DEİST VE ATEİSTLERE DUYURU!
evreni yönetmekte olan TANRInın adıyla
(Bu
bildiri, deist ve ateistler için yazılmıştır.Deist ve
ateist
olmayanlar, onlara yapılan hitaptan alınma-
sınlar.)
Ey deist
ve ateistler! Biriniz evrenin Sahibi'ni inkâr
etmekte,
ötekiniz de evrenin Sahibi'nin yarattıkla-
rıyla ilgilenmediğine inanmakta. İnkârınızı ve yanlış
inancınızı tekrar gözden geçirmeniz için size şunla-
rı söylememiz gerekiyor:
Ey ateist
insan! Neye dayanarak evrenin Sahibi'ni
inkâr
ediyorsun? İnkârının delili nedir? "Evrenin bir
Sahibi
olamayacağı"
inancına
nasıl
ulaşıyorsun?
Seni ve evreni sen yaratmadığına
göre, sen ve ev-
ren nasıl varoldu?Yoksa "kendi kendine
oluştu"
mu
diyorsun?
Ama sen kendi kendine oluşmadın! Çün-
kü senin
oluşman
için
"sperm" denen canlı bir to-
hum
gerekiyordu. Sonra bu tohumun annenin yu-
murtası ile ana rahmi tezgâhında birleşmesi ve bü-
yümesi
gerekiyordu. Bu büyümenin olabilmesi için
de
annenin hava, su ve topraktan gelen gıdalarla
beslenmesi
gerekiyordu. Bu beslenmenin olabilme-
si için de aya, dünyaya, güneşe, yıldızlara ve bun-
larla
birlikte koskoca bir işleyen evrene gerek vardı.
Demek
sen, "kendi kendine" oluşmamışsın. Senin
varlığının oluşumu için çok şeylere ihtiyaç olmuş.
Fakat bu
ihtiyaç
maddeleri ayrı
ayrı
kalmamış.
Hep-
si bir araya gelmiş
ve getirilmiş ve herşey
birbirine
yardımcı
olmuş. Bu sayede de senin varlığın
vücut
bulmuş.Demek senin
varlığın "kendi kendine" veya
"tesadüfen" veya "annesiz-babasız-evrensiz"
oluş-
mamış. Seni atomlar da yaratmamış. Seni tabiat da
yaratmamış. Çünkü anne-babanın "birleşme isteği"
olmasaydı, tabiat seni doğuramazdı.Öyle değil mi?
O halde hava, su, toprak ve güneşten
ibaret olan ta-
biat ve doğa'nın
senin "yaratıcın"
olmadığını
görü-
yorsundur. Ama senin "doğada"
yaratıldığın
doğru-
dur. Doğru olmayan
ise, doğa'nın
"yaratıcı"
olduğu-
dur.
Senin varlığının
oluşumu için
"işleyen bir evren"e
gerek vardı. Eğer
işleyen bir evren olmasaydı,
se-
nin varlığından
bahsedilemeyecekti. Peki, evreni
kim işletmektedir.
Yukarıda anlatılanlarda
gördün:
Sen, tesadüfen veya kendi kendine oluşmadın
ve
aynı zamanda "sahipsiz" de değildin. Çünkü
senin
"sen" olmana yarayacak bir anne-baban vardı.
On-
ların "isteği"
olmasaydı, sen var olamayacaktın.
Peki, o
halde bu evren ve içindekiler nasıl "Sahip-
siz"
olabilir? Evrenin yapıcısı ve işleticisi ve onun
işlemesini isteyen kimdir? Bunu sorman
gerekir.
Çünkü
sen sahipsiz olamıyorsan,
senin yapılışının
fabrikası olan evren de sahipsiz olamaz.
Eğer dersen: Benim sahipli olmam,
evrenin de sa-
hipli
olmasını gerektirmez! Neden gerektirmesin?
Buna dair
delilin nedir? Ama bununla ilgili bir deli-
lin
yoktur! Çünkü
evren oluşurken
veya oluşturulur-
ken sen
bu oluşuma
şahitlik
etmedin ve edemez-
din. O
halde bu delilsiz iddiandan vazgeçip, evre-
nin
Sahibi'ni aramalısın ve aramak zorundasın.
Çünkü
Sahip'ini bilmeyen ve bulmayan bir insan,
annesiz
ve babasız
bir çocuk
gibi öksüz ve yetim
kalır. Siz inkârcı ateistler de şu anda öksüz ve ye-
tim
kimselersiniz. Bu öksüzlük ve yetimlikten kurtul-
malısınız. Bu kurtuluş için de, evrenin Sahibi'nden
size bir
Elçi
ve Kitap gönderilmesi gerekir. O Elçi
ve Kitap
olmadan siz, Sahibiniz'i asla bilemez ve
bulamazsınız. Ama evrenin Sahibi, aklınızın yeter-
sizliğini bilerek bir Elçi'nin gerekli olduğunu bilmiş
ve onu size göndermiş.
O son Elçi de, Hazret-i
Muhammed'dir. Ondan önce de İsa
ve İsa'dan ön-
ce de
Musa gönderilmiş.
(İsa
ile Musa'nın
arasın-
da da 18
kadar Elçi
bulunuyor.)
Eğer bu gönderilmiş Elçileri inkâr ederseniz, evre-
nin
Sahibi ve yaratıcınız kim olduğunu asla bileme-
yeceksiniz.
Peki, bu
saatten sonra Sahibiniz'in kim olduğunu
bilmeden,
O'nu bulmadan durabilecek misiniz? Du-
rabilir
misiniz? Duramazsınız! Çünkü aklınız var, ak-
lınız buna izin vermez. Çünkü aklınız; evrenin Sahi-
bi kim
olduğunu,
yaratılış sebebinizi, "ölüm son mu,
sonrasında ne var?" bilmek ister. Bu
sebeple mad-
dece, bitkice, hayvanca ve şeytanca
bir hayat yaşa-
yamazsınız.
Çünkü bu suallerinize olumlu bir
cevap
bulmadan yaşamaya devam
etmeniz, sizi insanlık-
tan düşürür, insanlığa çıkarmaz. İnsan da, hakiki in-
san olmadan bir hiçtir!
Hiçliğe
râzı mısınız?
Râzı o-
labilir misiniz? Hiçliğe
râzı olduğunuzda
size "in-
san"
denmeyeceğini
de bilmelisiniz. O halde insan
olmak
isterseniz, Sahibiniz kim olduğunu bilmek
zorundasınız. Eğer bilmek isterseniz, aradığınız
cevabı Kur'anda bulacaksınız.
Eğer Kur'anı ve onun aracısı Hazret-i Muhammed'i
ve onu
görevlendiren evren Sahibi'ni inkâra devam
ederseniz,
bunun bir karşılığı ve sorumluluğu ola-
caktır. Bu karşılık ve sorumluluğa göre, ebedî bir
cezâ
alacaksınız. Ama inkâr yerine inancı seçerse-
niz,
bunun karşılığı da ebedî bir mükâfat olacaktır.
Eğer ebedî mükâfata talip olursanız, bu takdirde
yerine
getirmeniz gereken görevler vardır. İlk gö-
rev: Evrenin Sahibi'nin varlığına
ve birliğine ve or-
taksızlığına
inançtır.
Sonra O'nun ışından ve ışık-
tan yaratılmış
memurları olan meleklerine, sonra
Kendi ile insan arasında
aracı olan Elçilerine,
sonra
insanın yaratılış
ve yaşatılış
ile ilgili suallerine ce-
vap olan Kitaplarına;
sonra kıyameti, yeniden dirilti-
lişi, hesap
verişi ve sonrasında
cennet veya cehen-
neme geçişi
içeren ötedünyasına
inanmaktır.
Bu inançtan sonra da evren Sahibi'ne teslim
olmak
gerekiyor.
Teslim
olmanın
şartları da şunlardır: 1-
Haklı olmak. 2-
Adâletli olmak. 3- Namuslu olmak.
4- İbadetli
olmak. 5- Ahlâklı olmak. 6- İyilikçi
olmak
ve kötülüğü terketmek.
Bu şartların
içerik ve ayrıntı-
larını
daha önceki bildirilerimizde açıklamıştık.
Bakabilirsin:
http://kuranisthaber.blogspot.de/2018/05/kurandan-bazi-ayetlerin-cikarilmasini.html
http://kuranisthaber.blogspot.de/2018/05/dinini-yenilemek-isteyen-muslumanlara.html
Eğer Yaratan'a
teslim olmayı kabul ederseniz, O'na
teslim oluşa girişiniz
şu sözlerle olacaktır:
"Şahitlik
ederim ki, Kur'anın
bildirdiği Tanrı
tektir, O'ndan
başka tanrı
yoktur. İsa, Musa ve Muhammed de O'
nun kulu ve elçisidir."
Bu teslim oluş'a girişteki
şahitliğin
birinci cümlesi o-
lan; "Tanrı tektir,
O'ndan başka tanrı
yoktur" sözleri-
nin anlamı şudur:
Evrenin sahibi olan Tanrı tektir.
Çünkü bu evreni ve içindekileri
yaratmak, yaşatmak
ve yönetmek için bu üç
büyük fiili yapabilecek son-
suz bir güce, bilgiye, servete, hayata ve bunlarla
birlikte herşeyi görmeye,
duymaya ve gerektiğinde
herkese ve herşeye sesini
duyurabilmeye gerek
var. Bu gereklikler de ancak evren Sahibi'nde bu-
lunmaktadır. Yaratılmışlar
ise o gerekliklere sahip
değildir. O
gerekliklere sahip olmayanlar ise Tanrı
olamaz. Dolayısıyla
Tanrı tektir. Tek Tanrı'nın
âciz-
liği ve
fakirliği olmadığı için
de O'nun ortağa ihtiyacı
yoktur.
Teslim oluşa girişteki
şahitliğin
ikinci cümlesi olan:
"İsa, Musa ve
Muhammed tek Tanrı'nın
kulu ve el-
çisidir" sözünün anlamı
da şudur: Tanrı
ortaksız o-
lur, ama elçisiz olmaz. Çünkü
elçi olmazsa, yara-
tılmışlar
niçin yaratıldıklarını,
görevlerinin ne oldu-
ğunu bilemezler. Bu da Tanrı'nın
yaratıcılığındaki
maksada zıttır.
Bu zıtlık
da ancak elçilerin gönderil-
mesiyle
ortadan kalkar. Bu şekilde insanlar da Tan-
rı'dan gerekli haberi alırlar, yollarını bulurlar, görev-
lerini
bilirler. O halde Tanrı elçisiz olamaz. Ama el-
çiler
de Tanrı
olamaz. Çünkü
İsa'nın, Musa'nın ve
Muhammed'in
bu evreni ve içindekileri
yaratacak,
yaşatacak ve yönetecek sonsuz güçleri, herşeyi bi-
lecek bilgileri, herşeyi
varedecek sanat ve servetle-
ri ve evrenin ömrüne yetecek sonsuz hayatları
yok-
tur.
Bunlarla beraber herşeyi görecek gözleri, her-
şeyi
duyacak kulakları
ve herşeye
seslenebilecek
dilleri
de yoktur. Bunlara sahip olmayanlar da Tanrı
değil, ancak "kul" olabilir.
Bu sebeple bütün elçiler
tek Tanrı'nın kulu ve yaratığıdır. Yaratıklar, Tanrı'ya
kız ve oğul da olamazlar. Çünkü Tanrı'nın sonsuz
hayatı olduğu için kız ve oğula ihtiyacı yoktur ve O,
yaratılmışlar soyundan değildir. O, bütün soyları
yaratandır.
Ey
ateistler, ey Tanrı ve âhiret inkârcıları! Nefis ve
şeytanınız sizi, Tanrı'ya teslim oluştan uzak tutmak
ister.
Fakat siz, nefis ve şeytanınıza teslim olmama-
lısınız. Çünkü bu dünyada ebediyen kalamazsınız.
Ölümü
öldürecek bir çareniz
de yoktur. Ömrünüz
de tükeniştedir. Ölümünüzden sonra sizden
hesap
soran bir
Tanrı
karşınıza çıktığında ne yapacaksı-
nız? Çünkü doğmayı engelleyemediginiz gibi, tek-
rar
diriltilişi
engelleyecek gücünüz de yoktur. Evren
de
sahipsiz değildir.
O Sahip de bu evreni ve için-
dekileri
boşuna
yaratmamıştır. Sizden hesap sora-
cağını da Kur'anıyla bildirmiştir. Bu hesap verişten
sizi
kurtaracak bir çareniz
var mı?
Madem bir çare-
niz yok,
o halde Tanrı'ya
teslim oluşla
hakiki insan
oluşa geçmeyi kabullenmelisiniz. Eğer kabullen-
mezseniz,
ebedî bir cezâyı
haketmiş
olacaksınız.
Çünkü
sizin varlığınız için koskoca bir evren işletil-
di. Siz
ise inkârınızla bu çok kıymetli işletişi hiçe
saydınız ve Tanrı'nın çalışmalarını boşa çıkarmış
gibi
oldunuz. Birisi sizin çok kıymetli ve çok büyük
çalışmalarınızı boşa çıkarsa ne yaparsınız? Onu
en ağır bir cezâ ile cezâlandırmak istersiniz değil
mi? İşte eğer siz de inkârınıza devam ederseniz,
Tanrı'daki karşılığınız da bu olacaktır. Tanrı'nın
cennetini
kazanmak varken, O'nun cehennemini ni-
çin
kazanasınız? Var mı sizi zorlayan veya engel o-
lan?
Zafer istiyorsanız,
nefis ve şeytanınızı yenmek
zorundasınız. Eğer onlara yenilirseniz, ölümden
sonraki
mekânınız cehennem olacaktır. Eğer ce-
hennemi
ortadan kaldıracak
bir gücünüz varsa, hay-
di
gösterin! Biz de dâvetten ve uyarıdan vazgeçe-
lim...
Madem
sizi cehenneme atılmaktan
kurtaracak bir
gücünüz
yoktur, o halde sizi yaratan ve yaşatmakta
olan tek Tanrı'nıza
teslim olun, kurtulun! Hem unut-
mayın: Size
verilmiş ve verilmekte olan şu
güzel
hayat, teşekkürü
gerektirir, inkârı değil.
Sizi "mede-
nî
insan" haline getirecek olan da teşekkürdür. Bu
teşekkürü yapmalısınız. Yapmalısınız ki, hakiki in-
san olasınız.
Ey
deistler! Sizi yaratmış olan Tanrı'nın evrene ka-
rışmadığını, O'nun elçi ve kitap göndermesine de
gerek
olmadığını, ötedünyanın bulunmadığını, siz-
den hesap
sorulmayacağını, cennet ve cehenne-
min de
olmayacağını kabul etmiş ve inanmışsınız.
Peki,
sizin bu inancınızı haklı çıkaracak deliliniz ne-
dir? Ama
Kur'an, sizin inancınızdaki iddialarınızı
binlerce
kez yalanlamaktadır.Var
mı
Kur'anı çürüte-
cek ondan üstün bir kitabınız?
Kitabınız
yoksa neye
dayanıyorsunuz?
Madem üstün kitabınız
yoktur, siz
zannınıza
dayanıyorsunuz demektir.Zan ise, gerçe-
ğin yerini tutmaz. Gerçeği
ancak Kur'anda bulabilir-
siniz. Kur'andaki gerçeği
kabullenmediğiniz müd-
detçe inancınız
geçersizdir. O halde kendinize ge-
çerli bir inanç
bulmak zorundasınız.
Eğer geçerli
bir
inancı aramaya çıkarsanız,
önce şunları
düşünme-
ye başlamalısınız:
Çok büyük bir fabrika olsun ve bu
fabrikanın bir de
patronu bulunsun. Fakat bu patron fabrikasıyla
ilgi-
lenmesin. Çok pahalıya
üretilen mallar da çöpe a-
tılsın.
Ve bu şekilde o patron aptalca, amaçsızca
işler yapmış
olsun; kendini hiçe indirsin; mümkün
mü? Mümkün olabilir mi? Mümkün olmayacağını
çok iyi biliyorsunuz!
O halde bu evreni ve içindekileri
yaratan ve işlet-
mekte olan Tanrı, bu çok
büyük evren fabrikasıyla
nasıl
ilgilenmez? Ve bu fabrikanın en eşsiz
üretimi
olan "insan"ı
nasıl boşuna
yaratmış ve başıboş
bı-
rakmış olabilir?
Onun ölümle mezar denen çöpe
atılmasına
nasıl râzı
olabilir? Hiç mümkün mü? As-
la! Siz nefis ve şeytanınıza
ve zannınıza
uyarak
mümkün görseniz bile, sizi yaratan Tanrı,
bunun
böyle olmadığını
indirdiği Kur'anla binlerce kez
haykırmaktadır.
Bu haykırışı
dinlemelisiniz. Dinler-
seniz göreceksiniz ki; inkâr edemediğiniz
Tanrı'nız,
daima iş başında,
yönetim başındadır.
Uykuya ve
dinlenmeye ihtiyacı
yoktur.Herşeyi görmekte ve bil-
mektedir.
Evreni de belirli bir gaye ve müddet için
yaratmış,insanı da başıboş bırakmamıştır.Ona çok
önemli
bir görev yüklemiştir.
O görev de, O'na inan-
mak ve
teslim olmaktır.
Eğer
teslim olmazsanız,
e-
bedî bir
cezâ alacaksınız. Sizi bu cezâyı almaktan
kurtaracak
bir çâreniz
olmadığına
göre, O'na teslim
olmayı kabul etmelisiniz. Deistlikte
kalmak size e-
bedî bir
gençlik,ebedî
bir güzellik ve ebedî saadet-
li bir
hayat kazandırmaz.
Ama teslim oluşta
bu ka-
zanç mutlaka var.Çünkü yüce Tanrı vaadinden dön-
mez ve
kalbinizin çok
istediği
o kazancı
size verebi-
lecek güçte ve zenginliktedir. O halde siz de
nefis
ve şeytanınızı değil,kalbinizdeki ebediyet arzusunu
dinlemelisiniz.
Aksi halde "kaybeden" olacaksınız.
Kazanan
olmak varken, niçin
kaybeden olasınız ki?
O halde
gerçeği kabul ediniz, insanlığınızı kurtarı-
nız. Deistlikte kalarak kalbinizi
katletmeyiniz. Eğer
bu
katliamı
işlerseniz,
evren kadar büyük bir cezâ
alacaksınız. Ve bu cezânız sonsuz olacaktır. Çün-
kü size
dünyada ebedî bir hayat verilmiş olsaydı,
Tanrı'nın meleklerini, elçilerini, kitaplarını ve öte-
dünyasını sonsuza kadar inkâr edecektiniz. Bu
se-
beple
size de sonsuz bir cezâ vermek adâletli hale
gelmekte
ve adâlet olmaktadır. Tanrı da mutlak a-
dâlet
sahibidir ve adâletin gereğini yerine getire-
cektir.
Buna hiç şüpheniz
olmasın!
Bir şüphenizin
kalmış olabilmesi için de, evrene hükmedecek ve
Tanrı'ya engel olabilecek bir gücünüz ve
ölümsüz-
lüğünüzün olması gerek. Madem bu gereklere sa-
hip değilsiniz ve asla sahip olamayacaksınız, o
halde kızılderelilerin Manitu, Yahudilerin
Yehova
ve
Müslümanların
"Allah" dediği tek Tanrı'ya teslim
olunuz.
Kurtuluşunuz
ve gerçek
insan oluşunuz
bu
teslim
oluştadır. O kadar!
İmza:
Mehdiyet Makamı.
NOTLAR
Not 1: Ey
ateistler! Eğer
evrenin Sahibi'ne inanmak
isterseniz,
şu
sözler O'nu bilmenizde yardımcı ola-
caktır: Kitap yazarsız olmaz. Kitap da yazar olamaz.
Aynı şekilde bu evren de Sahipsiz olmaz ve
evren
Sahip'inin
yerine geçemez.
Kitabın
harfleri kitabı
yazamayacağı gibi, evrenin atomları da evreni ya-
pamaz.
Kalem, kâğıt
ve mürekkebin kendi kendine
bir araya
gelip tesadüfen anlamlı bir kitabı yazmala-
rı mümkün olmadığı gibi, evrendeki madde ve e-
nerjinin
de kendi kendine bir araya gelip ve hareke-
te geçerek tesadüfen şu işleyişte olan evreni mey-
dana
getirmesi ve "Yaratıcı" makamına çıkması
mümkün değildir. Yaratıcı makamında olmayanlar
da ancak
"yaratık"
ve "yaşatık" olarak kalır. Kitap,
yazarının elinde olduğu gibi, evren de onu Yapan'
ın
avucu içindedır. (Buradan evrenin Sahibi'nin ne
kadar
büyük olduğunu
anlayabilirsiniz.) Kitabı yazan
yazarın o kitabı yazabilecek gücü, bilgisi, seçmesi,
istemesi
ve ayrıca
görmesi, duyması
ve konuşma-
sı olduğu gibi, evren Sahibi'nin de evreni
yaratıp
iş-
letebilecek
gücü, bilgisi, istemesi, seçmesi ve
bunlarla
birlikte görmesi, duyması ve konuşması
da vardır. Bir yazar yüzlerce fiile sahip
olduğu
gibi,
evrenin
Sahibi de yüzlerce fiile sahiptir. Ancak ev-
ren
Sahibi'nde kusurlu fiiller bulunmaz. Çünkü O
her noksandan arınmıştır.
Ayrıca şunları
da ekle-
memiz gerekiyor: Kitap, onu yazan yazarla bir, ben-
zer ve eşit olmadığı
gibi, evren ve içindekiler de,
evrenin sahibi olan Tanrı'yla
bir, benzer ve eşit ola-
mazlar. Kitabın yazarı
kitap cinsinden olmadığı gibi,
evrenin yazarı olan Tanrı
da evren ve içindekilerinin
cinsinden değildir.
Eğer derseniz:
"Evrenin Sahibi nasıl bir varlıktır?
Nerededir? O'nu neden göremiyoruz?"
Evrenin Sahibi, varlığın
Varlığı'dır.
Varlığı kendin-
dendir.
Yerlerin ve göklerin ışığıdır. Sahip olduğu
ışık,
"ruhlu ışık"tır. Yani fiil ve sıfatları olan ışıktır.
O'ndaki ışığın misli, dengi ve benzeri yoktur.
Dola-
yısıyla yıldızların ruhsuz ışığı, evren Sahibi'nin ışı-
ğı
yanında
gölge gibi kalmakta, O'nunla eşit olama-
maktadır. Çünkü yıldızlar, evren Sahibi'nin yaratığı-
dır. Yaratık da Yaratıcı'sını geçemez. Kitabın Ya-
zar'ı geçemeyeceği gibi.
Evren
Sahibi'ni göremeyiz. Çünkü O, kişiliğiyle ev-
renin
üstünde ve ötesindedir. Fakat ruhlu ışığıyla
herşeyin yanında ve bütün evreni kaplamış
ve ku-
caklamıştır. Güneş de dünyamızdan uzaktır, fakat
ısı, ışık ve ışınlarıyla daima bizim yanımızdadır ve
dünyamızı kucaklamış durumdadır.
Not 2: Ey
deistler! Sizler de eğer inancınızı düzelt-
mek
isterseniz, şu
sözleri dinleyiniz: Evrenin Sahibi
olan tek
ve gerçek
Tanrı'nın, "melekleri" vardır. Bir
devlet
nasıl
memursuz olmazsa, Tanrı'nın yıkılmaz
devleti
de memursuz olmaz. O memurlar da melek-
lerdir.
Melekler, ışıktan
ve ışından
yaratılmıştır. I-
şıktan
oldukları
için
yer kaplamazlar. Işından olan
melekler
ise görünmezler. Yoğun ışıktan yaratılmış
melekler
ise Peygambere görünür. Melekler yemez
ve içmezler, cinsiyetleri de yoktur.
Yaratıcı'dan izin-
siz iş
yapamazlar. Yaratıcı
ne emrederse ancak o-
nu yaparlar. Şu anda
yeryüzünde milyarlarca melek
vazife görmektedir. Yıldızlar onların yurdu, mekânı
ve
gemisidir. Dolayısıyla gerçek uzaylılar, melekler-
dir.
Onları
görebilmek için
kendimizi ışığa dönüştür-
memiz
gerekir. Ancak yoğun
ışıktan
yaratılmış me-
lekler
kendilerini gösterirlerse, onları görebiliriz.
Evrenin
Sahibi, insanlar arasından Elçi de seçer ve
ona kitap
da gönderir. Fakat bu kitap, söz halinde,
görevli
Elçinin
kalbine indirilir. Sonra kalbe indirilen
bu sözler
Elçi
tarafından
kitaplaştırılır. O kitap da,
"Tanrı Kitabı"
olur. Merak
edebilirsin: "Bir insanın
kalbine
söz nasıl
indirilebilir?" Çünkü insan kalbinde
küçücük iki tane beyin vardır. Bu beyinlerden biri
duygularımızı depolar. Ötekisi de mesajlaşma işle-
vi görür.
Cep telefonunuza nasıl mesaj geliyorsa,
Elçinin kalbine de ona benzer şekilde Tanrı mesajı
gelmektedir.
O mesaj da Elçi
tarafından
kalpte o-
kunmaktadır. Tanrı ortaksız olur, ama Elçisiz olmaz.
Çünkü
yüce Tanrı
büyüklüğü
ve saygınlığı dolayı-
sıyla insanların ayağına gelmez. Bunun yerine on-
lara Elçi gönderir. Eğer Elçi olmazsa, insanlar niçin
ve kim
tarafından
yaratıldıklarını ve görevlerinin ne
olduğunu bilemezler. Bu da Tanrı'nın amacıyla
bağdaşmaz. Dolayısıyla evren Sahibi Elçisiz ve
Kitapsız olmaz. Eğer yeryüzünde cinler ve insanlar
bulunmasaydı, o zaman Elçi ve Kitaba gerek kal-
mazdı.
Yüce Tanrı ötedünyasız da olmaz. Çünkü bu Dün-
ya, ebedî
bir cezâ ve mükâfat için yetersizdir. Ne-
den
yetersizdir? Çünkü
şunu
düşünün:
Meselâ mil-
yonlarca
masûm Yahudi'yi katletmiş olan Hitler'i ce-
zâlandırmak istesek, acaba ona hakettiği cezâyı
verebilir
miyiz? Veremeyiz! Çünkü onu tekrar dirilt-
memiz
mümkün değildir.
Eğer
Hitler sağ
olsaydı
ve
elimize
geçseydi,
hakettiği
cezâyı
ona yine vere-
mezdik. Çünkü ona hakettiği cezâyı verebilmek için
onu
milyonlarca defa idam edip diriltmemiz gerekir-
di. Buna
da bizim gücümüz yetmiyor. Veya idam
yerine onu hapse atacak olsaydık,
bu takdirde ona
milyarlarca yıl veya ebedî
hapis cezâsı vermemiz
gerekecekti. İnsanların
ebediyeti olmadığı için
bu
cezâyı da vermemiz ve çektirmemiz mümkün de-
ğildir.
Bu cezâları
ancak yüce Tanrı
verebilir.
Ayrıca zulüm görmüş olanların da mükâfatlandırıl-
ması gerekir. Hitler ve onun gibi başka zâlimlerden
zarar
görmüş
insanları
diriltemediğimiz
için,
onları
mükâfatlandırmamız da mümkün değildir. Bunu da
yapabilecek olan ancak Tanrı'dır.
Eğer Tanrı
ol-
mazsa veya cennet ve cehennemi bulunmazsa, zâ-
limler kazançlı
duruma düşer. Bu da çok
müthiş
bir adâletsizliktir! Bunu
ne Tanrı kabul edebilir, ne
de insan.
Hiçbir
insan hakkını alamadığı kötülerin
kazançlı çıkmasını kabul etmez. Bu kabulsüzlük
de ancak
ebedî cezâ ve mükâfatlandırmanın
varlığıyla ortadan kalkar.
Ebedî
cezâ ve mükâfat için
de, içinde
ebedî yaşa-
nılacak ve cenneti-cehennemi olan ayrı bir evren
gereklidir.
Bu da, şimdiki
evrenin yıkılışından sonra
meydana çıkacaktır. Bu evreni yıkıp yeni bir evren
yaratmak,
yüce Tanrı
için
zor değildir.
O'nun mutlak
adâleti
ve başka
isimleri de, ebedî cezâ ve mükâ-
fat
yurdunun varlığını gerekli kılıyor. Dolayısıyla bu
ölümlü
evren yıkılacak, bütün insanlar tekrar
diriltile-
cek,
dirilişten
sonra hesap verecekler ve sonunda
hak
ettikleri yurtlarına
gönderileceklerdir. Bu ger-
çekler
de Tanrı
kitabı
Kur'anla bütün insanlara bil-
dirilmiştir.
Buraya
kadar anlatılanlardan
şu
hükme varmak da
mümkündür:
Evren varsa, onun Sahibi de vardır.
Sahibi varsa,
o Sahib'in memurları olan melekleri
de vardır. Melekleri ve yeryüzünde yarattığı insan-
lar
varsa, Elçileri
de vardır.
Elçileri
varsa, Kitapları
da vardır. Kitapları
varsa ve bu Kitaplarda ötedün-
yanın içeriği
olan kıyamet, yeniden diriltiliş,
hesap
soruş ve
cezâ-mükâfat vaadedilmişse, ötedünyası
da vardır. Bunların delili de Kur'andır. Bu "Büyük
Delil"
karşısında inkârcıların bir dayanağı yoktur.
Dolayısıyla Deizm ve Ateizm boş ve geçersiz bir
inançtır. Hakiki insanlar da boş ve geçersiz inançla-
rı terkeder ve terketmelidir.
İmza:
Mehdiyet Makamı.
Tanrı
tektir.
İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni Çağ'ın
onsekizi,
Mayıs sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut: Muranizm.
YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen