TANRI VAR MIDIR YOK MUDUR?
varlığı şüphesiz olan tek TANRInın adıyla
Bu sualin
cevabı
olarak: "Tanrı yoktur demem, var-
dır da demem" diyenler vardır. Yani böyle diyenler,
inanmayı kabul etmediği gibi, inkâr da etmiyor. Yani
inkâr ile
inanç
arasında
duruyor. Fakat sonuçta i-
nanmayı kabul etmemiş oluyor.
Eğer bu suali bize sorarsanız, cevabımız şudur:
"Tanrı yoktur" demeyiz. Çünkü yaratılışa, yaşatılışa
ve
yönetilişe
muhatap olan içinde
yaşadığımız bir
evren
var. Bu evreni ve içindekileri akıllı varlıklar o-
lan biz
insanlar yaratmadık
ve yaratamayız.
Bu ya-
ratışı, insan aklının aşağısında olan diğer canlılar
ve cansızlar da yaratamaz ve yaratamıyor. O halde
bu evreni
"kim" yarattı? Kim işletiyor? Ve kim yöne-
tiyor?
Acaba akıllıların ve akılsızların yaratamayacağı bu
evren
kendi kendine mi oluştu? Acaba bir şey, bir
etkileyici
olmadan ve belirli bir hedefi bulunmadan
başka bir şeye dönüşebilir mi? Cevap: Dönüşe-
mez! Hadi
gösterin, bir etkileyici olmadan bir şeyin
başka bir şeye dönüştüğünü! Gösteremezsiniz.
Meselâ
ortada gözümüzün önünde bir deniz var. E-
ğer
güneş
olmazsa, bu denizin suları kendi kendine
buharlaşamaz. O halde diyebiliriz:
"Kendi kendine
oluşum yoktur." Kendi kendine oluşum yoksa ve
mümkün değilse, bu evren de ve içindekiler de
kendi
kendine oluşmamıştır. O halde onların bir
"oluşturucu"su vardır. O oluşturucu biz insanlar ve
bizim altımızdaki varlıklar olmadığına ve olamadı-
ğına
göre, başka
BİRİ var demektir. O "Başka Biri"
yi biz,
O'ndan haber almadıkça, O bize bir bilgi
göndermedikçe bilemeyiz. Bilim de bilemez. Çün-
kü
bilimin görevi, varlığın ve evrenin ve içindekileri-
nin
"nasıl
oluştuğu"nu çözmeye çalışmaktır. Bilim,
"kim
oluşturdu"
diye sormadığı
için,
Tanrı'nın varlı-
ğında
ve yokluğu
konusunda bilgisizdir. Bu halde
Tanrı'nın varlığı ve yokluğu hakkında bilime soru
soramayız. Bu durumda kime soracağız? O Başka
Biri bize
bir elçi
göndermedikçe
sorabileceğimiz
kimse
yoktur.
İşte
insanın
bu çaresizliği karşısında o "BaşkaBiri";
İsa'yı, Musa'yı ve Muhammed'i elçi olarak gönderip
ve
ellerine İncil'i,
Tevrat'ı
ve Kur'an'ı
vererek Kendi'
ni tanıtıyor. Bu tanıtım karşısında insanların bir kıs-
mı inanıyor, bir kısmı da inkâr ediyor. İnananlar, a-
radığı cevabı buluyor. İnanmayanlar ve inkâr eden-
ler ise
kendilerini cevapsız bırakıyor, doğru cevap
yerine
yanlış
cevaplara sarılıyorlar veya uyduruyor-
lar.
Tabii uyduranların
uydurdukları,
gerçeği göster-
mez. Biz
ise gerçeği arıyoruz. O gerçeği de, evre-
nin Sahibi'nin
gönderdigi Kitap'ta yani Tevrat'ta,
İncil'de
ve Kur'anda buluyoruz.
Tanrı katından gönderilen ve önceki kitapları içeren
Kur'an'da
ne buluyoruz? Evrenin bir Sahibi olduğu-
nu, o
Sahip'in fiil, sıfat
ve isimlerini, O'ndan başka
tanrı olmadığını, insanın dünyadaki görevinin ne ol-
duğunu, nasıl ve niçin yaşaması gerektiğini; inan-
manın, inkâr etmenin, inançsız kalmanın ve din
konusunda ikiyüzlülük etmenin sonuçlarının ne
olduğunu buluyoruz.
Ortada
evrenin Sahibi'nden haber veren bir Kur'an
varken
"Tanrı
vardır
demem" demek, inançsızlıktan
başka birşey değildir. Fakat biz inançlılar, Kur'an'a
ve onun
vasıtası olan Muhammed Hazretleri'ne da-
yanarak
"Tanrı
vardır"
diyoruz. Ve bu yüzden "Tanrı
yoktur"
demiyoruz.
Sual:
Tanrı
kime denir?
Cevap: Bu
evreni ve içindekileri
yaratıp
yaşatan
ve
yöneten'e
"Tanrı"
denir. Yani evreni ve içindekileri
yaratacak,
yaşatacak
ve yönetecek güce, bilgiye,
servete,
ezelî ve sonsuz hayata ve bunlarla birlikte
görmeye,
duymaya ve iradeye sahip olmayana; ay-
rıca tekliği, ortaksızlığı, çocuksuzluğu bulunmayana
"Tanrı" denmez. İşte "gerçek Tanrı" budur. Ve işte
Kur'anlılar da bu tek ve gerçek Tanrı'ya "Allah" de-
mektedirler.
Arapça
"Allah" kelimesinin Türkçe kar-
sılığı: "Yüce Tanrı" demektir.
Sual: Kaç türlü Tanrı vardır?
Cevap: Üç türlü Tanrı vardır. Bunların birincisi, yu-
karıda özelliklerini saydığımız ve Kur'an'ın haber
verdiği tek ve gerçek Tanrı'dır. İkincisi; insanların
kendi akıllarıyla uydurdukları tanrılardır. Bunlar da;
el ile
yapılmış putlar veya ayın, güneşin, yıldızın
veya bazı hayvanların ve doğanın tanrılaştırılması-
dır. Üçüncüsü ise; insanın kendini veya başka in-
sanları tanrılaştırmasıdır. Tabii ikinci ve üçüncü tür-
lü tanrılar, "sahte tanrı"dır. Çünkü bu sahte tanrıla-
rın evreni ve içindekileri yaratacak, yaşatacak ve
yönetecek
sonsuz gücü, bilgisi, serveti, ezelî ve e-
bedî
hayatı,
iradesi ve bunlarla birlikte herşeyi gör-
mesi,
duyması,
bilmesi yoktur.
Buradaki
Tanrı
tarifinden de anlamalıyız ki; İsa, Mu-
sa ve
Muhammed gibi peygamberler Tanrı olamaz.
Çünkü
onlar, "yaratılmış" varlıklardır. Gerçek Tanrı
ise,
yaratır,
ama yaratılmaz.
Ey yaratılmış ve yaşatılmakta olan insanlar! Sizleri
yaratmış ve yaşatmakta olan tek ve gerçek Tanrı'
nızı biliniz ve O'na inanınız. Çünkü ortada iki redde-
dilmez
gerçek
var. Biri, içinde
yaşadığınız evren ve
üzerinde
bulunduğunuz
dünya ve onlarda üretilen
hayat ve
yaratılıp yaşatılmakta olan canlılardır. İkin-
cisi,
evrene ve içindekilere
ve onlardaki faaliyetlere
sahip çıkan bir Tanrı'nın varlığını bildiren Kur'an'dır.
Bu iki
reddedilmez gerçek
kabul edilmelidir. Çünkü
evreni ve
içindeki
faaliyetleri kendi kendiliğe ve te-
sadüfe ve
başıboşluğa veremezsiniz. Çünkü acaba
siz hangi
işinizi
ve eserinizi tesadüfün ve kendi ken-
diliğin eline bırakır, onları başıboşluğa terkedersi-
niz?
Madem böyle yapmazsınız, o halde evreni ve
içindekileri de tesadüfün,
kendikendineliğin
ve ba-
şıboşluğun eline bırakamazsınız. Onları, onlara sa-
hip çıkan ve bu sahipliğini Kur'an ile bildiren tek ve
gerçek Tanrı'nızın eline vermek zorundasınız.
Hem siz
acaba kendikendine ve tesadüfen oluş-
muş ve başıboş kalmış ama çok mükemmel mal-
lar ve eşyalar üretmekte olan bir fabrika
gördünüz
mü ki, bu
içinde
eşsiz
bir hayat ve sizlerin de üretil-
mekte ve
yaşatılmakta olduğu evren fabrikasını
kendi
kendiliğe,
tesadüfe ve başıboşluğa bıraka-
caksınız? Bu muazzam, çok mükemmel ve eşsiz
fabrikayı, onun Gerçek Sahibi'ne vermeniz ve o Sa-
hip'e
inanmanız
gerekmez mi? Elbette doğru ve in-
sanî düşünce bunu gerektirir! Aksi ise, gerçekleri
inkâr
etmektir.
Bu inkârı işleyenler için ise ebedî bir cehennem ol-
duğu, Kur'an ile insanlığa bildirilmiştir. İnkârcılar ve
inançsızlar için ebedî bir cehennemin varlığı hak ve
adâlettir.
Çünkü
yapılan
bu inkâr ve inançsızlıkla bü-
tün evren
ve içindeki
eşsiz
faaliyetler ve onlar için
yapılmış hadsiz masraf çöpe atılmış ve bu sarfiyat
ve
faaliyetleri gerçekleştiren Tanrı hiçe sayılmış o-
luyor.
Elbette bu saygısızlık, sevgisizlik, hiçe sayıl-
ma, teşekkürsüzlük ve aşağılama cezâsız kalamaz
ve
kalmayacaktır.
Ey yaşamayı çok seven ve ebedî bir mutlu yaşamı
arayan ve
isteyen insanlar! Eğer inançsızlık ve in-
kârcılığınız karşısında verilecek cezâdan kurtulmak
ve arayıp çok istediğiniz ebedî mutlu yaşamı ka-
zanmak
dilerseniz, sizi yaşatmakta olan tek ve ger-
çek
Tanrı'nızı bilip tanıyınız ve O'na teslim olunuz.
O'na
teslim olmanın
şartları; (Tanrı'ya ve tekliğine,
O'nun
meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına ve
ötedünyasına inançtan sonra) haklı, adâletli, na-
muslu,
ibadetli, ahlâklı
ve iyilikçi
olmak ve kötülük-
çülüğü terketmektir.
İşte
sizin dünyadaki yaşam göreviniz ve sorumlulu-
ğunuz
budur. Bu görev ve sorumluluğunuzun bilgi
ve ayrıntılarını Kur'an'dan, Kur'an bilginlerinden ve
Kur'anı iyi anlamış öğretmenlerden öğrenebilirsiniz.
Ama bu öğrenimi hemen kazanmalısınız. Çünkü el-
deki
ömrünüz bitiştedir.
Sonsuz bir vaktiniz yoktur.
Karşınızdan da ölüm ve kıyamet büyük bir hızla si-
ze doğru gelmektedir. Bu gelenlerden kaçmanız
mümkün değildir. Mümkün olan sadece üzerinize
düşen görevi yerine getirmektir.
Görevden
kaçmak,
göz yummak, kendini uyutmak
çare
değildir.
Tek çare;
göreve koşmak,
gözünü
açmak, uyanık olmak ve gerekeni yapmaktır. Gere-
ken ise,
cennete lâyık
hâle gelmek ve cehenneme
düşmemek için çalışmaktır. Dikkat ediniz! Nefis ve
şeytanınız sizi bu çalışmadan uzaklaştırıp, gerçe-
ğe
karşı
geçerliği olmayan dâvâlara sokabilir. Ama
o
dâvâlar, muhalefetler, inançsızlık ve inkârcılıklar
size,
kalbinizin çok
istediği
ebedî mutluluğu
ver-
mez. O
halde size ebedî mutluluğu kazandıracak
inanç ve dâvâyı aramalısınız. Yoksa "kaybeden"
olursunuz.
Ey
kaybetmekten hoşlanmayan
insanlar! Elinizde
her
saniye tükenmekte olan 30-40 yıllık bir ömür
var.
Evrenin sahibi olan tek ve gerçek Tanrı'nız ise
son
gönderdiği
Kitap'la, yarattığı
sizlere (anlam ola-
rak) şöyle seslenmektedir: "Benim
tarafımdan
ve-
rilmiş ömrünüzü, Beni tanıyarak ve Bana teslim o-
larak
Benim hesabıma
yatırıp, Benim hesabıma
çalıştırın ki, size ebedî cenneti vereyim. Eğer önü-
nüze
getirdiğim
bu çok
büyük kârlı
ticareti kabul et-
mezseniz,
sizleri ebedî cehennemime atıp cezâ-
landıracağım. Çünkü sizin emrinize ve hizmetinize
verdiğim bu evreni ve içindekileri Ben boşuna ya-
ratmadım."
Şimdi
seçim
ve karar sizindir!
İmza:
Mehdiyet Makamı.
Not 1:
Evrenin Tanrısı'nı arayanlar şunu iyi bilmeli-
dir: Herşeyin yaratıcısı, yaşatıcısı ve yöneticisi ol-
mayana
Tanrı
denmez. Bununla birlikte Tanrı'dan
başka herşey yaratık, yaşatık ve yönetiktir. Geriye
ne kalıyor? Tek bir Tanrı kalıyor! Çünkü hiçbir yara-
tık, yaşatık ve yönetik; evreni yaratacak, yaşatacak
ve
yönetecek vasfa sahip değildir. O halde tek
Tanrı'dan başka tanrı yoktur ve olamaz. İşte bu ger-
çeği müslümanlar: "Lâ ilâhe
illallah-Yoktur Allah'tan
başka ilah" diyerek ifade
ediyorlar. Böylece Tanrı'yı
birliyorlar.
Yani "gerçek
Tanrı
tektir" demiş
oluyor-
lar.
Ey
evrenin gerçek
Tanrı'sını bilmek isteyen insan-
lar!
Evrenin gerçek
sahibi ve tek Tanrı'sı, göklerin
ve yerin
ruhlu ışığıdır.
O'nun ışığı herşeye
nüfuz
ettiğinden, herşeyi bir anda görür, bilir ve duyar.
O'
nun bu akıl almaz görüş, biliş ve duyuşunun küçük
bir örneğini, internetteki Google'da
görebilirsiniz.
Siz
Google'da bir bilgiyi ararken, sizinle beraber
yüzmilyonlarca
insan da arama yapmakta ve aranı-
lan
bilgi, milyarlarca belki trilyonlarca bilgi arasından
seçilip bir anda sizin (yani
milyonlarca insanın)
önü-
ne
getirilmektedir. Sanki Google'in ışıksal gözü ve
aklı, internet ortamındaki herşeyi bir anda görür, bi-
lir
durumundadır.
İşte
evrenin gerçek
Tanrısı'nın
görüş, biliş ve duyuşu da, Google'ninkinden niha-
yetsiz
derecede daha büyüktür. İşte müslümanların
"Allah"
dediği
gerçek
Tanrı'nız, böyle bir Tanrı'dır.
Yüce Tanrı'nın herşeyi bir anda görüp bilmesini ve
duymasını şu örnek daha basit göstermektedir:
E-
ğer
güneş
Tanrı
olsaydı
veya Tanrı
güneşe
ruh
verseydi,
güneş,
sahip olduğu
ışıkla
dünyadaki her-
şeyi
bir anda görecek, bilecek ve duyacaktı. Fakat
güneş, sadece kendi sistemindeki gezegenlere
et-
ki
edebilir. Bütün evrene hükmedemez. Bu yüzden
onun tanrı olması mümkün değildir. Çünkü gerçek
Tanrı, bütün evrene hükmedebilen kudret
ve irade
sahibidir
ve O'nun ışıklar
üstü ışığı bütün evreni
kaplamış ve kuşatmış ve herşeye nüfuz etmiştir.
Bu yüzden
hiç
birşey
yüce Tanrı'nın görmesinden,
duymasından ve bilmesinden kaçamaz. O halde
diyebiliriz
ki; insan daima Tanrı'nın gözü altındadır.
İmza:
Mehdiyet Makamı.
Not 2: Bu
bildiri, müslümanlar için değil, müslüman
olmayanlar
ve müslümanlaşmak
isteyenler için
ya-
zılmıştır.
Tanrı
tektir.
İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni Çağ'ın
onyedisi, Ekim ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut: Muranizm.
YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen