Sonntag, 26. September 2010

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 17

ATEISTLER SORUYOR KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 17

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.org
sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Sol südur demiş:

"Evet, İslam da pagan, Yahudi/Hıristiyan ve ateist inanç ile
homoseksüele saygı duymak zorunda idi ama öyle yapmadı..
önce kendi dininizi eleştirin!"

Cevap: Bu ateist tartışmacı, İslâm'ı, insan uydurması din ve yasa-
larla karıştırmış! İslâm, zulüm ve kötülüğe ve haksızlığa saygı gös-
termez, onları mahkûm eder. Çünkü İslâm, insan uydurması bir
din değildir. Bunun için o, dinsizliğe ve dinsizliklere saygı göstere-
mez. Cehennemlik olmak istemiyorsanız, siz ona saygı göstere-
ceksiniz. Kıyameti durduracak bir gücünüz olmadığına göre, bu
gerçek geçerli kalacaktır.

***

Eğer Islâmiyet, Hz. Muhammed'in uydurması olsaydı; Hz. Mu-
hammed, "Muhammed" olmaz ancak bir "Firavun" olurdu. Bu
Firavun da, inkârcıları görünmez bir âlemdeki görünmez bir ceza-
ya ve görünmez bir İlah'a havale etmek yerine: "Ben Firavun, bu
Arabistan topraklarının Tanrısıyım. Kim benim Tanrılığımı redde-
derse ve yasalarıma boyun eğmezse, onun vücudunu ateşte kebap
yapip yiyeceğim; fazlasını da kölelerime dağıtacağım. Ama onları
kebap yapmadan önce çeşit çeşit işkencelerden geçireceğim. On-
lar işkence görürken de kadeh kadeh şarap içecek, büyük bir eğ-
lenceyle de acı çekişlerini seyredeceğim. Homoseksüelleri, cinsel
organlarından astıracağım. Vergi vermeyenleri zindanda çürütece-
ğim." Vesare... Görünen ve peşin bir ceza, görünmez ve cok u-
zaktaki belirsiz bir cezadan daha etkili olurdu. Ateistlerin de inkâ-
ra mecali kalmazdı. Mecburen Firavun'a kul olurlardı. İyi ki İslâ-
miyet uydurulmamış! Eğer o uydurma bir din olsaydı, ateistlerin
çekeceği vardı... Ama şimdi onlar çok rahat. Onlar yine de cehen-
neme atılacaklar ama, cehennem "varsa" atılacaklar. Yani: Rahat
rahat kâfirlik yapabilirler... Bu rahatlık onlara, "uydurulmuş" dedik-
leri "indirilmiş din"in bir armağanıdır!

***

Sol Südur demiş:

"Atıyor muyum? Kuran’da yüzlerce ayet Tanrı’ya inanmazsan
derilerinin nasıl cayır cayır ve döne döne yakılacağını anlatıyor…"

Cevap: Siz Kur'ana hem "masal"(!) diyorsunuz, hem de bu
"masal"(!)lara inanarak Kur'anlılardan hesap soruyorsunuz! Kur'
ana inanıyorsanız, hesap sormanız saçmalık. İnanmıyorsanız,
sorduğunuz hesap anlamsızdır!

Siz bu anlamsız ve saçma işleri bırakın da, daha anlamlısı olan
"evreni taramak" işini halledin! Bu halledişle de: "Allah'ı göreme-
dik"; o halde "Kur'an bir masaldır" deme hakkını kazanmış olur-
sunuz... Ama siz bu hakkı henüz kazanmış değilsiniz. Bunun için
de sorduğunuz bütün hesaplar, sizin zulüm ve haksızlığınız olarak
size geri dönmektedir. Dikkat edin, bu haksızlıklar size mezar
olabilir. Mezardaki bakteriler de büyük bir iştahla sizi bekliyor:
"Gelseler de, Nilgün'le Emre'yi bir güzel mideye indirsek" diye
sabırsızlanıyorlar!..

Az kaldı, açlıktan ölmek üzere olan Afrikalı bakteriler, az kaldı.
Çok yakında açlıktan kurtulacak, bayram yapacaksınız, bayram!

***

"Sol südur" lâkaplı Nilgün demiş:

"Hermes daha vicdan nedir bile bilmiyorsunuz. Vicdan rölatiftir.
Siz koyun boğazlayıp ibadet ederken bir Hıristiyan’ın vicdanı
sızlıyor. Buna hemen ‘sen et yemez misin?’ diye itiraz ederler.
Evet yerim, ve başka bir canlıyı – bitki ya da hayvan – öldür-
meden beslenememem.Tanrı’yı inkar etmemin temel nedenlerin
birisi zaten…. Bu ne vahşettir ki, hayatta kalmak için bir başka
canlıyı öldürmek zorundayım! Böyle bir zorunluluk ancak iyi bir
Tanrı yerine kendi başına bırakılmış bir doğa açıklamasıyla
mantıki temele oturtulabilir."

Cevap: Siz, Allah'tan daha merhametli olamazsınız. Eğer O'ndan
daha merhametli olduğunuzu düşünüyorsanız, O'ndan "daha üstün"
sünüz demektir. Bu da sizin bir "Yaratıcı" olabileceğinizi gösterir...
O halde uzayda başka bir dünya yaratın ve orada bitki ve hayvan-
larla beslenmeyen insanlar var edin. Böylece herkesi "vahşî" ol-
maktan kurtarmış olursunuz!...

"Kurban Bayramı" yaklaşıyor! Yeni dünyanızı hemen kurup, o
"vahşet(!)"i önlemelisiniz...

Ah! Allah'ı inkâr etmekle ne büyük bir vahşet içinde olduğunuzu
bir bilseniz... Bilseydiniz, o vahşet içinde debelenmezdiniz.

***

Nilgün demiş:

"Ben Tanrı’yı inkar ederek çevreme vahşet ve zulum saçmıyorum;
yalnızca bir görüş benimki; kimseye zararı yok ama Tanrı, o bunu
yapıyor! Minicik bedenler nasıl oluyor da kansere yakalanıyor,
bacakları kopuyor? Nasıl bir Tanrı bu? ...Yalnız biliniz ki Allah’ı
inkar etmek asla vahşet değildir; düşünce vahşet olamaz; vahşet
eylemdir ve eylemi gerçekleştiren Tanrı’dır!"

Cevap: Allah'ı inkâr eden bir ateist, Allah'ın insanları imtihan edi-
şini de kabul edemez. İmtihanı kabul etmeyen, dünyadaki kötü-
lüklerin de "başıbozuk olaylar" olduğunu kabul etmek zorunda
kalır.

Allah'ı inkâr etmek ise, dünyadaki en büyük vahşettir! Çünkü in-
kâr, sadece bir "düşünce" değil, aynı zamanda bir "hüküm"dür.
Hüküm ise, "eylem" doğurur. Zaten inkârcı ateist de Allah'a kar-
şı mücâdelesini, verdiği hüküm üzerinden yürütüyor. Allah'a karşı
savaşıyor. Bu savaşına da; "bu bir eylem değildir, bu bir vahşet
değildir" diyor! Savaştaki bir askerin, düşmanını öldürürken; "ben
savaşmıyorum, savaş oyunu oynuyorum" demesi gibi bir şey bu!
Eğer ateistin verdiği bir hüküm ve kabüllendiği bir inanç olmasay-
dı, Allah'a karşı bu savaşı sürdüremezdi. En azından "agnostik"
kalırdı. Ama agnostikliğe bile razı olamıyorlar. Sanki ellerinde, bu
evrenin bir Sahibi olmadığına dair kesin bir delilleri varmış gibi!

Fakat inkârda diretmeleri onlara saadet vermiyor. Saadet bula-
madıkları da şu sözlerinde gizlidir: "Minicik bedenler nasıl oluyor
da kansere yakalanıyor, bacakları kopuyor? Nasıl bir Tanrı bu?"
İşte onların bu sözleri, "şefkâtin acizlik yüzünden acıya dönüşü"
dür. Bu tedavi edilemez acının acısını da, Tanrı'ya çatarak çıkarı-
yorlar! İnkârcılıktan çıkmadıkları müddetce de onlar bu acıların
girdabında kıvranmaya mahkûmdurlar.

Çünkü bir inkârcıda akıl; geçmişin acıları ve geleceğin korkuları
yüzünden bir "azap âleti"ne dönüşür. Sevgi ve aşk ise, ölümün e-
bedî ayırıcılığından, sonsuz bir hasret ve yanışa inkilâp eder. Şef-
kât de, acizlik yüzünden acılı bir belâ olur.

Fakat Allah'a inanan bir inançlıda durum farklıdır ve tam tersidir.
Çünkü Allah'a inanç ve teslim, geçmişin acılarını sevaba, gelece-
ğin korkularını da, "her şeyin Allah'ın elinde olması" güvencine dö-
nüştürdüğünden, inançlıdaki akıl bir azap âleti olmaktan çıkar,
rahmet âleti olur.

İnançlıdaki sevgi ve aşk ise, ölüm, ebediyete göçmüş dostlara ve
Allah'a kavuşma olduğundan, sonsuz bir aşk ve sevgiye dönüşür.

Ondaki şefkât de, Allah'ın, yarattıklarına daha merhametli olma-
sından ve O herkesin ve herşeyin "Sahibi" olmasından, acılı bir
belâ olmaktan çıkar, tatlı bir hüzne inkilâp eder.

Nilgün demiş:

"…Dinlerdeki hep aynı safsata; döndürülüp önümüze sürülüyor.
İyilikler hep öteki dünyaya, bilinmeyene havale ediliyor…Zavallı
insana yalnızca emirleri yerine getirmek karşılığında öteki dünya
rüşveti sunuluyor…Sonsuz mutluluk.. ama burada, şimdi değil…
bilinmeyen hayali bir dünyada.."

Cevap: Allah'ı inkâr eden, O'nun ötedünyasını da kabul edemez.
Ama doğmamaya gücü yetmemiş ve ölmemeye de karşı koyacak
bir gücü olmayan bu inkârcıların, âhiretin olmayacağını isbatlaya-
cak delilleri de yoktur. Delilsiz oldukları halde inkârda diretmeleri,
onların ne büyük bir vahşet içinde olduklarını gösteriyor!

Bu dünya bir "imtihan" yurdudur. İmtihanda kazanılacak sonuçla-
rın karşılığı bu dünyada verilemez. Çünkü dünya ve hayatı bunun
için yeterli bir yer ve vakit değildir. Sonuçların karşılığı için çok
büyük ve ebedî bir mekân lâzımdır. Evrenin Sahibi ise, ateistlerin
keyfine göre hareket edemez; onların hatırı için dünyayı cennete
döndüremez!

Nilgün demiş:

…Semavi dinlerin sembolü ise Tanrı karşısında şeytan zaten….
Eğer sizce şeytan Tanrı gücünde değilse, o takdirde dünyadaki
ikilemi reddediyor olmalısınız…dikkatli olun fena halde bir çeliş-
kiden diğerine savruluyorsunuz…ikilem ya vardır ve şeytan ile
Tanrı eşit güçtedir ya da ikilem yoktur…"

Cevap: Allah, iktidarını göstermek ve insanı imtihan etmek için
şeytanı yaratmış ve onu Kendine "muhalif" yapmıştır. Ama şey-
tandaki bu muhalefet gücü, onun kendi gücü değil, Allah'a ait kü-
çük bir kuvvettir. Bir robot ancak Robotçunun verdiği güç kadar
kuvvetli olabilir ve o da Robotçunun elindedir. Şeytanın Allah'a
muhalefeti ise; bir halk ve devlet düşmanı isyankârın, Padişaha
isyanı gibidir. Padişah ise, o isyankârı istediği zaman yok edebi-
lecek güçtedir. Fakat kalp ve kafaları vahşetle dolu inkârcı ate-
istler bunu da kabul edemezler ve şeytanı Allah'ın karşısına, Tan-
ri gücünde bir Tanrı olarak dikerler. Âdeta Allah'tan intikam al-
maya çalışırlar. Hem O'na inanmazlar, hem de O'na karşı sava-
şırlar! Bu savaşlarına da: "Mâsûm düşünce" derler!

Vahşetin böylesi ancak inkârcı ateistlerde görülür...

Allah ise, ikileme uymak zorunda değildir. O, ikilemin üzerindedir.
Çünkü zıtları yaratan ve sınama için onları dövüştüren O'dur.

İslâmiyetin (mânevî) sembolü ise: Tevhid, Teslim, Tevekkül'dür.
Veya: Adalet, İbadet, Merhamet ve İyilikçilik'tir. (Bunlar aynı
zamanda İslâmiyet'in temel ve şartlarıdır.) Maddî sembolleri ise;
sarık, sakal, çarşaf'tır. Mânevî gözleri kör olan ateistler de bu
maddî sembollere takılır kalırlar. İslâmiyeti onlardan ibaret sanır-
lar. Veya gözleri recm ve el kesme'den başka bir şeyi görmez.
Halbuki Kur'anda recm yoktur. Hırsızın elini kesmek cezası ise,
şartlara göre değişebilir ve kaldırılabilir hukukî bir meseledir.
Çünkü İslâmiyette asıl olan, ceza vermek değil, "adalet" etmektir.
Müslümanlar da bunu yerine getirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla,
şartlar değişmişse, hükümleri de değiştirmek zorundadırlar. Bu
zorunluğu yerine getirmeyenler de, "zalim" olurlar.

Eğer "müslümanım" diyenler bu (mânevî) sembollerin gereğini ye-
rine getirmiyorlarsa, onlar İslâmiyet'ten çıkmış veya uzaklaşmış
demektir. Onların bu aykırı haliyle de o semboller varlığını ve hak-
kaniyetini yitirmez, kaybetmez. Onların ışığına sadece perde olur-
lar. Işık isteyen de bu perdeyi kaldırmayı bilir. Kaldır perdeyi, ka-
vuş ışığına! Işığa gözünü kapatan, yalnız kendini karanlıkta bırakır.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Keine Kommentare: