Donnerstag, 14. Mai 2020

DİNSİZLERE İNANÇSIZLARA İNKÂRCILARA VE ATEİSTLERE SORUYORUZ: ALLAH'A NEDEN İNANMIYORSUNUZ?

   DİNSİZLERE İNANÇSIZLARA İNKÂRCILARA
               VE ATEİSTLERE SORUYORUZ:
         ALLAH'A NEDEN İNANMIYORSUNUZ?

         inkârcıları görmekte olan ALLAHın adıyla


Evet, neden inanmıyorsunuz? Allah'ı görmediğiniz
için mi? Yoksa bu evreni ve içindekileri maddenin,
tesadüflerin ve kendikendineliğin yaratabileceğini
düşündüğünüz için mi? Yoksa O'na inanmayı ge-
reksiz gördüğünüzden mi?

Şimdi bu sebeplerden dolayı inanmadığınızı düşü-
nelim ve gerekli cevapları verelim.

"Madem Allah'ı gözlerimizle göremiyoruz, o halde
Allah'ın varlığından bahsedemeyiz" mi diyorsunuz?

Önce şunu kabul etmelisiniz: Görünmemek olma-
maya delil olmaz. Ve gözün görme kuvveti de sınır-
lıdır, herşeyi göremez. Meselâ mikrobu gözünüzle
göremezsiniz, ama meydana getirdiği hastalıkla o-
nun varlığını anlarsınız. Veya bir tıp uzmanı mikro-
bu mikroskopla görür, siz de ona inanırsınız. De-
mek görünmemek yok olmak değildir. Ve sıradan
halkın göremediğini, konunun uzmanı olan başka
biri görebilir ve o görünmeyen şey, meydana getir-
diği etkilerle kendini gösterir, varlığını bildirir.

İşte evrenin ve içindekilerinin sahibi olan tek Tanrı
Allah da böyledir. Gözlere görünmez, ama varlığı
kesindir. Çünkü evrenin ve içindekilerinin varlığı,
O'nu gösterir. Çünkü bir eser sanatkârsız meyda-
na gelmez. Şu yeryüzünde ve evrende milyonlar,
milyarlar eser var. Bu muhteşem eserler nasıl sa-
hipsiz ve sanatkârsız olabilir?

Diyebilirsiniz: Evrenin bir Sanatkâr'ı varsa, O'nu ne-
den göremiyoruz?

Çünkü biz o büyük Sanatkâr'a çok uzağız. Çünkü o
büyük Sanatkâr kişiliğiyle göklerin üstünde ve evre-
nin ötesindedir. Fakat o büyük Sanatkâr bu uzaklı-
ğıyla beraber ruh ve ışığıyla ve herşeyi görmesi ve
bilmesiyle bize çok yakındır. Yani Güneş gibidir.
Güneş bize çok uzaktır, ama ışığı, ışınları ve ısısı
bize çok yakındır. İşte Allah da böyledir; hem çok
uzakta hem çok yakındadır.

Bir tıp profesörünün mikrobu mikroskopla görmesi,
bizim ona inanmamız için yeterli oluyorsa, Peygam-
berlerin ve Kitapların Allah'tan haber vermesi de bi-
zim için yeterli olmalıdır. Çünkü Peygamberler Al-
lah'tan aldıkları vahiyle Allah'ın sesini duyuyorlar
veya mesajını alıyorlar. O'nun konuşmasını işitiyor-
lar. Hz. Musa, Allah ile perde arkasından konuş-
muştur. Hz. Muhammed, Allah'ın dâvetiyle O'nun
huzuruna çıkmış ve O'nu görmüştür. İşte bu gör-
me, duyma ve konuşmalar da bizim için Allah'ın
varlığına inanmada yeterli olmalıdır. Çünkü bir tıp
uzmanının da mikrobu görmesi bizim için yeterli ol-
maktadır. Mikrobu görmesek de ona inanıyoruz.
Din sahasının uzmanları da Peygamberler, Evliya-
lar ve Âlimlerdir. Onların sözüne inanmak zorunda-
yız. Onların sözlerini kabul etmezsek, dünya bilgin-
lerinin de sözlerini inkâr etmek zorunda kalırız. Ma-
dem onların sözlerini red ve inkâr edemiyoruz, o
halde din sahasının uzmanlarının sözlerini kabul
etmeliyiz.

Son Peygamber Hz. Muhammed'in ve son Kitap
Kur'an'ın sözlerini kabul ettiğimizde; maddenin, ta-
biatın, tesadüfün, kendikendineliğin ve enerjinin
"Yaratıcı" olamayacakları anlaşılmış olur. Ama biz
yine de onlarla ilgili şüpheleri gidermeye çalışalım.

1- Madde yaratıcı olamaz. Çünkü ruhu, aklı, bilgisi
yoktur. "Herşeyi madde yaratmaktadır" diyenler,
herşeyin kendikendini yarattığını iddia etmiş olurlar.
Ama bu iddianın isbatı yoktur. Çünkü birşey hem
yaratıcı hem yaratık olamaz. Bir şey ya yaratıcı olur,
ya da yaratık. Meselâ bir tablo yaratıktır. Bu tabloyu
tablodaki kâğıt ve boyalar yapmamıştır. Kim yap-
mıştır? Onu bir ressam yapmıştır. Ressamın da
ruhu, kalbi, aklı, bilgisi ve sanatkârlığı vardır. Bun-
lara sahip olmayan bir kimse ve şey o tabloyu
yapamaz.

İşte evren ve içindekiler de böyledir. Evreni ve için-
dekileri madde ve atomlar ve enerji değil; ruh ve ı-
şık, bilgi ve sanatkârlık, görme ve duyma, irade ve
kudret ve konuşma sahibi Allah yaratmıştır. Allah,
madde ve enerji ötesi eşsiz bir Varlık'tır. O bir yok-
luk değildir. O bir yokluk olmadığı için de O'nu yok
sayamayız. Evren ve içindekiler varsa, Allah da
vardır. Eğer evren ve içindekiler harekette ise, Al-
lah da yönetim başında demektir. Eğer evrende
düzen varsa, kaosta değilse; Allah bir ve tek de-
mektir. Çünkü bir ülke bir tek Başbakan tarafından
yönetilir. İki başbakan ise ülkeyi karıştırır, kaosa
sürükler. Iki başbakanın ortak olması ise, onların
âcizliklerini gösterir. Allah'ın ise âcizliği yoktur. Â-
cizliği olmadığı için de bir ortağa ihtiyacı yoktur.
Bunun için Allah tektir. Bu sebeple de: "Allah'tan
başka ilah yoktur" diyoruz. Hiçbir yaratık da Allah'a
ortak olabilecek kudrette ve seviyede değildir. Al-
lah tek olduğunu Kendisi de bildirmiştir. Bize de O'
nun bildirisine inanmak düşer. Öyle ise Allah'ın var-
lığına, birliğine, teklik ve ortaksızlığına inanalım,
kabul edelim. Kabul ettik mi? Kabul ettiyseniz, artık
siz bir "inançlı"sınız.

Ama bu inancınızda şu gerçek de dahil olmalıdır:
Allah'ın insan soyundan bir eşi yoktur. Eşi olmadı-
ğından da O'nun oğlu ve kızı yoktur. Çocuğa da ih-
tiyacı bulunmuyor. Çünkü Kendisinin ölmezliği ve
sonsuz bir hayatı vardır. Hayatı sonsuz olan ve â-
cizliği olmayan bir Yaratıcı'nın da çocuğa ihtiyacı
olmaz.Dolayısıyla Meryem oğlu İsa Mesih'in "Allah'
ın oğlu" olması mümkün değildir. Allah'da gönder-
diği Kur'anda eşi ve oğlu olduğu iddiasını kesinlikle
reddetmiştir. Çünkü herşeyin yaratıcısı Allah'ın, in-
san soyuyla bir eşitliği ve benzerliği yoktur. Res-
sam ile onun yaptığı tablo eşit olabilir mi? Hem
tablo Ressam'ın oğlu mudur, kızı mıdır? Her ikisi
de değildir! Ya nedir? Tablo Ressam'ın "eseri"dir,
yani yaratığıdır. Aynı şekilde insan da Allah'ın oğlu-
kızı değil, O'nun eseri ve yaratığıdır. Yaratan ile ya-
ratığı eşitlemek, tek Tanrı Allah'a en büyük küfür-
dür. Bu küfür derhal son bulmalıdır.

Allah'a ve tekliğine inançtan sonra en önemli inanç
şartı, "âhirete inanmak"tır. Allah'a inanmayanlar âhi-
rete de inanmaz. Âhirete inanmayanların durumu
anne karnındaki çocuğun hâline benzer. Anne kar-
nındaki çocuk Dünya'dan ve yeryüzünde yaşamak-
ta olan anne-babasından habersizdir. Şimdi biz bu
çocuğu akıllı farzedip ona bir elçi göndersek ve
dense: "Sen bir annenin karnındasın. Senin bir de
baban var. Anne karnından çıktıktan sonra anne-
babana kavuşacaksın ve yepyeni ve çok geniş bir
Dünya ile karşılaşacaksın." Eğer o çocuk bu habe-
re inansa isabet etmiş olur. Eğer inanmazsa yine
de o haberin doğruluğunu görecek, şaşıracaktır.
Onun inkârı işe yaramayacak, sonucu değiştirme-
yecektir. İşte âhirete inanmayanların inkârı da böy-
ledir. Onlar Dünya karnında, anne karnındaki inkâr-
cı çocuk gibidir. Ölümle ve kıyametle Dünya'dan
ötedünyaya geçerler ve hesap soran bir Yaratıcı
Allah ile karşılaşırlar. Ama bu karşılaşma onları Al-
lah'ın ateşli hapishanesine gönderir. Pişmanlıkları
bir işe yaramaz. Çünkü imtihanı kaybetmişlerdir. A-
kıllı insanlar ise zaman varken önceden uyanır,
cenneti kazanır. Bu kazancın temel şartları da; Al-
lah'a, âhiretine, meleklerine, peygamberlerine, ki-
taplarına ve kaderine inanmaktır.

2- Kendikendinelik yaratıcı olamaz. Çünkü herşey
bir üsttekinin etkisi altında olduğundan kendikendi-
nelik yoktur. Bir üstteki etki olmadığında ise bir alt-
taki var olamıyor veya varlığını sürdüremiyor. Me-
selâ Günes etkisi'ni gökten kaldırdığımızda yeryü-
zünde hayat söner. Galaksiler ortadan kaldırıldığın-
da Güneş sistemi de varlığını sürdüremez. Yıldız-
lar ve galaksiler Allah'tan enerji alamadığında da
her şey söner. Demek en üst etkileyici Allah'tır.
Allah olmadan hiçbir şey varolamaz.

3- Tesadüf yaratıcı olamaz. Çünkü kendikendineli-
ğin olmadığı bir yerde tesadüfe yer yoktur. Tesa-
düfe yer olduğunu farzetsek bile, tasadüf yine de
yaratıcı olamaz. Çünkü yaratıcılıkta tesadüfe yete-
cek zaman yoktur. Meselâ "Büyük Patlama"dan
sonra atomun oluşumunda bir atom parçacığının
saniyenin yüz binde biri kadar çok kısa bir zaman
içinde hedefini bulması gerekir. Bulamazsa, atom
oluşamaz ve evren de ortaya çıkamaz. Hedefini
bulamamış o atom parçacığının ise: "Hedefimi
bulamadım. Geri dönüp bir atılım daha yapayım
belki hedefimi bulurum" diyecek kadar fazla zama-
nı yoktur. İlk atılımda hedefini bulması gerekiyor.
Bu da ancak çok derin bir bilgi, hesap ve görme ile
mümkün olabilir. Tesadüfün ise ne bilgisi vardır, ne
aklı ve ne de görmesi. Akılsız, bilgisiz, kör bir şeyin
ise her atışta hedefi vurması mümkün değildir. Ev-
reni yaratacak birinin ise her atışta hedefi vurması
gerekiyor. Yoksa evren oluşamaz. Demek, tesadü-
fün de yaratıcılıkla bir ilgisi yoktur. Çünkü tesadüf
kendikendine haraket edemez. Onu harekete geçi-
recek bir etkiye muhtaçtır. Onu harekete geçirecek
en büyük kusursuz etki ise ancak Allah'tır, evrenin
sahibi tekTanrı'dır.

4- Tabiat yaratıcı olamaz. Çünkü "doğa" dediğimiz
tabiat dört parçadan oluşur. Onlar da; hava. su,
toprak ve Güneş'tir. Bu dört parça tek kalırsa bir i-
şe yaramaz. Ancak dördünün bir arada olmasıyla
yeryüzünde hayat oluşabilir. Meselâ su olsa, Gü-
neş olmasa, su donar bir işe yaramaz. Güneş ol-
sa su olmasa, hayat oluşamaz. Güneş'in su yarat-
ma bilgisi ve iradesi yoktur. Ayrıca Güneş Dünya'
ya biraz fazla yaklaşsa, denizler tamamen buharla-
şır ve yok olur. Bu da yeryüzünü yağmursuz bırakır.
Yağmursuzluk ise, bitkilerin doğumunu önler. Su-
suz toprak ise bir işe yaramaz ve toprak, su yarata-
maz.

Demek kendi başlarına kaldıklarında bir işe yara-
mayan bu dört tabiat parçasını hem biraraya ge-
tirmek, hem de ölçülü olarak birbirine yaklaştırmak
gerekiyor ki, hayatın oluşumuna yarayabilsinler. Ak-
si halde hayatın oluşması mümkün olmayacaktır.
İşte bu dört tabiat parçasını ölçülü olarak ancak on-
ların yaratıcısı olan Allah biraraya getirebilir ve on-
ları işletir. Yoksa o bilgisiz ve akılsız varlıkların ken-
di başlarına hayatı oluşturmaları mümkün olmaz.
Kendi başlarına kaldıklarında ve ölçülüce biraraya
getirilmediklerinde hayat doğurucu olamayan o
dört tabiat parçasının etkisi yalnızca Dünya'da ge-
çerlidir. O parçaların evrene etki edecek, onlara
söz geçirecek bir güçleri yoktur. Bundan da anla-
malıyız ki, doğa ve tabiat "Yaratıcı" değil, yaratı-
lan ve kullanılandır. Onları kullanan da ancak Allah'-
tır. Çünkü herşeye gücü yetmeyen bir şey ve kim-
se, tabiat parçalarına söz geçiremez, onları birara-
ya getirip işletemez. Tabiat kanunları ise; o kanun-
lar, "kanun koyucu"yu gerektirir. Kanun Koyucu ol-
madan, o kanunlar varolamaz. Tabiat parçaları da
kanun yaratamaz. Çünkü ruh ve akıl sahibi değildir-
ler.

5- Enerji de maddenin durumundadır. Ruh ve aklı
olmayan enerji, onu kullanacak bir ruh ve bilgi-he-
sap sahibi Yaratıcı ve Yönetici olmadan bir işe ya-
ramaz. Enerji kendi başına hiçbir şey yapamaz.
Demek enerji de Allah'ın bir yaratığıdır. Benzini
otomobilin deposuna doldurmazsanız, o benzin
kendi başına gidip otomobili çalıştırabilir mi? O
halde evrenin Yaratıcısı'nın "enerji" olduğunu da
iddia edemeyiz. Çünkü evrenin Yaratıcısı, ruh ve
ışık sahibi, yarattıklarına benzemeyen ve onlarla
eşitliği olmayan eşsiz bir Varlık'tır. Biz o eşsiz
Varlığa Tanrı veya Allah diyoruz.

Yaratıcı'yı inkâr edenlerin, yaratılışı madde ve tabi-
ata veya kendikendinelik ve tesadüfe vermekten
başka çareleri kalmaz. Fakat bu çare onları gerçe-
ğe götürmüyor, götürmez ve götürmeyecektir. Ger-
çek ancak Allah'ın varlığına inanmadadır.

Allah'a inanmayı gerek görmeyenler olabilir. Ama
neden gerek görmezler? Acaba ölümü mü öldür-
müşlerdir? Dünyada sonsuz kalmanın yolunu mu
bulmuşlardır? Evreni yaratacak ve yönetecek bir
güce mi ulaşmışlardır? Tüm dünyanın ve evrenin
sahibi mi olmuşlardır? Asla! Bunların hiç birine sa-
hip değillerdir. Tam aksine. Ölüme mahkûmdurlar.
Âcizlik, fakirlik ve muhtaçlıkları sonsuzdur. Dünya-
nın tümüne de sahip değillerdir. O halde Allah'tan
müstağni olmak, O'na ilgisiz kalmak niye? Böyle bir
şey ancak nefsin gururundan olabilir. Ama böyle bir
gururla ne elde edilir? İnsan hangi âcizliğini yenebi-
lir? Hangi muhtaçlığını giderebilir? Ölümü gururla
öldürmek mümkün mü? Kalbin ebediyet arzusunu
nasıl karşılayabilir? İnsana verilmiş hayat bir teşek-
kür gerektirirken, bu teşekkürü yapmaktan nasıl
kaçılabilir? Ve nereye kadar?

O halde ey insan! Nihayetsiz âciz, fakir ve muhtaç
olduğunu gör. Ölümü öldüremeyeceğini ve öldüre-
mediğini bil. Saadetli ebedî bir hayata muhtaç ol-
duğunu kabul et. Bütün bu muhtaçlıklarını ise ancak
herşeye gücü yeten ve herşeyin sahibi olan bir Al-
lah karşılayabilir. Eğer bu karşılığı istersen, Allah'ı-
nı bil, bul, inan ve O'na teslim ol. O'na teslim olma-
nın gerekleri ise; haklı, adâletli, namuslu, ibadetli,
güzel ahlâklı ve iyilikçi olmak ve onlara dayalı bir
yaşam kurmaktır. Eğer bu yaşamı kabul etmezsen;
gerçek insan olamayacak ve bitki, hayvan ve şey-
tan seviyesinde bir varlık olarak kalacaksın. Gel,
sen bu en alçak seviyeye râzı olma. Seni gerçek
insanlık seviyesine çıkaracak olan Yaradan'a teslim
oluş ipine sarıl ve yüksel.

İmza: Mehdiyet Makamı.


Not 1: Rockefeller ve Rothschild Aileler'inin belki
dünyanın yarısını satın alacak kadar servetleri var-
dır. Fakat onların serveti, ölümü öldürmeye ve dün-
yayı ebedîleştirmeye yetmez. Onlar da, Allah'ın on-
ları ölümlerinden sonra tekrar diriltip saadetli ebe-
dî hayata kavuşturmasına muhtaçtır. Demek Allah'
a inanmayı gerekli görmemekte bir hayır ve kazanç
yoktur. Gerçek kazanç ve zenginlik isteyen, Allah'a
yönelmeli.

Not 2: Bu bildiri muhataplarına iletilmelidir.


                                 Tanrı tektir.
   İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.


Zaman:  Yeni Çağ'ın yirmisi, Mayıs ortası.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut:    Muranizm.

                                                   YAYINLAYAN
                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                       *   *   *




Keine Kommentare: