Freitag, 24. Juli 2015

KİM ALLAH'IN İNDİRDİKLERİYLE HÜKMETMEZSE ÂYETİNİN TEFSİRİ




             KİM ALLAH'IN İNDİRDİKLERİYLE
          HÜKMETMEZSE ÂYETİNİN TEFSİRİ

            BU BİLDİRİDE IŞİD'e MESAJ VAR

     acıyarak yaşatan ve yöneten ALLAHın adıyla

“Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar ka-
firlerin ta kendileridir” (Maide, 44)

"Kim" zamiri burada, müslümana ve kitap ehline hi-
taptır. Çünkü Allah'ın indirdikleriyle ancak İslâmiyeti
kabul etmiş olan kimse ve kimseler hükmedebilir.

"Allah'ın indirdikleri" ise; Allah'ın emirleri, yasakları,
istekleri ve izinleridir. Allah'ın indirdiklerinin özü, ö-
zeti ve esası ise; (imandan sonra) Hak ve Adâlet
ve Namus'tur.

"Hükmetmek" ise; toplumsal hayatta bireyin, hukuk-
ta hâkimin ve siyasette hükümdarın işidir.

Hükmetmede bir müslümanın, Allah'ın indirdikleriy-
le hükmetmesi farzdır. Bu farzı keyfî olarak kabul
etmeyen, reddeden bir müslüman elbette ki "kâfir"
veya müşrik olur, müslümanlığını kaybeder.

Fakat bir müslüman fert veya hâkim veya başba-
kan, İslâmî yasalarla yönetilen bir ülkede değil de
İslâm dışı yasalarla yönetilen veya din ile devletin
ayrıldığı lâik bir ülkede yaşıyorsa, yani Allah'ın hük-
münü uygulamada tam özgür değilse, bu durumda
olanlar kesinlikle kâfir olmaz ve onlar kâfirlikle suç-
lanamazlar ve onları suçlayanlar da çok büyük hata
etmiş olurlar.

Çünkü Allah'ın indirdiklerinin özeti neydi?: Hak, A-
dâlet ve Namus'tu. Burada "Allah'ın indirdikleri"
Hak'tır. Hak'tan sonra ne geliyordu? Adâlet! Yani
bir müslüman yalnız Hak'ka uymakla kurtulamaz.
Aynı zamanda Adâlet'e de uymak zorundadır.

Şimdi biz, müslümanların "Allah'ın indirdikleriyle
hükmetmesini" istiyoruz, değil mi? Fakat bu müs-
lümanlar, Avrupa'da veya lâik bir ülkede yaşıyor.
Yani Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeleri yasak ve-
ya mümkün değil. İşte bu imkânsızlığı görmek ve
kabul etmek, "Adâlet"tir. Bir müslüman sadece
Hak'kı uygulamaya kalkıp Adâlet'i görmezse ve ge-
reğine uymazsa, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmemiş
olur. Bunun sonucu da malûmdur!

O halde müslümanlar, Avrupa'da veya lâik bir ülke-
de yaşayan müslümanların durumunu iyi görüp, on-
ları kâfirlikle suçlamaktan uzak durmalıdır. Aksi hal-
de kendilerini de kâfirliğe düşürmüş olacaklardır.

Sonuçta demek oluyor ki: Müslümanlar bu âyeti bir-
birlerini mahvetmek için kullanmaktan şiddetle u-
zaklaşmalıdırlar.

Yapılması gereken, önce bir ülkede dindar müslü-
manların çoğunluğunu sağlayıp veya İslâmiyetten
ve dindarlıktan uzak olanların rızâsını alıp, devleti
İslâmîleştirmektir. Bu yapılamadığı müddetçe, "Al-
lah'ın indirdiğiyle hükmetmek" mümkün olmayacak-
tır.

Öyle ise ey müslümanlar! Birbirinizle didişmeye
son verdiniz mi?

Son vermelisiniz! Çünkü yalnız Hak'lı olmak yet-
mez. Adâletli de olmalısınız. Adâletli olmak da yet-
mez. Namuslu da olmalısınız. Namuslu olmak da
yetmez. İbadetli de olmalısınız. İbadetli olmak da
yetmez. İyilikçi de olmalısınız. İyilikçi olmanız da
yetmez. Ahlâklı da olmalısınız. İşte İslâmiyet bu-
dur! İşte müslümanlık budur!

Eğer Haklı olmazsanız, sapıklığı satın almış olur-
sunuz. Eğer Adâletli olmazsanız, zâlim olursunuz.
Eğer Namusluluğunuz yoksa, iffet ve ahlâkınız yok
demektir. Eğer ibadetli değilseniz, Allah'a ihanette-
siniz. Eğer iyilikçiliğiniz yoksa, din ağacınız meyve-
siz demektir. Eğer ahlâkınız güzel değilse, İslâmi-
yetiniz noksandır.

O halde asıl bu noksanlıkları tamamlamak gerekir.

"Allah'ın hâkimiyeti" meselesi ise; Allah'ın evrensel
hâkimiyeti'ni kimse O'nun elinden alamaz. Ama in-
sanlar üzerindeki hâkimiyeti ise; Allah bu hâkimiye-
tini sağlamak için onlara Kitap indirmiş ve bu Kitap
içinde de insanlar üzerindeki hâkimiyetini sağlaya-
cak gerekli yasasını bildirmiştir. Fakat temeli ve ö-
zeti Hak ve Adâlet ve Namus olan bu yasayı ancak
siyaseten özgür olan insanlar uygulayabilir. Özgür-
lüğü olmayan kimseler de sorumlu olmazlar. Bu se-
beple bazı ülkelerdeki siyasal özgürlüğü olmayan
müslümanların demokrasiyi kabul etmiş olmaları,
"Allah'ın hâkimiyetini beşer eline bırakmış olmak"
olarak görülemez. Böyle görülemeyeceği için de
o müslümanlar kâfir olmaz, müşrik olmaz, mülhid
olmaz. Çünkü demokrasiyi kabul etmiş olan müs-
lümanlar bu kabullerini, Allah'a şirk koşmak için
yapmıyorlar; elleri mahkûm olduğu için yapıyorlar.
Siyasal rejimi değiştirmeye güçleri yetmediği için
yapıyorlar. Çaresizlik içinde olanlar ise, müşriklikle
suçlanamaz. Suçlayanlar ise, haksızlık ve adâlet-
sizlik etmiş olurlar. Unutulmamalıdır ki, Allah kimse-
ye güç yetiremeyeceği yük yüklemez ve dinde zor-
luk dilemez. O halde bazı müslümanlar Allah'ın ö-
nüne geçmeye ve O'nun üstüne çıkmaya son ver-
meli, zor durumda olan müslümanları kâfirlik ve
müşriklikle suçlamaktan geri durmalıdırlar.

Hem şu da unutulmamalıdır: Allah'ın indirdiği yasa-
nın temeli ve özeti Hak ve Adâlet ve Namus'tur. Bu-
günkü beşerî ve demokratik yasaların temelinde de
Hak ve Adâlet vardır. Yani temelinde Hak ve Adâlet
olmayan bir devlet yoktur. Bu bakımdan beşerî ya-
salar da ister istemez Allah'ın indirdiği temele hiz-
met etmektedirler. Gerçi beşerî yasalarda insanlar
Hak ve Adâlet'i Allah'a değil, kendilerine dayandırı-
yorlar, ama sonuçta Hak ve Adâletsiz yönetim ya-
pamıyorlar. Dolayısıyla çaresiz kalarak demokrasi-
yi kabul etmek zorunda olan müslümanların bu ko-
nuda -dinlerini yaşayabildikleri takdirde- fazla bir za-
rara uğradığı söylenemez. Fakat Allah'a dayandırı-
lan bir yasayla yönetilmek hedefleri olmalıdır. "De-
mokrasiyi müslümanlaştırmak" da bir çare olabilir.


IŞİDin BU BİLDİRİDEN ALACAĞI DERS ŞUDUR:

Türkiye'deki yüzde doksan sekizi "müslüman" ka-
bul edilen halkların eğer yüzde 60-70'i dindar, yani
İslâmiyet'i yaşayan kimseler olsa ve bu kimseler
hiçbir engel olmadığı halde "Allah'ın indirdiğiyle
hükmeden" bir yönetim kurmasalar ve bunu da ken-
di keyflerini Allah'ın emrinden üstün tuttukları için
yapıyor olsalar, belki bu insanların "şirkte" olduğu-
nu söyleyebilir ve onlara "müşrik" diyebilirsiniz.

Fakat Türkiye'deki müslümanların ancak yüzde 25-
30 kadarı dindardır, yani İslâmiyet'i yaşayan kimse-
lerdir. Geri kalan yüzde 70'i ise İslâmiyet'ten uzak
yaşamaktadır, yani imanlıdırlar, ama İslâmlı değil-
dirler veya "kısmen" İslâmlıdırlar. Bu kısmen İs-
lâmlılık da onları, "tam dindar" katagorisine sok-
maz.

Türkiye'deki yüzde 25-30'luk dindar kesim ise, lâik
yasalara tabidirler ve bu yasaları değiştirecek güç-
leri de yoktur. Devlete de savaş açacak durumda
değildirler. Yani elleri mahkûmdur. Yani "Allah'ın
indirdiğiyle hükmeden bir rejim" kuramazlar. Kendi
aralarında dahi Allah'ın indirdiğiyle hükmedemez-
ler. Çünkü devletin lâik yasaları buna engel olur ve
cezâya çarpılabilirler.

Şimdi bu dindar azınlığın "müşrik" olduğunu kim id-
dia edebilir? İddia eden müşrik olmaz mı? Elbette
olur! Çünkü onların Allah'ın indirdiğiyle hükmeden
kimseler olmalarını isteyerek Hakk'a taraftarlık gös-
terirken, onların içinde bulundukları esirlik durumu-
nu hesaba katmayıp adâletsizlik etmektedirler. Bu
adâletsizliğe ise hakları yoktur. Çünkü yüce Allah'ın
indirdikleri içinde "Adâletli olmak" da vardır. Adâleti
terkeden ise, "zâlim" olur. O halde "Hakk'lı" olmak
yetmez. Adâletli de olmak gerekir. Hakk ve Adâlet
ise, (imandan sonra) Allah'ın indirdiklerinin özetidir
ve en önemlileridir.

Demek oluyor ki; IŞİDciler, Hakk'a uygunluk göste-
rirken, Adâlet'e de uygunluk göstermeliler ve dindar
müslümanlara "müşrik" damgası basmaktan uzak
durmalılar. Bu yüzden, yani "Adâlet'in gereği" ola-
rak IŞİDcilerin Türkiye'ye ve diğer müslümanlara
savaş açma hakları yoktur. Bu haksızlıklarına son
vermezlerse, bilinmelidir ki, onların İslâmiyetle bir
ilgileri yoktur. Onlar ya yabancı devletlerin maşası-
dır, ya da şeytanın askerleridirler.

Hem IŞİDciler, Allah'ın Mehdisi'ne tabi olmadıkça
meşruiyet kazanmış olmazlar. Meşruiyetleri olma-
yan savaşçıların ise, kendi zihniyetlerine uymayan
müslümanları müşriklikle damgalamalarında bir
haklılıkları ve geçerlilikleri yoktur. Böyle olduğu hal-
de saldırılarından ve tekfirlerinden vazgeçmezler-
se, onlar "Allah'ın düşmanı" kabul edilirler. Allah'ın
düşmanlarına karşı savaşmak ise, dindar müslü-
manlara farz olur.

Eğer IŞİDciler, dindar müslümanların dostluğunu
ister iseler, Hakk'ın gereği olarak Adâlet'e de uy-
sunlar. Adâlet'in gereği ise, suçlu ile suçsuzu iyi
ayırmak ve hakettikleri kadar haklının hakkını ve
haksızın da cezâsını vermektir. Ama ne yazık ki,
görüyoruz ki, IŞİDciler adâletli olamamaktalar ve
dindar müslümanları haksızca "müşrik"likle dam-
galayabilmekte ve bununla kendilerini de müşrik
yapmaktadırlar. Çünkü yüce Allah yalnız Hakk'ı
değil, Adâlet'i de indirmiştir. Adâleti olmayan ise,
zâlimdir!

Eğer IŞİD savaşçıları bir İslâm Devleti kurmak isti-
yorlarsa, bu devlet Hak ve Adâlet ve Namus'la kuru-
lur. Bu üç ayak olmadan bir İslâm Devleti kurula-
maz. Hak ve Adâlet'i kazanmak isteyenler ise, Al-
lah'ın Mehdisi'ne tabi olmak zorundadırlar. Aksi hal-
de onların bir meşruiyetleri olmayacak ve kuracak-
ları devlet de bâtıl olacaktır.

Eğer IŞİD savaşçıları Allah'ın Mehdisi'ne tabi ol-
mayı kabul etmezlerse, onların kuracakları devlet,
bir "İslâm Devleti" olmaz, "Zorbalık Devleti" olur.
Böyle bir devlet de, yıkılmaya ve yok edilmeye
mahkûmdur!

O halde IŞİD savaşcıları (eğer hakikaten müslü-
man iseler ve hakikaten bazı devletlerin maşaları
değilseler) kendilerine gelmeli ve Allah'ın Mehdisi'
ne teslim olmalılar. Ancak bu teslimiyetle dâvâları
haklılık ve geçerlik kazanır. Aksi halde birbuçuk mil-
yar müslümanın düşmanlığını kazanmış olur ve yok
edilirler.

O halde ey müslümanlar! IŞİDciler Allah'ın Mehdi-
si'ne tabi olmadıkça onlara katılmanız haramdır. Bu
haramı işleyenler de, birbuçuk milyar müslümanın
düşmanı olur. Birbuçuk milyar müslümanın dostu
olmak isterseniz, Allah'ın Mehdisi'ne itaat ediniz.
Bu itaatiniz yoksa, Allah'a da itaatiniz yok demektir.
Bu durumdaki insanlar da, zâlimlerin ta kendileridir!

Ama Allah'ın Mehdisi ise, sizleri ancak Hakk'a, Adâ-
let'e ve Namus'a dâvet eder. Bunların zıtlarında o-
lanları da uyarır.

Şu da iyi bilinmelidir ki; lâik ülkelerdeki eli mahkûm
bulunan dindar müslüman azınlıkların demokrasi is-
temesi, "şirk" değildir. Ancak yüzde 60-70 gibi ye-
terli çoğunluğa sahip oldukları halde Hilâfet'i iste-
mezlerse ve geçerli bir bahaneleri de yoksa, belki
o zaman müşrik olabilirler. Bunun dışında onları
müşriklikle suçlayanlar, müşrik olurlar; tekfirleri
geçersizdir.

Ey IŞİD savaşçıları! Adâletli olunuz. Eğer adâletli
olursanız, müslümanları müşriklikle suçlamaya ce-
saretiniz kalmaz. Eli mahkûm olan ve siyaseten e-
sir durumda bulunan müslümanlardan "Allah'ın in-
dirdikleriyle hükmetme ve yönetme" talep edilmez.
Bu talebi yerine getiremeyecek olanlar da müşrik
olmaz. Ancak "Allah'ın indirdikleriyle hükmetme"
emrini keyfî olarak reddederlerse, müşrik olurlar.
O halde bu konudaki içtihadınızı düzeltiniz ve hak-
sız yere müslümanlara saldırmaya son veriniz.

Ey IŞİD savaşçıları! Allah'ın Mehdisi'ne tabi olmayı
kabul ettiniz mi? Eğer ettiyseniz, bundan sonra key-
fî hareket edemezsiniz. Onun emirlerini dinlemek
zorundasınız. Onun emirlerini dinlemeye râzı mısı-
nız? Eğer râzıysanız, ilk yapacağınız iş, bir İslâm
Devleti kurmaktan önce, Ortadoğu'yu bütün dikta-
törlerden temizlemektir. Bu temizliği yapmadığınız
müddetçe bir İslâm Devleti kuramazsınız. Kursa-
nız da bunun bir geçerliği ve kıymeti olmaz. Geçer-
lik ve kıymet arıyorsanız, bu ancak Allah'ın Mehdi-
si'ne itaattedir.

Öyle ise ey IŞİD savaşçıları! Allah'ın Mehdisi'ne
itaat ediniz, maksudunuza erişiniz!

Ey IŞİD savaşçıları! Yapacağınız ikinci iş: Eğer si-
lah bırakıp Türkiye'ye itaat etmezlerse, PKK'yı yok
etmektir. Yapacağınız üçüncü iş ise: İslâmlı Ülkeler
Birligi'ne engel olan İslâmlı devletleri hizaya sok-
maktır. Var mısınız? Eğer yok iseniz, yok olunuz!

Yapacağınız dördüncü iş de: Allah'ın Mehdisi'ne
biat ettikten sonra söylenecektir.

Şunu iyi biliniz ki; Allah'ın Mehdisi'ne itaat etmediği-
niz müddetçe "terör örgütü" olarak kalacaksınız. A-
ma bu kalacaklığınız da ebedî olmayacak, ömrü-
nüz çok kısa olacaktır. Çünkü bu halde yok edilme-
niz farz olur ve gereken yapılır, hem de elinizde bir
karış dahi toprak bırakılmaz. Allah'ın Mehdisi'ne ita-
ati kabul etmediğiniz takdirde, İslâmlı Ülkeler'in si-
ze karşı savaşmaları farz olur.

Not 1: Dindarlığın ölçüsü nedir? Dindarlığın ölçüsü:
En başta Allah'ı birlemekle beraber haklı, adâletli
ve namuslu olmak. Sonra da ibadetli, güzel ahlâklı
ve iyilikçi olmaktır. Namazı, orucu ve zekâtı olma-
yan inançlı bir kimse dindar sayılmaz, müslüman
da kabul edilmez.

Not 2: Allah'ın Mehdisi kimdir?

Allah'ın Mehdisi, Mehmed Nur'an'dır.

Fizikî doğumu: Yirminci asrın imamı Bediüzzaman
Said Nursi'nin ölümünden üç yıl öncedir.

Mânevî doğumu: 1985 yılı Ramazanı'nın Kadir Ge-
cesi'dir.

Allah'tan bilgi, ışık ve elçilik almıştır. Elçiliği, yeni
bir din getirmekle ilgili değil, mevcut dini korumak
ve yenilemekle ilgilidir.

Allah'tan aldığı bilgi ve ışıkla bütün uydurma dinleri
ve zararlı ideolojileri mağlûp etmiştir.

Kur'anın bir özeti kalbine indirilmiştir. Böylece vah-
yin ne olduğunu bizzat yaşayarak anlamıştır. Bu in-
diri ile Kur'anda hiçbir şüphe bulunmadığı ve onun
Allah'tan indirildiği kendisine gösterilmiştir.

Allah tarafından kendisine takva elbisesi giydirilmiş-
tir.

Dinsizliğin ve terörizmin düşmanıdır.

11 Eylül terör eyleminden sonra Allah tarafından
dünyanın mânevî liderliğine getirilmiştir.

Allah'ın Elçisi ve Mehdisi olduğuna dair delili, Allah'
tan aldığı bilgi ve ışıktır. Bu delilleri kabul etmek is-
temeyenler için şöyle demektedir: "Eğer ikinci bir
Allah'ın varlığını isbat ederseniz, biliniz ki ben Allah'
ın Mehdisi değilim. Eğer ikinci bir Allah yoktur di-
yorsanız, kabul etmelisiniz ki, ben Allah'ın Mehdisi'
yim."

İslamlı Ülkeler Birliği gerçekleşinceye kadar da,
Allah'ın Mehdisi kendini gizleyecektir.

Not 3: "Muhammed, peygamberlerin sonuncusu-
dur" âyetinin anlamı şudur: "Hz. Muhammed'den
sonra yeni bir din getiren peygamber gelmeyecek-
tir. Ama Allah, her asır başı dinini koruyacak ve ye-
nileyecek elçi ve imamları göndermekten geri dur-
maz" demektir. Âhirzamanda Hz. İsa'nın dünyaya
geri indirilecek olması ise, bu âyete zıt değildir.
Çünkü Hz. İsa, yeni bir din getirmeyecek. Gönde-
rilmiş olan son dine uyacak ve onun hükümleriyle
elçilik yapacaktır.

                     Allah'tan başka ilah yoktur.
          Mehdi ve Mesih O'nun kulu ve elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onbeşi, Temmuz sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Yorumlama, İçtihad ve Hakka dâvet.
Boyut:   Muranizm.

                                                   YAYINLAYAN
                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                       *   *   *


Keine Kommentare: