Samstag, 25. Dezember 2010

İSRAİL HÜKÜMETİNE UYARI!

İSRAİL HÜKÜMETİNE UYARI!

İsrail deniz komandolarının 2010 yılının Mayıs ayında "Mavi Marmara"
yardım gemisine yaptığı baskının ardından 7 ay geçmesine rağmen
İsrail hükümeti, katledilen 9 Türkiye vatandaşı için hâlâ ne bir özür,
ne de bir tazminat ödemiştir

İsrail hükümeti, borcunu ne zaman ödeyecektir?

İsrail hükümeti: "Borcumuz yok" diyemez. Çünkü gemiye yapılan
baskın, Israil kara sularının sınırlarının dışında yapılmıştır. Eğer bu
yardım gemisi, içi silahlı askerlerle dolu ve İsrail'i vurmak için giden
bir gemi olsaydı, İsrailli askerlerin baskını haklı olurdu. Ama olay,
tam bunun tersi olarak gerçekleşmiştir. Bunun için de İsrail asker-
leri cinayet işlemiş durumdadır. Bu durum da, İsrail'i Türkiye'ye
karşı borçlu yapmıştır. Şimdi İsrail hükümeti bu borcunu ödemek
zorundadır.

Evet! İsrail, borcunu ne zaman ödeyecektir? İsrail hükümeti: "Türkiye-
İsrail ilişkileri düzelmezse düzelmesin" deyip, kulağının üstüne ya-
tamaz. Çünkü ortada işlenmiş bir suç vardır. Ve bu suçun bedelinin
ödenmesi gerekiyor. Zamanında ödenmeyen bir borç ve bedel ise,
onun katlanmasını gerektirir. Eğer İsrail hükümeti, 2011 yılının Mayıs
ayına kadar borcunu ödemezse, ödeyeceği borç iki katına çıkacak
ve erteleme sürdükçe de bu borç her yıl katlanacaktır. Bu katlanma
da en fazla 6 yıl sürebilir.

Eğer İsrail hükümeti, 2017 yılının Ocak ayına kadar borcunu 7 katıyla
ve 7 özrüyle ödemezse, bu durumda artık Türkiye'nin İsrail'e savaş
açma hakkı doğacaktır. İsrail'in: "Ben, ne borç öderim, ne de özür di-
lerim!" demesi ise, Türkiye'ye karşı yapılmış açıkça bir harp ilânı olur.

Türkiye de, bu ilân karşısında elbette ki gereken savaşı açmak zorun-
da kalacaktır. Amerika ise bu savaşa karışamayacaktır. Eğer karışır-
sa, bütün dünya karışacaktır. Bu da: "Üçüncü Dünya Savaşı" demek-
tir.

Amerikan hükümeti, bu konunun hassasiyetini görüp, İsrail'e gere-
ken notayı vermeli ve bu borç derhal ödenmelidir. Bu borcun ödenme-
si savsaklandığı takdirde, Türk halkının öfkesi kabarmaya devam ede-
cektir. Bu öfke karşısında hiç bir Türk hükümeti bu konuyu sümen al-
tı edemez, unutturamaz.

İsrail'in: "AKP iktidarı gitsin de, o zaman bir daha düşünürüz" gibi po-
litik hesapları, onu kurtarmaz. Çünkü bu konunun birinci takipçisi,
Türk halkı olacaktır. Bu durumda İsrail hükümetinin, kurnazca politik
hesaplar yapmak yerine, ortada işlenmiş bir suçun olduğunu ve bu-
nun karşılığının ödenmesinin çok daha ahlâkî olacağını kabul ederek,
dürüstlüğünü göstermesinin isabetliliğini görmesi gerekir.

Eğer İsrail hükümeti; ne borç öderim, ne de özür dilerim demeye de-
vam ederse, Türk ordusu, İsrail'in açmış olduğu bu savaşa gereken
karşılığı verecektir. İsrail'in nükleer bombaları olsa da! Ve Türkiye'nin
nükleer bombaları olmasa da! Çünkü Türkiye, bir Filistin değildir. Filis-
tinliler gibi çaresiz kalmaz. Türkiye bir Amerika da değildir. Çünkü A-
merika, otuzbeş askerinin İsrail tarafından öldürülmesini sineye çeke-
bilir. Ama Türkiye çekemez. Çünkü Türkiye'de, Yahudi lobisi yoktur.

Demek, Türkiye'nin reaksiyonunu ölçmek ve yoklamakta olan Israil:
"Türkiye ne ki!" diyemez. Dediği takdirde, kendi kuyusunu kazmış o-
lur.

İsrail hükümeti unutmamalıdır: Eğer gerekli borcunu 2011 Mayıs ayı-
nın sonuna kadar ödemezse, borcu ve özrü ikiye katlanmış olacaktır.
Eğer bu katlanmayı kabul etmezse, bu kabulsüzlüğü de Türkiye'ye
karşı açılmış bir harp sayılacaktır. Ama Türkiye, 2017 yılına kadar
"İsrail belki geri adım atar, düzelır" diye bekleyecektir, bekleyebilir.

Not 1: Türk ordusu, 2017 yılında çıkması muhtemel bir İsrail-Türkiye
savaşı için bütün hazırlıklarını başlatmalıdır.

Not 2: Bir borç ödeme şekli de şudur: Eğer özür dilemek ve tazminat
ödemek İsrail'e zor geliyorsa, İsrail bunun yerine, 9 Türk'ün katline
katılmış 9 askerini Türkiye'ye versin. Türkiye de bunları idam etsin,
borç kapansın.

Not 3: İsrail, ödeyeceği borcu kabul etmesini, "bileğinin bükülmesi"
olarak değil; "haksızlığın giderilmesi" olarak görmelidir. Haksızlığı
gidermek ise, insanî bir görevdir.

Not 4: Şimdi 9 canın bedelini ödemeyen bir İsrail, yarın 9 milyon insa-
nın ölmesine sebep olacaktır. Bu 9 milyonun yarısının da İsrailliler
olacağı unutulmamalıdır.

Not 5: Bu bildiri, tehdit değil, uyarıdır.

Not 6: Bu bildiriyi ve içindeki tarihleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme-
si, Birleşmiş Mlletler Komiserliği ve Nato; defterlerine not etmelidir.

Not 7: Bu bildiri, uluslararası diplomatik platformda paylaşılmıştır.

İSRAİL!
BORCUNU KÜÇÜKKEN ÖDE.
BORÇ BÜYÜYÜNCE ÖDENMESI ZORDUR...

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Aralık sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Uyarı.
Nitelik: Özel mesaj 5.
Mesajı veren makam: Mehdilik Makamı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 9. Dezember 2010

ISI MI HAREKETİ HAREKET Mİ ISIYI DOĞURUR?

ISI MI HAREKETİ HAREKET Mİ ISIYI DOĞURUR?

Bu sual de, "tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuk-
tan çıkar" gibi çetrefilli konulardan biridir. Ancak bilimsel çalışma-
lar netice verdi ki, tavuk olmadan yumurta çıkamıyor. Yani: Yu-
murtanın çıkabilmesi için bir tavuğun bulunması şarttır. Esas kay-
nak olmadan, o kaynaktan çıkmış şeylerden bahsedemeyiz.

(Konuyla ilgili olarak bakiniz:

http://kuranisthaber.blogspot.com/2010/07/bilim-nihayet-dogruyu-
buldu.html

http://kuranisthaber.blogspot.com/2008/10/tavuk-mu-yumurtadan-
cikar-yumurta-mi.html

Bunun gibi, ısı ve hareketin durumu da böyledir. Görünüşte ikisi de
birbirinden doğabilir ve doğduğu görünüyor. Fakat esas başlangıç
olmadan bu birbirinden doğuş olamaz. Yani ısının da bir kaynağı
var. O da: "Hareket"tir. Hareket olmadan ısı doğamaz. Madde ol-
madan hareket olamaz. Enerji olmadan da maddeden bahsedile-
mez. Emir veya etki olmadan da enerji maddeye dönüşemez. So-
nuçta emir ve etki de bir harekete geçirme eylemi olduğundan,
herşeyin başı "hareket"e gelip dayanıyor. Dolayısıyla, ısıyı hareket
doğurur. Hareket de, bir emir veya etki edici olmadan oluşamaz.
Hareketin doğabilmesi için de, emir veya etki edicide bir enerjinin
bulunması gerekir. Hareket ettiricideki enerjiye, "kuvvet" denir.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Aralık başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 5. Dezember 2010

ATEŞ İÇİNDE HAYAT MÜMKÜN MÜ?

ATEŞ İÇİNDE HAYAT MÜMKÜN MÜ?

(Yazarımız Hüseyin Avdıç cevaplıyor.)

Bu sualin cevabını verebilmek için önce, 2010 Aralık ayında gaze-
telerde yayınlanan şu haberi okuyalım:

"Amerikan Jeofizik Enstitüsü Astrobiyoloji profesörü Felisa Wolfe-
Simon, Mono Gölü’nden çıkardığı tortul çekirdeği örneklerini ince-
lemeyi sürdürürken ortaya çıkardığı bakterinin arsenikle hem bes-
lendiği, hem de DNA’sında fosfor yerine bu zehirli maddeyi yapı-
taşı olarak kullandığını saptadı.

Bu keşif, dünyadaki yaşamın altı elemente bağlı olduğu kuralını yı-
karak, zenginleştiriyor... Tüm canlıların DNA’sının sadece karbon,
hidrojen, azot, oksijen, fosfor ve kükürt olduğuna dair “bilimsel i-
nanç” yıkıldı... Buna arsenik de eklendi... Diğer gezegenlerde ha-
yat olasılığı güçlendi.

Şimdi Mars’ın keşfi planı bile yeniden gözden geçirilecek. Çünkü
bu keşif, dünya dışındaki yaşamla ilgili araştırmalara yeni bir ivme
kazandıracak."

Bazı bakterilerin zehir içinde yaşamasının mümkün olmasından baş-
ka, asitli sularda bazı balık türlerinin veya onlara benzer canlıların
da yaşayabildiği daha önce tesbit edilmişti.

Buradan şu sonuca varabiliriz: Zehir ve asit içinde yaşam mümkün-
se, ateş içinde de yaşam olabilir. Nitekim Kur'an da, tâ onbeş asır
öncesinden "cehennemliklerin ateşte ebediyen yaşayacaklarını ve
cehennemin dibinden çıkan bir bitkiyle besleneceklerini" söyliyerek,
"ateşte hayat bulunduğunu" bize haber vermiş bulunuyor. Asitin de
bir nevi "yakıcı ve kaynar su" olduğunu düşünürsek, yakıcı ateşin
içinde de yaşamın mümkün olabileceğini çıkartabiliriz.

Eğer zehir ve asit içinde hayat mümkünse, ateş içinde de hayat pek-
âlâ mümkündür. Çünkü Kur'an, "ateşten yaratılmış varlıklar olan
cinler"den de haber vermiştir. Bu ateşten yaratılmış varlıklar, yerkü-
re henüz ateş halinde iken Dünya'nın halifesi yapılmışlar. Kötülükçü
varlıklar olmaya başlayınca da halifelikten düşürülmüşler.

Peki, cinler şimdi nerededirler? -Onların yeri, ancak ateş olabilir.
Halifelikten düşürülenler de ancak yerin dibine atılır. Yerin dibi de,
yerkürenin merkezi olan "mağma tabakası"dır. Yani cinler şu anda
yerkürenin göbeğindeki ateş tabakasında yaşamaktadırlar. Tabi
onlar "canlı varlık" oldukları için, yeryüzüne kadar çıkmaları ve ı-
sılarıyla vücudumuza nüfuz edip yerleşmeleri mümkündür.

Demek; şu dünyada balıklar suda, cinler ve şeytanlar ateşte, insan-
lar da hava (oksijen) içinde yaşatılırken; âhirette de zalim, günah-
kâr ve Allah inkârcısı insanlar, cehennem ateşi içinde yaşatılacak-
lardır.

Bunlardan da anlaşılıyor ki: Bilim ilerledikçe, Kur'anın verdiği ha-
berler bir bir çıkıyor ve Kur'an tasdiklenmiş oluyor. Bu tasdikle
de, Kur'anın; "bilim üstünde çok büyük bir bilim olduğu" açıkca
görülüyor.

Kur'anı bize gönderen yüce Allah'a hamdolsun!

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Aralık başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 3. Dezember 2010

İTME VE ÇEKME KUVVETİ TEK KUVVETTİR

İTME VE ÇEKME KUVVETİ TEK KUVVETTİR

Dört kuvvet, bir kuvvettir.

(Yazarımız Hüseyin Avdıç, bu bildiride; atom içindeki dört kuv-
vetle ilgili bir hipotezini açıklıyor.)

İtme kuvveti, maddenin harekete geçirilmesidir. İtilen maddenin
geri döndürülmesi ve sınırlanması ise, çekim kuvveti'dir. Dolayı-
sıyla itme ve çekmenin aynı kuvvet olduğunu söyleyebiliriz.

Atom içindeki nükleer ve elektromanyetik kuvvetler ise, "sınırlan-
dırılmış çekim kuvveti"dir. Dört kuvvetin de bir tek kuvvet oldu-
ğunu söyleyebiliriz. Bu dört kuvvet, bir tek itme kuvvetinin için-
dedirler.

Emir (veya X etki), hareketi; hareket, ısıyı; ısı, itme kuvvetini; itme
kuvveti de, çekim kuvvetini doğurur.

Bu tabloya göre: Hareket, ısı, itme ve çekme kuvveti bir tek emir
veya etki içinde bulunmakta ve bir tek kaynaktan çıkmaktadır.
Yani: "Bir şeyden herşey"dir.

Bunun gibi "dört kuvvet" olan nükleer, elektromanyetik, zayıf ve
çekim kuvvetleri de bir tek itme kuvveti içindedirler ve o kuvvet-
ten doğarlar. Yani bu da yine: "Bir şeyden herşey"dir.

Madde, hareket, uzay, zaman da bir tek enerji içinden çıkmakta-
dır. Yani: Enerji olmazsa, madde; madde olmazsa, hareket; hare-
ket olmazsa, uzay ve zaman da olamaz. Bu dört unsurun da kay-
nağı birdir ve o da "enerji"dir. Bu da bize yine "her şeyin birşey-
den çıktığını" gösteriyor. Bu göstergeye göre evrenin formülünün
de: "Bir şeyden herşey, herşeyden birşey" olduğunu söyleyebiliriz.
(Konuyla ilgili olarak Google'de ara: Evrenin Formülü Nedir? Kur-
anisthaber.)

Şimdi "hareket"e dönüp, "dört kuvvet"in nasıl doğduğuna bakabili-
riz.

Atom içindeki proton, enerji neşreden bir çekirdektir. Bu çekirde-
ğin yaydığı enerji, etrafına bir basınç uygular. Bu basınç, "itme kuv-
veti"ni meydana getirir. Meydana gelen kuvvet de, iten kuvvet ka-
dar, elektronu belirli bir uzağa iter. İtilen elektron, atom içinden fır-
layıp çıkamaz. Çünkü atomun bir sınırı vardır. Çekirdeğin meyda-
na getirdiği itme kuvveti, atomun sınırına çarparak geri döner. Geri
dönen itme kuvveti, elektronu ittiği aynı anda geri iter. Bu geri itme,
"çekim kuvveti"dir. Bu itme ve çekme arasında kalan elektron, çe-
kirdek etrafında dönmeye başlar. Demek, "çekim kuvveti", itme
kuvveti'nin "geri dönüşümü"dür. Elektronla ilgili çekim kuvvetine de:
"Elektromanyetik kuvvet" denmektedir. O halde: "Bütün kuvvetler,
'itme kuvveti'nden doğar" diyebiliriz.

Eğer atomun bir sınırı ve çerçevesi olmasaydı, çekirdekteki enerji
ile birlikte nötron ve elektronlar da dağılıp gidecekler ve atomun
oluşması mümkün olmayacaktı.

Dünya'nın yedi katlı bir tavanı ve çerçevesi var. Atomun bir çer-
çevesi niye olmasın? Atomun boşlukları, çekirdekten neşredilen
enerjiyle doludur. Atomun içindekileri dağılıp gitmekten koruyan
enerjiden yapılmış ince bir çerçevenin bulunması gerektiğini düşü-
nüyorum. Bu çerçeve, elektronun çekirdek etrafında dönmesin-
den meydana gelen "elektromanyetik bir tavan" da olabilir.

Şimdi "nükleer kuvvet"in nasıl doğduğunu sorabiliriz:

Atom içindeki proton sayısı arttıkça, itme kuvveti de artar ve bü-
tün protonlar birbirini şiddetle iterler. Birbirlerini ittikleri oranda
bir kuvvet atomun sınırına çarparak geri döner. Bu geri dönüşteki
kuvvetle de protonlar birbirine itilirler. Yani birbirini ittikleri aynı
kuvvetin geri dönüşümüyle atomun merkezinde kalırlar, dağılıp
gitmezler. Atomun merkezindeki proton ve nötronlarla ilgili itme
ve geri dönüş kuvvetine: "Nükleer kuvvet" denmektedir.

Atomun merkezindeki protonlar, birbirlerini ittikleri aynı anda
nötronları da iterler. Fakat iten kuvvetin geri dönüşümü onları da
geri çeker ve böylece mukavemetsiz olan nötronlar da atomun
merkezinden dışarı çıkamazlar. Nötronların kütlesi, protonun
kütlesinden biraz daha büyük olduğu ve itme kuvvetine sahip ol-
madıkları için, nötronlara isabet eden geri dönüş kuvveti, protona
isabet eden geri dönüş kuvvetinden daha fazladır. Bunun için mer-
kezdeki nötronlar, protonlardan birazcık altta kalırlar. Nötronlara
isabet eden geri dönüş kuvvetine; (nötronlar itme kuvvetine sahip
olmadıkları için) "zayıf kuvvet" diyebiliriz.

Elektronların durumu ise; protonlar onları da şiddetle iterler. Fa-
kat elektronların kütlesi, protonların kütlesinden 1836 defa küçük
olduğu için, geri dönüş kuvveti, onların küçük kütlesi üzerinde pro-
ton ve nötronların büyük kütlelerine isabet eden kuvvet kadar etki
yapmaz. Elektronlara isabet eden geri dönüş kuvveti az olduğu
için, elektronlar çekirdekten uzakta kalır ve çekirdekten aldıkları
enerjinin miktarına göre de yörüngelere, yani zarflarına yerleşirler.

Eğer bu hipotezim doğruysa, atom içinde dört ayrı kuvvetin bulun-
duğu değil, bir tek itme kuvvetinin geri dönüşümünden üç ayrı kuv-
vetin meydana geldiği görülecektir ve görülmektedir. O halde itme
kuvvetinin geri dönüşümünden meydana gelen nükleer, zayıf ve e-
lektromanyetik kuvvetlere: "Sınırlandırılmış çekim kuvveti" diyebi-
liriz.

Bu hipotezimin çürütülmesi veya tasdiklenmesi tabii ki mümkündür.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Kasım sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *