Freitag, 10. Juli 2015

BEŞ BASAMAKTA MUTLULUĞA ULAŞMANIN YOLU

                          BEŞ BASAMAKTA
              MUTLULUĞA ULAŞMANIN YOLU

                  insanların mutluluğunu isteyen
                         yüce TANRInın adıyla

Ey insan! Yaratık olmak, Yaratan'ı bilmeyi; Yaratan'ı
bilmek, O'na inanmayı; O'na inanmak, O'nu birle-
meyi; O'nu birlemek, O'na teslim olmayı; O'na tes-
lim olmak, O'na güvenmeyi; O'na güvenmek de se-
ni mutluluğa ulaştırır.

Eğer hem dünyada hem ötesinde mutluluğa ulaş-
mak istersen, bu mutluluk merdiveninin basamak-
larını birer birer aşmalısın. Aşmak ister misin? E-
ğer aşmak istersen, gel merdiveni birlikte çıkalım.

Senin varlığın bir annenin vücudunda oluştuğundan
anlıyoruz ki, sen bir yaratıksın. Şimdi bir yaratık ol-
duğunu kabul ediyor musun? Madem kabul ediyor-
sun, başka çaren yok; o halde seni vareden Yaratı-
cı'yı da bilmek gerekir. Çünkü eser ustasız, tablo
ressamsız olmaz. Bir ev sahipsiz, bir ülke başba-
kansız olmaz. Değil mi? O halde senin de bir ustan,
ressamın, sahibin ve sultanın var demektir. İşte biz
de insanın yapıcısına, sahibine ve sultanına "Tanrı"
veya "Allah" diyoruz.

Eğer: "Evet, bir tablo, ressamı gerektirir. Fakat bir
tablonun bir ressamı gerektirmesi, insanın da Tan-
ri'yı gerektirmesini gerektirmez" dersen, ben de sa-
na derim ki: Nereden biliyorsun? Buna dair kesin
bir delilin var mı? Madem delilin yoktur, çünkü şu
evren oluşurken veya oluşturulurken sen buna şa-
hitlik etmedin ve edemezdin. Edemez olduğundan
da kesin olur ki, insan Tanrı'sız olmaz. Akıl da bir
eserin ustasız olamadığını ve olamayacağını görü-
yor, mantık da bunu doğruluyor. Bu doğrulama da,
insanın Tanrısız olamayacağı gerçeğine götürüyor.
Bu gerçeği kabul etmezsen, akıl ve mantığını çiğ-
nemiş olacaksın. Eğer "ben akıl ve mantığın gös-
terdiği gerçeği çiğnemem" diyorsan, yolumuza de-
vam edebiliriz. Madem "yolumuza devam edelim"
diyorsun, o halde sorabilirsin: "Madem benim var-
lığım Tanrı'sız olamaz, o halde ben Tanrı'mı ne-
den göremiyorum veya O Kendini bize neden gös-
termiyor? Varsa, nerede?

Göremezsin! Çünkü sen O'na çok uzaksın. Bu u-
zaklığı aşabilmek için de, 50 bin yıllık bir yolu katet-
men gerekir. Ama buna da ömrün yetmez. Buna
bir çare bulsan bile, Tanrı seni dâvet etmedikçe O'
nun katına çıkamazsın.

"Madem O'nun katına çıkamam, O bize Kendini
gösterse olmaz mı?" dersen, söylemem gerekir ki:
O Kendini göstermez. Çünkü O'nun büyüklüğü ve
saygınlığı, perdeyi ve herkesten uzak olmayı ge-
rektirmektedir. Bu gerektirme sebebiyle de evreni
ve melekleri Kendine perde yapmış, saygınlığını
korumuş. Hem kendini açıkça göstermiş olsaydı,
bu takdirde O'na inanıp inanmamanın bir anlamı ol-
mayacak ve herkes ister istemez inanmak zorunda
kalacaktı. Fakat insanları imtihan etmek istediğin-
den, Kendini gizlemiş ve gizlemektedir. Fakat bu
gizleme, mutlak değildir. Çünkü Kendi varlığını bize
başka şekilde göstermiştir. Bu gösterim için de,
elçiler ve peygamberler tayin etmiş ve onlar aracılı-
ğıyla Kendi varlığını bize bildirmiştir. Bu bidirimin
aracı da, o elçi ve peygamberlerin kalbine indirilen
sözlerdir. Bu sözlerin toplandığı sayfalar bütününe
de biz; "İlâhî veya Tanrısal kitap" diyoruz. O kitap-
lardan sonuncusu Kur'an'dır. Kur'andan önce de
İncil ve Tevrat isimli kitaplar gönderilmiştir. İşte bu
kitaplar bize, Tanrı'nın varlıgını ve tekliğini haber
vermiş ve Tanrı bize Kendini bu kitaplarla göster-
miştir. Ayrıca dünya ve evrendeki bütün yaratıklar
da, O'nun varlığını bize haber vermektedir. Çünkü:
Eser ustasız olmaz. Bu sebeple, bir bitkiyi, bir ağa-
cı, bir yıldızı, güneşi, ayı, dağları ve denizleri ve
hayvanları gören bir insan, onların Tanrısız olmadı-
ğını da bilmek ve görmek zorundadır. Çünkü insan-
daki akıl bunu gerektiriyor.

Bundan da anlamalıyız ki; "gözümle görmezsem,
Tanrı yoktur" demeye hakkımız yoktur. Çünkü gö-
zümüz ile görmediğimiz halde varlığını kabul ettiği-
miz çok şey vardır. Çünkü varlıklarının bir işareti
vardır. Biz de o işaretler sebebiyle gözümüzle gör-
mediğimiz şeylerin varlığını kabul eder, inanırız. Bu
sebeple Tanrı'yı inkâr etme hakkımız kalmıyor.

Fakat yüce Tanrı, gözümüzün de hakkını verecek
ve bize Kendini gösterecektir. Ama bu gösterim i-
çin insanlığın imtihan süresinin dolması gerekiyor,
Kıyametin kopmasıyla bu süre dolduğunda, bütün
insanlar tekrar diriltilip hesaba çekilecekleri o büyük
günde O'na inananlar, O'nu apaçık görecektir. O'
nu inkâr etmiş olanlar ise perdelenip, O'nu görmek-
ten men edilecektir. O'nu görmek isteyenler için
yol bellidir: O'na inanmak! Tanrı'nın gönderdiği ki-
taplar ve yarattığı eserler de bu inanç için yeterlidir.
Yeter ki insan, O'na inanmak istesin... O'na inanmak
isteyene de Tanrı yol gösterir.

Evet, insan ikinci basamak olarak yaratıcısı, yaşatı-
cısı ve yöneticisi olan Tanrı'ya inanmayı bütün kal-
biyle istemelidir. Çünkü insanın mânen yükselmesi
ancak O'na inançla mümkündür. O'na inanç bir ışık-
tır. Bu ışık olmadan yükselmek mümkün değildir.
Bunun için O'nu inkâr etmek insanı alçaltır ve alçak-
ta bırakır. Çünkü inanç, insanı Yaratıcısına bağlı-
yor. İnanç bir bağlanmadır. Bu bağlanma ile insan-
da Tanrı'nın sanatı görünür hale gelir ve bu hal ile
insan değer kazanır. İnkâr ise, O'na bağlanmayı ke-
ser, koparır. Bu kopma ise, insanın "Tanrı'nın eseri
olduğu" gerçeğini gizler ve örter. Bu örtülme de, in-
sanı basit bir madde seviyesine indirir. Maddenin
hükmü ise, hayvanca bir yaşayıştan sonra yok olup
gitmektir. Böyle bir yok oluş ise, insanın kabul ede-
meyeceği bir durumdur. Bu durumdan kurtuluş da
ancak yüce Tanrı'ya inanıp bağlanmakla mümkün-
dür. O halde yaratıcın ve yaşatıcın olan Tanrı'ya i-
nanmalı ve bağlanmalısın. Çünkü bu bağlançtaki ı-
şık, senin evrenini de, geçmiş ve geleceğini de ay-
dınlatacaktır. Yani bu ışık ile evrenin kime ait oldu-
ğunu ve hangi maksatla onu varettiğini öğrenecek-
sin. Ayrıca bu ışık ile evrenin karanlıktan kurtulaca-
ğı gibi, geçmiş ve geleceğin de karanlıktan kurtula-
caktır. O zaman göreceksin ki, ölüp mâziye göçen-
ler, yok olup gitmiyor, geleceğe geçiyor. Çünkü bir
müddet sonra başka bir dünyada yeniden hayat bu-
lacaklar. Bu hakikat de senin, ölümün meydana ge-
tirdiği yok oluş korkularını yok edecektir. Geleceğe
korku ve dehşetle değil, ümitle bakacaksın; hayatın
zehirlenmekten kurtulacak. Aksi halde korku ve ka-
ranlıkların devam edecek. Hangisini istersin? Eğer
kurtuluşu istersen, Tanrı'na inanç ile bağlanmayı
kabul etmelisin. Eğer kabul etmezsen, karanlıklar
içinde kalmakla birlikte bir geçerliliğin de kalmaya-
cak ve olmayacaktır. Nasıl bir paranın geçerli olma-
sı için o paranın üstünde devlet turrasının bulunma-
sı gerekliyse, insanın da geçerli bir varlık olabilme-
si ancak Yaratıcısına inanç ve bağlanç ile mümkün-
dür. Yaratan'a inanç ve bağlanç, insanın geçerlik
mührüdür. Bu mânevî mührü kazanmak istersen,
Yaratıcı'na inanıp bağlanmalısın. Bu bağlanmayı
da kabul ettiysen, çıkışımıza devam edebiliriz.

Ve şimdi geldik "üçüncü basamak"a. Üçüncü basa-
mak ise, "Tanrı'yı birlemek"tir. Evet, Tanrı bir ve
tektir. O'nun bir ve tek oluşunu da indirdiği Kitaplar-
dan öğreniyoruz. Bu Kitaplar olmasaydı, O'nun bir-
liğini bilemeyecektik. Madem O, varlığının bir ve
tek olduğunu bildiriyor, biz de bunu böyle kabul
edeceğiz. O'nun kitaplarından haberi olmayan ve-
ya onları dinlemeyen insanların kendi akıllarıyla uy-
durdukları tanrıların ise bir hükmü ve geçerliği yok-
tur.

Fakat sen, Tanrı'nın tekliğini kabulde zorlanabilir ve
kendi âcizliğinle kıyaslayıp, meselâ; "bir tek Tanrı
bu koskoca kâinatı nasıl yaratıyor, yaşatıyor ve yö-
netiyor?" diyebilir, aklına sığdıramayabilirsin.

Bunun cevabı ise: "Tanrı herşeyden büyüktür ve
kudreti sonsuzdur"dur. Bunun açıklaması ise: Tanrı
maddeden ve biyolojik bedenden değildir. O'nun
varlığı Kur'ana göre ruhsal ve ışıksaldır. O'nun ruh
ve ışığı da bütün evreni kuşatmış ve avuçlamıştır
ve herşeye nüfuz etmiştir. Bunun için O'nun naza-
rında az-çok, büyük-küçük, zor-kolay, uzak-yakın,
ağır-hafif herşey birdir. Kudreti başkasından alın-
ma değil, Kendinden ve sonsuz olduğu için O'na
zor yoktur. Çünkü her şey O'nun kurduğu düzen i-
çinde, yasalara bağlı ve atomdan galaksilere kadar
bütün varlıklar O'nun emri altındadır. Bunun için bir
"ol" emriyle istediği her şeyi oldurabilir. Nasıl bir ku-
mandan bir tek emirle koskoca bir orduyu sevkede-
biliyorsa, yüce Tanrı da koskoca evreni bir tek e-
mirle kurabilir ve işletebilir. Çünkü bütün atomlar O'
nun emrine amade ve itaatlidirler. Biz insanlar a-
tomlara söz geçiremeyiz. Fakat O, söz geçirebilir.
Çünkü onların yaratıcısı O'dur. Aynı zamanda evre-
nin işleyişi, Tanrı'nın koyduğu yasalara bağlı oldu-
ğundan, Kendinin birliği ve tekliği onları yönetmeye
yetiyor. Nasıl bir buçuk milyar nüfüslu Çin ülkesi, in-
sanlar bir yasaya bağlanarak bir tek başbakan tara-
fından yönetilebiliyorsa ve ikinci bir başbakana ge-
rek duyulmuyorsa, aynı şekilde evrenin yönetimi
için de ikinci bir Tanrı'ya gerek kalmıyor. Çünkü
Tanrı'nın evrene koyduğu yasa ve bu yasa altındaki
varlıkların O'na itaat içinde oluşları, yönetimi kolay-
laştırıyor, ikinci bir Tanrı'ya veya ortağa gerek bı-
rakmıyor. Hem evrenin bir Tanrısı varken ve herşey
O'na ait iken, ikinci bir tanrının ortaya çıkıvermesi
mümkün değildir. Çünkü Tanrı buna izin vermez.
Çünkü egemenlik, tekliği ve ortaksızlığı gerektirir.
Hem bundan da anlaşılmalıdır ki yüce Tanrı, kendi
egemenliğini sarsacak ve O'nu silecek başka bir
tanrı yaratmaz, ortak edinmez. Bunun için Tanrı tek-
tir ve ortağı yoktur. İşte biz Kur'anlıların "Tanrı" keli-
mesi yerine kullandığı "Allah" kelimesi de, Tanrı'
nın tekliğini bildirir. Yani Allah demek, tek Tanrı de-
mektir. Bu sebeple bundan sonra Tanrı kelimesi
yerine Allah kelimesini kullanacağız. Çünkü ikinci
bir Tanrı yoktur. Evrenin sahibi tektir. O da, Allah'
tır. "Allah" demek, "en yüce Tanrı" demektir. Bu-
nun anlamı ise: Allah'tan başka insan aklıyla uydu-
rulmuş tanrıların bir geçerliği yok demektir. Bunun
için Allah, en yüce Tanrı'dır. En yüce Tanrı olduğu-
nu da, göndermiş olduğu elçi ve kitaplarla isbatla-
mıştır. Ama uydurulmuş tanrıların böyle bir isbatı
yoktur.

İşte biz Kur'anlılar bu basamaktaki gerçeği, yani
Allah'ın birliği ve tekliği ile beraber herşeye gücü
yetmekte oluşunu ve nihayetsiz büyüklüğünü: "Al-
lahu ekber" ve "Lâilâheillallah" cümleleriyle ifade
etmekteyiz. Eğer sen de bu bu gerceği kabul et-
tiysen, yani Allahu ekber ve Lâilâheillallah demek-
te isen, o halde dördüncü basamağa tırmanabiliriz.

Dördüncü basamakta "Allah'a teslim olmak" vardır.
Allah'a teslim olmanın şartları ise özetle: Doğru ol-
mak, adâletli olmak, namuslu olmak, ibadetli olmak,
iyilikçi olmak ve güzel ahlâklı olmaktır. İnsanı nor-
malleştiren ve dünyanın doğru düzenini sağlayan
bu şartlara uymakla Allah'a teslim olan bir insan,
gerçek ve global dini kazanmış olur. Bu kazanca da
tamam deyip Allah'a teslim olmayı kabul ettiysen,
şimdi son basamak olan beşinciye el atabiliriz.

Beşinci basamak: Allah'a güvenmek'tir. Yani "Allah'
a inanç hem ışıktır, hem kuvvettir. Evet, gerçek i-
nancı elde eden bir adam, kâinata meydan okuya-
bilir. Ve inancın kuvvetine göre olayların baskısın-
dan kurtulabilir. 'Allah'a güvendim' der. Hayat ge-
misinde tam bir güvenle olayların dağlar kadar bü-
yük dalgaları içinde seyreder.Bütün ağırlıklarını her
şeye kadir olan Allah'ın kudret eline emanet eder,
rahatla dünyadan geçer, mezarda dinlenir. Sonra
ebedî saadete girmek için cennete uçabilir. Yoksa,
Allah'a güvenmezse;dünyanın ağırlıkları, uçmasına
değil, belki cehennemin dibine çeker. Fakat yanlış
anlama.Allah'a güvenmek, sebepleri tamamen red-
detmek değildir. Belki sebepleri İlâhî Kudret'in per-
desi bilip uyarak; sebeplere başvurmak ise, bir çe-
şit fiilî dua kabul ederek; sonuçları, yalnız yüce Al-
lah'tan istemek ve O'ndan bilmek ve O'na minnet-
tar olmaktan ibarettir."

Bu beşinci basamağın da gerçeklerini kabul edip
Allah'a güvendiysen, artık mutluluğa ulaştın de-
mektir. Allah seni mutluluktan düşürmesin.

Ey insanlar! Sizler, kendi yarattığınız bir dünya ve
evrende değil, sizi yaratan ve yaşatmakta olan Al-
lah'a ait bir dünya ve evrendesiniz. O halde kimin
dünyasında bulunduğunuzu ve dünya Sahibi'nin
sizden ne istediğini iyi düşünüp biliniz ve gerekeni
yerine getiriniz. Aksi halde başkasına ait bir dünya-
da "kaçak varlıklar" durumuna düşeceksiniz! Bu dü-
şüşten kendinizi süratle kurtarmalısınız. Eğer Allah'
ın dünyasında kaçak yaşamaya devam ederseniz,
bunun sonucu cehennem hapsine atılmak olacak-
tır. Çünkü sizin yaratılmanız ve yaşatılmanız ve yö-
netilmeniz için evren kadar büyük bir masraf yapıl-
maktadır. Siz ise, kaçak yaşayışınızla yani inkâr ve
isyanınızla bu masrafı, yani sizin için yapılan ve ya-
pılmakta olan nihayetsiz iyilik ve güzellik ve mükem-
melliği çöpe atmaktasınız. Acaba böyle büyük bir
nankörlük nasıl cezâsız kalabilir? Cezâsız kalması
hiç mümkün müdür?

Eğer dünya Sahibi'nin gerçek dinine girip izinli ya-
şamaya râzı olursanız, cenneti kazanmış olacak-
sınız. Henüz elinizde zaman ve fırsat varken bu ka-
zancı kaçırmamalısınız. Hem Allah'a ait bir dünya-
da hırsızca ve haydutça kaçak bir hayat yaşamak,
siz yirmibirinci asırlı insanlara nasıl yakışabilir? O
halde size yakışanı yapmak, insanlığınızın gereği
değil midir? Bu gereği yerine getirmekle "hakiki in-
san mertebesi"ne yükseleceksiniz. Bu yükselmeyi
kaybetmemelisiniz. Zira dünyada, "kazanç" için bu-
lunuyorsunuz. Kazancınız nedir?

Not 1: Yüce Tanrı'nın evrene koyduğu yaratış, ya-
şatış ve yönetiş yasalarını melekler yüklenmiş ol-
duğundan, Tanrı'nın bizzat herkesle ve herşeyle
uğraşmasına gerek kalmıyor.Gerek kalmadığından
da yüce Tanrı için yaratmada, yaşatmada ve yönet-
mede bir zorluk yoktur. O sadece gereken emirleri
verir, melekler de verilen emirleri uygular. Böylece
yüce Tanrı, şu on veya yüz milyar trilyon yıldızı bu-
lunan koca evreni bir fabrikatörün büyük bir fabrika-
yı işletmesi gibi işletir; bir başbakanın milyar nüfus-
lu bir ülkeyi yönetmesi gibi kolayca yönetir ve niha-
yetsiz "ruhlu ışık"sal büyüklüğüyle herşeyi kontrol
ve gözetim altında tutar; bütün insanların dualarını
ve diğer canlıların ihtiyaçlarını bir anda duyar ve
görür ve gereken cevabı verir. Googel'ın milyonlar-
ca insanın milyarlarca sualine ve aramasına bir an-
da cevap vermesi gibi.

Not 2: Nur Sûresi 35. âyete göre yüce Allah'ın var-
lığı ışıktandır. Hicr Sûresi 28. âyete göre de Allah
ruh sahibidir.

Not 3: Burada Allah'ın dünyamızdan 50 bin yıl uzak-
ta olduğunu okuyanlar, O'nun aynı zamanda bize
şah damarından daha yakın bulunduğunu da öğren-
mişlerse, şaşırabilir ve O'nun bize hem çok yakın,
hem de çok uzak oluşunun sırrını merak edebilirler.
Bu hem çok yakın ve hem çok uzak olmanın sırrı
şudur: Güneş bize kütlesiyle 150 milyon km kadar
uzaktadır. Fakat ısısıyla, ışığıyla ve ışınlarıyla bize
bizden daha yakındır. Bunun gibi, varlığı ışıksal o-
lan yüce Allah da, yönetim Tahtı ve Kişiliğiyle biz-
den ve dünyamızdan 50 bin yıl kadar uzaktadır. A-
ma yaratma, yaşatma ve yönetme işlerini gerektiren
fiilleriyle, melekleriyle ve herşeyi kuşatmış ve avuç-
lamış ve herşeye nüfuz etmiş olan ruh ve hayat sa-
hibi ışığıyla bize bizden çok daha yakındır. Şu da
bilinmelidir ki: Yüce Allah'ın sahip olduğu ruh ve ha-
yat ve ışık, Kendindendir, başkasından değildir.
Zaten Kendinden öncesi yoktur.

Not 4: Bu uzun makalenin bazı kısımları, Bediüzza-
man Said Nursi Hazretleri'nin 23. Söz isimli risale-
sinden faydalanılarak ve sadeleştirilerek yazılmış-
tır.

Not 5: Kur'ana hizmet etmek isteyen İslâmî Siteler,
bu makaleyi yabancı dillere çevirip yayınlayabilirler.

İmza: Mehdiyet Makamı.

                     Allah'tan başka ilah yoktur.
          Mehdi ve Mesih O'nun kulu ve elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onbeşi, Ramazan sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Hakka dâvet.
Boyut:   Muranizm.

                                                   YAYINLAYAN
                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                       *   *   *


Keine Kommentare: