Samstag, 2. Oktober 2021

İSLAMİYETLE YÖNETİM YAPMAK İSTEYEN MÜSLÜMAN ÜLKELERE VE DİNDARLARA UYARI!

İSLAMİYETLE YÖNETİM YAPMAK İSTEYEN MÜSLÜMAN ÜLKELERE VE DİNDARLARA UYARI!

 

yönetimin adaletle yapılmasını isteyen ve emreden ALLAHın adıyla

 

İslâmlı Ülkeler'deki dindarlar, yönetimin İslâmiyet'le olmasını istemektedir. Böyle bir istek, müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin dindarları için hem doğal hem de doğru bir istektir. Şimdi de Afganistan'daki Taliban, "İslâmiyet'le yönetim" yapacağını ilân etmiş bulunuyor.

Fakat şu gerçeği bilmemiz gerekiyor: İslâmiyet bir "yönetim aracı" değildir. Yönetim aracı ADALET'tir. Yönetim adaletle yapılır.

Hem İslâmiyet'in yüzde doksanı "din"dir. Yüzde on kadarı da "hukuk"tur. Dolayısıyla "biz İslâmiyet'in hukukla, hak ve cezalar ile ilgili hükümlerinden faydalanmak istiyoruz" diyebilirsiniz. Fakat "İslâmiyet'le yönetim yapmak istiyoruz" denmemelidir.

Dindar müslümanlar yasa ve anayasa yaparken İslâmiyet'in hukukla ilgili hükümlerinden elbette faydalanabilirler. Fakat bu faydalanma yapılırken içinde bulunulan zaman ve şartları dikkate almak gerekir. Çünkü hükümler şartlara göredir. Şartlar değişince hükümler de değişir. Şartlar değiştiği halde hükümler değiştirilmezse, adaletsizlik ortaya çıkar. Bu adaletsizliği ise yüce Allah asla kabul edemez.

Evet Kur'anda Allah: "O'nun hükümleriyle hükmetmeyenleri kâfirlikle" damgalar. Fakat yüce Allah "adaletle yönetmeyi ve yönetilmeyi" de emreder. Yani Allah'ın en önemli hüküm aracı adalet'tir. Bu sebeple "Allah'ın hükümleriyle hükmetmek" demek, "adaletle hükmetmek" demektir. O zaman biz de Adalet'i esas alacağız. Buna mecburuz.

Bu durumda da zamanın şartlarını dikkate almak zorundayız. Yani yüce Allah'ın 14 buçuk asır öncesinin şartlarına uygun verdiği hükümleri, bu zamanın şartlarına uygun hale getirmeliyiz. Aksi halde adaletten çıkılmış olur. Bu da Allah'ın emrine uygun olmaz. O halde bu zamanın şartlarına uygun hükmü çıkarmak zorundayız. Veya 14 buçuk asır öncesinin şartlarını yaratmaya ve o şartlarda yaşamaya mecbur kalırız. Bu da mümkün olmayacağına göre, bu zamanın şartlarına uygun hüküm çıkarmaktan başka çaremiz kalmaz. Adalet'e uygun olan da budur. Büyük Allah da adaletli olmamızı istemektedir. Eğer yüce Allah yeni bir Kitap indirecek olsaydı, hak ve cezalar ile ilgili vereceği hükümler bu zamanın yani 21. asrın şartlarına uygun olacak ve hırsızın elinin kesilmesi hükmü ortadan kalkacaktı.

Evet, Allah'ın dini ve evrene koyduğu yasalar değişmez. Fakat insanlarla ilgili hak ve ceza hükümleri asırlara göre değişir. Çünkü her asrın şartı eşit değildir.

Afganistan'ı İslâmiyetle yönetmek istediğini bildiren Taliban yönetimi, "hırsızın elinin kesileceğini" de bildirdi. Yani 14 buçuk asır öncesinin hükmünü bu asırda uygulamak istiyor. Ama bu istek doğru bir istek değildir. Çünkü o zamanın şartlarıyla bu zamanın şartları eşit değildir. Şartlar eşit değilse, hükümler de eşit olamaz. Hükümler eşit olamayacağı halde siz onları eşitlerseniz, adaletten çıkmış olursunuz. Bu adaletsizlik ise zulümdür. Zulüm ise kabul edilemez.

O halde bu zamanın adaletli hükmünü aramamız ve bulmamız gerekir. Adaletli hükmü ararken göreceğiz ki: 14 buçuk asır öncesindeki yaşamda bir avuç insan (kabile), bir avuç hayvan, bir avuç eşya ve bir avuç da ihtiyaç vardı. Çalınacak eşya ve altın da azdı ve çok sınırlıydı. Ama şimdi öyle mi? Şimdi dünyada 8 milyar insan var. Bir ülkede 70, 80, 100 milyon ve daha fazlası insan bulunuyor. Bir insanın eksiksiz bir hayat için 23 bin şeye, onlarca veya yüzlerce bilim ve tekniğe ihtiyacı var. Hırsızlığın boyu ve boyutları da değişti. O zamanlardaki bir insan en fazla yüz veya bin altın çalabilecekken şimdi bir hırsız küreselleşme nedeniyle ve internet aracılığıyla milyonlarca altın ve milyarlarca para ve hatta bütün dünyayı çalabilir ve çalabiliyor. Bir devlette bir memur, bir milletvekili veya bir bakan, devletin milyonlar ve milyarlarını çalabilir ve çalıyor. Böyle büyük hırsızların sadece elini kesmek yeterli olabilir mi? Onların kafasını kesmek gerekmez mi? Şimdi soralım: Bin lira çalmış bir hırsızla milyonlarca lira çalmış bir hırsız eşit olabilir mi? Evet, ikisi de "hırsızlık" noktasında eşittir. Ama çaldıkları "değer" noktasında eşit değildir. Çünkü ortalama bir işçi bin lirayı 15 günde kazanabilirken, o işçi 1 milyon lirayı ancak 40 yılda kazanabilir. Yani 20 yaşından 60 yaşına kadar bütün ömrünü harcaması gerekiyor. Bu durumda bin lira çalmış hırsızla 1 milyon çalmış hırsız eşit olabilir mi? İkisinin de elinin kesilmesi nasıl adalet olur? Bin lira çalmış olana küçük ceza, 1 milyon çalmış olana da büyük ceza vermek gerekmez mi? Elbette öyle olması gerekir!

Eğer adaletle yönetim yapacaksak bütün hırsızları eşit sayamayız. Bu eşitsizlik de el kesme cezasını kaldırır. Eğer illa el kesme cezası konulmak isteniyorsa, hırsızlığın da boyları belirlenmelidir. Yani her hırsızın eli kesilmez. Bir hırsızın elinin kesilebilmesi için (meselâ) 500 bin lira (veya onun değerinde mal ve eşya) çalmış olması gerekir. Eğer 1 milyon çalmışsa, iki elinin de kesilmesi gerekir. Eğer 1 milyondan fazla çalmışsa, iki kolunu veya kafasını kesmek gerekir. 500 binin altındaki hırsızlıklar içinse; bir parmağını veya iki, üç, dört ve beş parmağını kesmek düşünülebilir. 500 bin lira çalan bir hırsız, ortalama bir işçinin yarı ömrünü mahvetmiş olur. 1 milyon çalan ise, o işçinin bütün ömrünü çalmış olur. Böyle bir mahvediş elbette ki cezasız kalamaz.

Fakat şunu sormalıyız: El kesmek hırsızlık sorununu çözer mi? Bunu çok iyi düşünmek zorundayız.

Fakirlerin sosyal yardım alabildiği Almanya'da bir yıldaki hırsızlık sayısı yaklaşık 2 milyon. Türkiye'de 50 binmiş. Acaba bu ülkelerde el kesme cezası getirilse, hırsızlık oranı yüzde bire düşer mi?

şmez! Çünkü bu ülkelerde dindarlık oranı yüksek olmadığı için hırsızlar: "Polisin olmadığı yerde ben istediğim hırsızlığı yapabilirim" diyecektir. Ancak Allah'a vereceği hesabışünen ve Allah'tan korkan insanlar hırsızlığa yaklaşmaz. Dindar insanların sayısı ise çok azdır. Türkiye'de yüzde yirmi, Almanya'da belki yüzde ikidir. Afganistan'ın dindarlık oranı nedir bilmiyoruz. Eğer Afganistan'daki dindarlık oranı yüzde altmıştan fazlaysa, orada el kesme cezası uygulanabilir. Çünkü dindarlığın çoğunlukta olduğu bir yerde hırsızlık olayı az olur. Eğer dindarlık oranı yüzde ellinin altındaysa, orada el kesme cezası uygulanmamalıdır. Aksi halde binlerce hırsızın elini kesmek gerekecektir ki, bu da ayrı bir problem yaratır.

Çünkü yakalandığında eli kesilecek hırsız, iş gücünü kaybedecektir. Bu kayıp ise, ailesine ömür boyu yük ve sıkıntı getirmesi demektir. Yani eli kesilen hırsızın cezasını bütün aile çekmek zorunda kalır. Ama Kur'anda bir adalet ilkesi şudur: "Bir suçlunun cezasını başkası çekmez." Bu ilke ise bu zamanın şartlarında hırsızın elinin kesilmesine izin vermez. Bu izinsizlik de hırsızlık cezasının şeklinin değiştirilmesini gerektirir. Bu da, bu zamanda ve şartlarda hapis cezası olabilir. Veya hırsızları bir yerde ücretsiz olarak çalıştırmak da düşünülebilir.

Hırzlara verilecek hapis cezasının ölçüsü ne olmalıdır?

Müslümanca yaşamın düşük olduğu böyle bir yerde, zamanda ve şartlarda hırsıza verilecek ceza: Çalınan değeri ortalama bir işçi kaç günde kazanıyorsa, hırsıza da o kadar gün hapis cezası verilir. Bu cezalandırmada küçük çalana küçük, büyük çalana büyük ceza verilmiş olur.

Meselâ bir hırsız 2 bin lira veya onun değerinde bir şey çalmışsa, bu değeri de ortalama bir işçi 1 ayda kazanıyorsa, o hırsıza 1 ay hapis cezası verilecektir. Eğer hırsız 2 milyon dolar çalmışsa ve bu değeri ortalama bir işçi ancak 80 yılda kazanabilecekse, o hırsıza 80 yıllık bir hapis cezası vermek gerekir. Eğer hırsızın bu cezayı karşılayacak fazla ömrü yoksa ve olmayacaksa, bu takdirde o hırsız idam edilir. Bir insanın ortalama ömrü 60-70 yıldır. Meselâ 40 yaşında 2 milyon dolar çalmış bir hırsızın geri kalan ömrü, 20-30 yıldır. Bu kadar yıl o hırsızın alması gerektiği cezayı karşılamayacağından, onu idam etmek gerekir. Eğer idam cezası konulmazsa, suçluya hakettiği ceza verilmemiş, adaletsizlik edilmiş olur.

Dindarlığın çoğunlukta olduğu bir ülkede "bütün hırsızlar 500 bin lira çalar" şeklinde bir kaide varsa, orada bütün hırsızlar eşit olmuş olur ve onların elini kesmek haksızlık olmaz. Ama böyle bir eşitlik yoksa, el kesmek adaletsizlık olur.

El kesmenin ölçüsü nedir, ne olmalıdır?

Bu ölçü en başta adalete uygun olmalıdır. Bu uygunluk için de hırsızın, ortalama bir işçinin yarı iş ömrünü çalmış olması gerekir. Bir işçinin 20 yaşından 60 yaşına kadarki işçiliği "tam iş ömrü"dür. Bu da 40 yıl eder. Bir işçinin 40 yılda 1 milyon tl kazandığını farzedelim. Eğer hırsız 1 milyon tl'den biraz fazla çalmışsa, onun iki eli de kesilir. Eğer 500 bin tl'den fazla çalmışsa, hırsızın bir elini kesmek gerekir. Eğer hırsız 100 bin çalmışsa, bir parmağını; 200 bin çalmışsa, iki parmağını; 300 bin olursa 3, 400 bin olursa 4, 500 binde ise 5 parmağını kesmek gerekir. 500 bini geçtiğinde elini, 600 binde diğer elinin bir parmağını.. ve bu şekilde hesaplama devam eder. Eğer hırsız 50 bin çalmışsa, bir parmağının yarısı kesilir. 50 binden aşağı olan hırsızlıklarda ise el ve parmak kesme değil, hapis cezası verilir. Bu cezalandırmalarda kesilen el ve parmak hırsıza geri verilmez ve onun takma bir el veya parmak takma hakkı yoktur. El kesmek, sağ elden; parmak kesmek ise, başparmaktan başlar.

El kesme cezasının ilân edildiği İslâm'ın ilk döneminde dindarlık oranı yüzde doksan dokuzdu. Bu yüksek oran sebebiyle o zamanda sadece birkaç kişinin eli kesilmiştir. Bu sebeple Dindarlığın yüzde 50-60'ı geçmediği bir ülkede el kesme cezası uygulanmamalıdır. Aksi halde bir toplumsal sorunu çözelim derken bin başka toplumsal sorun yaratmış olursunuz. Bu da adalete uymaz. Dindarlığın ölçüsü ise: Namaz kılmak, zekât vermek ve Allah'tan korkmaktır. Bunlara sahip olmayan bir inançlı, dindar değildir.

Ayrıca el kesme cezasının uygulanacağı ülkede zekât veya sosyal yardım sisteminin işliyor olması gerekir. Bu gereklik yerine gelmemişse, el kesme cezası verilmemelidir. Ceza, hapis cezasına çevrilir.

Bir insanın eli ve parmağı ucuz değildir. Öyle gelişigüzel ölçüsüzce uygulanacak bir el kesme cezası, adaletsizliktir.

Adaletin bir kanadı "haklıya hakkını vermek" olduğundan; mal, eşya ve parası çalınanın mağduriyetini gidermek devletin görevidir. Çünkü devlet; milletin malını, canını, ırzını ve aklını korumak zorundadır. Bir ülkede hırsızlık oluyorsa, devlet milletin malını koruyamıyor demektir. Bu zaafın bedeli olarak da mağdurun zararını ödemekle mükelleftir. Bu ödeme ise ancak hırsız yakalanınca veya suç isbatlanırsa gerçekleşir. Eğer hırsız çaldığı değeri geri öderse, onun cezası yarıya düşürülebilir. Çalınan şey geri ödenmezse, mağdurun zararını devlet karşılayacaktır. Çünkü adalet bunu gerektirir.

Bu bildirimizi Dünya Müslüman Alimler Birliği'nin hukuk bilginleri incelesin. Eksiği varsa tamamlasınlar ve kararlarını versinler. Verdikleri karar, Taliban yönetimine bildirilmelidir.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

Not 1: Eğer bir kimsede Allah korkusu olmazsa hırsızlık yapabilir. Fakirler fakirlikten kurtulmak için, zenginler de daha çok zengin olmak için çalar.

Not 2: Hırsızlık sadece mal ve eşya çalmaktan ibaret değildir. Hırsızlığın çeşitleri vardır. Onlar da şunlardır: Eksik ölçen ve tartan bir satıcı, müşterisinden çalıyor demektir. Rüşvet veren bir kimse, devletin ve milletin hakkını çalıyor demektir. Rüşvet alan ise, devletin ve milletin hakkını çaldırmış olur. Yani hırsızla ortaklık etmiş sayılır. Hırsızdan bilerek ucuz mal satın alan kimse, hırsızlıkta ortaktır.

Zina eden bir eş, bir başkasının eşini çalmış olur.

Zekat vermeyen bir zengin, fakirin hakkını çalmaktadır.

Namaz kılmayan bir inançlı, hayatı Allah'tan çalmaktadır.

Allah'a inanmayan bir kimse, bütün evreni, evrenin sahibi Allah'tan çalmaktadır. En büyük hırsızlık işte budur!

Ey hırsızlar! Eğer hırsızlığınıza son vermezseniz, kıyametin kopmasından ve ölümünüzden sonra tekrar diriltilip Allah'ın hapishanesine atılacaksınız. O'nun hapishanesine düşmek istemezseniz, hırsızlığınıza son veriniz. Madem ölümü öldürmek ve tekrar diriltilişi durdurmak elinizde değildir, o halde cehennemden sakınınız!

Not 3: Türkiye'de dindarlık oranı yüzde 20-25 olduğundan bu ülkede el kesme cezası uygulanamaz. Ancak müslüman millet çoğunluğu böyle bir talepte bulunursa, o talebi karşılamak gerekir. Milletin hakka, adalete ve namusa uygun olan talepleri kabul edilir. Afganistan'da da millet çoğunluğundan onay alınsa iyi olur.

Not 4: El veya kafa keserek cezalandırma, 14 asır öncesinden Fransa'nın giyotinine ve Osmanlı'nın son dönemine kadar uygulanmış bir usuldür, cezalandırma şeklidir. Bu zamanın teşkilatlanmış devletlerinde ise eski zamanın usulüne uymak zorunluğu yoktur. Ceza şeklini değiştirmek meşrudur. Önemli olan, cezanın "adaletli" verilmesidir. "Kesmek" ile cezalandırmak, hapishane ihtiyacını ortadan kaldırır. İslâmiyet'in ilk döneminde tam teşkilatlı bir devlet olmadığından hapishane de yoktu. Bu durumda keserek, sopalayarak cezalandırma gerekli olmuş.

Bir hırsızı çaldığı değer miktarınca ücretsiz çalıştırmak, malı çalınanın hakkıdır.

Hapis cezası alan hırsız bir daha aynı suçu işlerse, cezası ikiye katlanır. Üçüncüsünde üçe katlanır.

Not 5: Hindistan’ı 1600'lü yıllarda işgal eden İngilizler, Hint kumaşlarının kendi ürünlerine rakip olmaması için, 1800'lü yıllarda el tezgâhlarında kumaş dokuyan 90 binden fazla Hintli dokumacı ve çıkrıkçının parmaklarını kestiler. Dikkat ediniz! Bu olay 14 asır önce değil, 1800'lü yıllarda yani 220 yıl önce meydana gelmiştir. Hz. Peygamber döneminde ise sadece birkaç hırsızın eli kesilmiştir. Fransa'da giyotin ile kafa kesme cezası, 1977 yılına yani 2021'in 45 yıl öncesine kadar sürmüştür.

İslâmiyet'in verdiği el kesme cezası, adaleti sağlamak içindir. Ama geçmişteki işgalci İngiliz'in el kesme katliamı, bir ticarî terördür. Demek, vahşet İslâm'da değil, doğru bir dini olmayan inançsızlardadır.

Yani: İslâm'ın cezalandırma şeklini "vahşet" olarak görmemeliyiz. Çünkü o zamanın şartlarında keserek cezalandırma "normal" kabul ediliyordu. Bu zamanın insanları ise, bugünkü şartlar altında o zamana baktıkları için dehşete düşüyorlar. Eğer bugünün insanları o devirde yaşamış olsalardı, keserek cezalandırmayı normal göreceklerdi.

Ondört asır önceki şartlarda el kesme cezasının "caydırıcı" olduğu söylenemez. Çünkü o zamanın müslümanları ellerinin kesileceğinden değil, Allah'tan korktukları ve haksızlık etmekten hoşlanmadıkları için hırsızlığa yanaşmıyorlardı. Çünkü o insanların yüzde doksan dokuzu "dindar"dı. Keserek cezalandırma da o devrin "normali"ydi. Bu sebeple "caydırıcılık"tan bahsedemeyiz.

Not 6: Afganistan'da Taliban, yönetimin adını: "Afganistan İslam Emirliği" koymuş. Eğer Taliban adaletli olmazsa, İslâm'ın ismini kirletmiş olur. Bu kirletmenin olmaması için yönetimin adı şu şekilde değiştirilebilir: "Afganistan Taliban Emirliği".

İran yönetiminin ismi: İran İslam Cumhuriyeti'dir. Fakat İran yönetimi, Suriye'de yüzbinlerce Suriyeli masum müslümanı katlederek veya katledilmesine yardım ederek İslâm'ın ismini kirletmiştir.

Bu kirletmelerin olmaması için İslâm ismi, yönetimlerin adı olmaktan çıkarılmalıdır.

Not 7: Hırsızlara verilecek cezaların ölçüsü, Allah'ın Mehdisi ve Halifesi Mehmed Nur'an tarafından belirlenmiştir.

Not 8: Ey müslümanlar! Allah'ın Mehdisi'nin dünyayı adaletle doldurduğunun farkında mısınız?

Not 9: Bu bildiri bütün müslüman ülke yönetimlerine iletilmeli ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hukukçuları tarafından da incelenmelidir.

İmza: Mehdiyet ve Hilafet Makamı.

 

Allah'tan başka ilah yoktur. Mehdi ve Mesih Allah'ın kulu ve elçisidir.

 

Zaman: Yeni Çağ'ın yirmibiri, Eylül sonu.

Mekan: Avrupa.

Makam: Hakka dâvet ve uyarı.

Boyut: Muranizm.

 

Yayınlayan: Avrupa Muranistleri.

                        *   *   *

 

 

Keine Kommentare: