Mittwoch, 30. September 2015

İSLÂMİYETİ OLMAYANLAR OKUMALIDIR!

     İSLÂMİYETİ OLMAYANLAR OKUMALIDIR!

                acıyarak yaşatan ALLAHın adıyla

LAİLAHE İLLALLAHU VAHDEHU LÂŞERİKE'NİN
                                   TEFSİRİ

İslâmiyeti olmayan kimseler, eğer İslâmiyet'in özü
ve temeli hakkında bilgilenmek isterlerse, müslü-
manların namazların sonunda arapça olarak oku-
dukları: "Lâilahe illallahu, vahdehu, lâ şerike leh,
lehülmülkü ve lehülhamdü, yühyî ve yümît ve hüve
hayyun lâyemut, biyedihilhayr ve hüve alâ külli şeyin
kadir ve ileyhil masir" olan şu Allah'ı anma sözleri-
nin açıklamalarını okumalıdır.

Lailaheillallahu : O Allahtan başka ilah yoktur. Yani:
Allah'tan başka hiç birşey ve hiçbir kimse tanrı
olamaz. Çünkü o şey ve kimselerin; şu evreni ve
içindekileri yaratacak, yaşatacak ve yönetecek son-
suz bilim, kudret ve kabiliyetleri yoktur. Bu yoklukla-
rıyla beraber zaten kendileri yaratılmışlardır. Yara-
tık ise, tek Tanrı'nın yerine geçebilecek bir yaratıcı
olamaz. (Buradan, İsa Peygamber'in niçin Tanrı o-
lamayacağını da çıkarabilirsiniz.)

Vahdehû: O (Allah) tektir. Yani: İkinci, üçüncü bir
Allah ve tanrı yoktur. Bir ülkenin bir tek başkanı ve-
ya başbakanı olduğu gibi, şu evren ülkesinin dahi
yaratanı, yaşatanı ve yöneteni olan Allah tektir. İkin-
ci, üçüncü bir tanrıya gerek yoktur. Çünkü egemen-
lik, yönetimde tekliği gerektirir. Yönetim tekliği ge-
rektirdiği gibi, O'na rakip olabilecek başka bir tanrı-
nın ortaya çıkması da mümkün değildir. Neden
mümkün değildir? Çünkü hiçbir şeyde ve hiçbir
kimsede şu evreni ve içindekileri yaşatacak, yöne-
tecek ve evrenin Sahibi'ne galip getirecek bilgi,
güç, sermaye ve maharet ve ebediyet yoktur.

Lâ şerike: (Allah) ortaksızdır. Allah'ın ortağı, yar-
dımcısı olmaz. Çünkü O'nun aczi yoktur, herşeye
gücü yeter. Çünkü; ortağı olan, âcizdir. Âciz olan i-
se, bu evrenin ve içindekilerinin tanrısı olamaz. Ni-
çin olamaz? Çünkü iki âcizin kuracağı ortaklıkta iki-
lik vardır. İkilik ise, işleri güçleştirir. Kâinattaki den-
ge, düzen ve ölçü ise, ikilik kaldırmaz, teklik ister.
Melekler ise, O'nun aczine medet eden yardımcı-
lar değil, büyüklük ve saygınlığının perdesidirler.
Bu perdelerin de yaratıcısı Allah olduğundan, yara-
tık Yaratan'a ortak olamaz. Neden olamaz? Çünkü
Allah'ın mülk ve servetçe bir eksiği yoktur. Eksiği
yoktur ki, yaratıklar O'nun eksiğini kapatsınlar. Hem
Allah'tan başka herşey yaratıktır. Yaratıkların kendi-
lerine ait bir mülk ve servetleri, kudret ve kuvvetleri
yoktur ki, servetine servet, gücüne güç katarak Al-
lah'a ortak olmaları mümkün olsun! Herşeyden ö-
nemlisi, evren Sahibi'nin ne söylediğidir: "Ortağım
yok" diyorsa, yoktur. Allah'ın oğlu da olamaz! Çün-
kü O, "başkasından üreme" değildir, O'ndan önce-
si yoktur. Varlığı ezelî ve ebedî olan Allah'ın, ebe-
diyet için bir eşe de ihtiyacı yoktur. Eşi olmayanın
da oğlu veya kızı olmaz. (Demek; "İsa Allah'ın oğ-
lu" değildir.)

Lehülmülkü: Mülk tamamen Allah'ındır. Bütün evre-
nin sahibi olmayan, hiçbir şeyin gerçek sahibi ola-
maz. Demek insan, hem O'nun mülkü, hem de O'
nun mülkünde çalışan bir işçi ve köledir. İnsanın
aşağısında olan varlıklar da bundan öte değildir. O
halde Kapitalizm, yani sermaye sahipleri; "elimiz-
deki serveti kendi bilgi ve çalışmamızla kazandık,
istediğimiz gibi de harcarız" diyemezler. Çünkü
bilgi ve aklın yatağı olan beyin ve çalışma gücü de
Allah'a aittir. Madem Allah'a aittir, O'nun emri ve is-
teği olarak eldeki servetin de O'nun istediği şekilde
kullanılması gerekir. Bu gereklik için de, fakirlere
dağıtılmak üzere devlete "sermaye vergisi" öden-
melidir. Bu ödeme ile "adâletli paylaşım" sağlan-
mış olur. Bununla da fakirler ile zenginler arası ba-
rış gerçekleşir. Bu da, ihtilâl ve isyanları önler.

Velehül hamdü: Teşekkür Allah'ındır. Evreni kim
yaratıyor, yaşatıyor ve yönetiyorsa; onlardan çıkan
sonuç ve bu sonucun özeti olan hamd ve teşekkür
de, kimden kime yapılırsa yapılsın O'nundur ve O'
nun hakkıdır. Öyle ise, hakkı olana, hakkını öde-
mek gerekir. Bu hakkı ödemeyenler, medeniyet
ve insanlıktan aşağı düşerler ve aşağıdadırlar. Yu-
karı çıkmak, Allah'a inançla başlar ve O'na teşek-
kürle zirveye ulaşılır. Bu zirveye ulaşmak isteyenler,
yaratılma için Allah'ı bilme, tanıma ve O'na inanma
ile ve yaşatılma için de O'na teslim olmakla yüküm-
lüdürler.

Tek Tanrı olan Allah'a niçin teşekkür edilmelidir?

Çünkü yediğiniz yemeğin, içtiğiniz suyun ve tenef-
füs ettiğiniz havanın meydana gelebilmesi için kos-
koca bir evrenin varlığı ve çalıştırılması gerekiyor.
Evrenin sahibi ve çalıştıranı da Allah'tır. "Bütün
bunlar kendi kendine olup bitmektedir ve evrenin
de bir sahibi yoktur" demenin ise bilimsel bir değeri
yoktur. Çünkü isbatı yoktur. Ama bunun karşısında
evrenin ve içindekilerinin sahibi olduğunu bildiren
bir Allah vardır ve Kitabı da ortadadır. Bu Kitap'ta
herşeyin yaratıcısı, yaşatıcısı ve yöneticisi olduğu-
nu beyan eden Allah'ın, herşeyin Sahibi olarak te-
şekkür istemesi, O'nun hakkıdır. O da insanlardan
bu hakkını istiyor. Öyle ise ey insanlar! Verdiği var-
lık ve yaşam için Allah'a teşekkür ediniz ki, yağmu-
runuz kesilmesin. Yağmurunuz kesilmişse, bilmeli-
siniz ki, teşekkürünüz eksiktir.

Yühyî: Canlandıran, hayatı veren, Allah'tır. Yani yer-
yüzünde görünen bütün canlılar; yani bitkiler, hay-
vanlar ve insanlar, kendi kendilerine hayat bulmuş
değillerdir. Çünkü kendilerine verilen bir nimet ve
rızkla hayatları devam etmektedir. O halde hayat
için gerekli rızkı kim veriyorsa ve tüm canlılara kim
verebilirse, hayatı veren dahi ancak O'dur. Çünkü
hayatın oluşmasına aracılık eden hava, su ve gü-
neşin; "hayat verici" olmak gibi bir düşünce ve bi-
linçleri yoktur. Zaten evreni de onlar yaratmış de-
ğildir. Çünkü evrenin yaratılmasından sonra oluş-
turulmuşlardır. Evreni yaratmaya, yaşatmaya ve yö-
netmeye gücü yetmeyen, hayat verici olamaz. De-
mek doğa ve tabiat, "hayatın kaynağı" olarak görü-
lemez. Onlara ancak bir "araç" gözüyle bakmak ge-
rekir. Bu bakışa sahip olmayanlar, gerçekdışılıkta-
dırlar.

Ve yümît: Öldüren, ölümü veren Allah'tır. Hayatı O
verdiği gibi, insanın imtihan ediliş vaktini sonlandı-
ran ölümü dahi yaratan O'dur. Demek oluyor ki; do-
ğum "Allah'tan geliş" olduğu gibi, ölmek de "O'na
dönüş"tür. Bu da demektir ki: Ölenler için yok oluş
yoktur.

Ve hüve hayyun lâyemût: Allah, ölümsüz hayat sa-
hibidir. Ölümsüz bir hayat sahibi olmayan, Allah ola-
maz, O'nun ilahlık tahtına oturamaz, insanları doğ-
duramaz ve öldüremez, evreni yönetemez. Evren-
deki sürekli faaliyet ve yönetim ve yeryüzündeki
ardarda gelen doğumlar ve ölümler ve hem kâina-
tın on milyarlarca yıllık yaşı gösterir ki, Allah, ölüm-
süz bir hayat sahibidir. O, ölümsüz bir diridir.

Biyedihil hayr: Her hayır, her iyilik Allah'ın elindedir,
Allah'tandır. İnsana verilen hayat ve rızk ve evrenin
insana boyun eğdirilmesi gibi bütün iyilikler O'na a-
ittir ve O'nun elinden çıkmıştır. O'ndan başkaları
onlara sahip çıkamazlar. Çünkü, evreni yaratacak,
yaşatacak ve yönetecek bir güç, bilgi, irade, sanat-
kârlık ve ebediyete sahip olmayan, o iyilikleri sağla-
yamaz ve üretemez. "Diriliş gününün ve âhiretin sa-
hibi olduğu" yönüyle de, inançlı cinlerin ve insanla-
rın yaptıkları bütün iyilikler, karşılıkları ödenmek
üzere Allah'ın defterinde kaydedilir, kaybolmaz.
Vakti geldiğinde de herkese ücreti ödenir. Ancak
bu ödemeden yalnızca Allah'a ve Âhiretine inanan-
lar faydalanır. İnançsızların, inkârcıların, dinde iki-
yüzlülerin ve ortak koşucuların alacağı bir ücret
yoktur. Varsa onların dünyadaki iyilikleri hep boşa
gider. İyiliklerinin boşa gitmesini istemeyenler, iyi-
liklerini Allahlı ve Âhiretli hale getirmelidir.

Ve hüve alâ külli şeyin kadîr: O (Allah), herşeye ka-
dirdir, kudreti yetendir. Kudreti başkasından alınma
olmadığından gücüne son yoktur. Kâinatın yaratı-
lışta, yaşatılışta ve yönetilişte olması da, O'nun ni-
hayetsiz kudretine apaçık delildir. Demek, sonsuz
kudretiyle bu evreni ve içindekileri tek başına yarat-
masında, yaşatmasında ve yönetmesinde bir zor-
luk yoktur. Çünkü kâinattaki denge ve düzen, ve
herşeyin tek bir ele bakması ve kanun ve itaat altın-
da oluşları, ve de yüce Allah'ın herşeyi kucaklamış
olan ruhsal ve ışıksal varlığı ve büyüklüğü; yaratma,
yaşatma ve yönetmede bir zorluk bırakmıyor.

Ve ileyhil masîr: Dönüş Allah'adır. Her şeyin gelişi
Allah'tan olduğu gibi, dönüşü de O'nadır. Yoktan
yaratılanlar, sonuçta yok oluşa gidiyor görünseler
de, yok oluşa değil, var Edici'ye yani Allah'a döner-
ler. Dünya varsa, onun yaratıcısı, yaşatıcısı ve yö-
neticisi olarak Allah da vardır. Allah varsa ve kitap
ve elçilikleriyle varlığını bildirmişse, herşeyin hesa-
bının görüleceği ve karşılıklarının verileceği âhiret
de vardır. Âhiret varsa, -ki âdalet, İlâhî vaad ve
amaç ve insanın ebediyet arzusu bunu gerektirir-
cinlerin ve insanların Allah'a dönüşü muhakkaktır.
Bu da demektir ki; ölüm "yok oluş" değildir. Ölen
insan bedenen yok olur. Fakat kışta ölen bir ağa-
cın, tohumlarını bahçe sahibine bırakması gibi, in-
san da ruhunu, onu üfleyen Allah'a bırakır. Ruh ise,
insanın ölmeyen ve çürümeyen esas varlığıdır.
Ruh ölümsüzse, insan için mutlak ölüm yok demek-
tir. Bedensel ölüm ise, bir tohumun toprağa düşme-
si gibidir. Toprağa düşen tohum, bahar geldiğinde
yeni bir bitki veya ağaç olarak yer üstüne çıkar, ha-
yatı devam eder. Ölen insanların hayatlarının deva-
mı ise, tüm insanlığın ve varlıkların ölümü olan kı-
yametten sonradır. Kıyamet de çok yakındır!

                     Allah'tan başka ilah yoktur.
          Mehdi ve Mesih O'nun kulu ve elçisidir.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onbeşi, Eylül sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Yorumlama.
Boyut:   Muranizm.

                                                   YAYINLAYAN
                                       AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                       *   *   *


Keine Kommentare: