Sonntag, 13. Mai 2018

KUR'ANDAN BAZI ÂYETLERİN ÇIKARILMASINI İSTEYEN 300 FRANSIZ YAZAR VE SİYASETÇİYE CEVAP!




                               KUR'ANDAN
    BAZI ÂYETLERİN ÇIKARILMASINI İSTEYEN
300 FRANSIZ YAZAR VE SIYASETÇİYE CEVAP!

              Kur'anı gönderen ALLAHın adıyla

Fransa'da aralarında eski Fransa Cumhurbaşkanı
Nicolas Sarkozy'nin de olduğu 300 Fransız yazar
ve siyasetçi, Kur'an-ı Kerim'den "şiddet ve Yahudi
düşmanlığı yaydığı" iddiasıyla bazı ayetlerin çıka-
rılması için bir bildiri yayımlamış. Biz de, o 300
Fransız yazar ve siyasetçiye diyoruz:

Herşeyden önce Kur'an, Yahudi düşmanlığı yapmı-
yor. Ondörtbuçuk asır önceki bazı Yahudilerin kötü-
lüklerini anlatıyor ve onlara karşı dikkatli olunmasını
istiyor. Kötülük içinde bulunmuş bazı Yahudilerin
kötülüğünü anlatmak, "Yahudi düşmanlığı" değildir.
Asıl düşmanlık, iyilere karşı yapılan kötülüktür.
Geçmişte bazı Yahudiler de bu kötülüğü yapmış ki,
Allah da onların yaptıklarını haber vermiş. Geçmiş-
teki kötülükçü Yahudilerden bu zamanda da buluna-
bilir. İsraillilerin Filistinlilere 70 yıldır yaptıklarına
baksanız, onların kötülüklerinin hâlâ devam ettiğini
görebilirsiniz. Yoksa görmüyor musunuz?

Siz Kur'anda kusur arayacağınıza, asıl İsraillilerin
Filistinlilere yapmakta oldukları kötülükleri görmeli
ve bu kötülüklere karşı mücâdele vermelisiniz. Bu
mücâdeleyi niçin vermiyorsunuz? Madem düşman-
lık hoşunuza gitmiyor, İsraillilerin kötülüklerini son-
landırın ki, düşmanlıklar ortadan kalksın!

İsrail şu anda ve uzun zamandan beri Filistinlilerin
yüzde yirmiikilik toprağını işgal altında tutuyor. Bu
işgalin sonlandırılması için neden bir bildiri yayınla-
mıyorsunuz? İsrail ordusu hergün, her hafta, her ay
birlerce, onlarca veya yüzlerce Filistinliyi katlediyor
ve geçmişte de binlercesini katletti. Bu katliamları
neden durdurmuyorsunuz veya durdurulması için
bir eylem yapmıyorsunuz? Niçin harekete geçmi-
yorsunuz? Düşmanlık nerede? Asıl düşmanlığı kim
yapıyor? Yoksa İsrail yönetiminin yaptığı kötülükle-
re sessiz mi kalınsın? Bu mu sizin hak ve adâlet an-
layışınız? Nedir sizin hak ve adâlet anlayışınız? Zu-
lüm gören şimdi Yahudiler mi, yoksa Filistinliler mi?
Filistinlilerin uğramakta olduğu zulmü ne zaman gö-
receksiniz? Eğer "medeni"yseniz, bu zulmü gör-
mek ve karşı çıkmak zorundasınız. Niçin karşı çık-
mıyorsunuz? Niçin onları durdurmuyorsunuz? Eğer
siz onları durdurmazsanız, biz Müslüman Dünya on-
ları mutlaka durduracağız ve onları işgal altında tut-
tukları topraklardan mutlaka çıkaracağız. Bu yılın
veya gelecek yılın sonuna kadar İsrail işgali sonlan-
dırılacaktır.

Ey 300 Fransız yazar ve siyasetçi! İyi biliniz ki, Kur'
andan âyet çıkarmaya bu dünyada kimsenin gücü
yetmez. Tek ve gerçek tanrı Allah'ın sözlerini O'nun
kitabından çıkarmaya hakkımız yoktur. Sizin de hak-
kınız yoktur. O'nun kitabından söz çıkarabilmeniz i-
çin O'nunla anlaşmanız gerekir. Fakat o yüce Tanrı
sizin keyfinize göre kitap indirmez. O'nun indirdiğini
ya kabul eder cenneti kazanırsınız, ya da reddeder
cehennemine atılırsınız.

Yoksa bu evrenin bir sahibi olduğuna inanmıyor mu-
sunuz? Niçin inanmıyorsunuz? Yoksa bu evreni siz
mi yarattınız? Sizin yaratmanız mümkün olmadığına
ve olmayacağına göre, "kendi kendine oldu" mu di-
yorsunuz? Kendi kendine olmuş veya olabilecek
birşey gösterebilir misiniz? Gösterebilir misiniz ki,
kendikendiliğe tanrılık veriyorsunuz? Ama göstere-
mezsiniz! Çünkü kendikendine olduğu görülen her-
şey bir etki altındadır. Etki altında bulunanlara da
kendikendinelik kalmaz. O halde herşeyin üzerinde-
ki en büyük etkileyici olan tek Tanrı'yı kabul etmek
zorundasınız. Niçin kabul etmiyorsunuz? Yaratıcı-
nız ve yaşatıcınızın kim olduğunu merak etmiyor
musunuz? Sizin için en büyük bilgi, O'nun kimliğini
bilmektir. Bu bilgiye sahip değilseniz, siz bu dünya-
nın en büyük bilgisizisiniz demektir. İşte Kur'an, sizi
bu bilgisizlikten kurtarabilir. Bu kurtuluşu istemelisi-
niz.

İstemelisiniz! Çünkü bu dünyada ebedî bir hayatı-
nız yok. Ama kalbiniz ebedî bir gençlik, ebedî bir
güzellik ve ebedî bir mutluluk istiyor. Bu isteklerinizi
karşılayabilecek tek kişi de, evrenin Sahibidir. Sizin
isteklerinizi karşılayabilecek ve bu konuda kesin va-
adleri olan bir Sahip varken, siz O'ndan niçin bigâne
kalasınız ki?

Evrenin sahibi siz olmadığınız, kendikendine oluş-
muşluğuna dair elinizde kesin bir delil de bulunma-
dığı halde ve tüm bunların karşısında da evrene ve
içindekilere sahip çıkan bir Tanrı Kur'an ile Sahipli-
ğini ve tek Tanrılığını ilân ederken siz hangi hakla
evrenin Sahibi ve Tanrı'sını yokluğa mahkûm ede-
bilirsiniz ve ediyorsunuz? Eğer bu haksızlığınızdan
dönmezseniz, bu haksızlığınız, karşınıza cehen-
nem olarak çıkacaktır. Ama henüz hersey bitmiş
değildir. Bu haksızlığınızdan dönebilir ve kalbinizin
çok istediği ebedî hayat ve mutluluğa kavuşabilirsi-
niz.

Eğer dünya hayatından sonra gelecek olan ebedî
mutluluğa kavuşmak isterseniz, kabul etmeniz ge-
reken ilk söz ve eylem şudur: "Şahitlik ederim ki:
Tanrı tektir. İsa, Musa ve Muhammed tek Tanrı'nın
kulu ve elçisidir." Bu şahitliğin anlam ve açıklaması
da şudur: Tanrı tektir. Çünkü bu evrendeki hiç bir-
şeyde ve kimsede bu evreni yaratabilecek, yaşata-
bilecek ve yönetebilecek bilgi, kuvvet, servet ve
sonsuz hayat yoktur. Bunlara sahip olmayan bir var-
lık da, bu evreni yaratamaz, yaşatamaz ve yönete-
mez. Bu gerçeğe bakarak maddenin, atomun, tabi-
atın, inek ve ateşin, ayın, güneşin ve yıldızların da
tanrı olamayacağını görebilirsiniz.

O halde Kur'an ile tek Tanrılığını bildiren Allah'
tan başka tanrı yoktur ve olamaz. Bundan da anla-
malıyız ki; İsa, Musa ve Muhammed gibi elçi ve
peygamberlerin tanrılıkla bir ilgileri yoktur, yani on-
ların tanrı olması mümkün değildir. Çünkü bir anne-
den doğmuşlardır ve ölümlülerdir. Doğumlu ve ö-
lümlü varlıkların da bu evrene Tanrı olamayacağı
açıktır. Çünkü 10 veya yirmi milyar trilyon yıldıza
sahip ve 14 milyar yıldan beri işletilmekte olan
bu sonsuz denecek kadar büyük evreni yaratabil-
mek, yaşatabilmek ve yönetebilmek için sonsuz
kudrete, sonsuz hayata, sonsuz servete ve herseyi
bilmeye ve herşeyin öncesinde olmaya gerek var.
Bütün bunlara sahip olabilecek olan da yalnız evre-
nin Sahibi olan tek Tanrı'dır. O tek Tanrı da, Kur'an
ile varlığını, birliğini, tekliğini ve sahipliğini bütün cin
ve insanlara bildirmiştir. Bu bildiriye inanmamak, a-
paçık bir gerçeği inkâr etmek olur. Bu inkârcılığın
karşılığı da, ebedî cehennemdir. Ebedî cennet is-
teyenler ise, bu gerçeği kabul etmek zorundadır.
Bu gerçeği kabul eden ve etmek isteyenlerin yapa-
cağı ikinci iş ise, evrenin tek Sahibi'ne teslim
olmaktır.

Evrenin tek Sahibi'ne teslim olmanın şartları ise
şunlardır: 1 Haklı olmak, 2 adâletli olmak, 3 namus-
lu olmak, 4 ibadetli olmak, 5 ahlâklı olmak ve 6 iyi-
likçi olmakla beraber her türlü kötülüğü terketmektir.

Tek Tanrı'ya teslim olmanın bu 6 şartının anlam ve
açıklaması şudur:

Haklı olmak: Yaratan'ın, yaratılışın ve yaratılmışla-
rın yasasına itaattir. Bunu kısaca özetliyecek olur-
sak; haklı olmak, Yaratan'ın ve yaratılmışların hak-
larını çiğnememek ve çiğnetmemektir, diyebiliriz.
Yaratan'ın, yaratılışın ve yaratılmışların haklarının
çiğnenmemesi ve çiğnetilmemesi için de, yaratıl-
mışlardan en önemlisi olan insanların yasasının,
Yaratan'ın ve yaratılışın yasasıyla uyumlu olması
gerekir. Bu uyumluluğun gereği olarak Tanrı ve bi-
lim devletten dışlanamaz. Yaratılışın elçisi, bilim in-
sanlarıdır. Din ve devlet adamları, kesinleşmiş bili-
min verileriyle uyumlu olmak zorundadır. Bu uyum-
luluğu reddedenler, "yaratılışın yasası"nı çiğnemiş
olurlar. Bu çiğneme, insanların yaptığı yasayı eksik
ve sakat bırakır. Bu sakatlık kabul edilemez ve edil-
memelidir.

Adâletli olmak: Haklıya hakkını, suçluya cezâsını
hakettikleri kadar vermektir. Bununla birlikte bir suç-
lunun cezâsını başka birine yüklememek, sevdikle-
rinden olan suçluları adâletten kaçırmamak ve şa-
hitliği gizlemeyip doğru şahitlikte bulunmaktır. Bir
insanı haksızlıkla öldürmek, bütün insanları öldür-
mek kadar büyük suçtur ve dünyadaki cezâsı idam-
dır. Öte dünyadaki cezâsı ise, ebedî cehennemdir.
Yenileşmiş İslâmiyette hırsızın eli kesilmez. Çünkü
hükümler şartlara göredir. Bugünkü şartlar ondört-
buçuk asır öncesinin şartlarıyla aynı olmadığı için
de yeni hükümlere gerek var. Yeni hükümlere göre
ise hırsız ancak çaldığı değer nisbetinde cezâlan-
dırılabilir. Bu da hapis cezâsı olacaktır. Bu konuda
hüküm verme yetkisi, Allah'ın Mehdisi'ne aittir.

Namuslu olmak: Aileyi korumaktır. Bu koruma için
de; nikâhsız cinsel birleşime, eşcinselliğe ve teca-
vüzcülüğe son vermek gerekiyor. Bununla birlikte
kadınlar da sokağa seksî kıyafetle çıkamaz. Baş
örtüsü takıp takmamakta özgürdürler. Bu konuda
onlara baskı yapılamaz.

İbadetli olmak: Günde beş belirli zamanda müslü-
manlar gibi tek Tanrı'yı anmak için namaz kılmak.
Ramazan ayında 30 gün oruç tutmak. Yılda bir kere
fazladan olan malının yüzde üç kadarını fakirlere
dağıtmak. Ömürde bir kere Mekke'de hacı olmak.
Ve fırsat buldukça Tanrı'nın tekliğini anmak. Yani
sözlü olarak Tanrı'nın tekliğine şahitlik etmek ve bu
şahitliğin yanında; İsa'nın, Musa'nın ve Muhammed'
in tek Tanrı'nın kulu ve elçisi olduklarını kabul et-
mektir. İsa'nın, tek Tanrı'nın yaratığı olduğunu ka-
bul edenler, onun, "Tanrı oğlu" olamayacağını da
kabul etmiş olurlar. Çünkü Tanrı'nın doğurulması ve
doğurması olmadığından, O'nun çocuğu olmaz. İ-
sa'nın babasız dünyaya gelmiş olması ise, Tanrı'
nın mûcizesidir. Bu mûcize, İsa'nın "Tanrı oğlu" ol-
duğunu kanıtlamaz. Çünkü ilk insan hem annesiz
ve hem de babasız olarak yaratılmıştır.

Ahlâklı olmak: Kısaca Tanrı'ya saygılı olmak, insan-
lara iyi davranmak ve iyilikleri için çalışmaktır. Bu
çalışmanın gerçekleşmesi için de, insanın kendin-
de bulunan aldatma, gurur, kibir, bencillik, cimrilik,
gıybetçilik, hasetlik gibi kötü sıfatların çıkarılıp yer-
lerine doğruluk, alçak gönüllülük, başkalarınışün-
me, cömertlik, arkadan konuşmama, Yaratan'dan
iyisini istemek gibi iyi sıfatların yerleştirilmesi gere-
kir.

İyilikçi olmak: Âcizlerin, fakirlerin ve muhtaçların
yardımına koşmak ve yaptığı iyiliği tek Tanrı Allah
hesabına karşılık beklemeden yapmak ve gizli-açık
bütün kötülükleri tarketmektir.

Bu altı şartı yerine getirenler için öte dünyada ebe-
dî bir cennet vardır.

Ey 300 Fransız yazar ve siyasetçi! Zaman, Kur'anın
karşısında durma zamanı değil, Kur'anlı olma za-
manıdır. Çünkü ömrünüz tükeniştedir. Ölümü öldü-
recek bir silahınız da yoktur. Eğer ölümü öldüremi-
yorsanız, ölüme mahkûmsunuz demektir. Ölümü
öldürmeye gücü yetmeyenler, Tanrı'nın sizi tekrar
diriltmesini de engelleyemezler. Tekrar diriltilişi en-
gelleyemeyenler, Tanrı'ya hesap vermekten kaça-
mazlar. Bu da demektir ki, Tanrı'yı inkâr eden ve O'
na isyanda bulunanlar için cehenneme atılmak
kaçınılmazdır.

Madem inkârcı (ateist) ve (deist) isyankârlar için
cehennemden kurtuluş yoktur, o halde şimdiden
bu sorunu çözmek gerekir. Bunun çözümü de; tek
Tanrı'yı bilmek, tanımak ve O'na güvenip teslim ol-
maktır. O halde evrenin ve içindekilerinin gerçek
sahibi ve müslümanların "Allah" dediği tek Tanrı'ya
teslim olunuz. Bu teslim oluşla da kalbinizin çok is-
tediği ebedî gençlik, ebedî güzellik ve ebedî mut-
luluğu kazanınız. Bu kazancı kaybetmemek en
önemli ve biricik hedefiniz olmalı. Bu hedefe yönel-
diğinizde Kur'an'a ve onun Medeniyeti'ne ilk adımı-
nızı atmış olacaksınız. Kur'anın içerdiği, emrettiği
ve teklif ettiği medeniyet ise şudur:

Dayanak noktası kuvvet değil, haktır. Bunun gereği
de eşitlik ve adâlettir.

Hedefi çıkarcılık değil, iyilikçiliktir. Bunun gereği de
sevgi ve yakınlaşmadır.

Birlik noktası ırkçılık ve faşizm değil; dindaşlık, va-
tandaşlık ve sınıfdaşlıktır. Bunun gereği de barış,
kardeşlik ve dış saldırılara karşı sadece savunma-
dır.

Hayat ilkesi  kavga ve çatışma değil, yardımlaşma-
dır. Bunun gereği de birlik ve dayanışmadır.

Yine hayat ilkesi nefse taparlık değil, hakka taparlık-
tır. Bunun gereği de insanî yükseliş ve ruhsal ol-
gunlaşmadır.

İşte böyle bir medeniyeti içeren ve emreden Kur'an
sizi ürkütmemeli ve korkutmamalıdır. Eğer Kur'an
Medeniyeti'ni kabul etmezseniz; faşist, kapitalist,
kateşist, komünist ve sosyalist medeniyette aradı-
ğını bulamamış olan sizler, hangi medeniyeti kabul
edeceksiniz? Kaldı mı girebileceğiniz başka bir
medeniyet? O halde hiç vakit kaybetmemelisiniz!

Unutmayınız! Bu evreni ve içindekileri siz yaratma-
dınız, onu siz işletmiyorsunuz. Madem onu siz ya-
ratmadınız ve işletimi size ait değildir, o halde baş-
kasına ait bir evrende kendi keyfinizce yaşayamaz-
sınız. Evrenin Sahbi'ni bilmek, bulmak, tanımak ve
O'nun koyduğu yasaya uymak zorundasınız. Evre-
nin Sahibi de Kendini Kur'an ile tanıtmış ve yarattı-
ğı evrenine sahip çıkmıştır. Bu sahip çıkış karşı-
sında artık kendi keyfinizce yaşayamazsınız. Ya O'
nun yasasına uyarsınız, ya da O'na ait evreni terke-
dersiniz! Evreni terketmeniz mümkün olmadığına
göre, size kalan, O'na teslim olmaktır. O'na teslim
olursanız, cennet gibi ebedî bir gelirle mükâfâtlan-
dırılacaksınız. Ama O'na teslim olmaktan kaçarsa-
nız, ebedî bir cezâ sizi bekliyor olacaktır. Ölümü
öldürmeniz ve tekrar diriltilişi engellemeniz müm-
kün olmadığına göre, sizi bekleyen cezâdan kaça-
mazsınız. O halde yüce Tanrı'nın ebedî cennet
teklifini kabul ederek O'na teslim olunuz, ebedî
mutluluğu ve gerçek insanlığı kazanınız. Seçim
sizindir!

İmza: Mehdiyet Makamı.


Not 1: Ey âyetlerinin çıkarılmasını isteyerek Kur'an-
a saldıran 300 Fransız imza sahipleri! Siz adâletin
ne olduğunu biliyor musunuz? Biliyorsanız niçin uy-
gulamıyorsunuz? İsrail'in işgali altında olan Filistin
topraklarının iadesi için İsrail'i adâlete teslim olma-
ya niçin çağırmıyorsunuz? Onları adâlete teslim ol-
maya ve işgallerini sonlandırmaya zorlamanız gere-
kirken, kalkıyorsunuz Kur'anın âyetlerinin değiştiril-
mesini istiyorsunuz. Halbuki İsrail'in işgalciliğine
son vermek daha kolay bir yoldur. Çünkü Kur'anı
değiştirebilmek için ya dünyadaki bütün müslüman-
ları yok etmek, ya da Tanrı'nın evrendeki egemenli-
ğine son vermek gerekir, ki, bunu asla başaramaz-
sınız! Ama İsraillileri işgal ettikleri Filistin toprakla-
rından çıkarmanız mümkündür. Bunu gerçekleştir-
diğinizde müslümanların düşmanlığı ortadan kalkar.
Eğer "biz Avrupalılar adâletliyiz" diyorsanız, haydi
İsraillileri işgal ettikleri Filistin topraklarından çıka-
rın, adâletliliğinizi isbat edin!

Not 2: Ey 300 Fransız imza sahipleri! İncil'deki şid-
det içeren sözlerin çıkarılması için de Vatikan'a mü-
racaatta bulunacak mısınız? Bu müracaatınız red-
dedildiğinde Vatikan'a savaş açacak mısınız? (Kur'
andaki âyetlerin çıkarılmasını isteyerek başınıza ne
büyük işler açtığınızın farkında mısınız?) Ama adâ-
letli olmanız gerekmez mi? Kur'anda suç unsuru a-
rarken başka kitaplardakini görmemek adâlet mi?
Siz Avrupalıların adâleti nerede? Avrupa'nın gerçek
aydınları, sizin yaptığınız bu adâletsizliklerden mut-
laka utanıyorlardır. Tabii Avrupanızda gerçek aydın
kaldıysa!

Not 3: Ey 300 Fransız imza sahipleri! Siz şiddetin
ne olduğunu biliyor musunuz? Ama Kur'ana saldı-
rınızdan, şiddetin ne olduğunu bilmediğiniz anlaşılı-
yor. O halde biz size öğretelim! Meselâ Ruslar si-
zin ülkenize saldırdığında ordularınızın bu saldırıya
karşı savunmaya geçmesi şiddet içerir. Fakat bu
şiddet, "haklı şiddet"tir. Eğer Ruslar size haksızlık-
la saldırmışlarsa, onlarınki "haksız şiddet"tir. Yakın
geçmişte sizden önceki atalarınızın yüzbinlerce
Cezayirliyi katletmiş olması da "haksız şiddet"tir.
Veya IŞİD sizin Fransanızda terör eylemlerine kal-
kıştığında, polisinizin o teröristleri öldürmesi bir
şiddet eylemidir. Fakat "haklı şiddet"tir. Bu haklı
şiddet karşısında siz ordu ve polisinizi suçlayabilir
misiniz? Bunun gibi Kur'anın da saldırgan ve zâlim-
lere karşı savunma ve savaş izni vermesi, "haklı
şiddet"tir. Siz bu şiddeti haksızlık olarak görüyorsa-
nız, hak ve adâletin ne olduğunu bilmiyorsunuz de-
mektir. O halde önce hak ve adâletin ne olduğunu
öğrenmeniz gerekir. Eğer öğrenmek isterseniz, yu-
karıda geçen "evrenin Sahibi'ne teslim oluşun 1. ve
2. şartı"nı okuyun, öğrenin. Eğer keyfinize göre a-
dâlet olsun istiyorsanız, bu isteğiniz ancak savaş
doğurur! Eğer barış istiyorsanız, Tanrı'nın Kur'anda
gösterdiği adâlete teslim olunuz. Yüksek Medeni-
yet'in birinci temeli hak ve adâlettir. Hak ve adâleti
çıkardığınızda, medeniyetiniz; "alçak medeniyet"
olur. Alçak Medeniyetiniz de yok oluşa mahkûmdur!

Not 4: "Şiddet"le ilgili olarak şunları da eklememiz
gerekiyor. Bir babanın çocuğunu, bir kocanın karısı-
nı ve bir öğretmenin öğrencisini dövmesi, şiddet i-
çerir. Ama bu dövme terbiye içinse, "haklı şiddet"
tir. Öfkeyi tatmin etmek içinse, "haksız şiddet"tir.
Haklı şiddette terbiye için birinci adım, uyarmak ve
öğüt vermektir. Uyarı fayda vermediğinde ikinci a-
dım, azarlamaktır. Azarlama da fayda vermediğin-
de üçüncü adım, dövmektir. Tabii dövmekten baş-
ka cezâlandırma yöntemleri bulmak da mümkündür.
Bu ölçüye göre Kur'anlı bir erkek, itaatsizlik eden
karısını önce uyarır, nasihat eder. Bu fayda vermez-
se, yatağını ayırır veya azarlar. Bu da fayda vermez-
se ve sorunu çözecekse, dayağa başvurur. Eğer
erkek dayağın işe yaramayacağını bilirse, dövmek
yerine boşanmaya gider. Ama Kur'anlı bir erkeğin,
karısını haksız yere dövmesi, zulümdür. Zulme izin
yoktur. Buradan da anlaşılacağı gibi, Kur'an'ın erke-
ğe, itaatsizlik eden karısına karşı verdiği dövme iz-
ni, "haklı şiddet"tir. Haklı şiddet kınanamaz ve suç-
lanamaz. Şunu da söylememiz gerekir: Bir kadın,
kötülük ve haksızlık içinde olan kocasına itaat et-
meğe mecbur değildir. Bu durumla ilgili olarak bir
kadın şiddete uğradığında, kocasını mahkemeye
verebilir. Buradan da anlamalıyız ki, Kur'an, haksız
ve kötü kocaya dayak izni vermemiştir. Haklı koca
da, "önce uyarı, sonra azarlama ve en sonda da
cezâlandırma veya boşama" ölçüsüne dikkat etmek
zorundadır. Bu ölçüye dikkat eden bir erkeğin "hak-
lı şiddet"i kınanamaz, suçlanamaz. Haklı erkek,
dövmek yerine, ev hapsi cezâsı da verebilir.

Eğer denirse: "Erkek haklı olsa da karısını dövme-
sin." Biz de deriz: "O zaman kadın da kocasına ita-
atsizlik etmesin!"

Not 5: Bütün Avrupalılar bilmelidir ki, biz müslüman-
ların Yahudilere karşı Avrupa ırkçılarınınki gibi özel
ve ırksal bir düşmanlığı yoktur. Çünkü Kur'an bize
Yahudi düşmanlığı öğretmemiştir, onların kötüleri-
nin kimliğini göstermiştir. Bu sebeple Yahudilerin
mazlûm ve mâsûmları ve iyileri bizden daima yar-
dım ve merhamet görmüştür.er Kur'an bize Ya-
hudi düşmanlığı öğretmiş olsaydı, bugün yeryüzün-
de bir tek Yahudi kalmazdı. Kur'an zulüm ve haksız-
lığa izin vermediği için biz sadece İsraillilerin Filis-
tinlilere yapmakta oldukları haksızlıklara öfkeliyiz.
Bu öfkemiz de yakında büyük bir savaşa dönüşe-
cek ve İsrailliler haksızlıklarından dönmediklerine
çok pişman olacaklar. Eğer siz Avrupalılar ve Ame-
rika İsrail'in haksızlıklarının arkasında durmasaydı-
nız, çok yakındaki savaşa gerek kalmayacaktı. Si-
zin adâletsizliğiniz, İsrail'i batıracaktır. Batış günü
de çok yaklaşmıştır! 14 Mayıs'ta ABD Başkanı
Trump bu savaşın düğmesine basacaktır.

Kur'andaki: "Hem bir fitne kalmayıp, din yalnız Al-
lah'ın oluncaya kadar onlarla çarpışın . Vazgeçer-
lerse, düşmanlık ancak zalimlere karşıdır." (Bakara
193) şeklindeki âyet sizi rahatsız etmiş olabilir. Fa-
kat burada dikkat ederseniz âyetin son cümlesi:
"Vazgeçerlerse, düşmanlık ancak zalimlere karşı-
dır" diyerek bitiyor. Bu cümleden de anlamalıyız ki,
Kur'an sınırsız bir savaş izni vermiyor. Hem İslâmi-
yetin temeli hak ve adâlettir. Bu âyet, hak ve adâlet
ölçüsüne vurulmadan kullanılamaz. Bu âyeti "hak"
ölçüsüne vurduğumuzda; düşman tarafı saldırıda
bulunmadan, savaş ilânı yapmadan veya müslü-
manlara ait bir yer işgal edilmeden müslümanlar
savaşa ve saldırıya kalkışamaz. Bu ölçüye göre
İsrailliler Filistinlilerin topraklarını işgal ettiklerinden
ve müslümanların kutsalı olan Kudüs'ü gaspettikle-
rinden dolayı Müslüman Dünya'nın İsrail'e savaş
açması bir haktır. Bu âyet ve bu hak sizi niçin rahat-
sız ediyor? Bu sorunu çözecek hukuk yolu da kapa-
lıysa, ne yapmalıyız? Savaştan başka çaremiz var
mı? Varsa, gösterin!

İmza: Mehdiyet Makamı.


                                 Tanrı tektir.
   İsa, Musa ve Muhammed O'nun kulu ve elçisidir.


Zaman:  Yeni Çağ'ın onsekizi, Mayıs başı.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Uyarı ve Hakka dâvet.
Boyut:    Muranizm.

                                                   YAYINLAYAN
                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                       *   *   *




Keine Kommentare: