseri-
dir" diyecegiz, demeliyiz.

Bir soru daha: Insan, kendi beyninden di$ari
cikamaz mi?

Insan, beyninden di$ari cikabilir. Insanin ak-
li, ruhu ve hayali bir güne$ gibidir. Yani in-
san bu üc mânevî unsurla kâinata bir güne$ gi-
bi dogabilmekte, her yeri gezebilmektedir.
Hatta bu kuvvelerle kâinatin ötesine bile gece-
bilirler. Evliyalarin ve Peygamberlerin mucize-
leri de buna delildir. Ruhen yükselmi$ bir in-
san, bedeninden uzakla$ip vücudunun varligini
seyredebilir.

Sual: insan, beyninin icindeki hücrelerde mi ya$ar?

Cevap: Insan, beyin hücrelerinde ya$amaz. Cünkü
insanin asil varligi "ruh"tur. Ruh ise, insanin
vücudunu avuclami$ "Ilâhî bir emir ve bilincli ve
i$iksal bir kanun"dur. Bu kanun ise, insan vücudu-
nu yöneten Ilâhî bir programdir. Bir robot nasil
bir programi olmadan i$leyemez veya akillica i$-
ler yapamazsa, insan da, ruhu olmadan insan ola-
maz. Fakat bu ruh, beyinde ya$amaz. Cünkü ruh, in-
sanin bütün vücudunu avuclami$ i$insal bir varlik-
tir. Daha ileri bir ifadeyle: Ruh, beden ülkemizin
devlet ve padi$ahidir. Bu padi$ah, beyinde ya$amaz,
fakat beyni bir âlet gibi kullanir. Beyinde ya$a-
yan, ruh degil, bilinc'tir.

Ruh, kamera arkasindaki bir kameraman gibidir. Ka-
meradaki algi ve duyumlar da bir "hayal" seviye-
sindedir. Fakat kameraman, "gercekleri" kaydeder.
Kameradaki kayitlar da, "gercegin hayalleri"dir.
Kameranin, görünen ve hissedilen âlem ile -kayit
yapmaktan ba$ka- bizzat bir ali$veri$i yoktur. Cün-
kü kullanilan bir "âlet"tir. Kameraman ise, duyum-
lanan dünya ile kar$i kar$iyadir ve onunla temas
halindedir. Kameraman, dünya ve madde ile ali$ ve-
ri$ yapabilir ve ali$ veri$tedir. Yani maddeyi et-
kiler ve onu kullanip yönetebilir.

Demek, madde ve evren bir hayal degil, gercektir.
Ancak beyin ile duyumlanan kayitlara hayal denile-
bilir. Onlar da, sadece bir hayal degil, "gercegin
hayalleri"dir.

Dolayisiyla bu "bilincli ve i$iksal kanun" ve
"Ilâhî Program" olan ruh, bu âlemi "beyin" ile
algilar. Fakat algiladiklari bir "hayal" degil,
"gercek"tir. Bu gercek ise, "Allah'in yaratmasi"
olan bir "gercek"tir. Bu gercek de, onu Yaratan'
in izin ve emrine tabi bir "varlik"tir. Bu varli-
ga "hayal" denemez. Cünkü "Allah'in gercegi"dir.

Demek, algilanan kâinat, "gercek"tir. Algilar ise,
"hayal" oluyor. Onlar da "gercegin hayalleri"dir.
Yoksa, "hayallerin hayalleri" degil!

Demek, "algi" ile "algilanan"i birbirine kari$tir-
mamaliyiz. Algi, e$yanin beyindeki görüntüsüdür.
Algilanan ise, e$yadir. "Algi" ile "algilanan"
ayni $eyler degildir. Dolayisiyla, algilanani bir
algi olarak göremeyiz. Öyle ise; madde, e$ya ve
kâinat bir "algi" degil, "algilanan"dir. Algi bir
"hayal"dir. Fakat algilanan, bir "gercek"tir. O
halde kâinat; bir "algi" degil, "algilanan gercek"
demektir.

Amma Kur'anin, kâinatin "yok olucu" oldugunu bil-
dirmi$ (Kasas 88) olmasi ise, onun $imdiki varli-
gina halel vermez. Hattâ siz diyebilirsiniz:
"Gecmi$inde ve geleceginde yokluk bulunan bir ev-
reni nasil var kabul edebiliriz?"

Bizi ilgilendiren, "$imdiki zaman"dir. $imdi kâi-
nat var midir, yok mudur? Önemli olan budur! Kâi-
natin varligi gercek olduguna göre, biz de onun
hayal olmadigini kabul etmek zorundayiz. Siz, kâ-
inatin "yok olucu" olduguna inanabilirsiniz. Fa-
kat "$imdi kâinat yoktur" veya "hayaldir" diye-
mezsiniz.

Bununla birlikte "$imdi" var midir? diye de sora-
bilirsiniz. Evet, "$imdi" vardir. Fakat gecmekte-
dir. Gecicilikte olan bir "$imdi"miz vardir. Fa-
kat o bir "hayal" degil, "gercek"tir. "Gecici"
bir gercektir, ama yine de bir "gercek"tir.

Bu gecicilige bakip hemen üzüntü ve ümitsizlige
dü$meyiniz. Cünkü Dünya'nin bir "ötesi" vardir.
Orada ebedî bir gerceginiz olacaktir. O da: Cen-
net veya Cehennem'dir. Sizler de cenneti kazanmak-
la ve cehennemden sakinmakla yükümlüsünüz. Bu yü-
kümlülügü kabul edenler ve geregini yapanlar,
kurtulmu$ olacak ve ebedî, ölümsüz bir gercege
kavu$acaklardir.

I$te, kâinatin bir "hayal" olmayip "gercek" ol-
dugunu bildiren ayetler:

Enam 73, Ibrahim 19, Hicir 85, Ankebut 44, Rum
8, Zümer 5, Duhan 39, Casiye 22, Ahkâf 3, Nahl
3.

Gercek Yaratici olan yüce Allah bu ayetlerle:
"Benim yaptigim her$ey 'gercek'tir, Ben size
'hayal' göstermiyorum" demektedir. Öyle ise
biz de, kâinati bir hayal olarak degil, gercek
olarak kabul etmeliyiz.

Fakat dünyanin "gecici" oldugu ve "âhirete nis-
beten" bir "hayal" seviyesinde kaldigi gercegi
ise, ayri bir konudur.

Not: "Her$ey bir algi midir?" sualine cevap arar-
ken, $una bakmaliyiz: Beynimizdeki görüntüler bir
"algi"dir. Fakat algilanan $eyler ise, "yaratil-
mi$ bir gercek"tir. Meselâ bir masa, "ellerimiz-
le yarattigimiz bir gercek"tir. Ellerimiz de,
"Allah'in yarattigi bir gercek"tir. Onlarin zih-
nimizdeki görüntüsü ise, bir "algi"dir. "Algila-
nan"a da "algi" diyemeyiz. Algi ile algilanani
ayirmaliyiz. Buna göre bir agac; "algi" degil,
"algilanan"dir ve "yaratilmi$ bir gercek"tir.

Aynadaki görüntünüz bir "algi"dir. Sizin varligi-
niz ise, "algilanan"dir. Algilanana da "algi" de-
nemez. Cünkü aynanin di$inda sizin sabit bir
varliginiz var.

Ayni $ekilde siz gözünüzü ve hislerinizi actigi-
nizda bir âlem ve e$ya ile kar$ila$irsiniz. Eger
hissettiklerinizin sabit bir kar$iligi olmasa,
zihninizdeki görüntü ve algilar da olmayacaktir.
Siz, hayalleri degil, var olan ve yaratilmi$ ger-
cekleri görür veya hissedersiniz.

Eger evinizdeki aynaniz akilli olsa, kendi üzerin-
deki görüntünüze bakip, sizi hice sayarak "siz bir
hayalsiniz" dese; "hadi ordan, sapkinlik etme" di-
yecek, onu azarlayacaksiniz.

Ayni $ekilde insan da: "Her $ey zihnimizdeki bir
algidir, her $ey bir hayaldir" dese, o akilli ayna-
nin akilsizligina dü$ecektir. Öyle ise inanclilar,
bilhassa Kur'anlilar bu konuda cok dikkatli olmali-
dirlar.

Bunlara bakarak felsefede sorulan: "Siz mi odanin
icindesiniz, oda mi sizin icinizdedir?" sualini
de cevaplayabiliriz. Cevap: Hem siz odanin icinde-
siniz, hem de oda sizin icinizdedir. Veya hem
dünya sizin icinizdedir, hem de siz dünyanin icin-
desiniz. Yani ne kendi varliginizi, ne de dI$iniz-
daki dünyayi inkâr edemezsiniz.

Insan kâinat icinde yaratilan bir varlik oldugun-
dan, onun durumu, meyve ile cekirdege benzer. "Ce-
kirdek mi meyvenin icindedir, yoksa meyve mi ce-
kirdegin icindedir" sualine verilecek cevap: "Hem
meyve cekirdegin icindedir, hem de cekirdek meyve-
nin icindedir" olacaktir. Cünkü meyve cekirdekten,
cekirdek de meyveden cikarilmaktadir. Bu durumda
"meyve cekirdegin icindedir" veya "cekirdek meyve-
nin icindedir" $eklinde verilecek tek tarafli bir
cevap, eksik cevap olacaktir.

$imdi "kâinat bir algilar bütünüdür" dediginiz za-
man; "algi var, algilanan yok" demi$ oluyorsunuz.
Yani kâinat yok farzediliyor veya hayal derecesine
indiriliyor. Halbuki kâinatin bir "algilanan" ola-
rak varligi sabittir. O halde "kâinat bir algilar
bütünüdür" ifadesi, "kâinat bir algilananlar bütü-
nüdür" $eklinde degi$tirilmelidir.

"Madde bir algidir" veya "kâinat bir algilar bütü-
nüdür" diyenlerin yanildigi noktalardan biri; insa-
ni sadece duyumlardan ibaret bir varlikmi$ gibi
görmeleridir. Oysa insan; akli, ruhu ve vicdani o-
lan bir varliktir. Eger insan sadece duyumlardan i-
baret bir varlik olsaydi, o zaman her$ey bir algi
seviyesinde kalirdi. Yani duyumlarimiz hic bir za-
man kendilerinin var mi, yok mu olduklarini, mad-
denin gercek mi, hayal mi oldugunu bilemezlerdi.
Cünkü bilmek, onlarin vazifesi degil. Bilmek, ak-
lin i$idir. Eger siz, aklin görevini duygulara yük-
lerseniz, o zaman "kâinat bir algidir" demek zorun-
da kalirsiniz. Oysa, kâinatin bir "algi" olmadigini,
bilâkis bir "algilanan" oldugunu ve onun "var" oldu-
gunu, maddenin de "gercek" oldugunu aklimiz bilip
durmaktadir ve vicdanimiz da bunu tasdik ediyor.

(Yanli$tan, yanilgi ve yaniltmaktan Allah'a
siginiriz.)

Allah'im Senin hakkinda haddimizi a$an bir ifa-
de serdetmi$sek bizi bagi$la!

Hüseyin Avdic

Zaman: Yeni Cag'in sekizi, Kasim ayi ortasi.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

Keine Kommentare: