Sonntag, 30. Juni 2013

YENİ DEMOKRATİK MODEL-SÜPER DEMOKRASİ

                  YENİ DEMOKRATİK MODEL

                         SÜPER DEMOKRASİ

                         bütün baharların sahibi
                 tek ve ortaksız TANRInın adıyla


Bundan önceki bildirimizde; "yakında yeni bir yöne-
tim sistemini sizlere tanıtacağımızı" bildirmiştik.
Şimdi bu tanıtıma geçmeden önce Türkiye'nin,
"Taksim Gezi Parkı Olayları"nda oluşan o sahneye
nasıl geldiğini kısaca özetlemeye çalışalım.

Türkiye halkları 1950'ye kadar çeyrek asır boyunca
"tek lider-tek parti" Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
eliyle yönetilmiştir. Bu tarihten biraz öncesinde Tür-
kiye, Amerika'nın zorlamasıyla çok partili döneme
geçmiştir ve 1950'den itibaren iktidarı, en çok oyu
alan Demokrat Parti ele almıştır. Demokrat Parti,
üst üste üç seçimi kazanmış ve on yıl iktidarda kal-
mıştır. Fakat üçüncü devresini tamamlamadan, or-
du ve Halk Parti (CHP) eliyle 27 Mayıs 1960'ta hak-
sız bir ihtilâlle devrilmiştir.

Bu ihtilâl neden yapıldı?

Bu işin "dış güçler" yönünü bir kenara bırakalım.
Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle 25 yıllık ikti-
darını kaybeden Cumhuriyet Halk Partililer, nice
makamlar, mevkiler ve servetler kaybettiler. Bu bü-
yük kaybediş, onlarda Demokrat Partililere karşı
çok büyük bir kin, nefret ve intikam meydana getir-
di. Bu sebeple DP tarafından demokratik seçimle
düşürülüşlerinin intikamını almak istiyorlardı. Aynı
zamanda Demokrat Partililer, Cumhuriyet Türkiyesi'
nin ilk yöneticilerinin zihniyetine aykırı icraatlarda
bulunuyor ve dindar müslümanların daha önce
CHP tarafından feci şekilde daraltılmış olan yaşam
alanlarını genişletmeye çalışıyor ve onların yerine
getirilmemiş taleplerine, ellerinden alınmış hak ve
hürriyetlerine cevap veriyor ve ülkeyi de baştan ba-
şa imar edip kalkındırıyordu. Bu duruma CHP'lilerin
ve onların üstündeki Kemalist seçkinlerin daha faz-
la tahammül etmesi mümkün değildi. En sonunda
CHP'liler ve Kemalist seçkinler, halk çoğunluğunun
Demokrat Parti'den hiç vazgeçmeyeceklerini ve
hep onu iktidar yapacaklarını anladıklarında, daha
fazla dayanamayıp, zorbalık ve bozgunculukla de-
mokrasinin partisi olan DP'yi alaşağı ettiler. Bu şe-
kilde intikamlarını çok dehşetli bir şekilde aldılar ve
sonra iktidara, 10 yıllık aradan sonra hiç haketme-
den tekrar kendileri oturdular. Bu şekilde, ABD'nin
baskısıyla kurulan demokrasi, ilk darbesini CHP'
den yemiş oluyordu. Yani CHP bununla ABD'ye:
"Sen nasıl benim 25 yıllık iktidarımın yıkılışına se-
bep olduysan, işte ben de senin demokrasini böy-
le deviririm!" demiş oldu.

Bu şekilde yarım asır boyunca halk çoğunluğu on-
ları indirdi ve Kemalist laikler de her on yılda bir
tekrarlanan darbelerle halk çoğunluğunun seçtiğini
indirdi ve sonuçta AK Parti'nin iktidar olmasına ka-
dar geldi Türkiye. Halk çoğunluğunun üç seferdir
iktidara getirdiği AK Parti ise, her iki yılda bir, "Bal-
yoz", "Sarıkız", "Ayışığı", "Yakamoz" ve "Eldiven"
gibi isimler taşıyan darbe hazırlıklarıyla karşılaştı.
Ama onları zamanında farkedip engellemeyi başar-
dı ve onların hazırlayıcılarını da hapse doldurdu.
Bugünün CHP'si ise, AK Parti'yi devirmek için ha-
zırlanmış darbe planlarını görmezden geldi ve o
planların sahiplerinin hapsedilmelerine karşı çıktı
ve şu an onların kurtuluşu için gayret göstermekte-
dir. Çünkü darbecilerin yardımı olmadan CHP'nin
iktidara gelmesi imkânsızdır. Bunun için de o parti-
liler, darbecileri sevmek ve korumak zorundadırlar.

Darbe hazırlayıcılarını kurtarmak gayretinde olan
CHP'liler, şimdi babaları ve dedeleri zamanındaki
gibi huzursuzdur. Çünkü hem darbe hazırlayıcısı
yüksek rütbeli asker dostlarını kurtaramamakta,
hem de üst üste üç seçim kazanmış AK Parti'yi
devirecek bir çare bulamamaktadırlar. Bu çaresizlik
nedeniyle fena halde şişmiş ve bunalmış olan laikçi
kesim, nihayet Gezi Parkı'ndaki eylemlerin yarattığı
fırsat ile öfkelerini patlattılar ve bu patlamanın gazı
ve fırtınasıyla da AK Parti iktidarını devirme dene-
mesi yaptılar.

CHP'liler bu hastalıklı durumdan nasıl kurtulabilir-
ler?

Bu soruya cevap verebilmemiz için, bu partinin ne-
den iktidar olamadığını bilmemiz gerekiyor. Bu par-
ti tek başına iktidar olamaz. Çünkü bu partiyi kuran-
ların ve ona destek verenlerin tarihsel kökleri; (25
yıllık muhalefetsiz iktidarları nedeniyle) halk çoğun-
luğunu gütme, yönetme ve onlara hükmetme üzeri-
ne kodlanmıştır. Yani bu kodlanmada "halka hizmet
etmek" gibi bir değer yoktur. Çünkü kendilerini
"seçkin" ve "yönetici" tabaka olarak görürler. Aynı
zamanda halk çoğunluğunun inanç ve zihniyetiyle
de barışık değillerdir, onlara karşıdırlar. Hizmet ehli
olmadıklarından ve çoğunluğun mânevî değerleriy-
le de barışıklıkları bulunmadığından, kendilerini
halk çoğunluğuna sevdiremiyorlar. Dolayısıyla bu
sevgisizlikle ve hizmete hazır olmama durumuyla
da onların oylarını alamıyorlar ve alamıyacaklardır.
Bu da tabii onların ebediyen muhalefette kalacakla-
rı anlamını taşır. İşte darbelere destek vermelerinin
ve darbecileri korumaya ve kurtarmaya çalışmaları-
nın altındaki ana neden budur. Çünkü bir darbe ol-
madan onlara iktidar yolu açılamaz. Dolayısıyla bu
durumdaki bir CHP, demokrasiyi gerçekten seve-
mez. Çünkü demokrasi, onlara iktidar kazandırmı-
yor. Ama "demokratmış" gibi görünebilirler. Bu gö-
rüntüye kimse aldanmamalıdır. Çünkü tarihsel kök-
lerinde demokratlık değil, diktatörlük vardır. Çünkü,
Türkiye'yi çeyrek asır boyunca muhalefeti yok ede-
rek onların babaları ve dedeleri yönetmiştir. Şimdi
de eski günlerini özlemekte ve onu geri getirmeye
çalışmaktadırlar.

Aslında demokrasiye düşman olduğu için, yani dar-
belerle onu devirmeye hazır olduğundan dolayı bu
partinin kapatılması gerekir. Fakat bu kapatmayı
AK Parti yaparsa, AK Parti, Avrupa ve Amerika'nın
hışmına uğrar. En iyisi, o partiyi Avrupa ve Amerika'
nın baskı yaparak kapatması olacaktır. (Kapatılan
partinin yerine de, -demokrasiye sadık kalacağı ve
darbecilere yardımcı olmayacağına dair yemin ver-
diği takdirde- Mustafa Sarıgül'ün partisi geçebilir.)

Fakat biz Avrupa Muranistleri, yeni keşfettiğimiz de-
mokratik bir modelle CHP'yi kapatılmaktan kurtara-
biliriz. Şimdi Gezi Parkı eylemlerinin zorlamasıyla
keşfettiğimiz o modele geçmeden önce, bazı "yö-
netim şekilleri" üzerinde kısa bir gezinti yapalım.

Hz. Muhammed'in, birinci halifeninkiyle beraber ve
ilk katledilen halifenin ölümüne kadar bulunduğu 35
yıllık dönem; tek inançlı, tek zihniyetli ve tek liderli
muhalefetsiz dönemdir. (Mekke'nin fethinden sonra
müslümanların yönetimi altına giren hıristiyanlar ve
Musevîler, inançlarında hürdüler.) Bu dönemden
sonra farklı zihniyetler doğmaya başlayınca üç hali-
fe katledilmiştir. Bu da gösteriyor ki, tek inançlı ve
tek zihniyetli toplumların idaresi için tek lider yeter-
lidir. Fakat bu yeterlik fazla uzun sürmüyor. Farklı
zihniyetler doğmaya başlayınca yönetim için birden
fazla partinin devreye girmesi gerekiyor. Aksi halde
tek bir zihniyetin başka zihniyetleri esir alması duru-
mu ortaya çıkar ki, bu da diktatörlüğe gidiş olur.
Farklı zihniyetlerin olması ise, demokratik bir mo-
deli gerektiriyor.

Osmanlı toplumuna katılan farklı milletler, farklı zih-
niyetler ise, babadan oğula geçen padişahlıkla yö-
netilmiştir. Padişah ise kendini hakka ve adâlete da-
yandırarak yönetim yapar. Padişah; hem komutan-
dır, hem de başbakandır; görevi ağırdır; hem ülke-
yi yönetir, hem de düşmanlara karşı savaşır. Çeşitli
milletleri kendi inançlarında özgür bıraktığı için de
halk içinde önemli bir muhalefeti yoktur. Onun mu-
halifi, düşman ülkeleridir. İktidar savaşları da, saray
içinde cereyan eder. Diktatörün yönetimi ise, kendi
aklına ve keyfine göredir ve onun karşısında hiç bir
muhalefet barınamaz. Ülkesinde hukuk bulunsa da,
diktatör hukukun üstündedir. Bu yönetimde farklı
zihniyetler baskı altındadır. Yeterli güçleri olmazsa,
diktatörü deviremezler. Ancak gerekli gücü bulduk-
larında diktatörü devirebilirler.

Farklı zihniyetlerin partisi olmayan İran'da dine da-
yalı yönetim, din ve dindarlığı halkın her kesimine
dayatır. Dinden ve dindarlıktan uzak yaşamak iste-
yen halk kesiminin bu dayatmaya itiraz etme hakkı
yoktur. Bu yüzden kadınlar sokağa baş örtüsüz çı-
kamaz ve istedikleri gibi giyinemezler. Bu yönetim
şekline; "dine dayalı diktatörlük" diyebiliriz. "Dinde
zorlama yoktur" âyetince, bu diktatörlüğün son bul-
ması gerekir.

İran'daki dine dayalı yönetimi, Hz. Muhammed'in
25-35 yıllık dönemiyle bir tutamayız. Çünkü o dö-
nem tek inançlı ve tek zihniyetliydi. O zamanki halk,
tümden İslâmiyete ve İslâmî yaşantıya taraftardı
ve başka inançta olanlar da inançlarında özgürdü.
Yani yüzde doksandan fazla çoğunluk, Peygamber'
in yönetimine râzıydı. Bu râzılık ise, İran halklarının
hepsinde yoktur. Çünkü bu halkın önemli bir kısmı
dinden ve dindarlıktan uzak yaşamak istemektedir.
Fakat bu isteğine bir türlü kavuşamamaktadır.

İşte burada gösterilen gerçeklerden dolayı Türkiye'
ye dine dayalı bir yönetim gelemez. Çünkü Türkiye,
çok kültürlü ve farklı zihniyette kesimleri olan bir ül-
kedir. Halkın yüzde yetmişten fazlası dinî bir yöne-
tim istemedikçe, Türkiye demokrasiden çıkamaz.

Türkiye'de CHP, 1923-1950 arasındaki tek partili
yönetiminde kendi zihniyetini müslüman halka da-
yatmış ve onların dinsel özgürlüğünü kısıtlamıştır.
Müslüman halkın yaşam alanının sınırlarını da ken-
di zihniyetine göre çizmiş ve belirlemiştir. Bu çizgi-
den çıkmaya çalışan dindar müslümanların ise ha-
yatı kararmıştır. Bugün bile o sınırlar tam olarak hâ-
lâ aşılamamaktadır. AK Parti bu sınırları genişlet-
meye kalktığında ise, CHP'liler feryadı basmakta
ve dindar halkın özgürlüğüne engel olmaktadırlar.

Gelelim günümüz demokrasisine...

Demokrasi'de her zihniyetin bir partisi vardır ve en
çok oyu alan parti iktidara gelir, belirli yasalar çerçe-
vesinde bütün halkı yönetme hakkı kazanır. Azınlık-
ta kalanlar, yani yeterli oyu alamayan partiler ve ta-
raftarları ise, çoğunluğun seçtiğine râzıdır. Bu tür
demokrasiye; "çoğunluğun seçtiğine azınlığın râzı
olması sistemi" veya "rızâya dayalı demokratik mo-
del" diyebiliriz. Bu model demokraside, azınlıkta
kalan partiler, çoğunluğun oyunu alamadıkça iktidar
olamazlar.

Fakat Türkiye'de bu durum, demokrasiye düşman-
lık kazandırmaktadır. Çünkü CHP'nin iktidar olma
şansı yoktur. Bu yüzden CHP'lilerin, kendilerine ik-
tidar olma sanşı kazandırmayan bir demokrasiye
dost olmaları mümkün değildir. Bunun için de halk
çoğunluğunun seçtiği partiyi gayri meşru yollarla
devirme eyilimindedirler. Tabii bu durum, Türkiye
demokrasisi için büyük bir tehlike oluşturmaktadır.
Ve Gezi Parkı olaylarında Türkiye, bu tehlike ile
karşı karşıya kalmıştır. Şimdi bu tehlikeyi ortadan
kaldıracak yeni model bir demokrasiye ihtiyacımız
var.

Yeni model demokrasinin tanıtımına geçmeden ön-
ce şimdi gelin, Gezi Parkı'nda ortaya çıkan anlaş-
mazlığı çözelim, sonra da sözünü ettiğimiz tanıtımı
yapalım.

Dünya halklarına duyuru!

Türkiye'deki İstanbul Gezi Parkı olaylarında gördük
ki, demokratik ilkeler sıkıntı doğurmaktadır. Yani ül-
ke yönetiminde çoğunluğun isteği yerine gelirken,
azınlığın isteği kabul edilmiyor. Bu da, onları mah-
rum bırakmakta ve bu mahrumiyet de öfke doğur-
maktadır.

Bu durumda ne yapmalıyız? Bu durum bizi, yeni bir
sistemin arayışına sokmaktadır. Bu arayışın sonun-
da biz Avrupa Muranistleri'nin karşısına "Adâlet Sis-
temi" çıktı. Şimdi sizlere bu yeni sistemi tanıtmak
istiyoruz.

Demokratik sistemde, çoğunluğun seçtiğine uyu-
lur. Diktatörlük sisteminde ise, tek kişinin veya azın-
lığın dediği olur. Demokratik sistemde azınlık, dik-
tatörlük sisteminde de çoğunluk kendi isteğini ger-
çekleştiremez. İki tarafta da mahrum kalış vardır.
Bu durum ise demokrasiyi "iyi diktatörlük", diktatör-
lüğü de "kötü demokrasi" şekline sokmaktadır.

Şimdi de "Adâlet Sistemi"ne bakalım ve bu yeni
sistemle Gezi Parkı olayını çözmeye çalışalım.

Bu olayı çözüme kavuşturabilmemiz için elimizde
üç seçenek var. Ya azınlık, çoğunluğun isteğini ka-
bul eder; ya iki taraf, kura çekilmesine ve sonucuna
rızâ gösterir; ya da eldeki park iki taraf arasında bö-
lüştürülür. Bölüştürme ise, "Adâletli Sistem"dir.

Bölüştürme, oy oranına göre yapılır. Meselâ diye-
lim ki halkın yüzde sekseni parkın restore edilme-
sini ve yanına da bir müze ve opera yapılmasını is-
tiyor, yüzde yirmisi de parka dokunulmamasını ve
yanına da bir şey yapılmamasını istiyor. Bu durum-
da parkın yüzde sekseni çoğunluğun, yüzde yirmi-
si de azınlığın olur. Çoğunluk azınlığın, azınlık da
çoğunluğun hakkına dokunamaz. Her iki taraf ken-
di paylarına düşen bölümde istediği tasarrufu yapa-
bilir.

Eğer azınlık; "biz çoğunluğun isteğine râzıyız, ken-
di hakkımızdan vazgeçiyoruz" veya çoğunluk; "biz
azınlığın isteğine râzıyız, kendi hakkımızdan vaz-
geçiyoruz" demezse, Adâletli Sistem'i uygulamak
gerekir.

Şimdi bu sistemi bir de "yönetim"e uyarlayalım.

Yapılan seçimler sonucunda Adâletçi Parti, oyların
yüzde altmışını; Halkçı Parti, yüzde yirmisini; ve
Türkçü Parti de, yüzde onunu almış olsun ve yöne-
tim müddetinin de 5 yıl olacağını kabul edelim. A-
dâlet Sistemi'ne göre birinci parti, üç yıl; ikinci ve
üçüncü parti de, birleşerek iki yıl yönetim yapabilir-
ler. Veya azınlıkta kalan partiler; "biz çoğunluk par-
tisinin yönetiminden memnunuz, bütün yönetim
müddeti onun olsun" da diyebilirler. Yönetim süre-
cinde her iki tarafın performansı görünmüş ve bilin-
miş olur ve buna göre de onlara oy verilir.

(Eğer bu modelin -muhalefetin "zayıf iktidar" olacak
olması nedeniyle- devleti sıkıntıya sokacağı düşü-
nülürse, "muhalefetin toplam oyu meselâ yüzde yir-
mi veya otuzun altında kalırsa, muhalefet bu model-
den faydalanamaz" gibi bir sınırlama getirilebilir.)

(Ayrıca bu sistemin işleyebilmesi için, -meselâ Tür-
kiye'de- iktidar olmak için gerekli milletvekili sayısı-
nın 200 veya 222'ye iindirilmesi ve seçim barajının
da yüzde 5'e düşürülmesi veya kaldırılması gere-
kir. Eğer AK Parti bir "Adâlet" partisisiyse, bu siste-
mi kabul etmelidir.)

Bu yönetim sistemine yani "Adâlete Dayalı Demok-
ratik Model"e ne dersiniz, ey dünya halkları? Dikta-
törlükten ve "rızâya dayalı demokratik model"den
daha iyi değil mi? Haklıca, adâletlice ve namusluca
bir yaşam isteyenler için bu yeni sistemi uygula-
maktan başka çare yoktur. O halde yeni sisteme
hoşgeldiniz!

Yalnız bu yeni sisteme geçebilmek için yasaların
ve anayasanın yenilenmesi gerekir.

Bu yeni sisteme: Ya Adâlet Sistemi, ya Muranist
Sistem, ya da Süper Demokrasi isimlerini verebili-
riz.

Madem şimdi elimizde hakka ve adâlete ve insanlı-
ğa uygun yeni bir sistem var, o halde bu sisteme
hemen sahip çıkalım. Bu yeni sistem karşısında ar-
tık diktatörler diktatörlüklerine kendiliklerinden son
vermeliler. Son vermeliler ki, halkların isyanıyla kar-
şılaşmasınlar. Bu şekilde ülkeleri yıkımdan, halkları
da katliama uğramaktan korunmuş ve kurtulmuş o-
lur. Bakın, Suriye'de bir diktatör, haksız iktidarını
ayakta tutmak için ülkesini yıkmakta ve halkını da
katliamdan geçirmektedir. Ve bütün dünya bu deh-
şetli zulüm ve haksızlığı üç yıldan beri seyretmekte
ve Rusya ile İran da o diktatörü desteklemektedir.
Yeryüzündeki bütün halklar ve diktatörler bilmeli ki;
diktatörlük devri bitti! Çünkü Süper Demokrasi dev-
rine girmiş bulunuyoruz. Bütün halklar, milletler ve
devletler bu yeni devre ayak uydurmak zorundadır.
Ayak uydurmak zorundadır, çünkü haksızca, adâlet-
sizce ve namussuzca yaşamak mümkün değildir.
Bunların zıddı olan bir yaşamı ise yüce Tanrı hoş
görmez ve hoşgörmediği ülkeleri de yere batırır,
yok eder. Çok uzak geçmişte ve yakınlarımızda da
bunların örneği çoktur. Öyle ise; haksızca, adâlet-
sizce ve namussuzca rejimlere râzı olmayalım. Râ-
zı olmayalım ki, ülkelerimiz batıştan ve yıkılıştan
korunsun.

Çözmemiz gereken çok önemli bir sorun daha var.
O da, "Fakirlik Sorunu"dur.

Fakirlik sorununu nasıl çözebiliriz?

Çözüm bekleyen çok önemli sorunlardan biri de,
"fakirlik sorunu"dur dedik. Çünkü dünyadaki serve-
tin yüzde altmışı yüzde onluk zengin bir nüfusun e-
lindeyken:

Günde ortalama 24 bin kişi açlık veya açlığa yakın
nedenlerle ölüyor.

Dünya nüfusunun dörtte biri "tasavvur edilemez sı-
kıntı ve yokluk koşullarında" yaşamaktadır.

Bir milyar üç yüz milyon kişi günde 1 dolar, üç mil-
yar kişi de günde 2 dolar ile geçinmektedir.

Yaklaşık bir milyar üç yüz milyon insan temiz sudan,
iki milyar altı yüz milyon insan temel sağlık hizmet-
lerinden yoksundur.

Yani günde 24 bin insan açlıktan ölürken ve 4 mil-
yar insan da fakirlikten sürünürken, bunun karşısın-
da da dünyanın yarı serveti, yüzde onluk zengin ke-
simin depolarında beklemektedir. Bu servet depo-
larından fakirlere uzanan bazı kanalların açılması
gerekir ki, zenginlerle fakirler arasındaki dehşetli
uçurum kapansın ve açlık ve fakirlik sorunu çözüm
bulsun.

Bu çözüm için de, her ülkenin devleti, zenginlerden
alınacak ve fakirlere akıtılacak bir "servet vergisi"ni
mecburi hale getirmelidir.

Ey yeryüzünün fakir halkları!

Bu verginin konmasını ve acilen yasalaştırılmasını,
ülke yönetimlerinizden talep etmelisiniz. Sizin bu ta-
lebiniz olmazsa, fakirliğiniz devam edecektir. Sizleri
fakirlikten kurtaracak bu hakkı size, Tanrınız vermiş-
tir. Öyle ise hakkınızı istemelisiniz.Bu hakkınızı ver-
meye yanaşmayan ülke yönetimlerinizi de devir-
mek, hakkınız olur.

Fakirlerin evsizlik sorunu nasıl çözülür?

Bir yolu şudur: Bir ülkenin yüzölçümü nüfus sayısı-
na bölünürse, her vatandaşın çıkan sonuç kadar o
ülkede toprak hakkı vardır. Bu hak ve gerçeğe gö-
re, devletin boş arazileri varsa, bu alanların tutarı
hesaplanır ve evsiz fakir ailelerin sayısına bölünür
ve çıkan miktar kadar o ailelere taksim edilir. Eğer
arazilerin taksim edilmesi mümkün değilse, devlet
pay sahibi ailelere o arazilerin maddî değerini para
olarak ödeyebilir.

Şimdi başka bir konuya geçiyoruz.

Dünya ülkelerinin tek elden yönetilmesi nasıl olur?

Dünyamız globalleşmiş bulunmaktadır. Globalleş-
miş dünyaya da bir lider gerekmektedir. Bu lider,
Birleşmiş Milletler'de yapılacak bir seçimle belirle-
nebilir. Bunun için de dünya ülkeleri her kıtadan bir
aday gösterir. Sonra bu 5-6 aday için seçim yapılır.
En fazla oyu alan da lider olur.

Şu anda dünya liderliğini ABD yürütmektedir. Fakat
bu liderlik, sabit bir liderliktir. Demokratik bir seçim-
le bu sabitlik ortadan kaldırılabilir.

"Dünya tek liderli olmasın" denirse, her kıtanın ayrı
bir başkanı olması fikri de uygulanabilir.

Ey yeryüzünün hak ve adâletle yönetilmeye aç ve
hasret kalmış ve diktatörlükle yönetilmekte olan e-
zik halkları!

Diktatörlerinize altı ay mühlet verin. Bu mühlet için-
de demokrasiye veya süper demokrasiye geçmeyi
kabul etmedikleri takdirde onları devirmek hakkınız-
dır. Çünkü diktatörlüklerin yaşamaya değil, ancak
ölmeye hakları vardır. Siz de bu haklarını onlara ö-
deyiniz. Ödeyiniz ki, özgürlüğünüze kavuşasınız.

Ey Avrupa ve Amerika halkları!

Diyelim ki, siyasal renginiz yeşil veya kızıldır veya
başka bir renktir. Fakat azınlık olduğunuzdan dolayı
bir türlü iktidara gelemiyorsunuz. Bu da demektir ki,
Süper Demokrasi'ye geçme zamanı gelmiştir. Bu
geçiş sizin hakkınızdır. O halde bu hakkınızı talep
ediniz. Ancak bu hakkı talep ederken, hak ve adâ-
let sınırlarını çiğnemeyiniz. Yoksa çiğnenirsiniz!

Ortalığı yakarak yıkarak yapılacak eylemler, izinsiz
gösteriler ve yer işgal etmeler bir suçtur. Bu suçu
işleyenleri polisin engellemesi, durdurması ve tu-
tuklaması bir hak ve görevdir.

Ey yeryüzünün değişim isteyen halkları!

İdeolojik ve siyasolojik global baharınız kutlu olsun!

Yaşasın Süper Demokrasi!

Gebersin bütün diktatörlükler!

*   *   *

İnternet Gençliği Nedir?

"Bir internet gençliği doğdu" deniliyor. Nasıl bir
gençliktir acaba bu gençlik? Şeytan gençlik mi, me-
lek gençlik mi, yoksa sınırsız bir özgürlük ve yaşam
isteyen kimliği belirsiz başka bir gençlik mi?

Ey genç adam! Ey genç kardeş! Sen; ne şeytan bir
gençlik olmalısın, ne de melek bir gençlik. Sen an-
cak "insan" bir gençlik olmalısın. İnsan gençlik ol-
manın yolu da; hak ve adâlet ve namus sınırları i-
çinde yaşamaktır. Bu sınırları aşar veya tanımaz-
san, şeytan bir geçlik olursun! Böyle bir gençlik ise,
her yerde taşlanır. Eğer sayılan ve sevilen bir genç
olmak istersen, hak ve adâlet ve namus sınırları i-
çinde yaşayan "kimliği belirli" insan bir genç olmalı-
sın. Kendine bu formu kazandıramazsan, durma-
dan lânetleneceksin, tıpkı şeytan gibi! Ama sen
"insan"sın, şeytana benzeyemezsin. Onun gibi ola-
mazsın ve olmamalısın.

Ey internet gençliği! Sizlerin bir anne babanız olma-
yabilir veya anne babanız olduğu halde ilgisiz kal-
mış olabilirsiniz. Fakat sizin gerçek ebeveyniniz, si-
zi yaratan yüce Tanrı'dır. Tanrınız, size bir sorumlu-
luk yükleyerek, "sınırınızı bilin ve koruyun" demek-
tedir. Öyle ise siz de, sizi yaşatmakta olan esas Sa-
hibinizi, yani yüce Tanrınızı dinleyiniz. "Sınırsız ol"
diyen şeytanınızı dinlemeyiniz. Şeytanı dinleyen bir
gençlik, insan gençlik olamaz! Hem unutmayınız:
Gençliğiniz sabit değildir. İhtiyarlığa ve ölüme git-
mektedir. Sonuçta sizi doğduran ve öldüren ölüm-
süz Tanrı'nıza hesap vereceksiniz.

Öyle ise ey dünya gençliği!

Birinci vazifen: "Okumak"tır. İkinci vazifen: "Haklı, a-
dâletli ve namuslu olmak"tır. Üçüncü vazifen: "Ça-
lışmak"tır. Dördüncü vazifen: "Yardımlaşmak"tır.
Beşinci vazifen: "Birlik, barış ve kardeşlik içinde ol-
mak"tır.

Haklı bir talebiniz için eylem yapmak isterseniz, bu
eyleminizi ancak yakıp yıkmadan yasal çerçeveler
içinde yapmalısınız. Yakıp yıkanları da hemen içi-
nizden atmalısınız. Yoksa, haklı iken haksız düşer-
siniz.

Ey göstericiler!

Sizler, kanunsuz eylem ve hareket yapmayın ki, po-
lis sizlere biber gazı sıkmasın. Sizler, polise taş at-
mayın ki, polis de sizlere plastik mermi atmasın. İş-
te hak ve adâlet budur!

Aksi halde halka ve polise taşla, sopayla, molotofla
ve silahla saldıran göstericilere karşı, halkın ve hu-
kukun koruyucucu polisin, yasalar çerçevesinde
kendini ve halkı savunma ve saldırganları da etkisiz
hale getirme hakkı vardır. Bu hak onun elinden alı-
namaz.

İşte bunun için Türkiye'de polis, kanunsuz hareket-
te bulunan göstericilere biber gazı sıkar. Amerika
Birlesik Devletleri'nde de polis, 17 saldırgan göste-
riciyi öldürür. Şimdi siz söyleyin: Biber gazı sıkmak
mı iyidir, yoksa öldürmek mi iyidir? Elbette ki -aşırı
da olsa- biber gazı sıkmak, öldürmekten iyidir. İşte
Türk polisinin yaptığı da budur! Diyebiliriz ki; Ameri-
kan polisi, Türk polisini örnek almak durumunda-
dır...

Avrupa Parlamentosu, Birleşmiş Milletler ve İnsan
Hakları Örgütü, bu gerçekleri göremiyecek kadar
kör değillerdir herhalde...

Sırası gelmişken şunu da sormak istiyoruz: Ameri-
kan polisi 17 göstericiyi öldürdü diye, NATO Ame-
rika'ya savaş açar mı? Bunu şunun için soruyoruz:
Türkiye'de birileri, Polis biber gazı sıktı diye, NA-
TO'nun Türkiye'ye müdahalesini bekliyor da ondan!

Gösterilerde çevreyi yakıp yıkmanın anlamı nedir?

Türkiye'de saldırgan göstericiler, Gezi Parkı eylem-
lerinde ortalığı yakıp yıkarak 150 milyon liralık zarar
verdiler. Bu 150 milyon lira, 300 fakir aileyi bir ömür
boyu fakirlikten veya 500 bin afrikalı aç insanı, bir
ay boyunca açlıktan ölmekten kurtarır. İşte o saldır-
gan göstericiler, 300 fakir ailenin zenginliğini yak-
mış veya yarım milyon insanı açlıktan öldürmüş gi-
bi oldu. Çok yazık! Milyonlar kere yazık! Bu kötülük-
leri yapanlar hiç insan olabilir mi?

Acaba Avrupa ve Amerika, buna "iyi olmuş" diyebi-
lir mi? Derse, o Avrupa ve Amerika, hiç Avrupa ve
Amerika olabilir mi? Lütfen, cevap veriniz! Sen de
cevap ver, ey Avrupa ve Amerika!

Göstericiler; yalancı yayıncılık yapan BBC, CNN ve
Reuters'in gizlediği, Türkiye'de uğradıkları saldırıla-
ra karşı AK Parti'lilerin kendilerini savunmak için
yaptığı mitinglerine baksınlar, gösteri nasıl yapılır-
mış görsünler.

Ey insanlar! Barış ve kardeşlik isterseniz, hak ve
adâlete boyun eğiniz. Boyun eğiniz ki, dünyanız
cennete dönsün.

Yaşasın dünya gençliği! Yaşasın insan olan insan-
lar! Yaşasın insanlığın yeni ideolojisi Muranizm!

Not:
Hak: Tanrı'nın emir ve isteklerini yerine getirmek.
Adâlet: Haklıya hakkını, haksıza cezâsını vermek.
Namus: Zina ve eşcinselliği terkedip, evlenmek.

Öyle ise ey dünya gençliği! Haksızlığa, adâletsizli-
ğe, namussuzluğa boyun eğme!

Sözlük:

Tanrı: Evrenin ve evren içindekilerin tek sahibi.
Şeytan gençlik: Dünyaya tapan gençlik.
Melek gençlik: Dünyayı boşlamış gençlik.
İnsan gençlik: Tanrı'nın yüklediği sorumluluk altın-
da dünyaya sahip çıkan gençlik.

Zaman:  Yeni Çağ'ın onüçü, Haziran sonu.
Mekan:  Avrupa.
Makam: Süper Demokrasi.
Boyut:   Muranizm.

                                                  YAYINLAYAN
                                      AVRUPA  MURANİSTLERİ
                                      *   *   *