KUR'ANDAN
BAZI ÂYETLERİN ÇIKARILMASINI İSTEYEN
300
FRANSIZ YAZAR VE SIYASETÇİYE CEVAP!
Kur'anı gönderen ALLAHın adıyla
Fransa'da
aralarında eski Fransa Cumhurbaşkanı
Nicolas Sarkozy'nin de olduğu 300 Fransız yazar
ve siyasetçi, Kur'an-ı Kerim'den "şiddet ve Yahudi
düşmanlığı yaydığı" iddiasıyla bazı
ayetlerin çıka-
rılması için bir bildiri yayımlamış. Biz de, o 300
Fransız yazar ve siyasetçiye diyoruz:
Herşeyden önce Kur'an, Yahudi düşmanlığı yapmı-
yor.
Ondörtbuçuk
asır
önceki bazı
Yahudilerin kötü-
lüklerini
anlatıyor
ve onlara karşı
dikkatli olunmasını
istiyor.
Kötülük içinde
bulunmuş
bazı
Yahudilerin
kötülüğünü anlatmak, "Yahudi düşmanlığı" değildir.
Asıl düşmanlık, iyilere karşı yapılan kötülüktür.
Geçmişte bazı Yahudiler de bu kötülüğü yapmış ki,
Allah da
onların
yaptıklarını haber vermiş. Geçmiş-
teki
kötülükçü
Yahudilerden bu zamanda da buluna-
bilir. İsraillilerin Filistinlilere 70 yıldır yaptıklarına
baksanız, onların kötülüklerinin hâlâ devam ettiğini
görebilirsiniz.
Yoksa görmüyor musunuz?
Siz
Kur'anda kusur arayacağınıza, asıl İsraillilerin
Filistinlilere
yapmakta oldukları
kötülükleri görmeli
ve bu
kötülüklere karşı
mücâdele vermelisiniz. Bu
mücâdeleyi
niçin
vermiyorsunuz? Madem düşman-
lık hoşunuza gitmiyor, İsraillilerin kötülüklerini son-
landırın ki, düşmanlıklar ortadan kalksın!
İsrail
şu
anda ve uzun zamandan beri Filistinlilerin
yüzde
yirmiikilik toprağını işgal altında tutuyor. Bu
işgalin sonlandırılması için neden bir bildiri yayınla-
mıyorsunuz? İsrail ordusu hergün, her hafta, her
ay
birlerce,
onlarca veya yüzlerce Filistinliyi katlediyor
ve geçmişte de binlercesini katletti. Bu
katliamları
neden
durdurmuyorsunuz veya durdurulması için
bir eylem
yapmıyorsunuz?
Niçin
harekete geçmi-
yorsunuz?
Düşmanlık nerede? Asıl düşmanlığı kim
yapıyor? Yoksa İsrail yönetiminin yaptığı kötülükle-
re sessiz
mi kalınsın? Bu mu sizin hak ve adâlet an-
layışınız? Nedir sizin hak ve adâlet anlayışınız? Zu-
lüm gören
şimdi
Yahudiler mi, yoksa Filistinliler mi?
Filistinlilerin
uğramakta
olduğu
zulmü ne zaman gö-
receksiniz?
Eğer
"medeni"yseniz, bu zulmü gör-
mek ve
karşı çıkmak zorundasınız. Niçin karşı çık-
mıyorsunuz? Niçin onları durdurmuyorsunuz? Eğer
siz onları durdurmazsanız, biz Müslüman Dünya on-
ları mutlaka durduracağız ve onları işgal altında tut-
tukları topraklardan mutlaka çıkaracağız. Bu yılın
veya
gelecek yılın sonuna kadar İsrail işgali sonlan-
dırılacaktır.
Ey 300
Fransız
yazar ve siyasetçi!
İyi
biliniz ki, Kur'
andan
âyet çıkarmaya
bu dünyada kimsenin gücü
yetmez.
Tek ve gerçek
tanrı
Allah'ın
sözlerini O'nun
kitabından çıkarmaya hakkımız yoktur. Sizin de hak-
kınız yoktur. O'nun kitabından söz çıkarabilmeniz i-
çin
O'nunla anlaşmanız gerekir. Fakat o yüce Tanrı
sizin
keyfinize göre kitap indirmez. O'nun indirdiğini
ya kabul
eder cenneti kazanırsınız, ya da reddeder
cehennemine
atılırsınız.
Yoksa bu
evrenin bir sahibi olduğuna inanmıyor mu-
sunuz? Niçin inanmıyorsunuz? Yoksa bu evreni siz
mi yarattınız? Sizin yaratmanız mümkün olmadığına
ve
olmayacağına
göre, "kendi kendine oldu" mu di-
yorsunuz?
Kendi kendine olmuş veya olabilecek
birşey gösterebilir misiniz?
Gösterebilir misiniz ki,
kendikendiliğe tanrılık veriyorsunuz? Ama göstere-
mezsiniz!
Çünkü
kendikendine olduğu
görülen her-
şey
bir etki altındadır. Etki altında bulunanlara da
kendikendinelik
kalmaz. O halde herşeyin üzerinde-
ki en
büyük etkileyici olan tek Tanrı'yı kabul etmek
zorundasınız. Niçin kabul etmiyorsunuz? Yaratıcı-
nız ve yaşatıcınızın kim olduğunu merak etmiyor
musunuz?
Sizin için
en büyük bilgi, O'nun kimliğini
bilmektir.
Bu bilgiye sahip değilseniz, siz bu dünya-
nın en büyük bilgisizisiniz demektir. İşte Kur'an, sizi
bu
bilgisizlikten kurtarabilir. Bu kurtuluşu istemelisi-
niz.
İstemelisiniz!
Çünkü
bu dünyada ebedî bir hayatı-
nız yok. Ama kalbiniz ebedî bir gençlik, ebedî bir
güzellik
ve ebedî bir mutluluk istiyor. Bu isteklerinizi
karşılayabilecek tek kişi de, evrenin Sahibidir. Sizin
isteklerinizi
karşılayabilecek
ve bu konuda kesin va-
adleri
olan bir Sahip varken, siz O'ndan niçin bigâne
kalasınız ki?
Evrenin
sahibi siz olmadığınız, kendikendine oluş-
muşluğuna dair elinizde kesin bir delil de
bulunma-
dığı halde ve tüm bunların karşısında da evrene ve
içindekilere sahip çıkan bir Tanrı Kur'an ile Sahipli-
ğini
ve tek Tanrılığını ilân ederken siz hangi hakla
evrenin
Sahibi ve Tanrı'sını yokluğa mahkûm ede-
bilirsiniz
ve ediyorsunuz? Eğer
bu haksızlığınızdan
dönmezseniz,
bu haksızlığınız, karşınıza cehen-
nem
olarak çıkacaktır. Ama henüz hersey bitmiş
değildir. Bu haksızlığınızdan dönebilir ve kalbinizin
çok
istediği
ebedî hayat ve mutluluğa kavuşabilirsi-
niz.
Eğer dünya hayatından sonra gelecek olan ebedî
mutluluğa kavuşmak isterseniz, kabul etmeniz ge-
reken ilk
söz ve eylem şudur:
"Şahitlik
ederim ki:
Tanrı tektir. İsa, Musa ve Muhammed tek Tanrı'nın
kulu ve
elçisidir."
Bu şahitliğin anlam ve açıklaması
da şudur: Tanrı tektir. Çünkü bu evrendeki hiç bir-
şeyde
ve kimsede bu evreni yaratabilecek, yaşata-
bilecek
ve yönetebilecek bilgi, kuvvet, servet ve
sonsuz
hayat yoktur. Bunlara sahip olmayan bir var-
lık da, bu evreni yaratamaz, yaşatamaz ve yönete-
mez. Bu
gerçeğe bakarak maddenin, atomun, tabi-
atın, inek ve ateşin, ayın, güneşin ve yıldızların da
tanrı olamayacağını görebilirsiniz.
O halde
Kur'an ile tek Tanrılığını bildiren Allah'
tan başka tanrı yoktur ve olamaz. Bundan da anla-
malıyız ki; İsa, Musa ve Muhammed gibi elçi ve
peygamberlerin
tanrılıkla bir ilgileri yoktur, yani on-
ların tanrı olması mümkün değildir. Çünkü bir anne-
den doğmuşlardır ve ölümlülerdir. Doğumlu ve ö-
lümlü
varlıkların da bu evrene Tanrı olamayacağı
açıktır. Çünkü 10 veya yirmi milyar trilyon yıldıza
sahip ve
14 milyar yıldan
beri işletilmekte
olan
bu sonsuz
denecek kadar büyük evreni yaratabil-
mek, yaşatabilmek ve yönetebilmek için sonsuz
kudrete,
sonsuz hayata, sonsuz servete ve herseyi
bilmeye
ve herşeyin
öncesinde olmaya gerek var.
Bütün
bunlara sahip olabilecek olan da yalnız evre-
nin
Sahibi olan tek Tanrı'dır. O tek Tanrı da, Kur'an
ile varlığını, birliğini, tekliğini ve sahipliğini bütün cin
ve
insanlara bildirmiştir. Bu bildiriye inanmamak, a-
paçık bir gerçeği inkâr etmek olur. Bu inkârcılığın
karşılığı da, ebedî cehennemdir. Ebedî cennet
is-
teyenler
ise, bu gerçeği kabul etmek zorundadır.
Bu gerçeği kabul eden ve etmek isteyenlerin
yapa-
cağı ikinci iş ise, evrenin tek Sahibi'ne teslim
olmaktır.
Evrenin
tek Sahibi'ne teslim olmanın şartları ise
şunlardır: 1 Haklı olmak, 2 adâletli olmak, 3 namus-
lu olmak,
4 ibadetli olmak, 5 ahlâklı olmak ve 6 iyi-
likçi olmakla beraber her türlü kötülüğü terketmektir.
Tek Tanrı'ya teslim olmanın bu 6 şartının anlam ve
açıklaması şudur:
Haklı olmak: Yaratan'ın, yaratılışın ve yaratılmışla-
rın yasasına itaattir. Bunu kısaca özetliyecek olur-
sak; haklı olmak, Yaratan'ın ve yaratılmışların hak-
larını çiğnememek ve çiğnetmemektir, diyebiliriz.
Yaratan'ın, yaratılışın ve yaratılmışların haklarının
çiğnenmemesi ve çiğnetilmemesi için de, yaratıl-
mışlardan en önemlisi olan insanların yasasının,
Yaratan'ın ve yaratılışın yasasıyla uyumlu olması
gerekir.
Bu uyumluluğun
gereği
olarak Tanrı
ve bi-
lim
devletten dışlanamaz.
Yaratılışın elçisi, bilim in-
sanlarıdır. Din ve devlet adamları, kesinleşmiş bili-
min
verileriyle uyumlu olmak zorundadır. Bu uyum-
luluğu reddedenler, "yaratılışın yasası"nı çiğnemiş
olurlar.
Bu çiğneme, insanların yaptığı yasayı eksik
ve sakat
bırakır. Bu sakatlık kabul edilemez ve edil-
memelidir.
Adâletli
olmak: Haklıya
hakkını, suçluya cezâsını
hakettikleri
kadar vermektir. Bununla birlikte bir suç-
lunun
cezâsını başka birine yüklememek, sevdikle-
rinden
olan suçluları adâletten kaçırmamak ve şa-
hitliği gizlemeyip doğru şahitlikte bulunmaktır. Bir
insanı haksızlıkla öldürmek, bütün insanları öldür-
mek kadar
büyük suçtur
ve dünyadaki cezâsı idam-
dır. Öte dünyadaki cezâsı ise, ebedî cehennemdir.
Yenileşmiş İslâmiyette hırsızın eli kesilmez. Çünkü
hükümler şartlara göredir. Bugünkü şartlar ondört-
buçuk asır öncesinin şartlarıyla aynı olmadığı için
de yeni
hükümlere gerek var. Yeni hükümlere göre
ise hırsız ancak çaldığı değer nisbetinde cezâlan-
dırılabilir. Bu da hapis cezâsı olacaktır. Bu konuda
hüküm
verme yetkisi, Allah'ın Mehdisi'ne aittir.
Namuslu
olmak: Aileyi korumaktır. Bu koruma için
de; nikâhsız cinsel birleşime, eşcinselliğe ve teca-
vüzcülüğe son vermek gerekiyor. Bununla
birlikte
kadınlar da sokağa seksî kıyafetle çıkamaz. Baş
örtüsü
takıp
takmamakta özgürdürler. Bu konuda
onlara
baskı
yapılamaz.
İbadetli
olmak: Günde beş
belirli zamanda müslü-
manlar
gibi tek Tanrı'yı anmak için namaz kılmak.
Ramazan
ayında
30 gün oruç
tutmak. Yılda
bir kere
fazladan
olan malının yüzde üç kadarını fakirlere
dağıtmak. Ömürde bir kere Mekke'de hacı olmak.
Ve fırsat buldukça Tanrı'nın tekliğini anmak. Yani
sözlü
olarak Tanrı'nın tekliğine şahitlik etmek ve bu
şahitliğin yanında; İsa'nın, Musa'nın ve Muhammed'
in tek
Tanrı'nın kulu ve elçisi olduklarını kabul et-
mektir. İsa'nın, tek Tanrı'nın yaratığı olduğunu ka-
bul
edenler, onun, "Tanrı oğlu" olamayacağını da
kabul
etmiş
olurlar. Çünkü
Tanrı'nın doğurulması ve
doğurması olmadığından, O'nun çocuğu olmaz. İ-
sa'nın babasız dünyaya gelmiş olması ise, Tanrı'
nın mûcizesidir. Bu mûcize, İsa'nın "Tanrı oğlu" ol-
duğunu kanıtlamaz. Çünkü ilk insan hem annesiz
ve hem de
babasız
olarak yaratılmıştır.
Ahlâklı olmak: Kısaca Tanrı'ya saygılı olmak, insan-
lara iyi
davranmak ve iyilikleri için çalışmaktır. Bu
çalışmanın gerçekleşmesi için de, insanın kendin-
de
bulunan aldatma, gurur, kibir, bencillik, cimrilik,
gıybetçilik, hasetlik gibi kötü sıfatların çıkarılıp yer-
lerine doğruluk, alçak gönüllülük, başkalarını düşün-
me,
cömertlik, arkadan konuşmama, Yaratan'dan
iyisini
istemek gibi iyi sıfatların yerleştirilmesi gere-
kir.
İyilikçi olmak: Âcizlerin, fakirlerin ve
muhtaçların
yardımına koşmak ve yaptığı iyiliği tek Tanrı Allah
hesabına karşılık beklemeden yapmak ve gizli-açık
bütün
kötülükleri tarketmektir.
Bu altı şartı yerine getirenler için öte dünyada ebe-
dî bir
cennet vardır.
Ey 300
Fransız
yazar ve siyasetçi!
Zaman, Kur'anın
karşısında durma zamanı değil, Kur'anlı olma za-
manıdır. Çünkü ömrünüz tükeniştedir. Ölümü öldü-
recek bir
silahınız da yoktur. Eğer ölümü öldüremi-
yorsanız, ölüme mahkûmsunuz demektir. Ölümü
öldürmeye
gücü yetmeyenler, Tanrı'nın sizi tekrar
diriltmesini
de engelleyemezler. Tekrar diriltilişi en-
gelleyemeyenler,
Tanrı'ya
hesap vermekten kaça-
mazlar.
Bu da demektir ki, Tanrı'yı inkâr eden ve O'
na
isyanda bulunanlar için cehenneme atılmak
kaçınılmazdır.
Madem
inkârcı (ateist) ve (deist) isyankârlar için
cehennemden
kurtuluş
yoktur, o halde şimdiden
bu sorunu
çözmek
gerekir. Bunun çözümü
de; tek
Tanrı'yı bilmek, tanımak ve O'na güvenip teslim ol-
maktır. O halde evrenin ve içindekilerinin gerçek
sahibi ve
müslümanların
"Allah" dediği tek Tanrı'ya
teslim
olunuz. Bu teslim oluşla da kalbinizin çok is-
tediği ebedî gençlik, ebedî güzellik ve ebedî mut-
luluğu kazanınız. Bu kazancı kaybetmemek en
önemli ve
biricik hedefiniz olmalı. Bu hedefe yönel-
diğinizde Kur'an'a ve onun
Medeniyeti'ne ilk adımı-
nızı atmış olacaksınız. Kur'anın içerdiği, emrettiği
ve teklif ettiği medeniyet ise şudur:
Dayanak
noktası
kuvvet değil,
haktır.
Bunun gereği
de eşitlik ve adâlettir.
Hedefi çıkarcılık değil, iyilikçiliktir. Bunun gereği de
sevgi ve
yakınlaşmadır.
Birlik
noktası ırkçılık ve faşizm değil; dindaşlık, va-
tandaşlık ve sınıfdaşlıktır. Bunun gereği de barış,
kardeşlik ve dış saldırılara karşı sadece savunma-
dır.
Hayat
ilkesi kavga ve çatışma değil, yardımlaşma-
dır. Bunun gereği de birlik ve dayanışmadır.
Yine
hayat ilkesi nefse taparlık değil, hakka taparlık-
tır. Bunun gereği de insanî yükseliş ve ruhsal ol-
gunlaşmadır.
İşte
böyle bir medeniyeti içeren ve emreden Kur'an
sizi
ürkütmemeli ve korkutmamalıdır. Eğer Kur'an
Medeniyeti'ni
kabul etmezseniz; faşist, kapitalist,
kateşist, komünist ve sosyalist
medeniyette aradı-
ğını bulamamış olan sizler, hangi medeniyeti kabul
edeceksiniz? Kaldı mı girebileceğiniz başka bir
medeniyet?
O halde hiç
vakit kaybetmemelisiniz!
Unutmayınız! Bu evreni ve içindekileri siz yaratma-
dınız, onu siz işletmiyorsunuz. Madem onu siz ya-
ratmadınız ve işletimi size ait değildir, o halde baş-
kasına ait bir evrende kendi keyfinizce
yaşayamaz-
sınız. Evrenin Sahbi'ni bilmek, bulmak,
tanımak
ve
O'nun
koyduğu
yasaya uymak zorundasınız. Evre-
nin
Sahibi de Kendini Kur'an ile tanıtmış ve yarattı-
ğı
evrenine sahip çıkmıştır. Bu sahip çıkış karşı-
sında artık kendi keyfinizce yaşayamazsınız. Ya O'
nun yasasına uyarsınız, ya da O'na ait evreni terke-
dersiniz!
Evreni terketmeniz mümkün olmadığına
göre,
size kalan, O'na teslim olmaktır. O'na teslim
olursanız, cennet gibi ebedî bir gelirle
mükâfâtlan-
dırılacaksınız. Ama O'na teslim olmaktan kaçarsa-
nız, ebedî bir cezâ sizi bekliyor
olacaktır.
Ölümü
öldürmeniz
ve tekrar diriltilişi engellemeniz müm-
kün olmadığına göre, sizi bekleyen cezâdan kaça-
mazsınız. O halde yüce Tanrı'nın ebedî cennet
teklifini
kabul ederek O'na teslim olunuz, ebedî
mutluluğu ve gerçek insanlığı kazanınız. Seçim
sizindir!
İmza:
Mehdiyet Makamı.
Not 1: Ey
âyetlerinin çıkarılmasını isteyerek Kur'an-
a saldıran 300 Fransız imza sahipleri! Siz adâletin
ne olduğunu biliyor musunuz? Biliyorsanız niçin uy-
gulamıyorsunuz? İsrail'in işgali altında olan Filistin
topraklarının iadesi için İsrail'i adâlete teslim olma-
ya niçin çağırmıyorsunuz? Onları adâlete teslim ol-
maya ve işgallerini sonlandırmaya zorlamanız gere-
kirken,
kalkıyorsunuz
Kur'anın
âyetlerinin değiştiril-
mesini
istiyorsunuz. Halbuki İsrail'in işgalciliğine
son
vermek daha kolay bir yoldur. Çünkü Kur'anı
değiştirebilmek için ya dünyadaki bütün müslüman-
ları yok etmek, ya da Tanrı'nın evrendeki egemenli-
ğine
son vermek gerekir, ki, bunu asla başaramaz-
sınız! Ama İsraillileri işgal ettikleri Filistin toprakla-
rından çıkarmanız mümkündür. Bunu gerçekleştir-
diğinizde müslümanların düşmanlığı ortadan kalkar.
Eğer "biz Avrupalılar adâletliyiz" diyorsanız, haydi
İsraillileri
işgal
ettikleri Filistin topraklarından çıka-
rın, adâletliliğinizi isbat edin!
Not 2: Ey
300 Fransız
imza sahipleri! İncil'deki
şid-
det içeren sözlerin çıkarılması için de Vatikan'a mü-
racaatta
bulunacak mısınız? Bu müracaatınız red-
dedildiğinde Vatikan'a savaş açacak mısınız? (Kur'
andaki
âyetlerin çıkarılmasını isteyerek başınıza ne
büyük işler açtığınızın farkında mısınız?) Ama adâ-
letli
olmanız
gerekmez mi? Kur'anda suç unsuru a-
rarken başka kitaplardakini görmemek adâlet
mi?
Siz
Avrupalıların adâleti nerede? Avrupa'nın gerçek
aydınları, sizin yaptığınız bu adâletsizliklerden mut-
laka utanıyorlardır. Tabii Avrupanızda gerçek aydın
kaldıysa!
Not 3: Ey
300 Fransız
imza sahipleri! Siz şiddetin
ne olduğunu biliyor musunuz? Ama Kur'ana
saldı-
rınızdan, şiddetin ne olduğunu bilmediğiniz anlaşılı-
yor. O
halde biz size öğretelim!
Meselâ Ruslar si-
zin
ülkenize saldırdığında ordularınızın bu saldırıya
karşı savunmaya geçmesi şiddet içerir. Fakat bu
şiddet,
"haklı şiddet"tir.
Eğer
Ruslar size haksızlık-
la saldırmışlarsa, onlarınki "haksız şiddet"tir. Yakın
geçmişte sizden önceki atalarınızın yüzbinlerce
Cezayirliyi
katletmiş
olması
da "haksız
şiddet"tir.
Veya IŞİD sizin Fransanızda terör eylemlerine kal-
kıştığında, polisinizin o teröristleri
öldürmesi bir
şiddet
eylemidir. Fakat "haklı şiddet"tir. Bu
haklı
şiddet karşısında siz ordu ve polisinizi suçlayabilir
misiniz? Bunun gibi Kur'anın da saldırgan ve zâlim-
lere karşı savunma ve savaş izni vermesi, "haklı
şiddet"tir.
Siz bu şiddeti
haksızlık olarak görüyorsa-
nız, hak ve adâletin ne olduğunu bilmiyorsunuz de-
mektir. O
halde önce hak ve adâletin ne olduğunu
öğrenmeniz gerekir. Eğer öğrenmek isterseniz, yu-
karıda geçen "evrenin Sahibi'ne teslim
oluşun
1. ve
2. şartı"nı okuyun, öğrenin. Eğer keyfinize göre a-
dâlet
olsun istiyorsanız,
bu isteğiniz
ancak savaş
doğurur! Eğer barış istiyorsanız, Tanrı'nın Kur'anda
gösterdiği adâlete teslim olunuz. Yüksek Medeni-
yet'in
birinci temeli hak ve adâlettir. Hak ve adâleti
çıkardığınızda, medeniyetiniz; "alçak medeniyet"
olur. Alçak Medeniyetiniz de yok oluşa mahkûmdur!
Not 4:
"Şiddet"le
ilgili olarak şunları da eklememiz
gerekiyor.
Bir babanın
çocuğunu, bir kocanın karısı-
nı ve bir öğretmenin öğrencisini dövmesi, şiddet i-
çerir.
Ama bu dövme terbiye içinse, "haklı şiddet"
tir.
Öfkeyi tatmin etmek içinse, "haksız şiddet"tir.
Haklı şiddette terbiye için birinci adım, uyarmak ve
öğüt vermektir. Uyarı fayda vermediğinde ikinci a-
dım, azarlamaktır. Azarlama da fayda vermediğin-
de üçüncü adım, dövmektir. Tabii dövmekten baş-
ka
cezâlandırma
yöntemleri bulmak da mümkündür.
Bu ölçüye göre Kur'anlı bir erkek, itaatsizlik eden
karısını önce uyarır, nasihat eder. Bu fayda vermez-
se, yatağını ayırır veya azarlar. Bu da fayda vermez-
se ve
sorunu çözecekse,
dayağa
başvurur.
Eğer
erkek
dayağın
işe
yaramayacağını bilirse, dövmek
yerine boşanmaya gider. Ama Kur'anlı bir erkeğin,
karısını haksız yere dövmesi, zulümdür. Zulme izin
yoktur.
Buradan da anlaşılacağı gibi, Kur'an'ın erke-
ğe,
itaatsizlik eden karısına karşı verdiği dövme iz-
ni,
"haklı şiddet"tir.
Haklı şiddet
kınanamaz
ve suç-
lanamaz. Şunu da söylememiz gerekir: Bir kadın,
kötülük
ve haksızlık içinde olan kocasına itaat et-
meğe mecbur değildir. Bu durumla ilgili olarak bir
kadın şiddete uğradığında, kocasını mahkemeye
verebilir.
Buradan da anlamalıyız ki, Kur'an, haksız
ve kötü
kocaya dayak izni vermemiştir. Haklı koca
da,
"önce uyarı,
sonra azarlama ve en sonda da
cezâlandırma veya boşama" ölçüsüne dikkat etmek
zorundadır. Bu ölçüye dikkat eden bir erkeğin "hak-
lı şiddet"i kınanamaz, suçlanamaz. Haklı erkek,
dövmek
yerine, ev hapsi cezâsı da verebilir.
Eğer denirse: "Erkek haklı olsa da karısını dövme-
sin."
Biz de deriz: "O zaman kadın da kocasına ita-
atsizlik
etmesin!"
Not 5:
Bütün Avrupalılar
bilmelidir ki, biz müslüman-
ların Yahudilere karşı Avrupa ırkçılarınınki gibi özel
ve ırksal bir düşmanlığı yoktur. Çünkü Kur'an bize
Yahudi düşmanlığı öğretmemiştir, onların kötüleri-
nin kimliğini göstermiştir. Bu sebeple Yahudilerin
mazlûm ve
mâsûmları
ve iyileri bizden daima yar-
dım ve merhamet görmüştür. Eğer Kur'an bize Ya-
hudi düşmanlığı öğretmiş olsaydı, bugün yeryüzün-
de bir tek Yahudi kalmazdı. Kur'an zulüm ve haksız-
lığa izin vermediği için biz sadece İsraillilerin Filis-
tinlilere
yapmakta oldukları
haksızlıklara öfkeliyiz.
Bu
öfkemiz de yakında
büyük bir savaşa
dönüşe-
cek ve İsrailliler haksızlıklarından dönmediklerine
çok
pişman
olacaklar. Eğer
siz Avrupalılar
ve Ame-
rika İsrail'in haksızlıklarının arkasında durmasaydı-
nız, çok yakındaki savaşa gerek kalmayacaktı. Si-
zin
adâletsizliğiniz,
İsrail'i
batıracaktır. Batış günü
de çok yaklaşmıştır! 14 Mayıs'ta ABD Başkanı
Trump bu
savaşın
düğmesine
basacaktır.
Kur'andaki:
"Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Al-
lah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın . Vazgeçer-
lerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır." (Bakara
193) şeklindeki âyet sizi rahatsız etmiş olabilir. Fa-
kat
burada dikkat ederseniz âyetin son cümlesi:
"Vazgeçerlerse,
düşmanlık ancak zalimlere karşı-
dır"
diyerek bitiyor. Bu cümleden de anlamalıyız ki,
Kur'an sınırsız bir savaş izni vermiyor. Hem İslâmi-
yetin
temeli hak ve adâlettir. Bu âyet, hak ve adâlet
ölçüsüne vurulmadan kullanılamaz. Bu âyeti "hak"
ölçüsüne vurduğumuzda; düşman tarafı saldırıda
bulunmadan,
savaş
ilânı
yapmadan veya müslü-
manlara
ait bir yer işgal
edilmeden müslümanlar
savaşa ve saldırıya kalkışamaz. Bu ölçüye göre
İsrailliler
Filistinlilerin topraklarını işgal ettiklerinden
ve
müslümanların
kutsalı
olan Kudüs'ü gaspettikle-
rinden
dolayı
Müslüman Dünya'nın
İsrail'e
savaş
açması bir haktır. Bu âyet ve bu hak sizi niçin rahat-
sız ediyor? Bu sorunu çözecek hukuk yolu da kapa-
lıysa, ne yapmalıyız? Savaştan başka çaremiz var
mı? Varsa, gösterin!
İmza:
Mehdiyet Makamı.
Tanrı
tektir.
İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.
Zaman: Yeni Çağ'ın
onsekizi,
Mayıs başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut: Muranizm.
YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen