Mittwoch, 29. September 2010

MELEKLER GÖZLE GÖRÜLÜR MÜ?

(Yazarımız Hüseyin Avdıç cevaplıyor)

MELEKLER GÖZLE GÖRÜLÜR MÜ?

Cevap: Melekler, ışından yaratılmış varlıklardır. Işınları göreme-
diğimiz gibi, ışından yaratılmış melekleri de gözle göremeyiz. An-
cak bu ışından yaratılmış varlıklar, ışından ışık haline dönüşüp gö-
ze görünür hale gelebiliyorlar. (Ruhuna selam olsun) Peygamberi-
mizin gördüğü Cebrail isimli melek de, ışık haline dönüşmüs bir
melektir. Yoksa bu dönüşümleri olmasaydı, onları gözle görmek
mümkün olmaz ve Peygamberimiz de Cebrail'i göremezdi.

Aşağıda linkini verdiğim video, söylediklerimin anlaşılmasını kolay-
laştıracaktır sanırım...

http://webtv.sabah.com.tr/webtv/videoizle/kabe_uzerinde_esrarengiz_goruntuler

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Sonntag, 26. September 2010

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 18

ATEISTLER SORUYOR
KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 18

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.
org sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Allah'ı İnkârın Geçerliği Yoktur

Ateistlerin Allah'ı inkârı geçersizdir. Onların inkârının geçerli ola-
bilmesi için, bütün kâinatı tarayıp elekten geçirmeleri, hattâ kâina-
tın mânevî ötesine de geçip, orayı da taradıktan sonra: "Biz hiç
bir yerde Allah isimli bir Tanrı'ya rastlamadık" demeleri gerekir.
Ama böyle bir işlemi ateistler hiç bir zaman yapamayacaklardır.
Çünkü onlar daha Mars'a bile çıkabilmiş değillerdir. Oraya çık-
salar bile, onları daha her birinde yüz milyar yıldız bulunan yüz
milyar galaksi beklemektedir! Çok güvendikleri "Bilim"in de bu
konuda eli kısa, gücü sınırlıdır. Yani bilim bücüründen de onla-
ra fayda yoktur. Bu durumda onların yapabileceği en kârlı şey,
"agnostik" olmaktır. Agnostikliğe razı olmayıp inkârcılıkta diretir-
lerse, gerçekliği ezip geçmiş olacaklardır. Böyle kural tanımaz
ateistlerin ise, ciddiye alınacak bir tarafı kalmaz.

Ey ateist bay ve bayanlar!

Siz önce on milyar trilyon yildızı tarayın, eğer Allah ile karşılaşmaz-
sanız, o zaman "Kur'anın indirilmediği"nden dem vurabilirsiniz. Hay-
di bakalım, on milyar trilyon yıldız taranmak için sizi bekliyor! Önce
onları tarayın, ondan sonra "Kur'anın uydurma olduğu" iddianızı in-
celeme altına alabiliriz...

***

"Kıyameti durduracak bir gücünüz olmadığına göre, bu gerçek
geçerli kalacaktır" şeklindeki sözüme karşı ateist demiş:

"Bu sacmasapan cumleleri nereden buluyorsunuz ayiptir sormasi?
Kiyameti durdurmak, dogumlari engellemek, ayi ikiye bolmek
vs. vs."

Sana açıklayayım, mustafaakyol sitesinin ateist komedyeni:

Doğmamaya gücün olmamış olduğu gibi, tekrar diriltilmemeye de
karşı koyacak gücün yoktur. Kıyameti durduracak gücün yoksa,
ölüme mahkûmsun demektir. Böyle çok büyük bir mahkûmiyet
içinde bulunan bir insancığın Allah'ı inkâr etmesi, dünyanın en bü-
yük komikliği olmuyor mu? Bu komedyenliğe ne zaman son vere-
ceksin? İstersen son verme de, kahkahasız kalmayalım, eğlen-
meye devam edelim!..

***

Emre demiş:

"Olumu bir mahkumiyet olarak gormuyorum ki; hayatin bir parcasi.
Olumlu olmasak yasayacak ve yiyecek kitligindan birbirimizi oldu-
rurduk. Bunu hic dusundunuz mu? Dunyanin belli bir kapasitesi var.
Sizlerde olmayan bir yetenegim varmis bak: mantikli dusunmek."

Cevap: Sizdeki bu zekâya ve mantıklı düşünme(!)ye maymunlar
kurban olsun! Keşke bu mantıklı düşüncenizi ve zekânızı, ölümsüz-
lük peşinde koşan ve ölümü öldürmeye çalışan bilim adamları da
görseydi!...

Ey bilim adamları! Emre'nin zekâsını kafanıza geçirin, sorunlarınız
hemen çözülür!

***

Emre demiş:

"(Kur'ani) inceledik ve sonuc ortada: masallar bunlar. Siz de Eski
Yakin Dogu dinlerini inceleyin, ayni sonuca varin. Yahudilik yuzyil-
lar suren bir caba sonucunda ortaya cikmistir. Sozde ayni tanrinin
eseri… Incil de oyle; bir cok kisi tarafindan yazilmistir. Bunlar
batinca Kuran da ne yazarsa yazsin batiyor."

Cevap: Daha önce de söylemiştim: Bu inceleme geçerli olamaz.
Çünkü önce Allah'ın var olup olmadığını anlaman için bütün evre-
ni taraman gerekir. Eğer "Allah" diye bir İlah'a rastlamazsan, zaten
Kur'an diye bir Kitap olamaz. Bunun için Kur'anı incelemen bey-
hudedir. Sen önce evreni elekten geçir. Allah'ı mutlaka göreceksin.
Hadi sana kolaylık olsun: Evreni elekten geçirmek yerine, 7 milyar
ışık yılı evrenin merkezine doğru git. Eğer oraya kadar gidebilirsen,
bir melek gelip seni alacak ve Allah'ın saltanat dairesine çıkaracak.
Ve sen Allah'ı göreceksin...

Eğer bu yolu "çok uzun" bulursanız, sizi Allah'a çıkaracak çok
kısa bir yol vardır. O da: Kalbinizi Allah'a açmaktır. Fakat siz bu
yolu bilimsel(!) bulmazsınız. Bu yüzden de önceki gösterdiğim
yola girmeniz gerekir. Eğer "Allah mutlaka yoktur" varsayımını a
priori yaparsanız, bilimde namussuzluk yapmış olursunuz. Bilimde
namuslu olabilmeniz icin de önce; deney, gözlem, araştırma, ince-
leme ve bütün kâinatı tarama gibi işlemleri yapmanız gerekir. Bu
işlemleri yapmadıkça, "bilimin namusu"na uymamış olursunuz.
Bilimin namusuna uymadıkça da, "Kur'anı inceleme" ameliyesine
başlayamazsınız.

Sizin için şimdi iki çıkış yolu vardır: Ya "Allah'ın varlığı mümkün
olabilir" diyeceksiniz, ya da bilimin namusuna uyup, evreni süzgeç-
ten geçirdikten sonra (eğer O'nunla karşılaşmazsanız) "Allah isimli
bir İlah'a rastlamadım" diyeceksiniz. Eğer bilim adamları da sizin
araştırmanızı tekrarlayıp tasdik ederlerse, artık bize de "Kur'anın
bir masal olduğu"na inanmak kalır... Aksi halde; "Kur'an bir ma-
saldır" demeniz, bir "masal" olacaktır. Ve şu anda siz bir "masal"
okumaktasınız.

Okuyun, minimini birler, okuyun! Yakında ortaya, liseye, üniversi-
teye geçersiniz... Kur'an da "okuyun" diyor: "Yükselirsiniz"!

***

Emre; “evreni elekten geçirmek yerine, 7 milyar ışık yılı evrenin
merkezine doğru git. Eğer oraya kadar gidebilirsen, bir melek
gelip seni alacak ve Allah’ın saltanat dairesine çıkaracak” şek-
lindeki sözlerime karşı demiş:

"Bu masalla kimi kandirabileceginizi saniyorsunuz? Bir cocuk
sakasi sanki."

Cevap: Şaka değil, gerçek! Ama siz bu gerçeğin gerektirdiği iş-
lemi yapabilecek kudrete sahip olmadığınız için, sözlerime "masal"
damgası basıp, kendinizi kurtarmaya çalışıyorsunuz. Ama kurtu-
lamazsınız. Ya acizliğinizi görüp Allah'ı inkârdan vazgeçeceksiniz,
ya da kâinatı elekten geçirip iddiamın "masal" olduğunu isbatlaya-
caksınız. İsbatlayamıyorsanız, "masal" demeyi bırakacaksınız. Bı-
rakmadığınız takdirde, bilimsel bir namussuzluk yapmış olacaksı-
nız ve yapmaktasınız.

Emre; "çünkü önce Allah’ın var olup olmadığını anlaman için bü-
tün evreni taraman gerekir. Eğer 'Allah' diye bir İlah’a rastlamaz-
san, zaten Kur’an diye bir Kitap olamaz" şeklindeki sözlerime
karşı demiş:

"Mantiginiz curuk.. Bir kere Kuran’in varligi kesin. Ama Tanri
yoksa Kuran uydurmadir. Tanri varsa yine de uydurma olabilir
(ki oyledir, cunku Yahudilik uydurmadir)."

Cevap: Kur'an varsa, Allah da vardır. Ama Allah olduğu halde
Kur'an bir "uydurma" olamaz. Çünkü Allah'ın olduğu bir evrende
uydurma bir Kitap barınamaz. Bunun için Allah, Kur'anıyla Tev-
rat ve İncil'in uydurmalarını imha etmiştir. Ama, Kur'anın "uydur-
ma" olduğunu kanıtlayacak bir "Kitap" ortada yoktur.

Bakın, Kur'anda 6 bin ikiyüz küsur ayet vardır. Ben sizden bun-
ların hepsinin teker teker "masal"(!) olduğunu isbatlamanızı iste-
miyorum. Sadece "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünün bir "ma-
sal"(!) olduğunu bana isbatlayın, yeter. Bunu isbatlamanız için de,
uzayda, dünyamızdan ayrı başka bir dünya yaratın. Eğer bu yarat-
mayı başarırsanız, "Allah'tan başka ilahlar olabileceği"ni isbatlamış
olursunuz. Bu da, Kur'anın bir "masal" olduğunu göstermiş olur...

Aksi halde, sizin bir "masal" okumakta olduğunuz ve "bilimsel na-
mussuzluk" içinde bulunduğunuz belirgin hale gelecektir, belki de
gelmiştir! Bu gelmişlikten de ancak Allah'ı inkârdan vazgeçmekle
kurtulabilirsiniz. Tabii kurtulmak isterseniz... Kurtulmak istemez-
seniz, bu sitede artık ancak bir "komedyen" olarak kalabilirsiniz.
Tabii tartışmacı arkadaşlar sizin komedyenliginizi kabul ederlerse...
İsterseniz bir "referandum" da yaptırabilirsiniz. Bakalım; "Emre bir
komedyen olarak kalsın mi, gitsin mi?"

Senin işin çoktan bitmiş Emre. Sür eşeğini kemikli köye!

Pardon! Pardon! Pardon! Yeni söylemim şöyle olacaktı: Bin ışık-
tan eşeğine; sür onu evrenin merkezine veya en yakın kâinat sını-
rına. Orada Allah'ı göreceksin. Eğer görmezsen, bana istediğin
hakareti edebilirsin...

Emre'ye not: "Uzayda yeni bir Dünya yaratma" çalışmasında,
Hawking de dahil bütün bilim adam ve kadınlarını ve bunlarla
birlikte tesadüf, kendikendinelik, tabiat ve seleksiyon tanrılarınızı
da yardıma çağırabilirsiniz...

***

Ateist Emre demiş:

"Kuran varsa niye Allah da var olmak zorundadir? Kuran’in
uydurma ise Allah niye var olsun ki?"

Cevap: Allah'tan başka ilah olmadığı için Kur'an vardır. Eğer
Allah'tan başka ilah olsaydı, Kur'an olamazdı. Önce sen uzayda
bir dünya yarat, Allah'tan başka ilah olabileceğini isbatla; bu isba-
tın da Kur'anın "masal" olduğunu kanıtlasın. Bu kanıtlamayı yap-
madığın müddetce, "beyninin yikanmış olduğu"nu isbatlamış ola-
caksın!

Sen önce kendi beynini yıkanmışlıktan kurtar! Bak, bilimsel yeni
bir bulgu; Kur'anda geçen "Hz. Musa'nin denizi yarma olayı"nın
"masal" olmadığını gösteriyor:

http://www.hurriyet.com.tr/planet/15837993.asp?gid=286

Daha bunun gibi onlarca "bilimsel" desteğin bulunduğunu da
unutma!

Sen önce evreni tara; kâinatı yöneten bir Allah'ın bulunmadığını
isbatla, ondan sonra "Kur'an masal mı, değil mi" onu tartışalım.
Yoksa 1 buçuk milyar insan bu "masal"(!)a inanmaya devam
edecek ve yakında bu 1 buçuk milyara bir 1 buçuk milyar daha
eklenecek! Durdur, durdurabilirsen...

Senin işin çoktan bitmiş Emre. Bin ışıktan eşeğine, sür onu evrenin
merkezine. O merkezde de Allah'ını bulacaksın.

***

Emre demiş:

"Dogustan sakat veya hasta bir cocugun ailesi ne yapsin peki?
Bu neyin sinavidir? Bir cocuk bunu nasil haketmis olabilir?"

Cevap: Gereken cevabı "Candaroğlu" vermiş. Ben de şunları
ekleyebilirim:

Doğuştan sakat bir çocuk, onu "hakettiği" için değil, anne-baba-
sının kullandığı içki ve sigara veya yanlış beslenme, yanlış ilaç ve-
ya radyoaktif etkilenme sonucu sakatlanmış olabilir. Dolayısıyla
bu sakat doğmanın günahı Allah'a yüklenemez. Allah isteseydi
her halukârda çocukların sağlam doğacağı bir sistem kurabilirdi.
Ama şimdiki durumdaki gibisini tercih etmiş. O'nun bu tecihine
itiraz etme hakkımız yok. Çünkü bu dünyada sakatlık ve noksan-
lıkları olanların sorumlulukları da azalmakta ve ötedünyada da
alacakları bir mükâfât bulunmaktadır. Hem bu durum "istisnaî" bir
durumdur. Siz, genel durum olan sağlam doğuşlara bakın! Onlar,
"sağlam doğma"yı haketmişler miydi? Dolayısıyla bunda bir "ada-
letsizlik" de yoktur. Sizin meseleniz; "inançsızlık"tır. İnançsızlıkta
kaldığınız müddetçe, sakat doğan çocuğunuz size acı verecek ve
isyan ettirecektir. Ama inançlı insan bu durumda kadere teslim
olup, alacağı mükâfâtla teselli bulacaktır. Hangisi daha iyi durum?

Tıp bilginleri de, "o çocuğu nasıl sağlamlaştırabilirim" diye, kafa
yoracak, bilimde ilerleme ve ustalık kazanacaktır. Fena mı? Sakat
doğumlar, hastalıklar ve sakatlanmalar olmasaydı bilim nasıl ilerle-
yecekti? Cennet gibi bir dünyada yaşamaya ne hakkımız var?
Böyle bir hakkı nereden kazandık ki? İnsan, "kazanarak" haket-
meli değil mi? Dünya da tam buna uygun bir yer değil mi? Elbette
ki öyle! O halde Allah "hata" etmemiştir ve hiç hata etmez. Çünkü
O, "mutlak kusursuz"dur, "kusurdan arınmış"tır. O'nda kusur bu-
labilmeniz icin önce kusursuz bir dünya yaratmalı, sonra da işte
"O'nun kusuru budur" diyebilmelisiniz. Ama bunu hiç bir zaman
diyemeyeceksiniz! Bunlar da netice verir ki: Allah'tan başka ilah
yoktur.

Dolayısıyla kurtuluş, ancak Allah'a inançta ve O'na teslim olmak-
tadır.

Not I: Bunlardan anlaşılmalıdır ki; eğer dünya bir cennet gibi, ya-
ni herşey mükemmel, noksansiz olsaydı; "bilim" diye birşey olma-
yacaktı.

Not II: Bana verdiğiniz cevabın başında: Verdiğim cevapların
"mantıksız" olduğunu iddia etmişsiniz. Cevaplarımda bir mantık
bulamayışınızın sebebi, mantığınızın tersinden işlemesindendir.
Şeytan tarafından ele geçirilmiş olduğu için de mantığınız tersin-
den işlemektedir. Bu sebeple, sözlerimizdeki mantığı görebilme-
niz için önce içinizdeki seytanı çıkarmanız gerekmektedir. Bunun
için de: "Allah yoktur" önyargısını veya "peşin inkâr"ı bırakmanız
ve niyetinizin de "gerçeği bulmak" olması gerekiyor. Bizim hata-
miz ise: Sizi ciddiye almamızdır. Sizi ciddiye alıp cevap veriyoruz
ki, şeytanî zekânız karşısında inançlılar apışıp kalmasın...

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 17

ATEISTLER SORUYOR KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 17

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.org
sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Sol südur demiş:

"Evet, İslam da pagan, Yahudi/Hıristiyan ve ateist inanç ile
homoseksüele saygı duymak zorunda idi ama öyle yapmadı..
önce kendi dininizi eleştirin!"

Cevap: Bu ateist tartışmacı, İslâm'ı, insan uydurması din ve yasa-
larla karıştırmış! İslâm, zulüm ve kötülüğe ve haksızlığa saygı gös-
termez, onları mahkûm eder. Çünkü İslâm, insan uydurması bir
din değildir. Bunun için o, dinsizliğe ve dinsizliklere saygı göstere-
mez. Cehennemlik olmak istemiyorsanız, siz ona saygı göstere-
ceksiniz. Kıyameti durduracak bir gücünüz olmadığına göre, bu
gerçek geçerli kalacaktır.

***

Eğer Islâmiyet, Hz. Muhammed'in uydurması olsaydı; Hz. Mu-
hammed, "Muhammed" olmaz ancak bir "Firavun" olurdu. Bu
Firavun da, inkârcıları görünmez bir âlemdeki görünmez bir ceza-
ya ve görünmez bir İlah'a havale etmek yerine: "Ben Firavun, bu
Arabistan topraklarının Tanrısıyım. Kim benim Tanrılığımı redde-
derse ve yasalarıma boyun eğmezse, onun vücudunu ateşte kebap
yapip yiyeceğim; fazlasını da kölelerime dağıtacağım. Ama onları
kebap yapmadan önce çeşit çeşit işkencelerden geçireceğim. On-
lar işkence görürken de kadeh kadeh şarap içecek, büyük bir eğ-
lenceyle de acı çekişlerini seyredeceğim. Homoseksüelleri, cinsel
organlarından astıracağım. Vergi vermeyenleri zindanda çürütece-
ğim." Vesare... Görünen ve peşin bir ceza, görünmez ve cok u-
zaktaki belirsiz bir cezadan daha etkili olurdu. Ateistlerin de inkâ-
ra mecali kalmazdı. Mecburen Firavun'a kul olurlardı. İyi ki İslâ-
miyet uydurulmamış! Eğer o uydurma bir din olsaydı, ateistlerin
çekeceği vardı... Ama şimdi onlar çok rahat. Onlar yine de cehen-
neme atılacaklar ama, cehennem "varsa" atılacaklar. Yani: Rahat
rahat kâfirlik yapabilirler... Bu rahatlık onlara, "uydurulmuş" dedik-
leri "indirilmiş din"in bir armağanıdır!

***

Sol Südur demiş:

"Atıyor muyum? Kuran’da yüzlerce ayet Tanrı’ya inanmazsan
derilerinin nasıl cayır cayır ve döne döne yakılacağını anlatıyor…"

Cevap: Siz Kur'ana hem "masal"(!) diyorsunuz, hem de bu
"masal"(!)lara inanarak Kur'anlılardan hesap soruyorsunuz! Kur'
ana inanıyorsanız, hesap sormanız saçmalık. İnanmıyorsanız,
sorduğunuz hesap anlamsızdır!

Siz bu anlamsız ve saçma işleri bırakın da, daha anlamlısı olan
"evreni taramak" işini halledin! Bu halledişle de: "Allah'ı göreme-
dik"; o halde "Kur'an bir masaldır" deme hakkını kazanmış olur-
sunuz... Ama siz bu hakkı henüz kazanmış değilsiniz. Bunun için
de sorduğunuz bütün hesaplar, sizin zulüm ve haksızlığınız olarak
size geri dönmektedir. Dikkat edin, bu haksızlıklar size mezar
olabilir. Mezardaki bakteriler de büyük bir iştahla sizi bekliyor:
"Gelseler de, Nilgün'le Emre'yi bir güzel mideye indirsek" diye
sabırsızlanıyorlar!..

Az kaldı, açlıktan ölmek üzere olan Afrikalı bakteriler, az kaldı.
Çok yakında açlıktan kurtulacak, bayram yapacaksınız, bayram!

***

"Sol südur" lâkaplı Nilgün demiş:

"Hermes daha vicdan nedir bile bilmiyorsunuz. Vicdan rölatiftir.
Siz koyun boğazlayıp ibadet ederken bir Hıristiyan’ın vicdanı
sızlıyor. Buna hemen ‘sen et yemez misin?’ diye itiraz ederler.
Evet yerim, ve başka bir canlıyı – bitki ya da hayvan – öldür-
meden beslenememem.Tanrı’yı inkar etmemin temel nedenlerin
birisi zaten…. Bu ne vahşettir ki, hayatta kalmak için bir başka
canlıyı öldürmek zorundayım! Böyle bir zorunluluk ancak iyi bir
Tanrı yerine kendi başına bırakılmış bir doğa açıklamasıyla
mantıki temele oturtulabilir."

Cevap: Siz, Allah'tan daha merhametli olamazsınız. Eğer O'ndan
daha merhametli olduğunuzu düşünüyorsanız, O'ndan "daha üstün"
sünüz demektir. Bu da sizin bir "Yaratıcı" olabileceğinizi gösterir...
O halde uzayda başka bir dünya yaratın ve orada bitki ve hayvan-
larla beslenmeyen insanlar var edin. Böylece herkesi "vahşî" ol-
maktan kurtarmış olursunuz!...

"Kurban Bayramı" yaklaşıyor! Yeni dünyanızı hemen kurup, o
"vahşet(!)"i önlemelisiniz...

Ah! Allah'ı inkâr etmekle ne büyük bir vahşet içinde olduğunuzu
bir bilseniz... Bilseydiniz, o vahşet içinde debelenmezdiniz.

***

Nilgün demiş:

"Ben Tanrı’yı inkar ederek çevreme vahşet ve zulum saçmıyorum;
yalnızca bir görüş benimki; kimseye zararı yok ama Tanrı, o bunu
yapıyor! Minicik bedenler nasıl oluyor da kansere yakalanıyor,
bacakları kopuyor? Nasıl bir Tanrı bu? ...Yalnız biliniz ki Allah’ı
inkar etmek asla vahşet değildir; düşünce vahşet olamaz; vahşet
eylemdir ve eylemi gerçekleştiren Tanrı’dır!"

Cevap: Allah'ı inkâr eden bir ateist, Allah'ın insanları imtihan edi-
şini de kabul edemez. İmtihanı kabul etmeyen, dünyadaki kötü-
lüklerin de "başıbozuk olaylar" olduğunu kabul etmek zorunda
kalır.

Allah'ı inkâr etmek ise, dünyadaki en büyük vahşettir! Çünkü in-
kâr, sadece bir "düşünce" değil, aynı zamanda bir "hüküm"dür.
Hüküm ise, "eylem" doğurur. Zaten inkârcı ateist de Allah'a kar-
şı mücâdelesini, verdiği hüküm üzerinden yürütüyor. Allah'a karşı
savaşıyor. Bu savaşına da; "bu bir eylem değildir, bu bir vahşet
değildir" diyor! Savaştaki bir askerin, düşmanını öldürürken; "ben
savaşmıyorum, savaş oyunu oynuyorum" demesi gibi bir şey bu!
Eğer ateistin verdiği bir hüküm ve kabüllendiği bir inanç olmasay-
dı, Allah'a karşı bu savaşı sürdüremezdi. En azından "agnostik"
kalırdı. Ama agnostikliğe bile razı olamıyorlar. Sanki ellerinde, bu
evrenin bir Sahibi olmadığına dair kesin bir delilleri varmış gibi!

Fakat inkârda diretmeleri onlara saadet vermiyor. Saadet bula-
madıkları da şu sözlerinde gizlidir: "Minicik bedenler nasıl oluyor
da kansere yakalanıyor, bacakları kopuyor? Nasıl bir Tanrı bu?"
İşte onların bu sözleri, "şefkâtin acizlik yüzünden acıya dönüşü"
dür. Bu tedavi edilemez acının acısını da, Tanrı'ya çatarak çıkarı-
yorlar! İnkârcılıktan çıkmadıkları müddetce de onlar bu acıların
girdabında kıvranmaya mahkûmdurlar.

Çünkü bir inkârcıda akıl; geçmişin acıları ve geleceğin korkuları
yüzünden bir "azap âleti"ne dönüşür. Sevgi ve aşk ise, ölümün e-
bedî ayırıcılığından, sonsuz bir hasret ve yanışa inkilâp eder. Şef-
kât de, acizlik yüzünden acılı bir belâ olur.

Fakat Allah'a inanan bir inançlıda durum farklıdır ve tam tersidir.
Çünkü Allah'a inanç ve teslim, geçmişin acılarını sevaba, gelece-
ğin korkularını da, "her şeyin Allah'ın elinde olması" güvencine dö-
nüştürdüğünden, inançlıdaki akıl bir azap âleti olmaktan çıkar,
rahmet âleti olur.

İnançlıdaki sevgi ve aşk ise, ölüm, ebediyete göçmüş dostlara ve
Allah'a kavuşma olduğundan, sonsuz bir aşk ve sevgiye dönüşür.

Ondaki şefkât de, Allah'ın, yarattıklarına daha merhametli olma-
sından ve O herkesin ve herşeyin "Sahibi" olmasından, acılı bir
belâ olmaktan çıkar, tatlı bir hüzne inkilâp eder.

Nilgün demiş:

"…Dinlerdeki hep aynı safsata; döndürülüp önümüze sürülüyor.
İyilikler hep öteki dünyaya, bilinmeyene havale ediliyor…Zavallı
insana yalnızca emirleri yerine getirmek karşılığında öteki dünya
rüşveti sunuluyor…Sonsuz mutluluk.. ama burada, şimdi değil…
bilinmeyen hayali bir dünyada.."

Cevap: Allah'ı inkâr eden, O'nun ötedünyasını da kabul edemez.
Ama doğmamaya gücü yetmemiş ve ölmemeye de karşı koyacak
bir gücü olmayan bu inkârcıların, âhiretin olmayacağını isbatlaya-
cak delilleri de yoktur. Delilsiz oldukları halde inkârda diretmeleri,
onların ne büyük bir vahşet içinde olduklarını gösteriyor!

Bu dünya bir "imtihan" yurdudur. İmtihanda kazanılacak sonuçla-
rın karşılığı bu dünyada verilemez. Çünkü dünya ve hayatı bunun
için yeterli bir yer ve vakit değildir. Sonuçların karşılığı için çok
büyük ve ebedî bir mekân lâzımdır. Evrenin Sahibi ise, ateistlerin
keyfine göre hareket edemez; onların hatırı için dünyayı cennete
döndüremez!

Nilgün demiş:

…Semavi dinlerin sembolü ise Tanrı karşısında şeytan zaten….
Eğer sizce şeytan Tanrı gücünde değilse, o takdirde dünyadaki
ikilemi reddediyor olmalısınız…dikkatli olun fena halde bir çeliş-
kiden diğerine savruluyorsunuz…ikilem ya vardır ve şeytan ile
Tanrı eşit güçtedir ya da ikilem yoktur…"

Cevap: Allah, iktidarını göstermek ve insanı imtihan etmek için
şeytanı yaratmış ve onu Kendine "muhalif" yapmıştır. Ama şey-
tandaki bu muhalefet gücü, onun kendi gücü değil, Allah'a ait kü-
çük bir kuvvettir. Bir robot ancak Robotçunun verdiği güç kadar
kuvvetli olabilir ve o da Robotçunun elindedir. Şeytanın Allah'a
muhalefeti ise; bir halk ve devlet düşmanı isyankârın, Padişaha
isyanı gibidir. Padişah ise, o isyankârı istediği zaman yok edebi-
lecek güçtedir. Fakat kalp ve kafaları vahşetle dolu inkârcı ate-
istler bunu da kabul edemezler ve şeytanı Allah'ın karşısına, Tan-
ri gücünde bir Tanrı olarak dikerler. Âdeta Allah'tan intikam al-
maya çalışırlar. Hem O'na inanmazlar, hem de O'na karşı sava-
şırlar! Bu savaşlarına da: "Mâsûm düşünce" derler!

Vahşetin böylesi ancak inkârcı ateistlerde görülür...

Allah ise, ikileme uymak zorunda değildir. O, ikilemin üzerindedir.
Çünkü zıtları yaratan ve sınama için onları dövüştüren O'dur.

İslâmiyetin (mânevî) sembolü ise: Tevhid, Teslim, Tevekkül'dür.
Veya: Adalet, İbadet, Merhamet ve İyilikçilik'tir. (Bunlar aynı
zamanda İslâmiyet'in temel ve şartlarıdır.) Maddî sembolleri ise;
sarık, sakal, çarşaf'tır. Mânevî gözleri kör olan ateistler de bu
maddî sembollere takılır kalırlar. İslâmiyeti onlardan ibaret sanır-
lar. Veya gözleri recm ve el kesme'den başka bir şeyi görmez.
Halbuki Kur'anda recm yoktur. Hırsızın elini kesmek cezası ise,
şartlara göre değişebilir ve kaldırılabilir hukukî bir meseledir.
Çünkü İslâmiyette asıl olan, ceza vermek değil, "adalet" etmektir.
Müslümanlar da bunu yerine getirmekle yükümlüdür. Dolayısıyla,
şartlar değişmişse, hükümleri de değiştirmek zorundadırlar. Bu
zorunluğu yerine getirmeyenler de, "zalim" olurlar.

Eğer "müslümanım" diyenler bu (mânevî) sembollerin gereğini ye-
rine getirmiyorlarsa, onlar İslâmiyet'ten çıkmış veya uzaklaşmış
demektir. Onların bu aykırı haliyle de o semboller varlığını ve hak-
kaniyetini yitirmez, kaybetmez. Onların ışığına sadece perde olur-
lar. Işık isteyen de bu perdeyi kaldırmayı bilir. Kaldır perdeyi, ka-
vuş ışığına! Işığa gözünü kapatan, yalnız kendini karanlıkta bırakır.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 25. September 2010

RİSALE-İ NUR ALLAH TARAFINDAN MI YAZDIRILDI?

RİSALE-İ NUR ALLAH TARAFINDAN MI YAZDIRILDI?

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, mustafaakyol.org
sitesinde bir kaç tartışmacıya verdiği cevapları okuyacaksınız.)

Merhaba Cengiz Bey,

Dediniz ki: "...Çok ama çok önemli bir eser olduğuna inandığım
Risale-i Nur Külliyatı’nı Çok değerli üstad Said Nursi’nin söyle-
diği-yazdığı gibi kendisine yazdırılmadığına inanıyorum. Bunun
böyle olması ne Risaleleri küçültür ne de Said Nursi’yi. Allah’ın
doğrudan veya dolaylı olarak bir kulla irtibatının Resulullah ile
birlike kapandığına inanıyorum. Risaleye Kur-ani bir değer
yükleyen düşüncenin İslamın temel değerleriyle çeliştiğine
inanıyorum ve bu yüzden bu hareketten uzak durdum, ..."

Ben de diyorum ki: Risale-i Nur külliyatının, Bediüzzaman Haz-
retleri'ne "yazdırılmış" olduğuna inanmalısınız. Çünkü yüce Allah'
in sözleri Kur'andan ibaret değildir. Çünkü yüce Allah yalnız Pey-
gamberlere değil, gerekli gördüğü zaman Hz. Musa'nın annesine
(Kasas 7) de, bal arısına (Nahl 68) da, yeryüzüne (Zilzal 5) de
"vahy"eder. Ve Allah(cc), bazı kimselere "ilim" vermistir (Anke-
but 49 ve diğer ayetler).

Allah(cc)in ilim vermesi ise, çoğunlukla "ilham etmek" suretiyle ol-
maktadır. İnsanlığa verilmiş ilmin çoğunluğu da Allah'ın ilhamıdır.
Allah'ın ilhamı ise, O'nun, yarattıklarıyla bir "genel konuşma"sıdır,
iletişim vasıtasıdır. Allah bu vasıtayla insan aklının elinden tutmak-
ta, ona yol göstermekte ve onu "bilgilendirme"ktedir. Bu bilgilen-
dirme ile de "Âlimler", "Evliyalar" ve "İmamlar" ortaya çıkmakta-
dir. Bediüzzaman da onlardan biridir. Bediüzzaman öncesinde de
her yüzyılın başında bulunmuş Ahmed İsferanî, İmam Ebu'l-Hasan
el-Eş'arî, İmam Şâfiî, Ömer b. Abdulaziz, Imam-iGazalî, Fahrud-
dîn Razî, Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd, Mevlâna Halid, Celâleddin-i
Rumî, Imam-i Rabbânî, İmam Bulkînî (Bulukkînî) gibi kimseler
vardır. Bu kimselerin ellerindeki çok yüksek eserler ise, onların
kendi zihinlerinin mahsülü değil, Allah ilhamıdır. Allah ilhamıdır,
çünkü o kimselerden bazılarının (meselâ Bediüzzaman gibi) çok
kısa bir tahsil hayatı olmuştur. Bu durumda meselâ ilkokuldan
başka okul yüzü görmemiş, binlerce kitap okumamış bir kimse
bir gün bilim dünyasını şaşkınlıkta bırakan bir eser yazıp ortaya
koysa, diyebilir miyiz ki; "o eser, onun kendi zihninin ürünüdür"?
Diyemeyiz! Çünkü o kimsenin o eseri yazacak bilgisi yoktur. Bu
halde o eser ancak "Allah'in ilhamı" olabilir.

İste her asrın başında bulunmuş İmamlarin da eserleri böyledir.
Kendi zihinlerinin ürünleri değildir. Allah, onlara ilham ettiği Kur'
anî eserlerle Kur'anını korumaktadır. Bu koruma olmasaydı, bu-
gün belki elimizde "Kur'an" diye bir kitap olmayacaktı. Çünkü sa-
hip çıkılmayan bir Kitap, varlığını kaybeder. Cahillerin eline düşen
bir Kitap ise, bozulmaya uğrar. En iyi koruma ise, ancak İmam ve
Âlimlere ilham edilen bilgiler ile mümkündür. Kur'anın bugüne ka-
dar bozulmadan gelmiş olması, o İmamların bilgileriyle mümkün
olmuştur. Yoksa herkes, kendi keyfine göre yorumunu "Kur'an"
yapar, ortada "Kur'an" diye bir Kitap kalmazdı. İncil'in başına
gelen, Kur'anın da başına gelirdi.

Bugüne kadar hiç bir Âlim, hiç bir Evliya, hiç bir Asfiya ve hiç bir
İmam; "Kur'an, Allah'ın sözü olamaz" dememiştir. Tam aksine:
"Bu Kitap, Allah'tan başkasının sözü olamaz" demiştir. Acaba bu-
nu nasıl diyebilmişlerdir? Elbette ki kendilerine ilham edilen ilim
sayesinde! Bu ilim ve ilham olmasaydı, Kur'an bir tasdikçi bula-
mazdı. Bakın, yüce Allah Kitabında ne diyor: "Kur'an kendileri-
ne ilim verilen insanların kalplerinde parıldayan apaşikâr
âyetlerdir." (Ankebut: 49) Acaba Kur'an o kimselerin kalplerin-
de nasil parıldamaktadır? Elbette onların kalplerine nakşedilmiş
Kur'an özetleriyle. Bu nakış ise ancak "Allah'ın vahyetmesi"yle
yani "kalbe indirme"siyle olabilir. Ve bazı özel kimselerin ilham-
dan ayrı olarak vahye mazhar olması imkânsız değildir ve Kur'
ana zıt olmaz. Çünkü Allah gerektiğinde (Kasas 7, Nahl 68, Zil-
zal 5) ayetlerinin gereğince yalnız Peygamberlere değil, onların
dışında bazı özel kimselere de vahyeder. Bu özel kimselerin için-
de Âlim ve Evliyalar da bulunmaktadır. Bir bal arısının bile vahye
mazhar olması düşünülürse, bazi Âlim ve Evliyanın vahye mazhar
olması imkânsız değildir ve inkâr edilemez. Bu yüzden Mevlâna,
Mesnevi'sinin, "vahiy" olduğunu açıkça söylemiştir.

Bu Âlim ve Evliyaların eserlerindeki çok yüksek ve derin bilgiler,
üniversitelerde tahsil edilerek veya binlerce kitap okuyarak elde
edilemez. Bunun için Bediüzzaman'ın, Mevlâna'nın ve diğerlerinin
eserlerinin "Allah ilhamı" olduğunu, yani "O'nun tarafından yazdırıl-
dığı"nı ve bazı kimselerin kalblerinde de (Allah'ın nakşetmesiyle)
Kur'anın "parildamakta olduğu" (Ankebut 49) nu kabul etmeliyiz.

Bunu kabul etmediğimiz takdirde, Allah'ın sözlerinin sadece Kur'
anla sınırlı olduğunu ve O'nun sadece ondört buçuk asır öncesin-
deki Araplar'a hitap ettiğini ve ondan sonraki asır insanlarını ilgisi
dışında bıraktığını ve bu gelmiş asrın insanlarına ilgi göstermediğini
kabul etmek zorunda kalırız. Böyle bir Allah, "Allah" olarak kabul
edilebilir mi? Elbette edilemez! İşte bunun icin Allah, bu asrın muh-
taç olduğu bilgiyi de indirecek ve onu "Mehdi" ve "Mesih"inin eline
verecektir, belki de vermiştir... Çünkü Allah, bütün çağların Allah'ı
ve bütün insanların İlahıdır. Ve O'ndan başka İlah yoktur. O'ndan
başka İlah olsaydı, Kur'andan üstün başka bir Kitap ortalıkta do-
laşacaktı. Var mı Kur'andan üstün bir Kitap? Asla yoktur ve ol-
mayacaktır!

Ateistlerin ona "masal" demesi ise, Allah'ı kabul etmediklerindendir.
Bu kabulsüzlükleriyle de onlar kendilerini bir masal haline getirmek-
tedir! Dolayısıyla, onların Kur'ana "masal" demeleri, masal olmak-
tan öteye gidemez. Çünkü dünyada, Kur'andan üstün bir Kitap ge-
tirecek bir kimse yoktur ve olmayacaktır.

***

Bay Erdem,

Diyorsunuz ki:

"...Cengiz Han da yaptıklarını Tanrı’nın isteği ile olduğunu, ken-
disinin bir cezalandırıcı olduğuna inanıyordu."

Cevap: Cengiz Han'la Bediüzzaman'ı bir tutamazsınız. Çünkü
Bediüzzaman, Allah'ın bir hizmetkârı; Cengiz Han ise, nefis ve
benliğinin kulu olmuş bir Firavun'dur. Bunun için onun inanışının
bir geçerliği yoktur.

Demişsiniz: "Yarın bir gün bir bilim adamı labda kafayı sıyırıp
tüm insanlığın soyuna kibrit suyu dökecek bir virüs yaratsa ve
bunu bana tanrı emretti dese, eyvallah mı diyeceğiz."

Cevap: Hakk'ın yolunda olanların sözü dinlenir. Şeytanın yolunda
olanların sözü dinlenmez.

Demişsiniz: "Onun için yeryüzünde kendinize yeni putlar yaratma-
yın zaten yeterince put var."

Cevap: Put yaratmıyoruz. Sadece Hakkı görmeye ve göstermeye
çalışıyoruz. Allah'tan başkasını "Rab" yapmayız. Fakat Allah da
"elçi"siz olmaz. ("Peygamber" denilsin, denilmesin) her asrın bir
elçisi vardır. Çünkü Allah, bütün zamanların Allah'ıdır. Dinin bo-
zulduğu ve öldürülmeğe çalışıldığı bir yerde bunu kim durduracak
ve düzeltecektir? Elbette ki Allah'ın görevlendirdiği İmamlar! Be-
diüzzaman da işte o İmamlar'ın sonuncusudur. Ama "en sonuncu-
su" değildir. Onun boş kalan yerini de "Mehdi" ve Mesih" doldu-
rur.

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 18. September 2010

ATEİSTLER SORUYOR KUR'ANİSTLER CEVAPLIYOR 16

ATEISTLER SORUYOR KUR'ANISTLER CEVAPLIYOR 16

(Bu bildiride, yazarımız Hakkı Hakperest'in, www.mustafaakyol.org
sitesinde ateist tartışmacılara verdiği cevapları bulacaksınız.)

Emre dedi:

"Curuk aksiyom şöyle olur:

Aksiyom: Insanoglu Adem ve Havva ile baslamistir, ve bunlarin
cocuklari ensest yoluyla cogalmistir. Allah ensesti secmistir.

Emir: Allah ensesti yasaklar.

Ya emirde bir hata var, ya aksiyom yanlis. Bunun gibi bir cok
tutarsizlik var. Oradan buradan araklayip bir de kendi kafana
gore vahiy uydurursan varacagin nokta budur."

Emre'ye Cevap:

Sağlam aksiyom şöyledir: İnsanoğlu Âdem ve Havva ile başlamış-
tir. Ve bunların çocukları yakın kardeş evliliğiyle değil, uzak kar-
deş evliliğiyle çoğalmıştır. (Yani: İlk senenin ikizleri birbiriyle değil,
kız ve oğlan olan bu ikizler ancak ikinci senenin ikizleriyle evlene-
biliyorlardı.) Allah bu evliliğe "İZİN" vermiştir. O'nun izin vermesiy-
le de bu evlilik "HELÂL" olmuştur.

Emir: Allah, ensesti dilediği zaman helâl, dilediği zaman da haram
yapar. Allah, ensesti Âdem'e helâl, ondan sonrakilere de haram
yapmıştır.

Allah, ateistlerin keyfine göre hareket etmez. Allah'ın yasasını ka-
bul etmeyen ateistler, kendi kafalarına göre din ve yasa uydurmak
zorunda kalır. Uydurulan yasalar ise, Allah katında "geçersiz"dir.

***

Emre demiş:

"Ustelik bunlar kendi anne ve babalari (Adem ve Havva) ile bile
cinsel iliski kurmus olabilirler. Bu kesinlikle helal degildir!"

Cevap: Delilin nedir? Delilin olmadığından, iddian boştur! Ayrıca
Tanrı mısın ki, helâllik-haramlık getiriyorsun? Hem Tanrı'yı kabul
etmiyorsun, hem de Tanrı'ya ait izin ve yasaklarla konuya müdahil
oluyorsun!? Yani: İşine gelmeyince red, işine gelince kabul... Güya
meseleleri kendine yontuyorsun. Ama yontulduğunun farkında de-
ğilsin. Şeytanın sahasında top koşturan, kazansa da kayıptadır.

Emre demiş:

"Bu kadar akla zarar bir ahlak yaklasimi olabilir mi? Bir gun en-
sest helal, ertesi gun haram. Bir gun soykirim helal, ertesi gun ha-
ram. Asil ahlaksizlik budur iste; sabit bir kural tanimayip gerek
gordukce kurallari cignemek. Bu yapan bir tanrinin kullarindan
ahlak beklenir mi?"

Cevap: Tanrı senin keyfine göre hareket etmez. Fakat kendini
Tanrı yerine koyduğun için bu gerçeği kabul edemezsin.

Emre demiş:

"Adem ve Havva’nın yasadigini ispatlamadikca, bu iddia daya-
naksizdir, inanmak enayiliktir. Dayanaksiz iddialara cocuklar ve
bunaklar inanir."

Cevap: Allah'a inanmayana delil göstermek gerekmez.

Emre demiş:

"Âdem'in kemiklerini göster."

Cevap: Âdem'in kemikleri, senin kemiklerindir. Bunu kabul etmez-
sen, "maymun soylu" olduğunu kabul etmiş olursun. Biz Kur'anlılar
ise, "Âdem soylu"yuz. Siz Darwinistler ve ateistler, Âdem'in çocuk-
larından üremeyi "ensest" yani "haram ilişki" kabul ettiğiniz için, siz;
haram ilişki ürünüsünüz veya maymun soylusunuz. Biz ise, bu ço-
ğalmayı "helâl" kabul ettiğimiz (daha doğrusu Allah işin başında bir
haramlık koymadığı) için, "helâl ilişki" ürünüyüz ve Âdem soyluyuz.

Helâli haram, haramı helâl yapma hakkınız olmadığına ve yapsanız
da geçersiz kalacağına göre, Kur'anın sözü hak, sizinki de gerçek
dışıdır!

Ve sonuçta siz de Âdem'in soyundansınız. Kabul etmek istemese-
niz de! Çünkü buna karşı koyacak kesin bir deliliniz yoktur. Ama
"maymun soylu" olduğunuzu inanmaya devam etmek de hakkınız-
dır...

Emre demis:

"Bir anne ve babanin yakin ve uzak cocuklari olur mu ? Hepsi ayni
derecede yakinliktadir."

Cevap: Sen Tanrı mısın ki, senin "olmaz" dediğin şey olsun? Tanrı
yerine oturmuş bir şeytancık olmaktan kurtulmalısın. Senin vazifen,
yaratılmışlığını bilmek ve Yaratan'ı tanımaktır. Yaratan'ı inkâr edeni
de, Tanrı'nın kodesi beklemektedir. Tanrı'nın cennetini isteyen, cen-
netlik bir inanç getirmelidir. Gerçek Tanrı; bu evreni ve evrenlileri
yaratacak, yaşatacak ve yönetebilecek olandır. Beş, on, onbeş yıl
içinde bu dünyayı terkedeceksin. Gerçeği görmek ve kabul etmek
için bundan fazla vaktin yok.

Emre demiş:

"Hakki beye de soyledigimi size de soyluyorum: cikarin su kemik-
leri de gorelim; masallarla karin doymuyor."

Cevap: Kendi kemiklerine bak, görürsün. Âdem olmasaydı, senin
kemiklerin de olmazdı. Yoksa sen kemiklerini "Pirimat"tan mı mi-
ras aldın? Âdem'i inkâr eden, "pirimat soylu" olmayı kabul etmiş
demektir... Senin soyunu senin elinden kim alır!

Emre demiş:

"Iki kisiden bir milyar kisinin ciktigina inaniyorsan haliyle herkes
herkesle yatti. Bunun baska bir yolu yok. Insanogluna ensesti
yakistirmis bir Allaha tapiyorsunuz."

Cevap: Neye inanıyorsan, sen osundur. İnsan, inandığıdır. Dola-
yısıyla; sen, "ensest ilişki" ürünüsün. Biz de, "helâl ilişki" ürünüyüz.
Çünkü Allah, Âdem'in çocukları birbirleriyle evlenirlerken, onla-
ra "yasaktır" demedi. Biz, bize "helâl ilişki"yi yakıştırmış bir Allah'
a tapıyoruz.

***

Emre'ye,

Eğer yarınki güneşi batıdan doğdurabilecek olsaydın, laflarına
değer verirdim. Güneşi batıdan doğduramayacağından anlaşılıyor
ki, bir evrende iki ilah olmaz. Yani: "Allah'tan başka ilah yoktur."

Madem Allah'tan başka ilah yoktur; benim nazarımda senin lafları-
nın da bir değeri yoktur. Bu halde ben, ancak Kur'anı dinlerim.

Allah'ın huzuruna getirildiğiniz ve Âdem'in kemiklerini gördüğünüz
gün, inkâra çareniz kalmayacaktır. Sizin "O GÜN"kü perişanlığı-
nızı şimdiden görebiliyorum.

Ey yakında masal olacak olan inkârcı ateistler! Siz bu sözlerimi
"masal" olarak okumaya devam edin.

Ey ölümü öldüremeyen, doğumları durduramayan aciz inkârcılar!
Dünyadaki misafirliğiniz bitmek üzere. İsterseniz başka bir dünya-
ya hazırlanın, isterseniz mezardaki böceklere.

***

Ey inançlı insan!

Sen, ateistlerin inkârına üzülme. Onlar, gözlerin dehşetten donup
kalacağı bir günün gelmesini bekliyorlar. O gün geldiğinde veya
azrailin tırpanını yediklerinde, inkâra çareleri kalmaz. Onların ne
kıyameti engellemeye, ne de tekrar diriltilmemeye güçleri vardır.
Onların durumu, anne karnındaki çocuğun durumuna benzer.
Anne karnındaki çocuk dünyadan habersiz olduğu gibi, inkârcı
ateistler de âhiretten habersizdirler. Dünya karnındaki bu bebele-
rin tek yapabileceği şey, "inkâr"dır. Fakat inkâr, gerçeği yok et-
mez. Şimdi sen onları, dünya karnında, taptıkları hayalleriyle baş-
başa bırak. Nasıl olsa dünya karnından çıktıklarında kesin gerçe-
ği göreceklerdir. Anne karnından çıkan çocukların anne-babasını
görmeleri gibi... Onlar da karşılarında Allah ve Âhireti bulacaklar-
dır! Anne karnında, anne-babalarını inkâr edecek bebelerin inkâ-
rından ne çıkar? Hiç! Onların talihsizliği, Allah'ın gönderdiği elçile-
ri dinlememeleridir. Çünkü; onlar "var"dır. Ama Allah "yok"tur!
Çünkü; eser ustayı gerektirmez... Çünkü; şeytan onların mantığını
tersine çevirmiştir. Bunun için doğru düşünemezler! Dolayısıyla,
onlar istemedikçe, siz onları doğrultamazsınız. Mantık ve felsefe de
onları kurtaramaz! Çünkü akıl ve mantıkları şeytan tarafından tecâ-
vüze uğramıştır...

***

Emre demiş:

"Âdem'in kemiklerini göster."

Biz onun kemiklerinin varlığından eminiz. Kur'an da delilimiz. Eğer
o kemikleri görmek seni tatmin edecekse, Arabistan'ı kaz. Mutla-
ka bulursun. Eğer senin ömrün yetmezse, çocuğun bulabilir. Onun
da ömrü yetmezse, torunun mutlaka o kemikleri bulacaktır. Haydi
Emre! Başla kazmaya. Kaz Emre, kaz! Yakında bulacaksın. Ara-
yan bulurmuş... Ha, kazılarını Kudüs'de, Mina'da, Arafat'da baş-
layabilirsin.

Yalnız bir hatırlatma: O kemikleri bulduğun gün, peygamberin Dar-
win'in Kur'amı çok büyük bir darbe daha yiyecektir. Eğer o dar-
beye katlanabileceksen, kazmaya devam et. Kaz Emre, kaz. Ke-
mikler seni bekliyor. Hem de oniki milyar gözle!

***

Emre demiş:

"...Yuce Rabbimiz popomuza bir kuyruk kemigi koyarak ne
demek istemistir? Bizim bir kuyrugumuz yok ki …"

(Yani, ateist tartışmacı demek istiyor ki: "İnsanda kuyruksokumu
kemiği varsa, bu, maymundan türediğimizi; kuyruksuz oluşumuz
da, evrimleştiğimizi gösterir.)

Cevap: İnsanda kuyruksokumu kemiğinin bulunması, maymundan
(veya primattan) türediğimizi göstermez. Çünkü bir radyonun da
haporleri vardır, bir televizyonun da. Şimdi bu demek olur mu ki;
televizyon, radyodan türetilmiştir? Olmaz! Çünkü televizyonu icad
eden tekniker ve mühendis, televizyonu mustakil olarak yapabile-
cek bir ilim ve sanatkârlığa sahiptir. Bunun için televizyon, "radyo-
dan türetilme" değil, "radyodan sonra" yapılmış olandır.

Aynen bunun gibi; herşeyin bilgisine sahip olan Allah da, insanı
primattan, maymundan veya gorilden türetmiş değil, "onlardan
sonra" mustakilen yaratmıştır. Yani: Pirimat, maymun ve goril;
"insan" eserine geçişte bir "müsvedde" olarak kullanılmıştır.

Tabii, sanatkârı dışlayıp "kendikendine oluşum"(?)u Tanrı haline
getirirse ateistler, bununla "maymunsoylu"luğa varacaklardır.
Onlar istedikleri yere varmakta serbesttirler!... Ama biz; "Âdem
soylu"yuz. Bizim soyumuza karışmasın ateistler, Darwinistler!

Şair demiş: "Beşer ben-i Âdem'den türemiştir ezelî. / Buna itiraz
eden, olur maymundan biri!"

***

Emre demiş:

"Tanri isini bilmiyor mu ki musveddelere ihtiyac duyuyor?"

Cevap: Tanrı işini elbette ki çok iyi biliyor. Çok iyi bildiği için de
önce müsveddeleri yapıyor. Müsveddeler olmasaydı insanın mü-
kemmelliğini görebilecek miydin? Her bir sanatkâr işe basitten
baslar. Allah da böyle yapıyor. Ama bu, acizlik ve noksanlıktan
değil, güttüğü amaç sebebiyledir.

Emre demiş:

"Ustelik 'mukemmel' eserinde ise yaramayan cisimler birakiyor…"

Cevap: Sen bu itirazını, ancak O'nun yarattığından daha mükem-
melini yapıp ortaya koyduğun zaman yapabilirsin. Hani daha mü-
kemmel eserin?

Senin işin çoktan bitti Emre! Sür eşeğini kemikli köye...

***

Kemikli köyden size selam getirdim dostlar! Kemikli köydeki
dostlar diyor ki: "Biz Emre'yi çok özledik. Gelsin artık. Kemiksiz
kentte o ne yapıyor? Gelsin de biraz da bize komedyenlik yapsın.
Bize evrim masalını anlatsın, biz de ona Âdem'in kemiklerini gös-
terelim. Kemiksiz kentte göremedigi gerçeği, kemikli köyde mut-
laka bulacaktır. Gel artık Emre! Gel de, hem aradığın gerçegi gör,
hem de bizi hasretlikten kurtar. Seni cok özledik. Buraları sensiz
çok neşesiz. Gel de bizi neş'elendir, sevindir; karanlık köyümüze
aydınlık ol."

***

Nilgün demiş:

"Onlar Atatürk’ü Tanrılaştırmışlar ama Tanrı yok ki Olmayan
Tanrı peşinde ne komik bir yarış…"

Cevap: Tanrı yok. Çünki Nilgün O'nu gözüyle görmüyor. Ben de
Nilgün'ü görmüyorum. O halde Nilgün de "yok"tur!

"Ya Mustafaakyol sitesindeki yazıları ne olacak?"

Ne olursa olsun! Onun yazıları, onun varlığını bildirmez. Çünkü
ben onu gözümle görmüyorum! Gözümle görmediğim bir şeye
niye inanayım? Nilgün seni inkâr ediyorum! "Nilgün" diye bir
kimse bu dünyada "yok"tur!

Tanrı "yok"sa, Nilgün de "yok"tur.

Ama ben "var"ım. Ben varsam, Tanrı da "var"dır. Ben "yok"sam,
evren "var"dır. Evren "var"sa, Tanrı da "var"dır. Evren "yok"ken,
Tanrı yine "var"dı. Çünkü, Tanrı olmasaydı, evren olmazdı.

Ey inkârcılar! Tanrı bir gün yüzünü size gösterince ne yapacaksı-
nız?

***

Senyör Grand,

Sözlerimin devamını da okuyun: "Ben “yok”sam, evren “var”dır.
Evren “var”sa, Tanrı da “var”dır. Evren “yok”ken, Tanrı yine
“var”dı. Çünkü, Tanrı olmasaydı, evren olmazdı.

Hermes,

"Ey inkârcılar! Tanrı bir gün yüzünü size gösterince ne yapacak-
sınız?"

Bu sözden kastım; âhiretteki karşılaşmadır. Uyarınız için yine de
teşekkür ederim.

Nilgün demişti:

"Tanrı yok!"

Cevap: Tanrı yoksa, Nilgün de yoktur. Çünkü ben onu gözümle
görmüyorum.

"Sitedeki yazıları ne olacak?"

O yazılar belki "tesadüfen" oluşmuştur. Belki de "uzaylılar" yazmış-
tır. Veya, bilgisayarın tuşları yazıvermiştir. Gözümle görmedikçe
ne onun yazdığına, ne de onun varlığına inanırım. Gözümle görme-
diğim için, "Nilgün" diye birisi "var" olamaz...

Eğer "var"sanız, bu aynada kendinize iyi bakın, Nilgün Hanım!

***

Senyör Grand demiş:

"Yavv Hakperest! sen icinde “akl” kelimesi gecen cumleler kur-
madan once soyle Kur’an’i bir gozden gecirsen ve gorsen Allah
bu kelimeyi hangi ayetlerde nasil kullanmis – insanlara ornek
olsun diye – ola ki aklederler…nasil olur? Ha nasil olur?
“ilm” kelimesi gecen ayetleri her aksam yatmadan once bir kere
olsun okuyor musun? Okumuyorsan yuff olsun sana;-"

Cevap: Söz, "hâle göre" söylenir. Bir ilim adamı ilmiyle cehâlet
üretiyorsa, ona karşı "ilim" ile "cehâlet" kelimelerinin bir arada
kullanılması gayet doğaldır ve bir araya gelmeleri mümkündür.
(Bu durum, "akl" kelimesi için de geçerlidir.)

Allah da hâle göre söz eder. Geçmiş hâl ile şimdiki hâl bir değil-
dir. Geçmiş hâldeki hüküm, gelmiş hâle ancak her iki hâl aynıysa
hüküm olabilir. İki hâl birbirine uymuyorsa, hüküm de farklı ola-
caktır.

Hem Allah'ın sözleri de Kur'andan ibaret değildir. Allah, âlimleri-
nin ağzıyla da dilediğini söyler, söyletir. Yani: Allah, geçmiş hale
mahkûm kalmış bir İlah değildir.

Oku Senyör'üm oku. Senin okuman daha yetmemiş. 30 milyon ki-
tap daha okursan, belki âlim olursun. Bunun için oku, oku, oku!
Bunu Kur'anımız da söylemiş. Ama kendi hesabına değil, Allah he-
sabına oku. Allah hesabına olmayan okumaklar ve düşünmekler,
cehâlet üretir. Hawking ki gibi...

Şu da aklında bulunsun: Allah'ın öğrettigi kimsenin ilmiyle, kitaplar-
dan ögrenmiş kimsenin ilmi bir değildir.

***

"Allah'tan başka yoktur ilah"tır, ateiste cevabım. Bu cevaba inan-
mak lâzım. Sen inanmayabilirsin, ama ben inanırım. Çünkü ben
bir "insan"ım. Çünkü beni ben yaratmadım. Beni Yaratan'ı bilmek,
tanımak isterim. Çünkü "akıl" sahibiyim. Aklım ise kısadır. Kendi
başıma gerçeği bilemem. Aklımın elinden tutulması lâzım. Aklımın
elinden tutacak olan da ancak Tanrısal Kitap'tır. Madde ve tesa-
düf gibi şeyler Kitap indirmediğine ve indiremeyeceğine göre,
Kur'ana inanmak lâzım. Kur'ana inanmazsan, aklın uydurduklarını
din yapman lâzım. Sen de işte uydurduklarına inanmaktasın! Ama
o uydurduklarının "gerçek" olduğunu nasıl kanıtlarsın? Bilimle mi?
Bilim de aklın bir ürünüdür. Bugün doğruyu buldum sanırsın, yarın
"öyle değilmiş böyleymiş" dersin, yeni bir teori doğurursun. Yarın
bir başka bilgin gelir, senin doğurduğunu öldürüverir! Ve bizim
"gerçek" dedigimiz şey, buhar olmuştur! Siz, buharlarınızın peşinde
koşmaya devam edin... Ama karşınızda "ölüm canavarı" var, dik-
kat edin! Bu canavarın eliyle yok edilmek istemiyorsanız, "yoktur
Allah'tan başka ilah" deyin, kurtulun. Bu kâinatın Sahib'i de, size
ebedî bir cennet versin. Aksi halde, eğer bana ebedî bir hayat,
yani ölümsüzlük ve ölümsüzlükle beraber bütün evreni yönetecek
nihayetsiz bir güç ve bunlarla da beraber karşıma hesap soracak
bir Tanrı çıktığında O'nu altedecek bir çare gösterirsiniz, ben de
ateist olurum... Eğer bunu gösteremiyor ve garanti edemiyorsanız,
sizin de ateistliği terketmeniz gerekir. Yoksa, haliniz duman! Çün-
kü sizi tekrar diriltip hesap soracak bir Allah sizi bekliyor. Sizin
inkârınız O'nu yok edemez, edemedi ve edemiyecek! Demek:
ALLAH'TAN BAŞKA İLAH YOKTUR!

***

AKLedersen görürsün; Allah var'dır, bir'dir, eşsiz'dir.

MANTIKlıysan, iyi düşünür anlarsın; Allah'tan başkası olamaz ilah.

BİLİMliysen; kendini ve seni sen Eden'i bilir, kurtulursun en büyük
cehâletten.

VİCDANlıysan; Allah'tan başkalarını Rab yapmaz, teslim olursun
O'na hemen.

TESLİM'e ulaşmamışsan, demektir ki: Yoktur sende henüz; AKIL,
MANTIK, BİLİM ve VİCDAN!

İnanmadığın halde Allah'a, "onların hepsi bende vardır" diyorsan;
demektir ki; sen onları tersinden işletiyorsun o zaman!

Akıl, mantık, bilim ve vicdanını düzünden işletmelisin, eğer insansan.

Hakkı Hakperest

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül sonu.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Donnerstag, 16. September 2010

HAWKİNG'LERE DUYURU!

HAWKİNG'LERE DUYURU!

(Bu bildiride yazarımız Hakkı Hakperest, Hawking'e sesleniyor.)

Bay Stephen Hawking ve bütün Hawkingler bunları okusun!

"Tanrı'ya gerek kalmadı" sözü altında: "Tanrı'nın yerine biz geçtik"
sözü vardır.

Bir AİDS mikrobuna mağlûp ve felçliliğine söz geçiremeyen bir aciz
insanın, Tanrı'nın yerine oturduğunu sanması ne komik! Bu komiklik
size yakışmıyor baylar! Yoksa yakışıyor mu?

Bu sözlerimi aklınızdan çıkarmayın bay Hawkingler:

Cehâletten kurtulmaktır, ilim.
Kendini bilmektir, cehâletten kurtulmak.
Yaradılışında Yaratan'ı görmektir, kendini bilmek.
Sen Yaratan'ı görmezsen, boşa gitti bütün okumak!

"Tanrı'ya gerek kalmadı" demekle, cehâletin zirvesine çıkmış olduğu-
nuzu bütün dünyaya göstermiş oldunuz. Ama Allah'tan başka ilah
olmadıgını ve her an O'na muhtaç bulunduğunuzu yakında göreceksi-
niz. Bu dünya, Tanrı'nın yerine oturmaya calışan deccallara kalmaz...

Ey koca ölümlüler! Ölmezliğiniz Allah'ta. Kâinata gücü yetmeyen,
size ölmezlik veremez. Aklınızı başınıza toplayınız. Aptallık etmeyi-
niz!

Not: İngilizce bilen arkadaşlar, bu sözleri çevirip, Hawking'in duyabile-
ceği bir yakınlığa koyabilir.

Hakkı Hakperest

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül ortası.
Mekan: Avrupa.
Makam: Duyuru.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Freitag, 10. September 2010

CHP’LİLER BUNU OKUSUN. OKUSUN DA „HAYIR“CILIKTAN KURTULSUN!

(Yazarımız Ali Coşkun, Referandum "hayır"cılarına sesleniyor.)

CHP’LİLER BUNU OKUSUN. OKUSUN DA
„HAYIR“CILIKTAN KURTULSUN!

Ama kurtulamazlar. Çünkü askerî ve yargısal vesayet, onların
„gerçek iktidar“ıdır. Gerçek iktidardan kim kurtulmak ister?
Elbette ki onu korumak için Referandum’da „hayır“ diyecekler-
dir. Buna da mecburdurlar. Çünkü millet iradesiyle iktidar ola-
mayacakları onlar için kesinleşmiştir. Halbuki kafalarında kendi
elleriyle oluşturdukları ve bütün millete zarar vermekte olan bu
çok tehlikeli uru kesip atabilirler. Bunun için de, milletin asırlık
sorunlarının çözümüne evet demeleri ve bunun gereği olarak da
demokratik bir anayasaya razı olmaları yeterlidir. Bu evet ve razı
oluş da, onları iktidar yapar. Ama onlar „demokratik iktidar“dan
kaçıp, „vesayetçi iktidar“a sığınmayı kâr sanıyorlar. Ama ne
yazık ki bu sanış, tüm Türkiye’yi zehirliyor. Bu zehrin etkisiyle de
ister istemez hepimiz kıvranıyoruz. Ey CHP’liler ve onlara kuyruk
olanlar! Bizi, yani Türkiye’yi daha ne vakte kadar kıvrandıracak-
sınız? Bu zulümlerinizin hesabının sorulacağı günler gelmeden,
milletin hakkı olan „EVET“i verin, kurtulun… Referandum'da
"hayır" diyerek, kendinize ve millete ihanet etmeyin. Artık güna-
hınızı görün! Görün de, tövbe edin. Günahında ısrar etmek,
zulümdür. Allah da bu zulümlerin hesabını mutlaka sorar. Ya
kendi eliyle, ya da milletin eliyle.

Hür Gazeteciler ve Demokratlar adına: Ali Coşkun


EY CHP'LİLER VE MHP'LİLER!

"Milletten yana" olmanız için birbuçuk gününüz kaldı. Milletten yana
olduğunuzu isbatlamanız için de Referandum'da "EVET" demeniz
gerekiyor. "Hayır" derseniz, bu, statükocu ve vesayetçi gizli iktidarı-
nızdan vazgeçmek istemediğinizin ilânı olacaktır. Ama bu ilânla,
"halkçı" ve "milliyetçi" olmadığınızı da göstermiş olacaksınız. Daha
çok ise, "demokrat" olmadığınızı. Çünkü "hayır"cılığınızla bu milleti
"darbe anayasası"na mahkûm bırakmak istiyorsunuz. Onun özgür-
lüğe kavuşmasını istemiyorsunuz. Çünkü, sizin gizli vesayetçi ikti-
darınız, halkın iktidarından daha önemlidir. Bu önem de, sizin ben-
cilliğinizden doğuyor. Fakat demokraside partiler, "millet iktidarı"
için vardırlar; "yargı ve asker iktidarı" için değil. Bu iktidarı korumak,
"millete ihanet"tir. Biz size; "hainsiniz" demiyeceğiz. Fakat, millete
ihanet icinde olduğunuzu bilmelisiniz. Ve, Referandum'da "hayır"
dediğiniz an, bu ihaneti kazanmış olacaksınız. Hem, yüzde doksan-
dokuz milletin menfaatine olan anayasa değişikliklerine "hayır" de-
mek, "haklı ve doğru muhalefet" değil, "haksız ve eğri muhalefet"tir.
Ama demokrasilerde sizin muhalefetinizin "haklı ve doğru muhalefet"
olması zorunludur. Bu zorunluğu yerine getirmemek, "millete düş-
manlık"tır. Bu düşmanlığı bırakmak zorundasınız. Çünkü siz, "de-
mokrasinin bir parçası" olarak siyaset sahnesindesiniz, "diktatör-
lüğün ve vesayetçiliğin" parçası olarak değil. "Doğru ve haklı" parça
olmayı kabul etmek, Türkiye'yi bölünmekten korur. Ama aksi olursa,
bölücülük yapmış olursunuz. Türkiye'nin ve halkının bölünmesine
karşıysanız, "EVET"çi olmak durumundasınız. Siz de, Referandum'
da "EVET" deyin, bölücülükten kurtulun! Bu MİLLET, sizin "hayır"
cılığınızla "bölünmek" istemiyor. Bölünmek istemediği için de, "dar-
be anayasası"ndan kurtulmak istiyor. Bu kurtuluş için de, Referan-
dum'da çoğunlukla "EVET" diyecektir. Onlar kurtuluşa "EVET"
derken, siz; milletin kurtuluşuna nasıl "hayır" dersiniz? Bu ihaneti
nasıl yutacak ve hazmedeceksiniz? Bu MİLLET, darbe anayasası'
na sonsuza kadar boyun eğmek zorunda değildir. Ve ona isyan
etmekle de "zalim" değil, ancak "kahraman" olur! Referandum'da
"EVET" oyu vermekle de bu kahramanlığı kazanmış olacaktır.
Artık sizin için de bir KAZANÇ vakti gelmedi mi? Bu vakti de kaçı-
rırsanız, milletin yüzüne nasıl bakacaksınız? Ondan hangi yüzle
"OY" isteyeceksiniz? Ondan oy talep ediyorsanız, önce ona vurul-
muş olan ve çözülmesine rıza göstermediğiniz "vesayet prangaları"
nı çözmelisiniz. Bu çözüm için de, bir "YENİ ANAYASA"ya ve onun
öncül değişim parçasına "EVET" demelisiniz. Bu "EVET"le de,
"GERÇEK HALKÇI"lığınızı isbatlamış olacaksınız. Millet de size oy
vermekten artık korkmayacaktır... Bu da size tabii İKTIDAR getire-
cektir. Yoksa? Ebedıyen muhalefete mahkûm kalacaksınız! Seçim
sizin...

Not: Buyurun! Önce siz, gizli vesayetçi iktidarınızdan soyunun.
Biz de, "AKP yargıyı ele geçirecek" iddianızı ciddiye alalım...

Hür Gazeteciler ve Demokratlar adına Ali COŞKUN


Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Çağrı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *

Samstag, 4. September 2010

HAWKİNG'E CEVAP: "TANRI'YA GEREK VAR!"

HAWKİNG'E CEVAP: "TANRI'YA GEREK VAR!"

(Yazarımız Hakkı Hakperest, Hawking'e cevap veriyor.)

gerekliği hiç bir zaman kaybolmayan ALLAHın adıyla


Ne diyor Hawking? Dediği şu: “Nasıl ki Darwinizm biyolojideki
yaratıcı ihtiyacını sona erdirdi, yeni fizik teorileri de evrenin oluşu-
mu konusunda yaratıcının rolünü gereksiz kılmıştır” ve:

“Yerçekimi gibi bir kuvvet olduğu için evren kendi kendini hiçten
yaratabilir ve yaratacaktır”

Hawking'in sözlerine dikkatli yaklaşmalıyız. Çünkü biyoloji dalında-
ki bilhassa gen teknolojisindeki ilerlemeler, bilim insanlarına "yaratı-
lışla oynama" imkânı veriyor. İnsanlık, fiziksel ilerlemelerle de daha
baska imkânlar kazanabilir. Bunlar, şahit olduğumuz inkâr edilemez
gerçeklerdir.

Fakat şimdi prof. Hawking, eğer bilimin bu şahlanışı karşısında
duyduğu heyecan sebebiyle "Tanrı'ya gerek kalmadı" diyorsa,
bunu diyebilir ve dedikleri de tartışılabilir.

Ama eğer o bu sözlerini, bilimsel heyecan sebebiyle değil de,
Tanrı'yı reddetmek için söylüyorsa; bu halde o, haddini aşmış
olur!

Herkes haddini bilmek zorundadır. Eğer bugün bilim, yaratılışa el
atma ve onunla oynama imkânı kazandıysa, bu kazanım, Yaratan'
in izniyle olmuştur. Eğer O izin vermeseydi, bilim bugün en ilkel
çağlarında bulunacaktı. Allah insanlığa bu izni vermiştir ki; insanlık,
O'nun sanatının ve nihayetsiz bilgisinin inceliklerini ve güzelliklerini
görsün, O'nu yüceltsin ve insanlığın dertlerine devâ olacak şifa ve
tekniği bulsun, faydalansın.

Eğer bilim adamları, bilimsel ilerlemelerini bu yönde değil de tam
bunun aksi istikamette kullanacak olurlarsa ve gururlarıyla da Tan-
ri'yı reddetmeye kalkarlarsa, bu durumda onlara şunları söylemek
şart olur:

Sizler (tek Tanrı) olan Allah'a muhtaçsınız. Çünkü bu evreni işlete-
cek ve evrenlileri yönetecek bir kudret, kuvvet, bilim, teknik, zen-
ginlik ve ebediyetiniz yoktur. Bu yoksunluklarınız sebebiyle her an
O'na muhtaçsınız.

Eğer Allah, dünyanın dönüşünü durdurup, yeryüzünün bir tarafını
geceye, öbür tarafını da gündüze mahkûm etse, size dinlenecek bir
geceyi ve yaşayacak bir gündüzü O'ndan başka "kim" getirebilir?
Var mı buna çare olacak bir gücünüz?

Eğer O, yağmurunuzu kesse, çeşmelerinizden suyu "kim" akıtacak-
tir? Var mı bir alternatif kaynağınız?

Eğer O, denizlerinizi dondursa, gemilerinizi nasıl yüzdürürsünüz?
Ve nereden taze balık çıkartırsınız ve nerede yüzer, serinleyebilir-
siniz? Var mı buna bir çareniz?

Eğer O, güneşin ışığını kıssa, bitkilerinizi hangi enerjiyle besleyip
büyütebilir ve denizdeki suları hangi fırında buharlaştırıp onları bu-
luta dönüştürebilirsiniz? Var mı buna yetecek gücünüz ve zengin-
liğiniz?

Eğer O, doğal afetleri ard arda üzerinize boca edecek olsa, buna
hangi güçle, hangi teknikle karşı koyarsınız? Var mı bunları engel-
liyecek bir mûcizeniz, kudretiniz, kuvvetiniz?

Veya O, kıyameti koparacak olsa, var mı bunu durduracak olan
nihayetsiz gücünüz, haliniz, ilahlığınız?

Öyle ise; size çok acındığını ve merhametle yaşatıldığınızı iyi biliniz.

Demek, "Tanrı'ya gerek var"! Hem öyle bir gerek var ki, bu gerek-
lik bir an için elinizden alınacak olsa, mahvolursunuz!

Öyle ise O'na karşı gururlanmayı bırakıp, insanlığınızı takınınız; O'
nun büyüklüğü ve merhametkârlığı önünde secdeye kapanınız!

Eğer secdeye kapanmayı reddederseniz, bunun karşılığının da çok
acı olacağını bilmelisiniz... O'nun mükâfâtı ise, ancak O'na kulluğu
kabul edenleredir.

Ey Allah'ı reddedip, O'nun ilahlık koltuğuna oturabileceğini zanne-
den bilginler!

O'nun ilahlık tahtına oturabilmek için önce evren (dışında) "başka
bir evren" yaratmalısınız. O'nun malzemesini de bu dünyadan ala-
mazsınız! Çünkü dünya ve evren mülkü tamamen Allah'ındır. "Siz"
de O'na aitsiniz. Yani, "Yaratıcı" olabilmeniz için önce tamamen
size ait bir "siz" yaratmalısınız. Bu yaratıcılık için de yine "size ait"
bir "başka evren"e ihtiyacınız vardır. Sizdeki bütün varlık Allah'a
ait olduğundan anlarsınız ki, O'nun önüne ön olamazsınız ve O'nun
koltuğuna oturamazsınız!

Buradan anlıyorsunuz ve anlamalısınız ki, TANRI'YA GEREK
VAR! Ve O'nun gerekliğini hiç bir güç ortadan kaldıramaz ve kal-
dıramayacaktır! Yani: "Allah'tan başka ilah yoktur. Allah'tan baş-
ka ilah olmamıştır. Ve Allah'tan başka ilah olmayacaktır."

"Var" diyen, "olacak" diyen varsa, haydi çıksın ortaya!

Allah'ın yerine başka ilahlar koymak veya O'nun yerine geçmek
isteyenlere 14 buçuk asır önce Kur'an'da Allah şu cevabi vermiş-
tir: "De ki: O Allah bir'dir (bu birlik, bütün evren ve evrenlileri ku-
şatan bir birliktir). Herkesin ve herşeyin muhtaç olduğudur. O,
doğmadı, doğurmadı. Ve O'na hic birşey ve kimse denk olmadı."

Yani: Birliği ve bütünlüğü olmayan, parçalanıp dağılan, bütün kâi-
nata muhtaç bulunan, doğan ve doğuran ve bir dengi veya misli,
benzeri bulunanlar; ilah olamaz, Allah'ın yerine geçemezler.

(Türkiye'de bir ilahiyatçı, Hawking için, onun, Kur'anda kıyamete
yakın ortaya çıkacağı bildirilen "dabbe" olduğu iddiasında bulun-
muştu. Eğer Hawking o sözleri, Tanrı'yı reddetmek anlamında söy-
lemişse, o, "dabbe" olmaz, ancak "Deccal" olur. Deccal, hak ile
bâtılı karıştıran ve Allah'ın yerine oturmaya çalışan kimse demektir.
Dabbe ise, kıyamete yakın yerden çıkıp, Allah inkârcılarına, onla-
rın Allah'a inanmadıklarını, yani inkârcılıklarını söyleyecek olan bir
"canlı"dır. Demek, o ilahiyatçı iddiasında isabet etmemiştir...)

Not: Stephan Hawking'in söylediği iddia edilen: "Yerçekimi gibi
bir kuvvet olduğu için evren kendi kendini hiçten yaratabilir ve
yaratacaktır” sözü gerçekten ona aitse, prof. Hawking fizik, Tanrı,
yaratıcılık ve evren hakkında gerçekten hiç birşey bilmiyor demek-
tir. Ve bu sözleriyle o, ancak "cehâletin kralı" olduğunu göstermiş
olur!

"Yerçekimi gibi bir kuvvet olduğu için evren kendi kendini hiçten
yaratabilir ve yaratacaktır” sözü karşısında ayrı bir makale veya
kitap yazmak gerekiyor. Çünkü evren kendi kendini yaratamaz ve
bunun için de sadece yerçekimi yeterli değildir. Çünkü nasıl; "şu
masa kendi kendine olusmuştur ve bu oluşum için tahtalar ve yer-
çekimi yeterli olmuştur" demenin, bilimsel bir değeri yoksa ve ola-
mazsa, Hawking'in sözlerinin de bilimsel bir değeri yoktur ve ola-
maz. Bu sözleri söyleyen kişi, gerçekten cehâletini ilân etmiştir!

Yarım asır kadar önce Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri: "Cehâ-
let b/ilimden geliyor" demişti. Doğru söylemiş! Bugün şahit olduğu-
muz gerçek ne yazik ki budur. Fakat, bilimin cehâlet doğurmasına
bir son vermek zorundayız. Bilim ile cehâlet birbirinin zıddıdır ve
bu zıdlık asla birbiriyle eşit hale gelmemelidir. Gelmişse, bu eşitliği
bozmalıyız. Bunun için de bilim adamları, ulaştıkları noktanın "son
nokta" olmadiğını iyi bilmeli ve dinin sahasına destursuz girmemeli
ve bu sahaya tecavüz etmemelidir. Eğer bu tecavüzü yapmazlarsa,
rahat ederler.

Hz. Muhammed'in yaşadığı toplumda da bir "cehâletin babası" var-
mış. Bizimki de Hawking oldu! Ey cehâletin kralı! Bu sözlerimi iyi
oku! Ölmeden önce oku ve kendine gel. Belki bir kurtuluş bulur-
sun...

Zaman: Yeni Çağ'ın onu, Eylül başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Cevaplama.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANISTLERI
* * *

Mittwoch, 1. September 2010

CHP ve MHP'ye ÇAĞRI!

CHP ve MHP'ye ÇAĞRI!

(Bu bildiride, yazarımız Ali Coşkun'un bir çağrısını okuyacaksınız.)

insanlara iyiliği emreden ve kötülükten çekindiren ALLAHın adıyla

Geliniz ey CHP'liler ve MHP'liler, anayasa değişikliği için yapılacak
referandumda EVET deyiniz. Çünkü bu değişiklik, iktidar partisinin
millet için yaptığı bir "iyilik" ve "hayır"dır. Bu iyilik ve hayrı engelle-
meniz size hayır getirmez. Eğer bu iyiliğe, "AKP yaptığı için" veya
"onun iktidarına engel olmak için" karşıysanız, hata edersiniz ve
yanlış yoldasınız. Çünkü bu takdirde, siz iktidar olduğunuzda, sizin
yapacağınız iyiliklere de AK Parti muhalefetinin hayır demesine hak
kazandırmış oluyorsunuz. Böyle muhalefetlerle Türkiye halkı zarar
görmüş olmaz mı? Elbette zarar görmüş olur ve oluyor. İşte siz,
vereceğiniz "evet" oyuyla bu zararı önlemiş ve size muhalefet edecek
partinin, yapacağınız iyi icraatlara muhalefet hakkını kaldırmış ola-
caksınız. AKP'yi de, ancak yapacağınız iyiliklerle, halkın gönlünü
kazanarak iktidardan uzaklaştırabilirsiniz. Halka yapılacak iyiliklere
engel olarak onu iktidardan düşüremezsiniz.

Evet, biliyoruz: Yargı ile ilgili yapılacak değişiklikler, CHP'nin Yargı'
daki egemenliğine ve onu ele geçirmişliğine son verecektir. Bunun
için de CHP'liler bu değişikliğe "evet" diyemezler. Ama "evet" demek
zorundasınız. Çünkü, eğer "evet" demezseniz, AK Parti'nin de Yargı
üzerinde egemenlik hakkı doğar. Yani, sizin "hayır" demeniz; "AKP
de yargı egemenliğini ele geçirebilir, ele geçirsin" demektir. Eğer bu
hakkı onlara vermek istemiyorsanız, yargı içindeki kendi egemenliği-
nize son vermek için referandumda "evet" demek zorundasınız. Böy-
lece Yargı içinde siyasî partilerin egemenliğine son verilmiş olunur.
Eğer "evet" demezseniz, AKP'nin, sizin egemenliğinize son verip,
Yargı ve HSYK ve AYM'de kendi egemenliğini kurması onun hakkı
olur. Eğer "hayır" derseniz, AKP'nin yargısal egemenliğine "evet"
demiş olacaksınız. Yapılacak değişiklik ise, siyasetçilerin Yargı'daki
egemenliğine son veriyor. Tekrar vurgulayalım: CHP zihniyetinin Yar-
gı ve benzeri kurumlara egemen olması bir haksa, bu hak AKP'nin
de hakkıdır. Böyle bir hak yoksa, CHP'lilerin o kurumları ele geçirmiş
olmaları da son bulmalıdır. İşte anayasa değişikliği bunu sağlayacak-
tır. Bu sağlamaya da CHP'lilerin "evet" demesi gerekir. Eğer "hayır"
derlerse, AKP'nin de o kurumları ele geçirmesi hakkı olur. Ancak
demokraside böyle bir hak yoktur. Fakat bu durumda o kurumları
CHP'lilerden arındırmak da AKP'nin demokratik hakkı olmaktadır.
AKP de bunun icin anayasa değişikliğine başvurmustur. Yani yapı-
lan, "demokratik bir savunma"dır. Bu savunma ise, diktatörlüğe karşı
bir "savaş"tır. CHP'nin Türkiye halkı üzerinde kurmuş bulunduğu siya-
sal egemenliğin ve "gizli sivil vesayet"in son bulması gerekmektedir.
Çünkü siyasal egemenlik, "milletin hakkı"dır, CHP'nin değildir.

Anayasa'da yapılacak değişiklikler, askerin halk ve siyaset üzerin-
deki vesayetini de kısmen kaldırmış olacaktır. Siz CHP'liler, buna
da "evet" demezsiniz. Çünkü iktidara ancak askerin yardımıyla ge-
lebilirsiniz! Eğer "böyle değil" diyorsanız, askerin vesayetini kaldı-
racak değişikliklere "evet" demek durumundasınız. Bununla da
"demokrasiden yana" olduğunuzu da göstermiş olursunuz.

Biz, "KUR'ANA EL BASIYORUZ!": Eğer 12 Eylül 1982 anayasa
oylamasında askerin ihtilâlden önce döndürdügü dolapları bilseydik,
yani "olgunlaştırılma"mış olsaydık, o anayasaya da, darbesine de
"evet" demezdik. "Evet" demiş olsak bile, ordunun baskısı sonucu
veya ondan kurtulmak için dediğimiz bu evette bize bir günah yoktur.
Ama sizin şimdiki söyleyeceğiniz "hayır"da bin günah vardır. Eğer
Türkiye halkı referandumda "evet" derse, bunu "AK Parti'nin hayırcı'
ları fişleyeceğinden korktuğu için" değil, o "bin günah"tan kurtulmak
için "evet" diyecektir. Çünkü AK Parti ebedî iktidarda kalacak bir dik-
tatör değildir. "Biz Halk" onu istediğimiz zaman iktidardan düşürebi-
liriz. Bunun için AK Parti'nin "hayırcı"ları fişleyeceği söz konusu ola-
maz.

"AK Parti sivil dikta kuracak" iddianıza gelince: Eğer AK Parti'nin
sivil dikta kurması mümkünse, bu; "siz de iktidara geldiğinizde
bir sivil dikta kurabilirsiniz" demektir. Böyle olmayacağının garantisi
nedir? Demek, sizin iddianiza göre, sizin iktidara gelmeniz de bir
tehlikedir. Çünkü siz de bir sivil dikta kurabilirsiniz. O halde bizim
de sizin iktidarınızı önlememiz gerekir... Görüyorsunuz, iddianız
gene sizi vuruyor! Böyle bumerangik iddialarla kendinize zarar ver-
meye son vermeniz gerek miyor mu? Hem CHP'nin Ordu ve Yargı
eliyle sürdürdüğü "gizli iktidar"ından ve "sivil vesayet"inden kurtulma-
dık ki, AK Parti'nin "sivil dikta"sı olsun!

MHP de ancak askerin yardımıyla ve CHP'ye kuyruk olmakla ikti-
dara gelebilir. Bunun için o da, askerin vesayet egemenliğini kıra-
cak bir değişikliğe "evet" diyemez. Fakat siz ey Türkiye halkı! Se-
çimde istediğiniz partiye oy verebilirsiniz. Ama referandumda CHP
ve MHP'ye benzememelisiniz. Çünkü onların "hayırcı"lığında bin
günah vardır. Bu bin günahı EVETlerinizle durdurmazsanız, siyasal
egemenliğiniz yargı ve ordunun elinde kalacaktır. Yani: Yargı ve
ordu eliyle güdülen bir "sürü" olmaya devam edeceksiniz. İktidara
getirdiğiniz parti de, bu güdümde kullanılan bir değnek olacaktır.
İşte siz buna "evet"lerinizle "hayır" demiş olacaksınız.

Dindarlar referanduma elbette ki katılacaklardır. Çünkü bir kötülüğü
ortadan kaldırmak ve bir iyiliği ortaya çıkarmak, onların müslümanlı-
ğında bir "sosyal vazife"dir. Onlar da bu vazifelerini yerine getirmek
için "evet" diyecekler ve onların dindarlığını önlemeye çalışan güçle-
rin kötülüğüne engel olacaklardır. Bunun için mümkün olsa yalnız
"mezardaki ölüleri" değil, "gelecekteki insanları" da çağırıp, onların
da "evet"ini almak gerekir.

Not: Referandumdan "hayır" çıkarsa ne olacak? Eğer "evet"lerimizle
vesayet rejimini bitiremezsek, generaller ordudaki gençlerimizi PKK'
lılara öldürtmeye ve Yargı-HSYK da, onların hak ve hukukunu ve
generallerin suçunu örtbas etmeye ve CHP'nin daha önceden AYM,
HSYK ve Yargı üzerinden kazandığı "gizli sivil vesayet"i de devam
edecektir. Dolayısıyla Referandum'dan "hayır" çıkması, Türkiye'nin
kaybı olur. Bu kayıp nedeniyle "hayır"cıların bir kazancı olmayacaktır.
Çünkü Türkiye Halkı, ebediyen vesayet altında kalmaya razı olamaz.
Bunun için mücâdelemiz, daha da büyüyerek ve hızlanarak devam
edecek ve ordu ve yargı vesayeti sona erene kadar da sürecektir.
CHP ve MHP iktidara gelse dahi vesayeti koruyamayacak ve bütün
toplumsal kesimlerin haklarını ödeyen demokratik bir anayasa yap-
madığı müddetçe de iktidarda kalamayacaktır! Ayrıca, referandumda
"evet" dememiz, seçimlerde de AKP'ye "evet" diyeceğimiz anlamına
gelmemelidir. Yani: "Türkiye'nin geleceği" için hangi partiler daha
uygun olacaksa, o partiyi/partileri iktidara getiririz...

Son söz: Geliniz ey MHP ve CHP! "Hayır"larınızla bu millete daha
fazla kötülük etmeyiniz. Bütün toplumsal kesimlerin haklarını garanti
eden ve milleti ordu-yargı vesayetinden kurtaran demokratik bir ana-
yasaya "evet" deyiniz veya bunun için millete kesin bir söz veriniz,
biz de iktidarı size verelim. Şartlarını söylediğimiz Türkiye halkının
sorunlarını çözecek demokratik yeni bir anayasaya "evet" demez-
seniz, iktidara ne için geleceksiniz? Buna ne hakkınız var? Referan-
dumda söylenilecek "evet"in AKP'yi güçlendireceğinden korkuyor-
sanız, işte fırsat: Yeni bir anayasa sözü verin ve bunun isbatı olarak
da referandumda "evet" deyin, biz sizi güçlendirelim! Siz şimdi bir
parça anayasa değişikliğine razı olmazsanız, ileride anayasanın
tümden değiştirilmesine razı olacağınıza nasıl inanalım? AKP'nin,
Yargı ve Orduyu ele geçirmesinden mi korkuyorsunuz? Öyleyse
geliniz; hiç bir partinin o kurumları ele geçirmesine imkân vermeyen
yeni bir anayasa yapalım. Var mısınız? Varsanız, bunu referandum-
da "evet"inizle isbatlayınız.

Ey PKK'lılar! Eğer Kürtlerin özgürlüklerine kavuşmasını istiyorsanız,
saldırılarınıza son veriniz. Son vermezseniz, demektir ki: Kürtlerin
özgürlüğe ihtiyacı yoktur! Demokratik bir anayasa yapılmadığı müd-
detçe de Kürt halkı, hak ve özgürlüklerine kavuşamaz. Vesayetçiler-
le birlik olduğunuz müddetçe demektir ki siz; Kürt halkının dostu
değil, düşmanısınız! Bu düşmanlıkla da bir yere varamazsınız; vesa-
yetçilere hizmetten başka...

BDP'lilere not: Kılıçdaroğlu'nun "genel af" vaadine aldanmamalısınız.
Çünkü CHP ancak MHP ile iktidara gelebilir. MHP ise, PKK'lıların
yararlanacağı bir affa razı olmaz. (Genel af değil), bir "özel af" ancak
üç büyük partinin uzlaşmasıyla çıkabilir.

Son söz'ün son sözü: Geliniz ey "hayır"cılar! Anayasa değişikliğine
ve yeni bir anayasaya "evet" diyerek, şu milleti siyasal barışa götüre-
lim. Bu sayede siz de iktidar yüzü görürsünüz... Millet de sizi dene-
miş olur!

Hâlâ "varız" demiyecek misiniz? "Varız" diyenler için sloganımız
şudur: HAYIR'A HAYIR, EVET'E EVET!

(Referandumda "tarafsız" kalmayı düşünen bir kısım dindarlara, de-
mokratlara, liberallere, demokrat solculara not: Sizin tarafsızlığı seç-
meniz, "hayır"cılara hizmet ve destek olacaktır. Bu hayırsız hizmet
ve desteği siz yapmamalısınız. Yapılacak değişiklikler yeterli değilse
de, önemlidir. Çünkü bu değişikliklerle, darbeciler ve onların koruyu-
cuları olan yargıcılar, "anayasaya dayanarak" suç işleyemeyecekler-
dir. Önemli olan budur! Bu sebeple, eğer yapılacak değişikliklerin
haklılık ve faydalılık yönü ağır basıyorsa, EVET; yok şayet haksızlık
ve zararlılık yönü ağır basıyorsa, bu defa da "hayır" demek, boynunu-
zun borcudur. Herkes bu borcunu ödemek zorundadır.)

Cemaatleri sosyal hayattan dışlamaya çalışanlara: Bir kaç kişinin
işlediği suçla bütün cemaat suçlanamaz. Hem cemaatler, sosyal
hayatın bir parçasıdır. Onların da devlete, orduya ve siyasete el at-
mak haklarıdır. Kanunlara aykırı olmadığı müddetce onlar bundan
men edilemezler. Çünkü onlar, cami mahkûmu değildir. Yasaların
ve Evrensel Değerler'in izin verdigi çerçevede "Kamusal Alan"ın da
hâkimi olmak haklarıdır.

Hür Gazeteciler ve Demokratlar adına: Ali Coşkun


Referandum’la ilgili faydalanabileceğiniz linkler:



Müslümanlar referanduma katılabilirler mi?

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=30.07.2010&y=HayrettinKaraman


Neden evet?

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1010675&title=neden-evet



13 Eylül sabahı

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1011823&title=13-eylul-sabahi



Niçin “Evet”?

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=456893



13 Eylül'ü beklerken...

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1012072&title=13-eylulu-beklerken



Evet demek ne demek?
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mustafa-karaalioglu/evet-demek-ne-demek-284962.htm



Bu ‘hayır’da ‘şer’ var…

http://www.timeturk.com/yazardetay.asp?Newsid=24621



Hayır blokunun yanılgısı
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15585416.asp?yazarid=22&gid=61

Mankurtlar (VI): CHP kime sevdalı?
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1019286&title=mankurtlar-vi-chp-kime-sevdali

HAYIR DİYEN NEYE EVET DİYECEK?
http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mustafa-karaalioglu/hayir-diyen-neye-evet-diyecek-288447.htm

Geliyor Komiser Colombo
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/08/27/geliyor_komiser_colombo

Türkiye'yi sarsacak ses kaydı
http://www.bugun.com.tr/haber-detay/115756-turkiye-yi-sarsacak-ses-kaydi-haberi.aspx

CEVABIN OLSUN EVET
http://huseyinavdicbesteleri.blogcu.com/cevabin-olsun-evet/8782167



Zaman: Yeni Cağ'ın onu, Eylül başı.
Mekan: Avrupa.
Makam: Çağrı.
Boyut: Muranizm.

YAYINLAYAN
AVRUPA MURANİSTLERİ
* * *