Sonntag, 22. April 2012

ÖLÜLER YAKILMALI MI? MERAL OKAY'IN VASİYETİ İSABETLİ Mİ?

ÖLÜLER YAKILMALI MI?


MERAL OKAY'IN VASİYETİ İSABETLİ Mİ?



ölülerin ve dirilerin gerçek sahibi ALLAHın adıyla



Senarist Meral Okay'ın, öldüğünde cesedinin yakılmasını vasiyet et-

miş olması, yeni bir tartışma başlattı ve ölülerin yakılıp yakılmayaca-

ğı sorusunu gündeme getirdi ve şimdi soruluyor: Ölenin cesedi yakıl-

malı mı, yakılmamalı mı?



Allah'ın Mehdisi Mehmed Nur'an bu konuda diyor ki: "İnsan vücu-

du ateşten gelmemiştir ki, cesedi ateşte yakılsın! Topraktan gelmiştir,

toprağa gitmeli. Yaratılışın verdiği doğal cevap, budur."



Peki, dinsel cevap nedir?



Bunun dinsel cevabı, Kur'andadır. Kur'anın Maide Sûresi 31. ayetin-

de geçen; Kabil'in, öldürdüğü kardeşini ne yapacağını düşünürken,

Allah'ın, toprağı eşeleyen bir karga göndermesiyle ölülerin gömül-

mesi gerektiğini ilham eden olay; ölü cesedlerin yakılmaması gerek-

tiğini bize telkin etmektedir.



Bu cevap dolayısıyla Müslümanlar, İsevîler ve Musevîler; ölülerini

ateşte yakmaz, toprağa gömerler ve gömmeliler.



Ölülerinin yakılmasını ancak ateistler ve ateşperestler isteyebilir. A-

ma bu istek de pek o kadar doğru değildir. Çünkü bir ölünün ateşte

yakılması ve küllerinin savrulması, doğallığa isyan olmaktan başka,

o ölüyü adressiz bırakır. Çünkü mezarlar, ölülerin mekân ve adresi-

dir. Bir yakınını kaybetmis olan dost ve akrabalar, ölülerinin adresi-

ni bilir, onu ziyaret edebilir. Bu, aynı zamanda geride kalanlar için

bir isbat vazifesi de görür.



Ama ölüsü yakılmış ve külleri savrulmuş bir kimsenin adresi yoktur.

Ölenin sevenleri ise, böyle bir adressizlige katlanamaz.



Ölülerin yakılması, hem Yaratanca hem de yaratılışça doğru bir uy-

gulama değildir. Çünkü insan, (biyolojik olarak) toraktan ve sudan

gelmiştir. Bu yüzden de cesedi, toprağa dönmek zorundadır.



Şimdi burada: "Ölenlerin cesedi niçin denize atılmaz da, toprağa gö-

mülür?" suali gelmektedir.



Çünkü ölülerin denize atılması, ölüyü hem adressiz bırakır, hem de

onu balıklara yem yapar. Eğer ölüler toprağa gömülmek yerine sürek-

li olarak denize atılsaydı, o cesedler balıklar tarafından yem olacaktı.

Bu da, balıklarla beslenen insanların mide ve duygularını bulandıra-

caktı. Belki de insanlık, balık yemekten uzaklaşmak zorunda kalacak-

ti. Çünkü "ölülerinin etiyle beslenmiş balık yemek" düsüncesi, insana

rahat vermeyecekti.



Ama ölüler belirli bir mekânda toprağa gömüldüğünde, o cesedi an-

cak bakteriler tüketir. İnsanlar da yukarıdaki duygularla rahatsız ol-

mazlar. Çünkü tarlalarla mezarların yeri ayrıdır.



Ölü cesedlerin yakılması anında çıkan zehirli gazların havayı kirlete-

cek olması da düşünüldüğünde, ölenleri toprağa gömmenin daha

doğru olacağı ortaya çıkmaktadır.



Demek, istisnalar dışında ölülerin gömülmesinde bin hayır ve saadet

vardır. Bunun için Müslümanlar, İsevîler ve Musevîler; ölülerini top-

rağa gömerler.



Bu cevap karşısında görüyoruz ki, Meral Okay'ın vasiyetinin yerine

getirilmemiş olması, isabetli olmuştur. Bundan da şu sonuç çıkıyor

ki: Hakka, adalete ve yaratılışa uygun olmayan vasiyetlerin yerine ge-

tirilmemesinde bir kusur yoktur.



Yüce Allah; ölen iyilerimize rahmet, kötülerimize şefaat ve zalimlere

de azabetsin.



Zaman: Yeni Çağ'ın onikisi, Nisan ortası.

Mekan: Avrupa.

Makam: Cevaplama.

Boyut: Muranizm.



YAYINLAYAN

AVRUPA MURANİSTLERİ

* * *

Samstag, 14. April 2012

AMERİKA VE AVRUPA TÜRKİYE'NİN ORTADOĞU LİDERLİĞİNİ RESMEN TANIMALIDIR!

AMERİKA VE AVRUPA
TÜRKİYE'NİN ORTADOĞU LİDERLİĞİNİ
RESMEN TANIMALIDIR!

Amerika’nın eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski Su-
riye krizine çözüm arayışlarında Amerika’nın gücünü sınırlı bulur-
ken kritik bir öneride bulunmuş.

Washington’da yapılan ve Türkiye ve bölgesel gelişmelerin değerlen-
dirildiği CSIS Küresel Güvenlik Forumu’nda Zbigniew Brzezinski:

“Bizim bu sorunla başa çıkma yeteneğimiz göreceli olarak sınırlı.
Dolayısıyla benim görüşüm şu: Biz Türkler ve Suudiler ne karar
verirse ona destek vermeliyiz" demiş.

Amerika’nın iki eski ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski
ve Brent Scowcroft, Washington’daki Uluslararası Stratejik Araştır-
malar Merkezi (CSIS) tarafından düzenlenen 2012 Küresel Güvenlik
Forumu’nda bölgesel gelişmeler ışığında Türkiye’nin konumunu
değerlendirmiş.

1977 – 1981 yılları arasında başkan Jimmy Carter’ın ulusal güvenlik
danışmanı olan Zbigniew Brzezinski Suriye krizine çözüm arayışın-
da Amerika’nın Türkiye’nin istediği yönde destek vermesi gerektiğini
söylemiş:

“Bizim bu sorunla başa çıkma yeteneğimiz göreceli olarak sınırlı.
Dolayısıyla benim görüşüm şu: Biz Türkler ve Suudiler ne karar verir-
se ona destek vermeliyiz. Nokta. Eğer müdahale etme kararı alırlarsa,
destekleyelim. Aynı Libya’da İngilizlere ve Fransızlara destek verdiği-
miz gibi. Eğer daha serinkanlı davranmak istiyorlarsa, ona da destek
verelim. Birleşmiş Milletler’e başvurmak istiyorlarsa, o şekilde destek
verelim."

Ve Brzizinski, değerlendirmesinde uluslararası toplumun Suriye ko-
nusundaki çaresizliğine vurgu yaparak: “Eğer Türkiye, silahlı kuvvet-
lerini harekete geçirerek Suriye’ye girmeye hazır değilse – Suudilerin
maddi desteğin ötesinde bir şey yapmasını beklemiyorum - kim ya-
pacak o zaman? Nasıl? Dolayısıyla bu sorunu Türklerle, Suudilerle,
Arap ülkeleriyle zaman içinde çözmeye çalışmalıyız. Türkiye ve Suu-
di Arabistan’ın bu krizi çözmesine uluslararası toplumun destek ve-
rebileceği bir konsensüs üzerinde çalışmalıyız” demiş. (Haberin de-
vami): http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=251731


Brzizinski'nin yukarıda geçen sözleri, Türkiye'yi açıkça Ortadoğu Li-
derliği makamına çıkarmaktadır. Ve tam isabet de etmektedir. Şimdi
geriye kalıyor Avrupa ve Amerika'nın, Türkiye'nin doğal olarak hak
ettiği bu makamını tasdik etmeleri.

Öyle ise Avrupa ve Amerika, fazla vakit geçmeden ve hemen, zaman
ve şartların Türkiye'ye kazandırdığı bu makamını ve Ortadoğu Li-
derliği'ni resmen tanıyıp onaylamalıdırlar.

Onaylamalıdırlar ki, Ortadoğu'daki sorunlar süratle çözüme kavuştu-
rulabilsin. Bu onaylamayı yapmaktan başka da geçerli bir çare yok-
tur. O halde Avrupa ve Amerika, üzerlerine düşen yükümlülüğü der-
hal yerine getirsinler.

Bundan sonra Türkiye Yönetimi de, Nisan 2012 ortasın'dan itibaren
zaman ve şartların kazandırmış bulunduğu makam ve liderliği kabul
etmeli ve üzerine düşen vazifeyi yüklenip, çalışmalarına başlamalıdır.

İran Yönetimi ve bu yönetimin üstündeki mollalar ise; yüce Allah'a
verecekleri hesaptan ve Hz. Ali'nin âhirette onların yakasına yapışa-
cak olmasından korkarak, Suriye'nin zalim diktatörüne verdikleri des-
teklerini çekip, onun katliamlarına ortak olmaya son vermeliler ve E-
sad'ı, iktidardan çekilmeye çağırmalıdırlar.

Beşar Esad ise; eğer Suriye halkını seviyorsa, onların demokratik ta-
leplerinin yerine getirilebilmesi için hemen iktidardan çekilmeli ve hal-
kına hesap vermek için tutuklanmayı kabul etmelidir. İşlediği onbin
katliamdan ve binlerce işkenceden sonra Esad'ın iktidarda kalması
asla kabul edilemez!

Eğer Beşar Esad iktidardan çekilmeyi ve hesap vermeyi kabul etmez-
se, demektir ki; O, halkını sevmiyor. Halkını sevmeyen ve taleplerini
yerine getirmeyen bir diktatörü devirmek de Suriye halklarının hakkı-
dır. Bu halde bütün Suriye halkları birleşerek, Esad'dan haklarını al-
malıdırlar.

Bu hakkın alınmasında, Türkiye, bir önder olarak Suriye halkının
yanında ve zalimlerin karşısında olacaktır.

Bu saatten sonra Rusya ve Çin; eğer Asya, Avrupa, Amerika, Afri-
ka ve Arabistan'daki saygınlıklarını ve iyi ilişkilerini kaybetmek iste-
miyorlarsa, Esad'a destek olmaktan derhal vazgeçerler ve onu, ikti-
darı terketmeye zorlarlar.

Bu konuda Rusya, Çin, Avrupa ve Amerika hemfikir olursa, Suriye
diktatörü, iktidarı bırakmak zorunda kalır, İran'ın ona vereceği deste-
ğin de bir anlamı kalmaz ve orada şiddet sona erer. Eğer bu hemfikir
oluşa karşı Esad yine direnmeye devam ederse, Türkiye, üzerine dü-
şeni yerine getirir. Eğer Türkiye, Suriye ordusuna karşı savaşmak
zorunda kalırsa; Rusya, Amerika ve Avrupa, Türk ordusunun yanın-
da olacaklarını açıklarlar. Bu açıklama karşısında Suriye ordusu si-
lah bırakmaya ve demokrasiye teslim olmaya mecbur olur.

(Görüyorsunuz, Suriye'deki şiddeti durdurmak o kadar zor değil...)

Not 1: Eğer İran, önümüzdeki günlerde yapılacak nükleer müzareke-
lerde olumlu olmazsa, İsrail, İran'ın nükleer tesislerine saldırmak zo-
runda kalabilir. Bu yüzden bütün dünya ülkeleri Ortadoğu'da yaşana-
cak bir küçük felâkete hazır olmalıdır. (Çünkü, Ahmedî Nejad, İran'
in müzarekelerde restini çekeceğini açıklamış bulunuyor.)

Not 2: İsrail, Türkiye'ye güvenmelidir. Çünkü Türkiye Yönetimi'nin,
İsrail halkını yok etmek gibi bir düşüncesi yoktur ve bu halkın varlık
hakkını tanır ve tanımaktadır. Türkiye Yönetimi, ancak İsrail Yöneti-
mi'nin yapacağı haksızlıklara karşı çıkar. İran nükleer silah üretme-
dikçe de, Türkiye, nükleer silah edinmeyecektir.

Not 3: İran, Ortadoğu'daki sorunların çözümünde Türkiye'nin önüne
geçmekten ve onu engellemeye çalışmaktan uzak durmalı ve onun li-
derliğine saygılı olmalı ve dindarlıktan uzak kadınların başını örtmek
gibi İslâmiyetten olmayan dinsel zorbalıkları bırakmalıdır. Çünkü
Kur'an bu konuda (Nur 31) der: "Allah'a inanmış kadınlara da söyle:
"... Baş örtülerini yakalarının üzerine koysunlar." Kur'an demiyor:
"İnanmayan ve dindarlıktan uzak kadınların da başını zorla örtün."
Bu da, başörtmeme serbestliğini gerekli kılar. Dindar kadınlar da,
Kur'anı dinleyerek baş, göğüs, kol ve bacaklarını örterler. Ayrıca bir
devlet zorbalığına muhtaç değillerdir.

Not 4: Bütün dünya bilmelidir ki, Suriye ordusu ve polisi tarafından
katledilmiş ve katledilmekte olan Esad muhalifleri, bir terörist değil,
bir demokrasi şehidi ve kahramanıdırlar.

Not 5: Yeni yüzyılın başında Amerika'daki 11 Eylül Olayı, Allah'ın
Mehdisi Mehmed Nur'an'a, küresel mânevî resmiyet kazandırdığı
gibi, şimdi de Suriye'deki devrim, Türkiye'nin Ortadoğu Liderliği'ne
açık bir resmiyet kazandırmaktadır. Türkiye bu resmiyeti, ancak
Başkanlık Sistemi'ne geçmekle taşıyabilir.

Not 6: Arabistan ülkeleri, Türkiye'nin Ortadoğu liderliğine rıza gös-
termelidir. Çünkü o bölgede bu liderliği layığıyla üstlenebilecek baş-
ka bir ülke bulunmamaktadır. Ortadoğu'nun lidersiz kalması ise, baş-
sız bir vücut gibi, o bölgenin ölmesine, hayatsız kalmasına ve çürü-
yüp gitmesine sebeptir. Ortadoğu ise bu çürümeyi daha fazla kabul-
lenemez.

Not 7: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşıldı.

Zaman: Yeni Çağ'ın onikisi, Nisan ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: İlânat.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 5. April 2012

SURİYE HÜKÜMETİ GAYRİ MEŞRUDUR VE HEMEN DEVRİLMELİDİR!

SURİYE HÜKÜMETİ GAYRİ MEŞRUDUR
VE HEMEN DEVRİLMELİDİR!

diktatörleri deviren ALLAHın adıyla

Suriye'nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi, New York Times
tarafından yansıtılan açıklamalarında "Suriye'nin Dostları" toplantı-
sına değinirken özellikle Türkiye'ye karşı sert ifadeler kullanmış.
Gazeteye göre, toplantının Annan misyonunun bir ihlali oluşturdu-
ğunu savunan Caferi, Türk hükümetinin politikalarının "savaş ilanı"
olduğunu da öne sürmüş.

Haberde "Pazar günkü 'Suriye'nin Dostları' toplantısının sorulması
üzerine Sayın Caferi, sert konuşmuş özellikle bir zamanlar Sayın
Esad'ın dostu olan Türkiye konusunda. Türkiye şimdi Sayın Esad'
ın hükümetini gayri meşru olarak niteliyor ve Esad karşıtı silahlı
gruplara ev sahipliği yapıyor" denilmiş.

Bu haber karşısında şimdi biz de soralım: Türkiye'nin Esad hükü-
metini gayri meşru sayması doğru değil mi? Ve Caferi'nin bu doğru
karşısında sertleşmeye ne hakkı var?

Çünkü Beşar Esad bu hükümeti ne Tanrı onayıyla ne de halk çoğun-
luğunun oylarıyla kurmuştur. Tam aksine kendi keyfiyle iktidara gel-
miş ve hükümetini oluşturmuştur.

Tanrı veya halk onayına dayanmayan bir hükümet ve iktidar ise el-
bette ki, gayri meşrudur. Suriye halkının önemli bir kısmı da bu gay-
ri meşruluğun ortadan kalkmasını istemekte ve bunun için mücâdele
vermektedir. Bu mücâdeleye katılanların sayı azlığında bir kusur ve
Esad'ın gayri meşru iktidarına destek verenlerin çoğunluk olmasında
da bir kıymet yoktur. Çünkü çoğunluk, gayri meşruluktaki haksızlığı
hak haline getirmez. Tam tersine, bu hal, o çoğunluğu da haksız du-
ruma düşürür.

Türkiye, ABD ve Arap ülkeleri de elbette gayri meşru hükümete
karşı mücâdele veren halkın yanında olacaktır. Bunun aksi ise dü-
şünülemez.

Caferi, Suriye'deki gayri meşru hükümeti, daha doğrusu Esad dikta-
törlüğünü devirmeye çalışan halka destek veren Türkiye'nin tavrını,
"savaş ilânı" olarak nitelemiş. Evet, doğru. Bu bir savaş ilânıdır! Bu
ilânı vermekten başka da çare kalmamıştır.

Çünkü Esad hükümeti, gayri meşru iktidarını korumak için 10.000
Suriye vatandaşını acımasızca katletmiş ve her gün 30 kişiyi öldür-
terek de bu katliamını sürdürmektedir. Bu katliam zulmüne karşı
Esad hükümetine verilecek en iyi cevap da, ona savaş ilân etmek
olabilir.

Yürürlüğe konmuş olan Annan Planı ise, gayri meşru Esad hüküme-
tine meşruiyet vermekten başka bir işe yaramayacağından bir kıy-
meti yoktur ve dolayısıyla gayri meşrudur!

Artık küçük Saddam olan Beşar Esad, bir hafta içinde iktidardan
çekilip ülkeyi terketmelidir. Eğer terketmezse, İsrail'in Suriye dikta-
törüne destek veren İran'ın nükleer tesislerini vuracağı gün, Türkiye
de, küçük Saddam Esad'ı devirecek operasyona hemen başlamalı-
dır. Bu operasyon için gerekli planlar da bir hafta içinde derhal ha-
zırlanmalıdır. Amerika, bu operasyon için lâzım gelen istihbaratı ve-
rebilir. Arap ülkeleri de, Türkiye'nin isteklerini yerine getirmek için
hazır olmalıdır. İran, katliamcı zalim Suriye diktatörüne destek ol-
maya son vermelidir. Rusya ve Çin de, yapılacak operasyona engel
olmaktan uzak durmalıdır. Aksi halde Suriye diktatörünün katliam-
larına ortak olacaklar ve Avrupa'da, Arabistan'da ve Amerika'da
saygınlıkları düşecektir. Rusya ve Çin bu düşüşe razı olmamalıdır.

İsrail, sonsuza kadar Amerika'nın keyfini beklemeyecektir. Eğer
onun keyfini bekleyecek olursa, İran, nükleer başlıklarını füzelerine
takmış olacaktır. İsrail ise, Amerika'nın İran'ın nükleer silahlara ulaş-
masını kolaylaştıran politikalarına daha fazla izin veremez, seçimle-
rini bekleyemez ve beklemeyecektir.

İran ise, nükleer silah yapmak için Amerika'dan izin istemeyecektir.
Ne yapacaksa, gizli yapacaktır. Bunun için de dinî bir engel yoktur.
Dinî engel ancak nükleer silahların kötüye kullanılmasında olabilir.
İran da bu silahı düşmanlarına karşı kullanacağına göre, dinî bir en-
gelden bahsedilemez. "Dinin nükleer silaha izin vermediği" iddiası,
ABD ve İsrail'i kandırmaktan başka bir şey değildir. Yoksa Pakis-
tan müslüman bir ülke değil mi?

Dolayısıyla bütün dünya, Ortadoğu'daki "Küçük Felâket"e hazır ol-
malıdır.

Not 1: Eğer İran'daki mollalar rejimi yıkılırsa, İran, İsrail için tehlike
olmaktan çıkar. Demokratik bir İran'ın nükleer enerji üretmesinde
ise bir sorun olmaz. Bunun için İran'ın rejimine dokunulması hayırlı
olacaktır. Bu hayırlı iş için de, İran'daki demokratlar hemen hareke-
te geçmelidir.

Not 2: Eğer bugün Hz. Ali dünyaya gelse ve İran Yönetimi'nin kat-
liamcı Esad'a destek verdiğini görse; "siz benden değilsiniz" der, on-
ları ve bütün Esad destekçilerini Alevilikten ve Müslümanlıktan siler-
di.

Not 3: İran'a uyarı! İran'ın, nükleer tesislerini kapatması ve Esad'a
destek olmaktan çekilmesi için sadece bir haftası kalmış olabilir.

Not 4: Türkiye'ye uyarı! Türkiye, İran'ın nükleer inadına arka çık-
maktan vazgeçmelidir. Çünkü İran, bu arkalamayı haketmiyor.
Hem Türkiye, İran'ın nükleer enerjisine arka çıktığı kadar, İsrail'in
varolma hakkına da sahip çıkmalıdır.

Not 5: Suriye halkının dikkatine! Bütün Suriye vatandaşları şunu
kesinlikle bilmelidirler ki, Esad'a karşı yapılacak operasyon, bu
ülkedeki diktatörlüğü bitirmek için olacaktır. Bu bitirme işi, sadece
Suriye'ye has bir durum değildir. Bütün Ortadoğu ülkeleri için ge-
çerlidir. Yani bütün Ortadoğu'da bir tek diktatör bırakılmayacaktır.
Dolayısıyla bütün Suriye halkı bu temizlik için birleşmeli, birbirine
girmemelidir. Bu şekilde Suriye halkları, temiz ve sağlıklı bir Suriye'
yi kazanmış olacaklardır.

Not 6: Müslümanlara uyarı! Ortadoğu'da diktatörlerin devrilmesi-
nin ardından yönetimi ele geçirmiş ve geçirecek İslâmlılar bilmelidir-
ler ki, diktatörik bir Şeriata izin verilmeyecek, ancak demokratik
bir İslâm iktidar olabilecektir. Bu bölgedeki bütün müslümanlar,
İslâmiyetin diktatörleştirilmesinden uzak durmalıdırlar.

Not 7: İran Yönetimi'ne! Bu ülkede kadınların başını zorla örtme
despotluğuna derhal son verilmelidir. Dindar kadınlar zaten kendi
istekleriyle örtünürler. Ama dindarlıktan uzak olan kadınların başını
zorla örtmenin İslâmiyetle bir ilgisi yoktur. Bu kadınları eşitleyen
devlet zorbalığı hemen son bulmalıdır. İranlı demokrat aydınlar bu
konuyla ilgili tekliflerini İran Yönetimi'ne hemen bildirmelidir.

Not 8: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşıldı.

Zaman: Yeni Çağ'ın onikisi, Nisan başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Sevk ve Şevk
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 1. April 2012

İRAN'IN NÜKLEER SİLAH ÜRETMESİ İSLÂMA AYKIRI MI?

İRAN'IN NÜKLEER SİLAH ÜRETMESİ İSLÂMA AYKIRI MI?

Bazı gazeteler, İran'lı dini lider Ayetullah Ali Hamaney'in, "nükleer
silahların ve onları kullanmanın İslam inancına aykırı olduğunu" söyle-
diğini yazmış.

Fakat bu sözlerin İslâmiyet'le bir ilgisi yoktur. Çünkü Kur'anda düş-
man saldırısına karşı savunma ve herhangi bir saldırıya karşı silah ha-
zırlama bir farzdır. Gerekli silahlara sahip değilseniz, savunma yapa-
mazsınız. Bu savunmayı yapabilmek için de, en az düşmanınki kadar
güçlü silahlara sahip olmak zorundasınız. Bu durumda eğer İsrail İran'
ın düşmanı ise, İran'ın da İsrail'inki gibi nükleer silahlara sahip olma-
sında dinî bir engel yoktur. Dinî engel ancak o silahların haksız yere
ve kötüye kullanılmasında olabilir.

Bu gerçek de gösteriyor ki, Ali Hamaney'in sözleri, gerçegi ifade et-
mekten uzaktır. Dolayısıyla o sözlere saf kalmamak gerekiyor. O söz-
lere inanmak isteyenler, İslâmlı Pakistan'ın niçin nükleer silaha sahip
olduğunun da cevabını vermek zorunda kalır.

Zaman: Yeni Çağ'ın onikisi, Nisan başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Hakıkat.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *