Samstag, 2. Juni 2018

DEİST VE ATEİSTLERE DUYURU!

            DEİST VE ATEİSTLERE DUYURU!

         evreni yönetmekte olan TANRInın adıyla


(Bu bildiri, deist ve ateistler için yazılmıştır.Deist ve
ateist olmayanlar, onlara yapılan hitaptan alınma-
sınlar.)

Ey deist ve ateistler! Biriniz evrenin Sahibi'ni inkâr
etmekte, ötekiniz de evrenin Sahibi'nin yarattıkla-
rıyla ilgilenmediğine inanmakta. İnkârınızı ve yanlış
inancınızı tekrar gözden geçirmeniz için size şunla-
rı söylememiz gerekiyor:

Ey ateist insan! Neye dayanarak evrenin Sahibi'ni
inkâr ediyorsun? İnkârının delili nedir? "Evrenin bir
Sahibi olamayacağı" inancına nasıl ulaşıyorsun?
Seni ve evreni sen yaratmadığına göre, sen ve ev-
ren nasıl varoldu?Yoksa "kendi kendine oluştu" mu
diyorsun? Ama sen kendi kendine oluşmadın! Çün-
kü senin oluşman için "sperm" denen canlı bir to-
hum gerekiyordu. Sonra bu tohumun annenin yu-
murtası ile ana rahmi tezgâhında birleşmesi ve bü-
yümesi gerekiyordu. Bu büyümenin olabilmesi için
de annenin hava, su ve topraktan gelen gıdalarla
beslenmesi gerekiyordu. Bu beslenmenin olabilme-
si için de aya, dünyaya, güneşe, yıldızlara ve bun-
larla birlikte koskoca bir işleyen evrene gerek vardı.

Demek sen, "kendi kendine" oluşmamışsın. Senin
varlığının oluşumu için çok şeylere ihtiyaç olmuş.
Fakat bu ihtiyaç maddeleri ayrı ayrı kalmamış. Hep-
si bir araya gelmiş ve getirilmiş ve herşey birbirine
yardımcı olmuş. Bu sayede de senin varlığın vücut
bulmuş.Demek senin varlığın "kendi kendine" veya
"tesadüfen" veya "annesiz-babasız-evrensiz" oluş-
mamış. Seni atomlar da yaratmamış. Seni tabiat da
yaratmamış. Çünkü anne-babanın "birleşme isteği"
olmasaydı, tabiat seni doğuramazdı.Öyle değil mi?
O halde hava, su, toprak ve güneşten ibaret olan ta-
biat ve doğa'nın senin "yaratıcın" olmadığını görü-
yorsundur. Ama senin "doğada" yaratıldığın doğru-
dur. Doğru olmayan ise, doğa'nın "yaratıcı" olduğu-
dur.

Senin varlığının oluşumu için "işleyen bir evren"e
gerek vardı. Eğer işleyen bir evren olmasaydı, se-
nin varlığından bahsedilemeyecekti. Peki, evreni
kim işletmektedir. Yukarıda anlatılanlarda gördün:
Sen, tesadüfen veya kendi kendine oluşmadın ve
aynı zamanda "sahipsiz" de değildin. Çünkü senin
"sen" olmana yarayacak bir anne-baban vardı. On-
ların "isteği" olmasaydı, sen var olamayacaktın.
Peki, o halde bu evren ve içindekiler nasıl "Sahip-
siz" olabilir? Evrenin yapıcısı ve işleticisi ve onun
işlemesini isteyen kimdir? Bunu sorman gerekir.
Çünkü sen sahipsiz olamıyorsan, senin yapılışının
fabrikası olan evren de sahipsiz olamaz.

Eğer dersen: Benim sahipli olmam, evrenin de sa-
hipli olmasını gerektirmez! Neden gerektirmesin?
Buna dair delilin nedir? Ama bununla ilgili bir deli-
lin yoktur! Çünkü evren oluşurken veya oluşturulur-
ken sen bu oluşuma şahitlik etmedin ve edemez-
din. O halde bu delilsiz iddiandan vazgeçip, evre-
nin Sahibi'ni aramalısın ve aramak zorundasın.
Çünkü Sahip'ini bilmeyen ve bulmayan bir insan,
annesiz ve babasız bir çocuk gibi öksüz ve yetim
kalır. Siz inkârcı ateistler de şu anda öksüz ve ye-
tim kimselersiniz. Bu öksüzlük ve yetimlikten kurtul-
malısınız. Bu kurtuluş için de, evrenin Sahibi'nden
size bir Elçi ve Kitap gönderilmesi gerekir. O Elçi
ve Kitap olmadan siz, Sahibiniz'i asla bilemez ve
bulamazsınız. Ama evrenin Sahibi, aklınızın yeter-
sizliğini bilerek bir Elçi'nin gerekli olduğunu bilmiş
ve onu size göndermiş. O son Elçi de, Hazret-i
Muhammed'dir. Ondan önce de İsa ve İsa'dan ön-
ce de Musa gönderilmiş. (İsa ile Musa'nın arasın-
da da 18 kadar Elçi bulunuyor.)

Eğer bu gönderilmiş Elçileri inkâr ederseniz, evre-
nin Sahibi ve yaratıcınız kim olduğunu asla bileme-
yeceksiniz.

Peki, bu saatten sonra Sahibiniz'in kim olduğunu
bilmeden, O'nu bulmadan durabilecek misiniz? Du-
rabilir misiniz? Duramazsınız! Çünkü aklınız var, ak-
lınız buna izin vermez. Çünkü aklınız; evrenin Sahi-
bi kim olduğunu, yaratılış sebebinizi, "ölüm son mu,
sonrasında ne var?" bilmek ister. Bu sebeple mad-
dece, bitkice, hayvanca ve şeytanca bir hayat yaşa-
yamazsınız. Çünkü bu suallerinize olumlu bir cevap
bulmadan yaşamaya devam etmeniz, sizi insanlık-
tan düşürür, insanlığa çıkarmaz. İnsan da, hakiki in-
san olmadan bir hiçtir! Hiçliğe râzı mısınız? Râzı o-
labilir misiniz? Hiçliğe râzı olduğunuzda size "in-
san" denmeyeceğini de bilmelisiniz. O halde insan
olmak isterseniz, Sahibiniz kim olduğunu bilmek
zorundasınız. Eğer bilmek isterseniz, aradığınız
cevabı Kur'anda bulacaksınız.

Eğer Kur'anı ve onun aracısı Hazret-i Muhammed'i
ve onu görevlendiren evren Sahibi'ni inkâra devam
ederseniz, bunun bir karşılığı ve sorumluluğu ola-
caktır. Bu karşılık ve sorumluluğa göre, ebedî bir
cezâ alacaksınız. Ama inkâr yerine inancı seçerse-
niz, bunun karşılığı da ebedî bir mükâfat olacaktır.
Eğer ebedî mükâfata talip olursanız, bu takdirde
yerine getirmeniz gereken görevler vardır. İlk gö-
rev: Evrenin Sahibi'nin varlığına ve birliğine ve or-
taksızlığına inançtır. Sonra O'nun ışından ve ışık-
tan yaratılmış memurları olan meleklerine, sonra
Kendi ile insan arasında aracı olan Elçilerine, sonra
insanın yaratılış ve yaşatılış ile ilgili suallerine ce-
vap olan Kitaplarına; sonra kıyameti, yeniden dirilti-
lişi, hesap verişi ve sonrasında cennet veya cehen-
neme geçişi içeren ötedünyasına inanmaktır.

Bu inançtan sonra da evren Sahibi'ne teslim olmak
gerekiyor. Teslim olmanın şartları da şunlardır: 1-
Haklı olmak. 2- Adâletli olmak. 3- Namuslu olmak.
4- İbadetli olmak. 5- Ahlâklı olmak. 6- İyilikçi olmak
ve kötülüğü terketmek. Bu şartların içerik ve ayrıntı-
larını daha önceki bildirilerimizde açıklamıştık.
Bakabilirsin:
http://kuranisthaber.blogspot.de/2018/05/kurandan-bazi-ayetlerin-cikarilmasini.html

http://kuranisthaber.blogspot.de/2018/05/dinini-yenilemek-isteyen-muslumanlara.html

Eğer Yaratan'a teslim olmayı kabul ederseniz, O'na
teslim oluşa girişiniz şu sözlerle olacaktır: "Şahitlik
ederim ki, Kur'anın bildirdiği Tanrı tektir, O'ndan
başka tanrı yoktur. İsa, Musa ve Muhammed de O'
nun kulu ve elçisidir."

Bu teslim oluş'a girişteki şahitliğin birinci cümlesi o-
lan; "Tanrı tektir, O'ndan başka tanrı yoktur" sözleri-
nin anlamı şudur: Evrenin sahibi olan Tanrı tektir.
Çünkü bu evreni ve içindekileri yaratmak, yaşatmak
ve yönetmek için bu üç büyük fiili yapabilecek son-
suz bir güce, bilgiye, servete, hayata ve bunlarla
birlikte herşeyi görmeye, duymaya ve gerektiğinde
herkese ve herşeye sesini duyurabilmeye gerek
var. Bu gereklikler de ancak evren Sahibi'nde bu-
lunmaktadır. Yaratılmışlar ise o gerekliklere sahip
değildir. O gerekliklere sahip olmayanlar ise Tanrı
olamaz. Dolayısıyla Tanrı tektir. Tek Tanrı'nın âciz-
liği ve fakirliği olmadığı için de O'nun ortağa ihtiyacı
yoktur.

Teslim oluşa girişteki şahitliğin ikinci cümlesi olan:
"İsa, Musa ve Muhammed tek Tanrı'nın kulu ve el-
çisidir" sözünün anlamı da şudur: Tanrı ortaksız o-
lur, ama elçisiz olmaz. Çünkü elçi olmazsa, yara-
tılmışlar niçin yaratıldıklarını, görevlerinin ne oldu-
ğunu bilemezler. Bu da Tanrı'nın yaratıcılığındaki
maksada zıttır. Bu zıtlık da ancak elçilerin gönderil-
mesiyle ortadan kalkar. Bu şekilde insanlar da Tan-
rı'dan gerekli haberi alırlar, yollarını bulurlar, görev-
lerini bilirler. O halde Tanrı elçisiz olamaz. Ama el-
çiler de Tanrı olamaz. Çünkü İsa'nın, Musa'nın ve
Muhammed'in bu evreni ve içindekileri yaratacak,
yaşatacak ve yönetecek sonsuz güçleri, herşeyi bi-
lecek bilgileri, herşeyi varedecek sanat ve servetle-
ri ve evrenin ömrüne yetecek sonsuz hayatları yok-
tur. Bunlarla beraber herşeyi görecek gözleri, her-
şeyi duyacak kulakları ve herşeye seslenebilecek
dilleri de yoktur. Bunlara sahip olmayanlar da Tanrı
değil, ancak "kul" olabilir. Bu sebeple bütün elçiler
tek Tanrı'nın kulu ve yaratığıdır. Yaratıklar, Tanrı'ya
kız ve oğul da olamazlar. Çünkü Tanrı'nın sonsuz
hayatı olduğu için kız ve oğula ihtiyacı yoktur ve O,
yaratılmışlar soyundan değildir. O, bütün soyları
yaratandır.

Ey ateistler, ey Tanrı ve âhiret inkârcıları! Nefis ve
şeytanınız sizi, Tanrı'ya teslim oluştan uzak tutmak
ister. Fakat siz, nefis ve şeytanınıza teslim olmama-
lısınız. Çünkü bu dünyada ebediyen kalamazsınız.
Ölümü öldürecek bir çareniz de yoktur. Ömrünüz
de tükeniştedir. Ölümünüzden sonra sizden hesap
soran bir Tanrı karşınıza çıktığında ne yapacaksı-
nız? Çünkü doğmayı engelleyemediginiz gibi, tek-
rar diriltilişi engelleyecek gücünüz de yoktur. Evren
de sahipsiz değildir. O Sahip de bu evreni ve için-
dekileri buna yaratmamıştır. Sizden hesap sora-
cağını da Kur'anıyla bildirmiştir. Bu hesap verişten
sizi kurtaracak bir çareniz var mı? Madem bir çare-
niz yok, o halde Tanrı'ya teslim oluşla hakiki insan
oluşa geçmeyi kabullenmelisiniz. Eğer kabullen-
mezseniz, ebedî bir cezâyı haketmiş olacaksınız.
Çünkü sizin varlığınız için koskoca bir evren işletil-
di. Siz ise inkârınızla bu çok kıymetli işletişi hiçe
saydınız ve Tanrı'nın çalışmalarını boşa çıkarmış
gibi oldunuz. Birisi sizin çok kıymetli ve çok büyük
çalışmalarınızı boşa çıkarsa ne yaparsınız? Onu
en ağır bir cezâ ile cezâlandırmak istersiniz değil
mi? İşte eğer siz de inkârınıza devam ederseniz,
Tanrı'daki karşılığınız da bu olacaktır. Tanrı'nın
cennetini kazanmak varken, O'nun cehennemini ni-
çin kazanasınız? Var mı sizi zorlayan veya engel o-
lan? Zafer istiyorsanız, nefis ve şeytanınızı yenmek
zorundasınız. Eğer onlara yenilirseniz, ölümden
sonraki mekânınız cehennem olacaktır. Eğer ce-
hennemi ortadan kaldıracak bir gücünüz varsa, hay-
di gösterin! Biz de dâvetten ve uyarıdan vazgeçe-
lim...

Madem sizi cehenneme atılmaktan kurtaracak bir
gücünüz yoktur, o halde sizi yaratan ve yaşatmakta
olan tek Tanrı'nıza teslim olun, kurtulun! Hem unut-
mayın: Size verilmiş ve verilmekte olan şu güzel
hayat, teşekkürü gerektirir, inkârı değil. Sizi "mede-
nî insan" haline getirecek olan da teşekkürdür. Bu
teşekkürü yapmalısınız. Yapmalısınız ki, hakiki in-
san olasınız.

Ey deistler! Sizi yaratmış olan Tanrı'nın evrene ka-
rışmadığını, O'nun elçi ve kitap göndermesine de
gerek olmadığını, ötedünyanın bulunmadığını, siz-
den hesap sorulmayacağını, cennet ve cehenne-
min de olmayacağını kabul etmiş ve inanmışsınız.
Peki, sizin bu inancınızı haklı çıkaracak deliliniz ne-
dir? Ama Kur'an, sizin inancınızdaki iddialarınızı
binlerce kez yalanlamaktadır.Var mı Kur'anı çürüte-
cek ondan üstün bir kitabınız? Kitabınız yoksa neye
dayanıyorsunuz? Madem üstün kitabınız yoktur, siz
zannınıza dayanıyorsunuz demektir.Zan ise, gerçe-
ğin yerini tutmaz. Gerçeği ancak Kur'anda bulabilir-
siniz. Kur'andaki gerçeği kabullenmediğiniz müd-
detçe inancınız geçersizdir. O halde kendinize ge-
çerli bir inanç bulmak zorundasınız. Eğer geçerli bir
inancı aramaya çıkarsanız, önce şunlarışünme-
ye başlamalısınız:

Çok büyük bir fabrika olsun ve bu fabrikanın bir de
patronu bulunsun. Fakat bu patron fabrikasıyla ilgi-
lenmesin. Çok pahalıya üretilen mallar da çöpe a-
tılsın. Ve bu şekilde o patron aptalca, amaçsızca
işler yapmış olsun; kendini hiçe indirsin; mümkün
mü? Mümkün olabilir mi? Mümkün olmayacağını
çok iyi biliyorsunuz!

O halde bu evreni ve içindekileri yaratan ve işlet-
mekte olan Tanrı, bu çok büyük evren fabrikasıyla
nasıl ilgilenmez? Ve bu fabrikanın en eşsiz üretimi
olan "insan"ı nasıl boşuna yaratmış ve başıboş bı-
rakmış olabilir? Onun ölümle mezar denen çöpe
atılmasına nasıl râzı olabilir? Hiç mümkün mü? As-
la! Siz nefis ve şeytanınıza ve zannınıza uyarak
mümkün görseniz bile, sizi yaratan Tanrı, bunun
böyle olmadığını indirdiği Kur'anla binlerce kez
haykırmaktadır. Bu haykırışı dinlemelisiniz. Dinler-
seniz göreceksiniz ki; inkâr edemediğiniz Tanrı'nız,
daima iş başında, yönetim başındadır. Uykuya ve
dinlenmeye ihtiyacı yoktur.Herşeyi görmekte ve bil-
mektedir. Evreni de belirli bir gaye ve müddet için
yaratmış,insanı da başıboş bırakmamıştır.Ona çok
önemli bir görev yüklemiştir. O görev de, O'na inan-
mak ve teslim olmaktır. Eğer teslim olmazsanız, e-
bedî bir cezâ alacaksınız. Sizi bu cezâyı almaktan
kurtaracak bir çâreniz olmadığına göre, O'na teslim
olmayı kabul etmelisiniz. Deistlikte kalmak size e-
bedî bir gençlik,ebedî bir güzellik ve ebedî saadet-
li bir hayat kazandırmaz. Ama teslim oluşta bu ka-
zanç mutlaka var.Çünkü yüce Tanrı vaadinden dön-
mez ve kalbinizin çok istediği o kazancı size verebi-
lecek güçte ve zenginliktedir. O halde siz de nefis
ve şeytanınızı değil,kalbinizdeki ebediyet arzusunu
dinlemelisiniz. Aksi halde "kaybeden" olacaksınız.
Kazanan olmak varken, niçin kaybeden olasınız ki?
O halde gerçeği kabul ediniz, insanlığınızı kurtarı-
nız. Deistlikte kalarak kalbinizi katletmeyiniz. Eğer
bu katliamı işlerseniz, evren kadar büyük bir cezâ
alacaksınız. Ve bu cezânız sonsuz olacaktır. Çün-
kü size dünyada ebedî bir hayat verilmiş olsaydı,
Tanrı'nın meleklerini, elçilerini, kitaplarını ve öte-
dünyasını sonsuza kadar inkâr edecektiniz. Bu se-
beple size de sonsuz bir cezâ vermek adâletli hale
gelmekte ve adâlet olmaktadır. Tanrı da mutlak a-
dâlet sahibidir ve adâletin gereğini yerine getire-
cektir. Buna hiç şüpheniz olmasın! Bir şüphenizin
kalmış olabilmesi için de, evrene hükmedecek ve
Tanrı'ya engel olabilecek bir gücünüz ve ölümsüz-
ğünüzün olması gerek. Madem bu gereklere sa-
hip değilsiniz ve asla sahip olamayacaksınız, o
halde kızılderelilerin Manitu, Yahudilerin Yehova
ve Müslümanların "Allah" dediği tek Tanrı'ya teslim
olunuz. Kurtuluşunuz ve gerçek insan oluşunuz bu
teslim oluştadır. O kadar!

İmza: Mehdiyet Makamı.


NOTLAR

Not 1: Ey ateistler! Eğer evrenin Sahibi'ne inanmak
isterseniz, şu sözler O'nu bilmenizde yardımcı ola-
caktır: Kitap yazarsız olmaz. Kitap da yazar olamaz.
Aynı şekilde bu evren de Sahipsiz olmaz ve evren
Sahip'inin yerine geçemez. Kitabın harfleri kitabı
yazamayacağı gibi, evrenin atomları da evreni ya-
pamaz. Kalem, kâğıt ve mürekkebin kendi kendine
bir araya gelip tesadüfen anlamlı bir kitabı yazmala-
rı mümkün olmadığı gibi, evrendeki madde ve e-
nerjinin de kendi kendine bir araya gelip ve hareke-
te geçerek tesadüfen şu işleyişte olan evreni mey-
dana getirmesi ve "Yaratıcı" makamına çıkması
mümkün değildir. Yaratıcı makamında olmayanlar
da ancak "yaratık" ve "yaşatık" olarak kalır. Kitap,
yazarının elinde olduğu gibi, evren de onu Yapan'
ın avucu içindedır. (Buradan evrenin Sahibi'nin ne
kadar büyük olduğunu anlayabilirsiniz.) Kitabı yazan
yazarın o kitabı yazabilecek gücü, bilgisi, seçmesi,
istemesi ve ayrıca görmesi, duyması ve konuşma-
sı olduğu gibi, evren Sahibi'nin de evreni yaratıp iş-
letebilecek gücü, bilgisi, istemesi, seçmesi ve
bunlarla birlikte görmesi, duyması ve konuşması
da vardır. Bir yazar yüzlerce fiile sahip olduğu gibi,
evrenin Sahibi de yüzlerce fiile sahiptir. Ancak ev-
ren Sahibi'nde kusurlu fiiller bulunmaz. Çünkü O
her noksandan arınmıştır. Ayrıca şunları da ekle-
memiz gerekiyor: Kitap, onu yazan yazarla bir, ben-
zer ve eşit olmadığı gibi, evren ve içindekiler de,
evrenin sahibi olan Tanrı'yla bir, benzer ve eşit ola-
mazlar. Kitabın yazarı kitap cinsinden olmadığı gibi,
evrenin yazarı olan Tanrı da evren ve içindekilerinin
cinsinden değildir.

Eğer derseniz: "Evrenin Sahibi nasıl bir varlıktır?
Nerededir? O'nu neden göremiyoruz?"

Evrenin Sahibi, varlığın Varlığı'dır. Varlığı kendin-
dendir. Yerlerin ve göklerin ışığıdır. Sahip olduğu
ışık, "ruhlu ışık"tır. Yani fiil ve sıfatları olan ışıktır.
O'ndaki ışığın misli, dengi ve benzeri yoktur. Dola-
yısıyla yıldızların ruhsuz ışığı, evren Sahibi'nin ışı-
ğı yanında gölge gibi kalmakta, O'nunla eşit olama-
maktadır. Çünkü yıldızlar, evren Sahibi'nin yaratığı-
dır. Yaratık da Yaratıcı'sını geçemez. Kitabın Ya-
zar'ı geçemeyeceği gibi.

Evren Sahibi'ni göremeyiz. Çünkü O, kişiliğiyle ev-
renin üstünde ve ötesindedir. Fakat ruhlu ışığıyla
herşeyin yanında ve bütün evreni kaplamış ve ku-
caklamıştır. Güneş de dünyamızdan uzaktır, fakat
ısı, ışık ve ışınlarıyla daima bizim yanımızdadır ve
dünyamızı kucaklamış durumdadır.

Not 2: Ey deistler! Sizler de eğer inancınızı düzelt-
mek isterseniz, şu sözleri dinleyiniz: Evrenin Sahibi
olan tek ve gerçek Tanrı'nın, "melekleri" vardır. Bir
devlet nasıl memursuz olmazsa, Tanrı'nın yıkılmaz
devleti de memursuz olmaz. O memurlar da melek-
lerdir. Melekler, ışıktan ve ışından yaratılmıştır. I-
şıktan oldukları için yer kaplamazlar. Işından olan
melekler ise görünmezler. Yoğun ışıktan yaratılmış
melekler ise Peygambere görünür. Melekler yemez
ve içmezler, cinsiyetleri de yoktur. Yaratıcı'dan izin-
siz iş yapamazlar. Yaratıcı ne emrederse ancak o-
nu yaparlar. Şu anda yeryüzünde milyarlarca melek
vazife görmektedir. Yıldızlar onların yurdu, mekânı
ve gemisidir. Dolayısıyla gerçek uzaylılar, melekler-
dir. Onları görebilmek için kendimizi ışığa dönüştür-
memiz gerekir. Ancak yoğun ışıktan yaratılmış me-
lekler kendilerini gösterirlerse, onları görebiliriz.

Evrenin Sahibi, insanlar arasından Elçi de seçer ve
ona kitap da gönderir. Fakat bu kitap, söz halinde,
görevli Elçinin kalbine indirilir. Sonra kalbe indirilen
bu sözler Elçi tarafından kitaplaştırılır. O kitap da,
"Tanrı Kitabı" olur. Merak edebilirsin: "Bir insanın
kalbine söz nasıl indirilebilir?" Çünkü insan kalbinde
çücük iki tane beyin vardır. Bu beyinlerden biri
duygularımızı depolar. Ötekisi de mesajlaşma işle-
vi görür. Cep telefonunuza nasıl mesaj geliyorsa,
Elçinin kalbine de ona benzer şekilde Tanrı mesajı
gelmektedir. O mesaj da Elçi tarafından kalpte o-
kunmaktadır. Tanrı ortaksız olur, ama Elçisiz olmaz.
Çünkü yüce Tanrı büyüklüğü ve saygınlığı dolayı-
sıyla insanların ayağına gelmez. Bunun yerine on-
lara Elçi gönderir. Eğer Elçi olmazsa, insanlar niçin
ve kim tarafından yaratıldıklarını ve görevlerinin ne
olduğunu bilemezler. Bu da Tanrı'nın amacıyla
bağdaşmaz. Dolayısıyla evren Sahibi Elçisiz ve
Kitapsız olmaz. Eğer yeryüzünde cinler ve insanlar
bulunmasaydı, o zaman Elçi ve Kitaba gerek kal-
mazdı.

Yüce Tanrı ötedünyasız da olmaz. Çünkü bu Dün-
ya, ebedî bir cezâ ve mükâfat için yetersizdir. Ne-
den yetersizdir? Çünkü şunu düşünün: Meselâ mil-
yonlarca masûm Yahudi'yi katletmiş olan Hitler'i ce-
zâlandırmak istesek, acaba ona hakettiği cezâyı
verebilir miyiz? Veremeyiz! Çünkü onu tekrar dirilt-
memiz mümkün değildir. Eğer Hitler sağ olsaydı ve
elimize geçseydi, hakettiği cezâyı ona yine vere-
mezdik. Çünkü ona hakettiği cezâyı verebilmek için
onu milyonlarca defa idam edip diriltmemiz gerekir-
di. Buna da bizim gücümüz yetmiyor. Veya idam
yerine onu hapse atacak olsaydık, bu takdirde ona
milyarlarca yıl veya ebedî hapis cezâsı vermemiz
gerekecekti. İnsanların ebediyeti olmadığı için bu
cezâyı da vermemiz ve çektirmemiz mümkün de-
ğildir. Bu cezâları ancak yüce Tanrı verebilir.

Ayrıca zulüm görmüş olanların da mükâfatlandırıl-
ması gerekir. Hitler ve onun gibi başka zâlimlerden
zarar görmüş insanları diriltemediğimiz için, onları
mükâfatlandırmamız da mümkün değildir. Bunu da
yapabilecek olan ancak Tanrı'dır. Eğer Tanrı ol-
mazsa veya cennet ve cehennemi bulunmazsa, zâ-
limler kazançlı duruma düşer. Bu da çok müthiş
bir adâletsizliktir! Bunu ne Tanrı kabul edebilir, ne
de insan. Hiçbir insan hakkını alamadığı kötülerin
kazançlı çıkmasını kabul etmez. Bu kabulsüzlük
de ancak ebedî cezâ ve mükâfatlandırmanın
varlığıyla ortadan kalkar.

Ebedî cezâ ve mükâfat için de, içinde ebedî yaşa-
nılacak ve cenneti-cehennemi olan ayrı bir evren
gereklidir. Bu da, şimdiki evrenin yıkılışından sonra
meydana çıkacaktır. Bu evreni yıkıp yeni bir evren
yaratmak, yüce Tanrı için zor değildir. O'nun mutlak
adâleti ve başka isimleri de, ebedî cezâ ve mükâ-
fat yurdunun varlığını gerekli kılıyor. Dolayısıyla bu
ölümlü evren yıkılacak, bütün insanlar tekrar diriltile-
cek, dirilişten sonra hesap verecekler ve sonunda
hak ettikleri yurtlarına gönderileceklerdir. Bu ger-
çekler de Tanrı kitabı Kur'anla bütün insanlara bil-
dirilmiştir.

Buraya kadar anlatılanlardan şu hükme varmak da
mümkündür: Evren varsa, onun Sahibi de vardır.
Sahibi varsa, o Sahib'in memurları olan melekleri
de vardır. Melekleri ve yeryüzünde yarattığı insan-
lar varsa, Elçileri de vardır. Elçileri varsa, Kitapları
da vardır. Kitapları varsa ve bu Kitaplarda ötedün-
yanın içeriği olan kıyamet, yeniden diriltiliş, hesap
soruş ve cezâ-mükâfat vaadedilmişse, ötedünyası
da vardır. Bunların delili de Kur'andır. Bu "Büyük
Delil" karşısında inkârcıların bir dayanağı yoktur.
Dolayısıyla Deizm ve Ateizm boş ve geçersiz bir
inançtır. Hakiki insanlar da boş ve geçersiz inançla-
rı terkeder ve terketmelidir.

İmza: Mehdiyet Makamı.


                                 Tanrı tektir.
   İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.


Zaman:  Yeni Çağ'ın onsekizi, Mayıs sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut:    Muranizm.

                                                   YAYINLAYAN
                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                       *   *   *




Keine Kommentare: